Bir önceki yazımızda, ÖCALAN gibi bölücü ve hurafeci olan Said Nursi, İskilipli Atıf, Şeyh Said’lere de dinsel paye verilmeye çalışılması ve günümüzdeki itibarsızların, bunlara güya itibarlarını iade etmeye yeltenmesini eleştirmiştik. Konuyu, hurafeci-bölücü İskilipli Atıf, Said Nursi özel benzerliğinde değerlendirip; Apo ve Seyit Rıza konusuna, yazının uzamaması için girmemiştik…
Şimdi de, Apo ve Seyit Rıza benzerliğinde, hurafeci-bölücü ortaklığını tüm yönleriyle vererek yazımızı tamamlayalım. Hatırlayacağınız gibi Apo, yargılanmasında “Seyit Rıza’nın devamıydım; kullanıldım!” dediydi. Belki belirsizlikten, belki geleceği öngörememekten ve gelecek yıllarda devreye sokulacak olan BOP’tan habersiz Apo, canını kurtarmak için bildiği tüm gerçekleri, en sade haliyle tek tek itiraf ediyordu. Apoyu sorgulayan komutan Hasan Atilla UĞUR, “Abdullah ÖCALAN’ı nasıl sorguladım” adlı kitabında, Aponun itiraflarını bakınız nasıl yazıyor: “Seyit Rıza ve aşiretini, maraba köylüyü ayağa kaldıran ve maddi destekte bulunan Fransızlardı. Neden, çünkü o tarihte Hatay sorunu var; Türkiye’yi, köşeye sıkıştırmak istiyorlar ve Dersim aşiretlerini, başına bela ediyorlar. Seyit Rıza ve yandaş aşiretlerinin derebeyliği, Cumhuriyet ile sıkıntıya girmişti. Bundan dolayı çok rahatsızdılar. Yöreye yollar ve okullar yapılmasını istemediler, bir kıvılcıma bakıyordu ve oldu.” Aponun itiraflarında okuduğunuz gibi, Seyit Rıza ve onun yanında yer alan aşiretler; Cumhuriyet ile sıkıntıya girdi. Aslında Apo, burada, acı, sert sömürgecilik oyununun gerçeğini, yumuşatarak değiştirmeye ve hatta gizlemeye çalışıyor. Apo ‘Seyit Rıza ve yandaş aşiretlerinin derebeyliği, Cumhuriyet ile sıkıntıya girdi’ derken, gerçekte, Dersimlilerin askere gitmemesi, vergi vermemesi ve bölgeyi yağmalamalarını kastetmektedir…
Baytar Nuri adıyla da tanınan Nuri Dersimi, Şeyh Sait isyanından Seyit Rıza’ya kadar uzanan bütün hurafeci bölücü isyanlarda, etkin olarak bulunan bir zattır. Olayların tarih içindeki gelişimini, yaşadıklarını yazdığı kitabından alıntılayarak burada özet olarak verelim. Baytar Nuri Dersimi 1877 Osmanlı-Rus savaşı sırasında, Osmanlı ordularının yenilgiye uğramasıyla birlikte, Osmanlı hükümetinin Dersimlilerden yardım istediklerini yazar. Dersimi’ye göre, Osmanlı orduları başkumandanı Mareşal Samih Paşa, Dersimlileri Ruslarla çarpışmaya davet eder:
“Şewsen Bey, Dersim Kürtlerinin, Osmanlı ordularıyla iş birliği yapmayacaklarını ve sınır komşuları olan Rus devletiyle, Osmanlılar yüzünden bozuşmak istemediklerini ileri sürerek Samih paşanın teklifini reddetmişti. Zaten o sırada Dersim aşiretleri, Mezgert ve Hozat merkezlerinde Osmanlılar tarafından terk edilen kışlaları tamamen yakmışlardı.”
