Almanya'nın Soykırım Kararı Birinci Görev Sınıfında...
Değerli arkadaşlar, gündemde Almanya’nın soykırım kararı var. Bildiğiniz gibi, Alman Federal Meclisi, 1915-1916 yıllarındaki Ermeni tehcirini soykırım olarak nitelendiren karar tasarısını oyladı. Tasarı parlamentoda ezici bir oy çokluğuyla kabul edildi.
Sorumlu birer Atatürkçü olarak her birimiz kendi alanında Türkiye’de ve dünyada olup bitenleri takip ediyor, değerlendiriyoruz; ancak gelişigüzel değil. Bilinçli şekilde, sistemli ve metotlu olarak, daima Atatürkçü öğretinin aydınlığında öğrenmeye ve anlamaya çalışarak... Diyebilirim ki, biz 1. Görev okulu öğrencileri, bu yaklaşımı belki de Türkiye’de ilk uygulayanlarız. Çünkü harcıalem olmuş birkaç kavram veya önerme ile, basit muhakemelerle yapmıyoruz değerlendirmelerimizi…, Atatürkçü düşüncenin derinliklerine inerek, bütün genişliklerini kat ederek yeni bilgiler oluşturuyoruz. Bakın, Attila İlhan ne demiş: Bu sözümona Atatürkçüler hanidir “Atatürkçü” geçiniyorlar ya, Allah sizi inandırsın, Mustafa Kemal’in bir tek sözü, bir tek ilkesi üzerinde bile doğru dürüst düşünmemiş, neyi nasıl ele alıp uygulayacaklarına kafa yormamışlardır. Nemutlu ki, bizler “sözüm ona” Atatürkçüler değiliz, Atatürkçü de geçinmiyoruz. Çünkü, bizim, önderimizin fikir ve görüşlerine ilişkin muazzam bir arşivimiz var. Bu arşivi kullanarak O’nun sözleri, görüşleri, ilkeleri üzerinde adamakıllı düşünüyor, neyi nasıl ele alıp uygulayacağımız hususunda kafa yoruyoruz. Birinci Görev Okulu dersleri de bunun için var.
Evet, bugün Türkiye gündemi Almanya’nın “soykırım kararı” ile sarsılıyor. Ben bu haberi duyar duymaz, hemen belleğimi ve arşivimi taramaya başladım. Atatürk’ün, bu olayın yorumlanmasında kullanabileceğimiz sözlerini olabildiğince derledim, içlerinden bazılarını seçerek uygun başlıklar altında sınıflandırdım. Aşağıda sunuyorum.
Sizlere önerim şu: Her başlık bir ödev konusu olsun. Her bir konuyu bir arkadaşımız alsın. “Soykırım kararı”nı, seçtiği konu ışığında yorumlasın, kendisine neleri çağrıştırdığını yazsın, kişisel katkıda da bulunsun. Ödevleri önümüzdeki toplantılarda birlikte okuyalım, görüşüp tartışalım.
* * *
ASIRLIK HESAPLAR
-Bağımsızlık Savaşı sırasında, yakın arkadaşlarım bana diyordu ki, “Paşam bir taraftan biz bu emperyalizmle burada gırtlak gırtlağayız, kan döküyoruz, bir taraftan da Batı uygarlığı, çağdaşlık diye onların o tarafını övüyorsun, bu çelişkinin sebebi nedir? Açıkçası biraz huzursuz olduk biz.” Ben de diyordum ki “Batının bilimine, sanatına, teknolojisine saygılıyız. Bu evrenseldir, ama emperyalizmine karşıyız.” Her zaman da öyle olmalıyız. Sanatı, bilimi, teknolojisi, güzel yüzüyse, Batı’nın bir de çirkin yüzü var, bencil, sırf kendi çıkarına işleyen emperyalist yüzü. Bunu ikisini ayırt etmeli ve unutmamalıyız. Çünkü Emperyalizm unutmuyor hiçbir şeyi, günü gelince, yine çıkarıp dosyalarını masanın üzerine koyuyor.
-Batı’nın hiçbir zaman affedemeyeceğimiz o zalimleri, Türkiye’yi parçalamak, bu topraklarda yaşayan milletimizin onurunu, bağımsızlığını ayaklar altına almak için verdikleri asırlık kararı, sonunda uygulamaya koydular. Ancak milletimiz de, bugün dünyayı kaplayan inkılaplar ve ihtilaller içinde varlığını muhafaza etmeye kararlıydı.
