Allahım Sen Bizi Bu Zombilerden Koru! / Sinan MEYDAN

Tarihçi - Yazar

Allahım Sen Bizi Bu Zombilerden Koru! / Sinan MEYDAN

İletigönderen Türk-Kan » Cum Tem 23, 2010 19:31

Allahım Sen Bizi Bu Zombilerden Koru!
90 Yıl Sonra Mütareke Basını Nasıl Hortladı?


BUGÜN SEVR’İ SAVUNAN DİNCİLER 90 SENE ÖNCE DE AYNIYDI

“Tarih tekerrür eder” derler eskiler… “Tecrübeyle sabittir…” diye de eklerler… Evet! Tarih tekerrür eder etmesine de, hep “tarihten ders almayan milletlerin tarihi tekerrür eder.”

Geçmişi unutan,

Toplumsal belleği silinen,

Özellikle de “ulusal duygusu yok edilen” milletlerin tarihi tekerrür eder….

Çünkü çok basit; ders almazsan, ders alıp önlem almazsan, geçmişte yaşanan sorunların gelecekte de yaşanması kaçınılmaz olur…

İşte Türkiye’nin bugün yaşadıklarının arka planında tam da bu tür bir “geçmişten ders almamazlık durumu“ vardır. Türkiye “toplumsal bellek kaybı” yaşamış gibidir. 2010 Türkiyesi’nde, 1919 Türkiyesi’ndeki sorunların yaşanmaya başlanmasını başka türlü açıklamak olanaksızdır.

Yakın tarihte şöyle kısa bir göz atınca, her şey bir yana, 1919’un işbirlikçileriyle 2010’un işbirlikçileri arasındaki benzerlik insanı “şaşırtacak” türdendir.

TARİH: 1919

BİRİLERİ ORDUDAN RAHATSIZ!


Padişah Vahdettin, “İngilizleri memnun etme” politikası gereği, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan hemen sonra, 5 Kasım 1918’de ordunun onda dokuzunun terhis edilerek, erlerin memleketlerine gönderilmesine yönelik kararnameyi hiç tereddüt etmeden imzalamıştır.(1) Ayrıca İngilizlerin, Ali İhsan Paşa ve Yakup Şevki Paşa gibi başarılı komutanları tutuklayarak Malta’ya sürgün etmesine ses çıkarmamıştır.

Özellikle, 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgal edilip Meclisi Mebusan’ın dağıtılmasından sonra İstanbul’da bütün ipler işgal kuvvetlerinin eline geçmiştir. İngilizler, sözde Ermeni soykırımından sorumlu tuttukları “eski İttihatçıları” ve işgallere direniş gösteren “ulusalcı asker-sivilleri” tutuklatmışlardır. İngilizleri gücendirmek ve tedirgin etmek istemeyen Padişah Vahdetin ve onun taşeronu durumundaki Sadrazam Damat Ferit, İngilizlerin verdikleri tutuklama listelerindeki kişilere göz açtırmamışlardır.

29/30 Ocak gecesi ilk geniş çaplı tutuklamalar gerçekleştirilmiştir. İngilizlerin düzenlediği 60 kişilik tutuklama listesinden ilk aşamada 27 kişi tutuklanarak Bekirağa Bölüğü’ne koyulmuştur.

Amiral Webb’in Londra’ya gönderdiği bir rapordaki şu ifadeler, tutuklamaların İngilizler için ne anlama geldiğini çok iyi göstermektedir:

“Tutuklamalar, bu zamana dek olmuş en sevindirici olaydır… Hükümet başladığı bu uygulamayı sürdürecek olursa, taşradaki edilgen direnişin çoğu çöker, hükümet sözünü geçirebilir..” (2)

Satılmış Mütareke basını da tutuklamalara alkış tutmuş; Alemdar, Sabah, Söz gazeteleri tutuklamaların daha da artırılmasını istemiştir. Örneğin, 2 Şubat 1919 tarihli Alemdar gazetesinde Refi Cevat, “Hepsi bu kadar mı?” diye sormuştur.(3)

Damat Ferit iktidara gelir gelmez İstanbul’da adeta bir “İttihatçı avı” başlatmıştır. Eski bakanlar, birçok subaylar, eski İttihat ve Terakkiciler, hatta İttihat ve Terakki’ye bağlı olmamakla birlikte “ulusalcı” olarak tanınalar da tutuklanmıştır. Kısa sürede tutuklanan asker-sivil ulusalcıların sayısı 200’ü aşmıştır.