Baytar Nuri Dersimi’ye göre, 1907 yılında Osmanlı idari merkezlerine, Kureşan aşiret lideri Ali Çavuş baskın yapar. Bu olaylar üzerine, Harput komutanı Neşet paşa harekete geçer. Türk taburları, Değirmendere mevkiinde isyancılar tarafından tamamen kuşatılıp imha edilirler. 1908 yılında Neşet paşa, tekrar harekete geçer. Bunun üzerine Karabal Aşiret lideri, Batı Dersim’in diğer aşiretleriyle ittifak yaparak genel bir ayaklanma başlatır. Ardından Hozat’taki Osmanlı askerlerine saldırır. Onların erzak ve cephanelerini ele geçirir. Bölgeden Türk memurları uzaklaştırarak, yerlerine isyancılardan görevliler tayin eder. Devam eden ayaklanma sürecinde yaşananlar, baytar Nuri Dersimi’nin kaleminden şöyle anlatılır:
“Osmanlı’nın bütün saldırıları, Kürt yiğitlerinin çelik göğsü üzerinde parçalanmış ve Osmanlı ordusu, Kürd’ün eğilmez başı önünde baş eğerek yenildiğini itiraf etmeye mecbur kalmıştı; Osmanlı askerleri bölük bölük teslim olmaya başlamıştı. Artık taburlar dağılmış, teslim olmayan askerler perişan bir halde, Elaziz istikametinden geri çekiliyordu.”
Yaşanan isyanı: “Kürd’ün zaferiyle sona ermiş ve yapılan savaşlarda, Dersimliler’in eline yirmi bin mavzer, on iki top, üç yüz katır, beş yüz at, çok miktarda askeri malzeme ve cephane geçmişti.” diye yazar Dersimi.
15 Mart 1909 tarihinde bu kez, Müşir İbrahim paşanın harekete geçtiğini, baytar Nuri Dersimi şöyle anlatır:
“Kürtler uyumuyordu, düşmanın hilelerini sezmişlerdi, bu nedenle gelebilecek askeri hareketlerde Türk ordusunun üs oluşturması amacıyla, muhtemel yörelere daha önce hücum ederek bu mıntıkalardaki Türk köylerini ortadan kaldırmaya başladılar.”
Baytar Nuri Dersimi, 30 Mart 1916’da, bir takım aşiretlerin birleşerek bölgedeki Osmanlı memurlarını ortadan kaldırdıklarını, Elaziz vilayetine doğru yürüyerek Kürdistan davasını emrivaki şeklinde halletmeye çalıştıklarını ve bölgeyi hâkimiyetleri altına aldıklarını anlatır…
CIA’nın yaydığı, resmi tarihi tukaka eden propagandası nedeniyle; biz de, bölgede oynanan sömürgecilik oyununu, Apo ve baytar Nuri Dersimi gibi, kullanılan yerel hainlerin ifadeleriyle yazdık. Umutsuz vaka ama bu sayede hurafeciler ve bölücüler, sömürgecilerin işi bitince, beslemeleri nasıl yarı yolda bıraktığını belki anlarlar. CIA’nın yaydığı propagandalara, vahiymiş gibi canhıraş sarılan hurafeciler ve bölücüler bilmelidirler ki, resmi tarih gayrı-resmi tarih olmaz. Tarih geçmişe dayalı bir belge bilimidir. Belge varsa, tarih, tarihtir; belge yoksa hiçbir şeydir. Burada, üçüncü dünya ülkelerine, sömürü saldırısı hazırlığı olduğundan; CIA üçüncü dünya ülkelerini, kendi kendilerinden tereddüde düşürmek için bu zırvalığı ortaya attı. Güya bazı ülkeler, gerçek tarihlerini saklayıp yalan bir tarih oluşturdular. Bu iddia, son beş yüz yıldır dünyanın değişik kıtalarını sömüren, AB-D için doğrudur; ancak, sömürüye karşı haklı mücadele vermiş ve kazanmış, bizim gibi ülkeler için kesinlikle yanlıştır. Tarihinden utanıp saklayacak birileri varsa, bunlar kudurmuş sömürgecilerdir. Bizim böyle bir kompleksimiz yok. Çünkü biz, son iki yüzyılda dünyada hiçbir ülkeyi sömürüp, iç karışıklıklar çıkartmadık...
