Affetmeyeceğim
Gerek Ergenekon, gerek Balyoz kişisel davalar değildir. Her ikisi de BUSH-ERDOĞAN'ın kurguladığı, temelinde yalan sahtecilik, iftira, şer yatan, CFR'ye verilen " yerel yönetimlere özerklik" sözünün yanı sıra, Türk'ün Anadolu coğrafyasından silinmesi için atılan imzaların gereğidir.
Her iki dava da Türk'ün milli davasıdır. Özellikle Türk ordusuna yapılan saldırı, tutuklama ve verilen hükümler Misak-ı Milli sınırlarını tehdit etmektedir.
Silivri-Hasdal zulümhanelerindeki tüm tutsaklar bizim için değerlidir ve birinin öbüründen hiç mi hiç farkı yoktur.
Elbette duruşlarıyla bizleri hayran kılan, bir kez daha duruşlarının önünde saygı duymamız gereken yiğitler bizi, Türk milletini duruşlarıyla, söylemleriyle onurlandırmıştır. Örneğin bir Pilot Kara Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin savunması Türk milletinin belleğinde bir onur belgesi olarak tarihe not düşmüştür.
"Bedeli ne olursa olsun Türk Askerleri olarak bizler inancın ve görevin emrettiği yerde olmaya devam edeceğiz. Bize salon mankenliği değil, milleti ve devleti korumak için savaşmayı, geleceğe en büyük intikalin namus olduğunu öğrettiler.
Bizler, gerek Mehmetçiği gerekse komutanlarımızı koruma felsefesiyle bu üstün ahlakla yetiştirildik.
Cephede savaşırken, cephe gerisindekini suçlamak, askerliğin ahlakında da, geleneğinde de yoktur. Cephede olanlarla, cephe gerisinde olanlar aynı ölçüde, aynı değerde bağlı olduğumuz komutanlarımızdır.
Şahsi çıkarlarımızı kurtarmak isteyecek kadar ahlaksız, yaşadığımız olumsuzlukların vebalini komutanlarımıza yükleyecek kadar cahil ve onursuz değiliz.
Erinden generaline kadar, hepimizin vücudu vatan toprağından nefesi vatan havasındandır. Kınalı kuzuları aslan yapan, milletin ekmeğini yiyerek, devletin namuslu ellerinde yetiştik. Ne yapsak ödeyemeyeceğimiz hakkını, milletimiz bize helal etsin…
Tutsaklığımız boyunca zorunlu olarak yalnız bıraktığımız silah arkadaşlarımız da haklarını bize helal etsin.
Ben; milletin bir ferdi olmaktan başka övüncü olmayan, onun uğurunda peşinen ölüm tercihi yapan Teğmen ÇELEBİ. Burada ölsem bile, eğer hakkım varsa milletimize helal ediyorum.
Komutanlarımla beraber yaşayacağım her akıbet onurumdur."
Genç bir Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin "Komutanlarımla beraber yaşayacağım her akıbet onurumdur." söylemi bazı üst düzey komutanlara ders olacak niteliktedir. Örneğin Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel artık "En küçük rütbeli askerimle bile beraber yaşayacağım akıbet benim ve Türk ordusunun onurudur, şerefidir." diyecek cesareti göstermelidir.
Saygun ailesinin sevdikleri için duyduğu endişeyi çok iyi anlıyorum. Bir kadının eşinin, bir çocuğun eşinin öleceğini bilmesi hep bu korkuyla yaşaması ne demektir çok iyi bilirim. Barsak kanseri olan rahmetli eşimin yüzüne her bakışta, yüreğimin parçalandığını, vücudumun her zerresine binlerce, binlerce iğnenin battığını hissederdim. İnanın zordan daha da zor...
Ancak Ergin Saygun Paşa Türk'ün milli davasının bir parçasıdır. O'nun "BALYOZ DAVASI"ndan hüküm giymesinin ve hakında sahte deliller üretilmesinin nedeni suçlu veya adının Ergin Saygun olması da değildir.