-Tarih 17 Şubat 1923, İzmir’deyim. İktisat Kongresi’nin açış konuşmasını yapıyorum. Halkıma Lozan müzakerelerinin seyri hakkında bilgi veriyorum: Aylardan beri müzakereler ve tartışmalar cereyan ediyor. Fakat henüz karşımızdakiler bizimle üç yıllık, dört yıllık bir hesabı görmüyorlar; üç yüz ve dört yüz yıllık hesapları görmeye başlamışlardır. Ve hâlâ karşımızdakiler eski Osmanlı Devleti’nin tarihe karıştığını ve bugün yeni bir Türkiye devletinin mevcut olduğunu, bu Türkiye devletini kuran milletin çok azimli ve kahraman bir millet olduğunu, bu milletin artık tam bağımsızlığından ve milli egemenliğinden zerre kadar fedakârlık yapamayacağını anlayamamışlardır.
-Cumhuriyetimiz Lozan’dan sonra da, kendi haline bırakılmadı: Nasıl emperyalizm ve kullandığı çeşitli isyanlar daha Kurtuluş Savaşı sırasında devrimi hırpalamaya, başarısını engellemeye çalışmışsa, ondan sonra da birtakım iç isyanlar, dış gailelerle genç cumhuriyetin temelini sarsmaya gayret ettiler.
ETNİK UNSURLAR
-Ermenilerin bu ülkede hiçbir hakkı yoktur. Bizden yurt isteyen çoktur. Örneğin yalnız Ermeniler değil, Geldaniler istiyor, Asuriler de istiyor. Bunların hepsine yurt vermek lazım gelirse, bize yurt kalmaz. Rum, Ermeni gibi milletler Batı emperyalizminin hizmetçisidir. Onlarla, bu tutumlarında sebat ettikleri sürece anlaşmamıza imkân yoktur.
-Ermeniler, Türk egemenliği altında, açıkça bağımsız bir krallık için çalışıyor ve yabancı unsurların fiilî yardımlarıyla hayallerinin uygulamaya geçirilmesi için sürekli olarak entrikalarda bulunuyorlardı. Yerli Rumlar, kendilerini kurtarılmamış sayarak Türklerin boyunduruğundan kurtulacakları günü düşünmeye başladılar. Okullarında kendi dillerini ve dinlerini öğrettiler ve egemenliği altında yaşadıkları hükümeti yabancı saydılar. Türkiye’de okullar ve kiliseler siyasi kışkırtmaların ocağı idi.
BATI’NIN TÜRK DÜŞMANLIĞI
-Batılı emperyalistler kendilerini Doğu dünyasının sahibi sayıyor; bizi bir sürü, ülkemizi açık arazi olarak görüyorlardı. Saldırılarında onlara bir set olduğumuz için, bütün nefretlerini bize yöneltmişlerdi. Mazlum milletlere örnek oluruz diye, bağımsızlığımıza şiddetle karşıydılar. Sonunda Türkiye’yi parçalama kararlarını uygulamaya koydular.
-Türkiye parçalanacak, Türkiye halkı esir, alçalmış, sefil ve perişan edilecekti. Maksat bu idi ve bu zalimce amaca ulaşmak için her türlü yola başvuruldu. Bu hareket tarzlarını, dünya gözünde mazur göstermek ve hatta kendi milletlerinin gözünden gizlemek için başvurmadıkları önlem kalmamıştı. Her türlü iftirayı uydurmaktan daha kolay bir şey olamazdı. “Türkler vahşidir, zalimdir, uygarlığın gereklerini almaya ve kabule yeteneksizdir” şeklinde aslında vahşilerin, aslında zalim ve işgalcilerin haksız yere uydurdukları bir formülü şakıyarak kamuoyunu aldatmaya kalkıştılar. Türkiye’nin yaşama yeteneğinden büsbütün yoksun olduğunu farz ediyorlardı.
-Yüzyıllardan beri düşmanlarımız, Avrupa milletleri arasında Türklere karşı kin ve düşmanlık fikirleri telkin etmişlerdir. Batı zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, özel bir zihniyet vücuda getirmiştir. Bu zihniyet hâlâ her şeye ve tüm olaylara rağmen mevcuttur. Avrupa’da hâlâ Türk’ün her türlü ilerlemeye düşman olduğu, manen ve fikren gelişmeye yeteneksiz olduğu sanılmaktadır. Bu büyük bir hatadır.