Zaman içinde tutuklamalarla da yetinilmemiş idamlar da başlamıştır. Örneğin, Boğazlayan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili Kemal Bey idam edilmiştir.

Özellikle, İsmail Canbulat, Sabri Bey ve Fethi Bey gibi tanınmış eski İttihatçıların tutuklanması, “vatanseverleri” sindirmeye yönelik bir harekettir. Prof. Sina Akşin’in ifadesiyle, “Bu kampanya İttihat Terakki’ye ve ulusçulara karşı topyekün bir sindirme hareketi niteliğine bürünüyordu.”(4)

İsmail Canbulat’tan sonra Fethi Bey’in de tutuklanması, sıranın Atatürk’e ve Rauf Bey’e geldiği şeklinde yorumlanmıştır. Hatta o günlerde bazı gazetelerde yakında Atatürk’ün de tutuklanacağı haberi çıkmıştır. (5)

İngilizlerin isteği doğrultusunda orduyu güçsüzleştirme politikası uygulayan Vahdettin, daha sonra da Kuvayı Milliye’ye yardım eden Cemal Paşa ve Cevat Paşa gibi komutanların görevden alınmalarına da göz yummuştur. Vahdettin, ordudaki “ulusalcı subayları”, Süleyman Şefik Paşa aracılığıyla tasfiye etmiştir.

Vahdettin, bir taraftan aktif orduları dağıtırken ve ulusalcı subayları etkisizleştirirken, diğer taraftan İngiliz isteklerine karşı çıkmayacak, padişah ve hükümetin muhafızlığını yapacak ordular kurmuştur. Örneğin, İstanbul Muhafızlığı ve 25. Kolordu Komutanlığı bu tür bir ordudur. Bütün umudu, İngilizlere ve Paris Barış Konferansı’na bağlayan bu ordu, hiçbir zaman Atatürk’ten ve Temsil Heyeti’nden emir almamıştır. Bu muhafızlığın ve ordunun görevi, İstanbul’da asayişin sağlanması, Padişahın korunması, İttihatçıların ve ulusalcıların tutuklanmasıdır. (6)

Bu tür yapay ordulardan biri de Askeri Nigehban Cemiyeti’dir. Milli harekete karşı olan bu teşkilat, İzmir’in işgali sonrasında Ege’de oluşan direniş cemiyetlerini ve subayların bunlara destek olmasını ağır bir şekilde eleştirerek, ordunun ve subayların çete savaşlarına katılmasının uygun olmadığını bildirmiştir.(7)

Güdümlü orduların en önemlisi, Milli hareketi yok etmek için kurulan Kuvayı İnzibatiye (Halifelik Ordusu)’dir.

Bu tür “ihanet” ordularının sonuncusu ise Kuvayı Seferiye adlı ordudur.

ORDUNUN GÖREVİ ORUÇ TUTMAKMIŞ!

Vahdettin, orduyu etkisizleştirmek için elinden gelen her şeyi yapmıştır.

Örneğin, Vahdettin’in Şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi, İzmir’in işgalinden 15 gün sonra yayımladığı bir demeçte, “Ordunun görevi oruç tutmaktır!” demiştir.(8)

Şeyhülislamın, bu demecinden üç ay sonra, Alemdar’da yayımlanan bir yazıda, “Ordunun beş vakit namazda Padişah’a duadan gayri bir şey bilmemesi lazımdır” denilmiştir.(9)

Ali Kemal de yazılarında sıkça, “Artık harp ve darp ile yapılacak bir şey yoktur” demiştir.

İstanbul Müftüsü Dürrizade ise, 11 Nisan 1920’de yayınladığı bir fetvada ulusalcı paşaların öldürülmelerinin dinen “caiz” olduğunu ve Kuvayı Milliye’ye karşı mücadele ederken ölenlerin şehit, kalanların gazi olacağını bildirmiştir.

Ayrıca, ulusalcı subayların rütbeleri indirilmiş, hatta Atatürk’ün nişan ve madalyaları bile geri alınmıştır.

Ordu müfettişlikleri kaldırılmış,

Kuvayı Milliyeci subayların telgraf hizmetlerinden yararlanması yasaklanmıştır.