Dersim, Farsça, der (kapı), sim (gümüş) birleşik kelimelerinden oluşan gümüşkapı anlamındadır. Yani olmayan bir ırkla/etnisiteyle (kürtle) ve olmayan diliyle (kürtçe) hiçbir ilişkisi yoktur! Gümüşkapı (dersim), bugünkü Tunceli ile Malatya, Bitlis, Erzincan, Elazığ, Batman illerinin bir bölümünde yer alan bölgenin adıdır. Bu bölge, Osmanlı hanedanlığı zamanında, feodal bir yönetim biçimindeydi. Yurtluk-Ocaklık olarak yönetilen bu bölgede, çoğu Alevi Türkler yaşamakla beraber Ermeniler de yaşamıştır. Bu bölgede, doğrudan merkezi yönetim olmadığı için, özellikle 19. Yüzyılda, Anadolu'nun değişik yörelerindeki suç işleyen katil, eşkıya gibi devletten kaçanlar buralarda saklanıyorlardı. Dersim’de, Büyüklü-küçüklü 91 aşiretten, birinin başı olan Seyit Rıza’nın da aralarında bulunduğu derebeyleri; ta Osmanlı döneminden beri, bölgede, başıbozuk hâllerini bu şekilde yıllardır devam ettiriyorlardı…
İsyancılar, Fransız işbirlikçisiydi. Tüm diğer insanlık düşmanı hurafeci-bölücü isyanları gibi, Dersim isyanı da, sömürgecilerin bölgede uzun süren nüfuzlu çalışmalarıyla ve kışkırtmalarıyla başladı. Nasıl ki Şeyh Sait isyanı, Musul-Kerkük sorununun görüşüldüğü kritik dönemde, İngilizler için bir koz olduysa; Dersim de, Hatay'la ilgili çok hassas süreçte, Fransızlar tarafından ülkemize karşı kullanıldı; isyancıların üzerinden, Fransız ordusuna ait silahlar çıktı. Fransa, Dersim isyanını organize ederek, hem ta öteden beri beslediği hurafeci-bölücülere bir özerklik veya bağımsızlık kazandırıp onların koruyucusu olma, hem de Türkiye’nin dikkatini Hatay’dan çekerek, kendi iç sorunlarıyla uğraşmasını amaçlıyordu. Öte yandan isyanın, tüm Türkiye’ye yayılacak bir Alevi-Sünni çatışmasına dönüşmesi de Fransız istihbaratınca öngörülmüştü. Bu doğrultuda, Hatay sorununun hız kazandığı yıllarda Fransızlar, ajanları İzzettin aracılığıyla, aşiretler üzerindeki etkisi olması nedeniyle, Dersim’de, hurafeci-bölücü Seyit Rıza’yla ilişki kurdular. O sıralarda, Fransız gizli servisi denetiminde bulunan Suriye merkezli Hoybun derneği tarafından, 1933-34 yıllarında, Türkiye’ye gönderilen Ermeni Boğos ve M. Nuri Dersimi, uzun zamandır Dersim civarında, bazı gizli çalışmalar yapıyorlardı. Fransa’nın sömürgesi Suriye’den, Fransız istihbaratınca yönlendirilen Ermeniler, Dersim’in içlerine doğru yayılıyor, karmaşık gizli ilişkiler içine giriyorlardı. Dersim isyanından hemen önce, Suriye sınırlarından Türkiye’ye, kimliği bilinmeyen dört ‘komitacı’ geçer. Bunlardan birisi Hozat’ta yakalanır. Ancak diğerleri, Tunceli’nin içlerine doğru ilerler. İsyan bu gelişmelerin sonrasında patlak verir. 1937 yılının 21 Martında; Seyit Rıza liderliğinde Abasan Aşireti, Fırat nehri üzerine yapılan Singeç köprüsünü yıkarak isyanı başlatır. Aynı gece, köprüye en yakın karakolumuzu basarak, başlarındaki İsmail Hakkı adında bir yedek teğmenle beraber 33 askerimizi şehit ettiler. Diğer Türk birlikleri ile bağlantı kurulmaması için, bölgenin telgraf hatları kesilir. Jandarma birliklerine pusu kurulur. Seyit Rıza bizzat Sin Karakolu'nun da basılması için, asi milislere emir verir. Kurtuluş savaşını verdiğimiz anda, sömürgeciler tarafından devreye sokulan Koçgiri isyanının liderlerinden ve Ağrı isyanına da katılan Alişer ile Nuri Dersimi de, 1937 Dersim isyancıları arasındadır. Ertesi gün, Pah Hükümet Konağı, ilçede