Saygun Paşa Kara Kuvvetleri Kurmay Bşk.lığı, Genel Kurmay Başkan Yardımcılığı yapmış, 1.Ordu Komutanı iken 2009'da da emekli olmuştur.
Saygun Paşa'nın şahsında aşağılanan, suçlanan, hor görülen, itilip kakılan, pasivize edilen, çaresiz, affa muhtaç ve en önemlisi kendi celladına, "Ben Ergenekon Davası'nın savcıyım" diyen zat-ı muhtereme biat ediyormuş görüntüsü verilen Türk ordusu ve Türk milletidir.
Erdoğan'ın Saygun Paşa'yı hastahanede ziyareti bir insani davranış mıdır? Veya Tolga Saygun'un deyimiyle şimdi aynı davanın avukatlığına soyunuyormuş görünen Başkan'a Saygun ailesinin gösterdiği ilgi "DEVLET TERBİYESİ"nin gereği midir?
Hastahane fotoğrafı bir başka gerçeğin altını çizmektedir. Makbul İbrahim Paşa'yı gece sarayında ağırlayıp, sabaha karşı yağlı kementle boğduran, Maktul İbrahim Paşa'yı, ıssız bir yere gömdüren Kanuni'nin nedameti, Erdoğan'ın bu insani davranışından(!) daha gerçekçidir.
Saygun ailesi şunu çok iyi bilmelidir. Özellikle Saygun Paşa için tüm kalpleriyle dua eden, tahliyesine en az ailesi kadar sevinen Türk milleti Saygun Paşa'nın şahsında tutuklu ve hükümlü tüm askerlere kurulan zelil tuzağın farkındadır. Zafer kazanmış bir komutan edası ile Saygun Paşa'nın elini tutan Erdoğan, o fotoğrafta nedametinin değil, utkusunun ilanını yapmaktadır.
Bu utku geçici zaferdir. Ancak yenilmiş, çaresiz ve affa muhtaç olarak gösterilen bizim ordumuzdur.
Saygun ailesinin özellikle Ece Saygun'un gözlerindeki ifade, bakışlarından yansıyan minnet duygusu ne akla, ne mantığa ne de ahde vefaya asla sığmaz. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" davranışı yalnız tutuklu ve hükümlü askerleri değil, milletin tamamını da rencide etmiştir.
Bu anlayış davaya ihanettir. İhanet'in büyüğü küçüğü olmaz. İhanet ihanettir. Şeytanın sadece adı "MELEK"tir.
Ece Saygun, bu davranışlarıyla eğer babası kahramansa, bu kahramanlığı sahteleştirmiş ve babası da olsa bir askerin şerefini ayaklarının altında çiğnemiştir.
Alaca karanlık kuşağının gerisinde var olan tabloya, kendi celladına, Türk ordusunun ve hatta Türk'ün celladına minnetle bakan bir kadının resmi eklenmiştir. Tablonun altındaki imza "BüYÜK ABİ"dir.
Af mutlaka her insanda var olması gereken insani bir duygudur. Fakat "vatana ihanet"in affının gerekçesi olmaz, olamaz...
Keşke sonunda ne olursa olsun "Tüm tutuklu ve hükümlü arkadaşlarıyla beraber yaşayacağı akıbet Saygun Paşa'nın ve ailesinin onuru" olsaydı..
Olmadı, olamadı...
O telefona cevap verilmeyecek, o ziyaretçi kabul edilmeyecekti. Yapılması gereken buydu.
Unutmayalım; şeytanın sadece adı melektir. Hain her yerde hain, şeytan ise gene şeytandır.
Yalnız bırakılan tutuklu ve hükümlü silah arkadaşları bu fotoğrafı asla af etmeyecektir.
Ben de af etmeyeceğim.
Çünkü Türk silahlı kuvvetlerinin emekli olsa da bir mensubunun ailesi, "Türk ordusunun cellad"ına biat etmiş ve baş eğmiştir.
Figen ÖZEN, 11 Şubat 2013