İçişleri Bakanı Ali Kemal, 26 Haziran 1919’da yayınladığı bir genelgeyle, valilerin, komutanların verdikleri emirlere uymamasını, uyanların şiddetle cezalandırılacağını bildirmiştir.(10)

Anadolu’daki ulusalcı subaylar türlü vadelerle İstanbul’a çağrılmış, Atatürk’ün “zorla asker topladığı” dedikoduları yayılarak düzenli ordunun kurulması engellenmek istenmiştir.

Anadolu’ya gönderilen “inceleme kurullarıyla” ordu denetim altına alınmaya çalışılmıştır.(11)

TARİH: 2010

BİRİLERİ YİNE ORDUDAN RAHATSIZ!


28 Şubat sürecinden sonra Türkiye’de, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni denetim altına alıp etkisizleştirmek isteyenlerle, Kurtuluş Savaşı yıllarında ulusal orduyu denetim altına alıp etkisizleştirmek isteyenlerin benzerliği çok dikkat çekicidir.

O günlerde “din, iman, hilafet” diyerek emperyalizmle kol kola giren işbirlikçiler, bugünlerde de yine “din, iman, hilafet” diyerek emperyalizmle kol kola girmiştir.

İşbirlikçiler, o gün olduğu gibi bugün de ulusalcı asker ve sivillerin ortadan kaldırılmasını, tutuklanmasını istiyorlar.

İşbirlikçiler, o gün olduğu gibi bugün de “egemen güçle” birlikte çalışıyorlar. İki farkla: Bir, o gün tutuklanan asker-sivil ulusalcılar, “Ermeni tehcirine karışmak!” iddiasıyla tutuklanırken, bugün tutuklanan asker-sivil ulusalcılar, “Ergenekon örgütüne karışmak!” iddiasından tutuklanıyorlar. İki, o gün tutuklanan asker-sivil ulusalcılar Bekirağa Zindanları’na tıkılırken, bugün tutuklanan asker-sivil ulusalcılar Silivri Zindanları’na tıkılıyor…

İşbirlikçiler, o gün olduğu gibi bugünde yabancıların isteklerine uygun hareket ediyorlar.

Ve işbirlikçiler o gün olduğu gibi bugün de en çok ORDUDAN rahatsız oluyorlar.

O günün, Alemdar, Söz, Sabah gazetelerinin ORDU KARŞITI yazılarını bugünün Taraf, Zaman, Vakit, Yeni Şafak, Sabah gazetelerinde görüyoruz.

Soruyorum size, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak, Fehmi Koru, Mümtazer Türköne ve diğerlerinin Ali Kemal ve Refi Cevat gibilerden ne farkları var?

“TSK’yı lağvedelim…” diyen Mümtazer Türköne, Ergenekon tutuklusu olarak Silivri’de yatan gazeteciler için “Onlara acımıyorum! hak ettiler!..” diyen Perihan Mağden ve “Şunlarda tutuklanmalı…” diyerek hedef gösteren Şamil Tayyar, İstanbul’da ulusalcıların tutuklanıp Bekirağa Zindanlarına atılmaları karşısında “Hepsi bu kadar mı?” diye soran Refi Cevat’tan daha mı gerideler?

Ya da, “TSK darbe yapacak! Kendi halkına saldıracak! Cami bombalayacak!” diyen Taraf gazetesi, “Ordunun beş vakit namazda Padişah’a duadan gayri bir şey bilmemesi lazımdır” diyen Alemdar gazetesinden daha mı geridir?

Yok canım!

Haksızlık etmeyin ama!..

İŞBİRLİKÇİ RUHLAR

Sanki zaman durmuş, akmayı unutmuş!

Sanki “işbirlikçi ruhlar” başka isimlerle yeniden bedenlenip geri gelmiş!

Sanki Mütareke basını hortlayıp, mezardan çıkmış ve bir kere daha Türkiye’nin üstüne karabasan gibi çökmüş!

Ne diyelim?

Allahım! Sen bizi bu zombilerden koru!

“Amin!..”

ÖZEL ORDU İSTEĞİNİN ARDINDA NE GİZLİ?

Son günlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Özel ordu”dan bahseder oldu! Herkesin merakla, “Askerlik kalkıyor mu? Özel ordu da ne ola ki?” diye birbirine sorduğu bu günlerde, “Vahdettin’in de bir zamanlar “özel ordular” kurduğunu lütfen aklınızdan çıkarmayın:

    İstanbul Muhafızlığı ve 25. Kolordu Komutanlığı.

    Askeri Nigehban Cemiyeti.