yeni kurulan ilkokul ve hastane ateşe verilir. İsyanın ilk hareketi olan, köprünün yakılması olayında, Ermeni asıllı Demirci Mustafa kullanılmıştır. İsyan sırasında, Seyit Rıza’nın ele geçirilen çadırında yapılan aramada, Ermenice kitaplarla, üzerinde Ermenice yazılar olan bir taç bulunmuştur. Fransa’nın desteğiyle yetinmeyen Seyit Rıza, İngiltere'den de yardım istedi. İsyanın lideri Seyit Rıza'nın, isyan sırasında, İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği şu mektup, hurafeci-bölücü isyanlarının, insanlık düşmanı işbirlikçi karakterinin en açık kanıtlarındandır:
"Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığına
Yıllardır Türk Hükümeti, asimilâsyon faali yapıyor ve bu amaçla halkı eziyor; Kürtçe yayın ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara, işkence ediyor ve sistematik olarak Kürdistan'ın bereketli topraklarından söküp, Anadolu'nun çorak bölgelerine, göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor. Türk Hükümeti, son olarak yapılan anlaşma gereği, işkencelerin dışında tutulan Dersim'e de girmeye çalıştı. Olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa; 1930'da, Ağrı Dağı, Zilan vadisi ve Beyazıt'ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor. Savaş araçları bakımından eşitsizlik, bombardıman uçaklarının yangın ve zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen; ben ve arkadaşlarım, Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direncimiz karşısında, köyler bombalanıyor, ateşe veriliyor, savunmasız kadın ve çocuklar öldürülüyor. Böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını, tüm Kürdistan'da işkence yaparak almak istiyor. Hapisler ağzına kadar Kürtlerle dolu. Aydınlar, kurşuna diziliyor; asılıyor veya ücra köşelere sürülüyor. Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt; barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor. Benim sesimle ekselanslarınızdan, maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını, hükümetinizin, yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan, onur duyarım. Seyit Rıza Dersim Başkomutanı."
Bu dehşetli iç karışıklıktan sonra zorunlu olarak gerçekleşen harekâtta, Hurafeci-bölücü isyancıların, günümüzdeki boş kafalı sempatizanlarının iddialarının aksine, masum insanlar zarar görmedi. Tam tersine, masum insanlarımız, hurafeci-bölücü terör zorbalarının şiddetinden kurtarıldı… Dersim isyanı elebaşlarından biri olan baytar Nuri Dersimi, sonunda isyan bastırılınca, Fransız mandası Suriye'ye kaçtı ve Fransız Hükümeti'nin, koruması altında yaşadı… İsyan öncesi Tunceli nüfusu, 1935 sayılarına göre yaklaşık 100 bindir. İsyan sonrasındaki 1940 sayımındaysa 95 bin civarındadır. Aradaki 5 bin fark, isyan sonrası zorunlu göçe tabi tutulan yatakçıların nüfusudur. Hangi aşiretten, kaç kişinin zorunlu iskâna tabi tutulduğu, belgelerde sabittir ve bunun toplamı 3470’tir! Üstelik 1940 yılı sayımındaki 95 bin civarı nüfus, o dönem için çok büyük bir sayıdır. Tunceli’de bugün bile, 2008 verilerine göre 87 bin kişinin yaşadığını düşünürsek, iddia edildiği gibi bir katliamın yaşanmadığı kolaylıkla ortaya çıkar…