-Avrupalıların Türkiye hakkındaki bütün istekleri; ülkemiz üzerindeki çıkarlarını en yüksek derecede, sürekli ve emin bir şekilde sağlamaları olmuştur. Çıkarlarına uygun zemini hazırlama ve temin için dayanmak istedikleri sebep ve bahaneler ikiydi: Hükümetlerin aczi, azınlıkların korunması için teminat... Bunları günümüzde de aynen kullanıyorlar.
-Milletimizin zalim olduğu iddiasına gelince, bu da sadece iftiradan, katıksız bir yalandan başka bir şey değildir. Oysa hiçbir millet, yabancı unsurların inanç ve âdetlerine bizim milletimizden fazla saygı göstermemiştir. Hatta denilebilir ki başkalarının dinine ve milliyetine saygılı olan tek millet bizim milletimizdir. İstanbul’un fethinden beri, Müslüman olmayanların mazhar oldukları geniş ayrıcalıklar, milletimizin din ve siyaset bakımından dünyanın en hoşgörülü ve cömert bir milleti olduğunu ispatlayan en açık kanıttır. Ülkemizde yaşayan Müslüman olmayan unsurların başına ne gelmişse, kendilerinin, yabancı entrikalara kapılarak ve ayrıcalıklarını kötüye kullanarak vahşice takip ettikleri ayrılma siyaseti sonucudur.
-Eğer her dediğine boyun eğerseniz, düşmanın ihtiraslarının önüne geçemezsiniz. Bize birçok iyilik vadeden bir yabancı devlet, karşılığında bizden ne istiyor, hangi menfaatleri bekliyor, bunu mutlaka hesaba katınız. Unutmayın! Yabancıların gösterdiği yolda kurtuluş çaresi aramak abestir ve sonu mutlaka hüsrandır. Avrupa Birliği, ABD ve benzerleri zulüm, riya ve sömürünün elinde olan toplumlardır. İttifaklar kurmak, içlerine girip üyesi olmak suretiyle onları iş ve emanetlerin başına getirmek, egemenliğini onların eline vermek yalnızca felaket doğurur. Onlar Türkiye gibi ülkeleri teslim alırken, onları demokratikleştirdiklerini, uygarlaştırdıklarını, ıslah ettiklerini söylerler.
KUVVETLİ OLMALIYIZ
-Tarih 13 Ağustos 1923, Meclis kürsüsündeyim: Arkadaşlar, bugün ulaştığımız barışın, ebedî barış olacağına inanmak, elbette saflık olur. Ondan bir an bile gaflet milletin bütün hayatını tehlikeye sokar. Kuşkusuz, haklarımıza, onurumuza saygı gösterildikçe, karşı saygıda kusur etmeyeceğiz. Fakat ne çare ki, zayıf olanların saygı gösterilmediğini çok acı deneylerle öğrendik. Onun içindir ki, her olasılığın gerektireceği hazırlıkları yapmakta asla gecikemeyiz.
-Ülkemizi her gün daha çok kuvvetlendirmek, her alanda her türlü olasılığa karşı koyabilecek bir halde bulundurmak ve dünya olaylarının bütün evrelerini büyük bir saklıkla takip etmek, barışsever politikamızın dayandığı esasların başlıcalarıdır.
EMPERYALİSTLERLE İTTİFAK YOK
-Güçlü ile zayıfın ittifakı; dış şekli ne olursa olsun, güçsüzün güçlüye tabi olması, onun emri altına girmesi gibi bir olaydır. Bunun için hükümetim dış politikasında mutlak bir bağımsızlık kaygısı güderek kendisinden çok daha güçlü olanlarla ittifak siyasetine iltifat etmemiştir. Emperyalist ülkelerle ittifak yapmaktan uzak durmuştur.
-Dünyada bir denge vardır. Biz onun dışında değiliz. Doğu’da büyük bir devlete veyahut Batı’da bir veya birkaç devlete temas etmek, anlaşmalar ve belki ittifaklar yapmak suretiyle denge alanında yerimizi belirleme düşüncesi vardır. Ne Doğu’ya ve ne de Batı’ya önem vermeksizin yalnız kendi varlığımıza dayanmakla yetinilebilir mi sorusu da hatıra gelir! Doğrusunu söylemek gerekirse, bugün bu dakikada dayanmaya değer ve güven verici olan siyaset, yalnız kendi varlığımıza dayanarak yürümektir. Ne Doğu’ya, ne Batıya gönül bağlayamayız! Fakat bu demek değildir ki, yarın meydana gelecek gelişmeler karşısında herhangi bir tarafa daha çok yaklaşmak mümkün değildir veya uygun değildir.
Prof. Dr. Cihan DURA, 4 Haziran 2016