    Kuvayı İnzibatiye (Halifelik Ordusu).

    Kuvayı Sferiye…

Bütün bu ordular, Padişah Vahdettin tarafından, Anadolu’da “kelle koltukta” emperyalistlerle vuruşan Atatürk’ün “Düzenli Ordusu”na karşı kurdurulmuştur.

Başbakan’ın “özel ordu” isteğine, CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, "Bu uzman birlikler TSK yapılanması içinde olmalıdır." diyerek önemli bir noktanın altını çizmiştir. .

Yakın tarihimizdeki “özel ordu” deneyimleri, Hamzaçebi’nin şu açıklamalarını değerli kılmaktadır:

    “…Özel ordu dediğiniz zaman TSK’nın yapılanması dışında, onun emir ve komuta hiyerarşisi dışında bir başka oluşumdan bahsediyorsunuz demektir. İlke olarak doğru bulmuyorum. Özel birlik olabilir. Terör konusunda eğitilmiş bölgeyi iyi bilen, işin psikolojik ve sosyolojik yanlarını da tartabilen ve bu yönde silahlı mücadeleyi yürüten uzman birlikler tabi olabilir. Ama bu uzman birlikler TSK yapılanması içinde olmalıdır. Aksi takdirde terörle mücadelede güçlü bir oluşum yaratalım derken daha zayıf bir oluşum yaratmış oluruz. Ayrı bir yapılanmayı doğru bulmam. Terörle mücadele terör örgütüyle silahlı mücadelenin yanı sıra sadece silahla çözülebilecek bir mesele de değildir. 1983 yılından beri Türkiye sınır ötesi harekatlar yapmıştır, zaman zaman başarılı olunmuştur, terör örgütünün sindirildiği, yok edildiğinin zannedildiği dönemler olmuştur ama bu örgüt halen vardır. Bu örgütün dış desteklerini, bağlantılarını da unutmayalım. Kuzey Irak’taki federe oluşumdan güç alan bir terör örgütü Türkiye’nin dış politika alanında bu desteği yok etmediği sürece Türkiye de faaliyetlerine devam edebilir. Biz istediğimiz kadar bu birlikleri kuralım önemli olan Kuzey Irak’taki desteği de yok etmektir.”

Bugün “özel ordu” kurmak isteyenler, geçmişte özel ordu kuranlar gibi TSK’yı etkisizleştirmek niyetinde olmasınlar sakın? Özel Ordu, TSK’yı tasfiye hayalinin bir uzantısı olmasın!..



Dipnotlar:

(1) Tarih Vesikaları Dergisi, 3387; Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, S.29, belge, 745; Minber, Ati, 6,7 Kasım 1918. Vahdettin’in Türk ordularının dağıtılma kararını imzaladığı o gün Atatürk, Adana’dan İstanbul’a, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya gönderdiği bir telgrafta İNGİLİZLERE KARŞI DİRENİŞTEN SÖZ ETMEKTEDİR.

(2) FO 371/4172, 13694. (24. 1. 1919 tarihli telgraf) Akşin, age, s.152, 153.

(3) Alemdar, 2 Şubat, 1919.

(4) Akşin, age, s.198.

(5) Yeni Gazete, 14 Mart 1919.

(6) Sarıhan, Kurtuluş Savaşı’nda İkili İktidar, s.37.

(7) Alemdar, Türkçe İstanbul, 7 Temmuz 1919.

(8) Sarıhan, age, s.71.

(9) Alemdar, 27 Ağustos 1919.

(10) Cebesoy, Milli Mücadele Hatırları, s.79.

(11) İlk kurul, 17 Ağustos 1919’da Fevzi Paşa başkanlığında Trabzon ve Erzurum’a gönderilmiştir.



Sinan MEYDAN / 22 Temmuz 2010, sinanmeydancom.tr.gg
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: Allahım Sen Bizi Bu Zombilerden Koru! / Sinan MEYDAN

İletigönderen Deli Haydar » Cmt Tem 24, 2010 2:59

Sevr Barış Projesi ile Büyük Ortadoğu Projesi'nin haritaları aynı olunca, yaşanan süreç de değişmiyor hali ile...
Feragat-ı nefs.
İstihkar-ı hayat.
Kullanıcı küçük betizi
Deli Haydar
Meydan Delisi
Meydan Delisi
 
İletiler: 714
Kayıt: Çrş Eki 14, 2009 11:21


Şu dizine dön: Sinan MEYDAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x