Şimdi siz olsanız, bu hainlerle ağızbirliği etmiş bir başbakanın; kudurmuş sömürgeciler tarafından bir vali gibi ülkemize atandığının kanıtı olduğunu düşünmez misiniz? Tarihteki örneği olan Seyit Rıza gibi, kendisi de ABD savunma bakan yardımcısı, Paul WOLFOWİTZ’e mektup yazdığı ve başbakan yapılmasını istediği için mi, insanlık düşmanı hurafeci-bölücülerle özdeşlik kuruyor? Öyle ya, nasıl oluyor da, kudurmuş sömürgecilerin ülkemize karşı kullandığı, hurafeci-bölücü hainleri bir başbakan savunuyor? Ülkesi haklı konumundayken, ülkesi suçluymuş gibi, kudurmuş sömürgecileri sevindirici ve ülkemizde vicdanları acıtıcı açıklamaları nasıl yapabiliyor? Bir insan böyle haince, kendi ülkesiyle mücadeleye, hesaplaşmaya girer mi? Poker bağımlısı bir şairin, hurafe karalamaları, başbakanlık makamında bulunan herifin düşüncelerine kaynaklık ederse girer. Hurafeci başbakanın, bu hastalıklı ruh hâlini en başından biliyoruz. Nerede sömürgecilerin kullandığı bölücü argüman varsa, başbakan o argümanı kullanmayı pek seviyor. İsterseniz hurafeci başbakanın, nasıl bölücülük yaptığına dair birkaç örnek verelim. Miting meydanlarında, siyasi rakiplerini, Sivas'ın ötesine geçememekle eleştirip bölücü arzulara hizmet eden zihinsel haritaları konuşmalarında çizmedi mi? Kendi ülkesini bölecek, anlayışın haritalarını çizen bir insan; ülkesini seven bir başbakan olabilir mi? Hem ülke içinde herhangi bir vatandaşımızın, bir yerden bir başka yere güvenle gidememe sorunu varsa, bu yanlıştan, hükümet sorumlu değil mi? Böyle bir sorun varsa ve hükümet olarak kendisi bu sorunu çözemiyorsa, orada ne işe yarar? Hurafeci başbakan, ayrılıkçılık-bölücülük yapmayı sevdiği gibi; içinde bulunduğu dönemde kendi yanlış icraatlarını eleştirip düzelteceğine; uzun yıllar geriye gidip olmayan bilgisiyle, hakkın rahmetine kavuşan insanlara iftira atmayı marifet zannetmektedir…
18 Aralık 1991 tarihinde Tayyip ERDOĞAN’ın danışmanı Mehmet METİNER, hazırladığı bölücü raporunda şöyle yazıyordu: “Türkiye’nin PKK ile mücadelesi, Kemalist rejimin zora ve silaha başvurma yönteminden başka bir şey değildir. Bu mücadelede biz, devletin safında yer almamalıyız.” Şu anda AKP Adıyaman milletvekili olan Mehmet METİNER; 2001 yılında, 7 ay HADEP Genel Başkan yardımcılığı yaptı. Yani Tayyip’in isteğiyle Tayyip’e bölücülük rehberi hazırlayan Mehmet METİNER; önce hurafeci partilerde yer aldı; sonra bölücü partide; sonra tekrar hurafeci partiye (AKP’ye) geçti…
İşte bu baş döndürücü döneklikte olan hurafeci-bölücü milletvekili; Sabiha GÖKÇEN’in “Dersimdeki harekâta katılması nedeniyle; havaalanına adının verilmesine karşı çıkıyor ve değiştirilmesini” isteyerek; dünyanın ilk kadın savaş pilotu Sabiha GÖKÇEN gibi bir Türk hanımının, güya saygınlığını zedelemeye cüret ediyor. Ulan sen kimsin? 90'lı yıllarda BDP’li Altan TAN’la birlikte; Sözleşme ve Yeni Zemin adlı hurafeci-bölücü dergileri çıkarmadınız mı? Yeni Zemin dergisi ilk sayısında: ’Kürt sorunu tartışıldı’ başlıklı dosya haberinde; 1992 yılının Kasım ayında, Ankara Bulvar Otel’de yapılan bir toplantıyı, sayfalarına taşımadı mı? İki gün süren toplantının kapanış bildirisini, kim okudu peki? Dönemin Mazlum Der Genel Başkanı, sonrasının AKP milletvekili ve Başbakan Tayyip ERDOĞAN’ın, en çok dinlediği isim: İhsan ARSLAN! Sen işte böyleleriyle sarmaş-dolaşsın. Sen değil misin, bölücü HADEP’de genel başkan yardımcılığı görevinde bulunan! O nedenle, GÖKÇEN Hanımın ismini pis ağzına almadan önce, geçmişini hatırlayacak ve kim olduğunu bileceksin! Bilmiyorsan, öğretiriz!
