AKP'nin 12 Eylül'ü
AKP’nin 12 Eylül’ü, 2010 yılında yaşamakta olduğumuz insan hakları ihlalleri ile hesaplaşmadan, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin insan hakları ihlalleri ile nasıl hesaplaşabiliriz? Sandık, Meclis çoğunluğunu sivil darbe yapma hakkı olarak görüp, yaşamın her alanına dönük insan hakları ihlal suçları işlemeyi pervasız sürdüren bir iktidardan hesap soracakken, gücüne güç katma, önündeki, yargıdaki son engelleri ortadan kaldırma operasyonuna hizmet, demokrasinin önünü açmak olabilir mi?
Kimi eski solcuları, 12 Eylül 1980 mağdurlarını, sözde demokrasinin önünü açma adına söylediklerini dinlerken kulaklarıma inanamıyorum... Gençliğinde solcu, hızlı devrimci, yaşlanırken liberal çizgiye kaymanın mantıklı bir açıklaması vardır; bedel ödeme yorgunluğunun insani bir boyutu da... İtirazım insan hakları, özgürlükler, demokrasi, hele de “12 Eylül 1980’le hesaplaşma” adına, söylenen yalanlara...
Erdoğan hükümetlerini iktidara geldikleri yıllarda desteklerlerken, hiç değilse liberal demokrasi adına söylemlerinin kendi içinde inandırıcı, gerçek olmasa da bir tutarlılığı vardı; eski Millli Görüş hareketinden çıkmış yeni AKP kadroları, değiştiklerini, siyasal İslamcı kabuklarından çıkıp, liberal demokrasinin kurallarına yakınlık duyduklarını söylüyorlardı. Kapitalist dünyanın demokrasi kurallarına uyacaklarını, AB üyeliği için çalışacaklarını, evrensel insan hakları, hukuk ilkelerine ihanet etmeyeceklerini savunuyorlardı. Zaten bizim eski solcuları Erdoğan hükümetlerini desteklemeye iten güç odakları, ABD-AB eksenli siyasal merkezlerin AKP iktidarı ile yaptıkları güçlü çıkar ittifaklarıydı.
***
AKP, emperyal güç odaklarının dünya, ağırlıklı Ortadoğu projelerinde Türkiye’den istediklerine “evet” diyen liderlik kadrosu sayesinde gökten zembille inercesine yaratılmış, kurulmuş, büyük bir dış destekle de iktidar olmuştu. Sonrasında kimi sorunlar yaşansa da bu temel ittifak değişmiyor. Örneğin en son referanduma konu olan anayasa değişikliği operasyonunda, AB’nin evrensel hukuk, insan hakları standartlarına sadık kalmak zorunda olan İnsan Hakları Mahkemesi, hukuk, yargı kurumlarının tüm otoriteleri yargı bağımsızlığına karşı operasyona, referandumun insan haklarının özüne aykırı oylama konusu yapılmasına.. karşı duruyorlar. AB siyasileri ise haksız, yüzsüz bir şekilde kendi ülkelerinde söz konusu olamayacak ihlalleri yok sayarak, çifte standartla, arka bahçe saydıkları Türkiye’ye dönük halkımıza “evet” oyu verilmesi çağrısını yapabiliyorlar.
Emperyal çıkar merkezlerinin çağdaş sömürgecilik düzeninde, geri kalmasını istedikleri ülkeler için 2. sınıf demokrasi öngörmelerinde çok da şaşırtıcı bir yan yok. Kendilerine hâlâ solcu demeyi sürdüren, geçmişte insan hakları, eşitlik, sol adına bedel de ödemiş kimi aydınların ise geçmişlerini reddetmenin ötesinde, kirlenebilme, suç ortaklığında göze aldıkları boyut ürkütücü... En sol söylemle en insan haklarına aykırı, gerçekleri saptırmadaki sınır tanımazlık, kafaları karıştırmada önemli işlev yapıyor...
***
12 Eylül ile hesaplaşmada inandırıcı olabilme, referandumda 12 Eylül mağdurlarından oy çalma adına kameralar karşısında 12 Eylül’ün iki idam öyküsü üzerinden ağlayabilen Başbakan Erdoğan, kendi 12 Eylül’ü sivil darbe iktidarı ile ilgili pervasızlığında sınır tanımıyor. Birkaç gün önceki bir açıklamasında, kendi iktidarında, kendi özel yargısı eliyle yargısız infaz olarak tüm insan hakları, sağlık hakkı da içinde olmak üzere alınmış bilim insanı Prof. Haberal’a ilişkin, hukuk, insan hakları ihlallerini saptayan üst yargıyı tehdit etmekte bir sakınca görmüyor...
Güçlü, yetkin iktidar sorumluluğunu, haddini bilerek, insan hakları, hukuk ihlallerini sürdüren özel yargıya ilişkin sorgulamayı, soruşturmayı gündeme getirecekken, Haberal’a karşı işlenen hukuk, insan hakları suçlarının cezasız kalamayacağı kararını veren yargıçları, üst yargıyı kamuoyunda yargılamaya kalkışıyor. Elbette iktidar gücünü her anlamda kötüye kullanarak, suç işleyerek hakkı savunmaya çalışan üst yargıyı halkın önünde mahkûm etmeye kalkışıyor...
Şimdi bizim sıkı sıkı sol, insan hakları, demokrasi değerlerine sadık kaldıklarını söyleyen, kimliklerini kirletmiş kimi aydınlarımıza dönersek; AKP’nin gerçekten 12 Eylül ile hesaplaşmak, gerçek demokratik düzeni getirme tezlerini artık eski yüzsüzlükleri içinde savunamaz olunca, söylem değiştirdiler... “Tamam, Erdoğan hükümetlerine, 12 Eylül ile gerçekten hesaplaşılacağına, Türkiye’de insan hakları, demokrasinin önünün açılması için savaşım verileceğine biz de inanmıyoruz. AKP’ye kefil değiliz. Ama 12 Eylül’ün anayasasını değiştirdiği için, en çok da askeri vesayete, demokratik olmayan geçmişin, 27 Mayıs’ların da mirası üst yargı da dahil kurumları yıkmak istediği için yanındayız. Referandumda ‘evet’ diyeceğiz. Hele bir önümüz açılsın, gerisine sonra bakarız” diyorlar. Yeni suç ortaklıklarının gerekçeleri, sizce de daha kirlenmiş değil mi?
ŞÜKRAN SONER, Cumhuriyet, 24.07.2010
http://www.ilk-kursun.com/2010/07/sukra ... E2%80%99u/