Hurafe hükümeti, işgallerde kullanılmak üzere, şehirlerimizi üs olarak sömürgecilere açması yetmiyormuş gibi; AB-D’nin, Libya’da iç karışıklıklar çıkartmak amacıyla ayaklandırdığı bölücülere, milyon dolarlarla da yardımda bulundu… Libya’nın, uluslararası hesaplarda bulunan milyar dolarlarına el koyan sömürgecilerin ortaklarından Fransa, işgale öncülük etmesinden olsa gerek, Libya petrollerinin % 35’ine el koydu. Acaba hurafe hükümeti, işgallerde kullanılmak üzere üs olarak açtığı şehirlerimizi ve hazinemizden, Libyalı bölücülere uluslararası hukuka aykırı şekilde yaptığı milyonlarca dolarlık yardımın karşılığını alabildi mi? Hem hurafeci hükümet, tüm bu olumsuz icraatlarının karşılığını madden alsa ne olur! Değil mi ki, Libyalı kardeşlerimizin kanı aktı; değil mi ki insanlık zarar gördü, hangi kazanç bu suçları örter? Bizim inancımız ve insanlık anlayışımız, bu yollardan elde edilecek kazancı, kesinlikle ret etmektedir!
BOP uygulamasının devamı olarak Suriye’nin bölünmesi, ülkemizdeki hurafeci hükümete havale edildi. Ülkemizdeki hurafeci hükümet de, küçük olsun benim olsun anlayışıyla iktidarda kalmak uğruna bu teklife itiraz edemedi. Hurafeciler biliyor ki, füze kalkanı, Suriye’nin bölünmesi gibi dayatmalara itiraz ettikleri anda; kendilerini iktidara getiren sömürgeciler, onları oradan hemen uzaklaştıracaktır… Oysa hurafeciler, insanlık düşmanı kudurmuş sömürgecilerin, kullandıkları kişileri de miadı dolduğunda kaldırıp attıklarını; Usame Bin LADİN, Hüsnü MÜBAREK, Saddam HÜSEYİN; Bin Ali’nin başına gelen somut gerçeklerden çoktan öğrenmeliydiler. Ama ülkemizde kullanılan hurafeciler, hurafeleri nedeniyle akla hep düşman olduklarından; dünyadaki gelişmeleri de anlayamazlar!
Bizdeki çapsız, ufuksuz siyasetçiler zannediyorlar ki; kendi farklılıklarımız ya da anlaşmazlıklarımızdan kaynaklanabilecek sorunları, kendimiz, kendi içimizde çözebiliriz. Hayır! Hiç kimse, bu yanıltıcı beklentiyle hareket ederek, atacağı adımı, söyleyeceği sözü, uyurgezer bir hâlde gerçekleştirmesin. Çünkü insanlık düşmanı kudurmuş sömürgeciler pusudadırlar. O nedenle kendi içimizde, bizim tarafımızdan, bizim ahmaklıklarımızla oluşabilecek en küçük anlaşmazlıkları, sömürgeciler hemen devreye girerek, derinleştirmeye hatta ebedileştirmeye çalışacaklardır. Bu anlamda, bu yazıyı yazarak, hem bazı hatırlatmalarda bulunalım, hem de tarihe not düşürelim dedik…
Bölgemizde olanları sıraladığımızda, Dersim tartışmasının, BOP’un ayrıntıdaki bir parçası olduğu açık-seçik netlikte ortaya çıkmaktadır. Amaç gerçek tarihi öğrenmek değil; geçmişe çamur atarak ve karalayarak, bazı başıboş kesimlerin arasına kin ve nefret ekmektir. Camileri kiliseye çevirip törenlerle açılışlarını yapan hurafeciler; şimdi de kendilerine öğretilen, CIA propagandası tarihiyle yüzleşip günah çıkarmaya yöneldilerse, hükümetin icraatlarını devlet sırrı kapsamına alıp neden 70 yıl kapalı tutmak istiyorlar? Hani her şey açıklanacaktı? Tüm gizli belgeler ortalığa saçılacaktı? Tarihteki belgeleri açalım diyerek güya kendilerince tehdit savururken; hurafe hükümeti bu yasayla neden kendi ihanetlerini gizlemeye çalışıyor? Hurafe hükümeti, hangi suçları işledi ki, demokrasinin olmazsa olmazı şeffaflıktan kaçıyor? Hurafeciler, kendi icraatlarının samimiyetsizliklerine bakmadan; kudurmuş sömürgecilerin kurguladığı böl-parçala anlayışını derinleştirmek için geçmişe atılan çamur, bu kadar bol keseden, rastgele olur mu? Hurafeciler, kimseyi papaz etmeye yeltenmesin; zira kendi icraatlarıyla, kendileri çoktan papaz oldular. Dersim sahnesinde, şu an sergilenen oyunun amacı, geçmişi araştırmak mı; yoksa insanlık düşmanı kudurmuş sömürgecilerin istediği bölücülüğü derinleştirmek mi? Bölgemiz ayaklanmalarla alev alev yanarken, bu ateşin içine, ülkemizin çekilme tehlikesi her gün biraz daha büyürken, birliğimize zarar verecek, dikkatimizi dağıtacak, her yönden ne olduğu açığa çıkmış önemsiz bir konuya, sırf sömürgeciler istiyor diye dalıp gitmek ve sonunda yitmek, gaflet, dalâlet, hıyanet değilse nedir? Temcit pilavına dönen Dersim ve özür ihtiyacı nereden doğdu; insanlık düşmanı hangi kudurmuş sömürgeci odak, bu konuyu sipariş etti? İnsanlık düşmanı kudurmuş sömürgecilerin, sipariş ettiği bu ve benzeri konuları, devamlı gündemde tutanların niyeti, bozgunculuk değil de nedir? İnsanlık düşmanı kudurmuş sömürgecilerin bozgunculuğu, Cumhuriyet’i, birliğimizi-beraberliğimizi ve sonunda devletimizi yıkmayı hedef aldığından kuşkumuz yoktur! Hurafeci Zaman gazetesiyle söyleşi yapan CHP’li bölücü Hüseyin AYGÜN’ün de içinde bulunduğu ve ilk kıvılcımını çaktığı saldırı ordusunda; hurafecilerle bölücülerin aynı düşüncede olması ve kudurmuş sömürgeci istihbaratın yaydığı kirli propagandayla konuşmaları; bize şunu düşündürmektedir: “İşte sizin devletiniz ve eli kanlı kurucuları; bu devleti yıkalım ve yeni anayasayla parçalanacak olan, yeni küçük devleti kuralım.” Bu yönde, CIA’nın yazdığı ve PKK’nın son düzeltmelerini yaptığı, önümüzdeki aylarda açıklanacak yeni anayasa metninin içeriğini; dolaylı yoldan böylece öğrenmiş oluyoruz…
Deniz KAÇAĞAN
Kaynak:
Sinan MEYDAN - Cumhuriyet tarihi yalanları
“ “ - Cumhuriyet tarihi yalanları 2
“ “ - Bir ömrün öteki hikayesi Atatürk modernizm din ve Allah
“ “ - Atatürk ile Allah arasında
“ “ - Nutuk’un deşifresi
“ “ - Son Truvalılar
“ “ - Atatürk ve Türklerin saklı tarihi
Ahmed Cevdet Paşa - Sultan Abdülhamid'e Arzlar, İstanbul 2010
Naşit ULUĞ - Tunceli medeniyete açılıyor
Suat AKGÜL - Dersim İsyanları ve Seyit Rıza
Londra: The National Archives: Belge No - “FO 371/20864/E5529”
http://21yyte.org/tr/yazi6383-Dr_Nuri_D ... tiyor.html