ALTIN SEMER
İnsanın kendisinden sözetmesinin pek iyi sayılmayacağı söylenir.
Ancak bir durum saptaması yapılacak ise, o zaman insanın kendisinden sözetmesi hoşgörüyle karşılanabilir.
Benim gibi, özellikle yurtdışında yaşayanların ülkeyle ilgili sağlıklı haber alabilmesi için, çok değişik kaynaklara başvurması gerekiyor, ki inanın, insanın kendi çalışmalarına ayıracak zamanı kalmıyor.
Yani, ülkeyle ilgili doğru bilgi alabilmek için, örneğin ben, televizyon kanallarından çok, günümüzde revaçta olan Youtube kanallarına bakıyorum.
PKK yandaşlarından, Fetöcülere, sahte ulusalcılardan Atatürkçülere, kripto milliyetçilerden sözde sosyalistlere değin her kesimden yayına bakıyorum.
O arada öne çıkarılan CNN türü, tümden aptallık ve ahmaklık sergilemesi olan yayınlarına da bakmak durumunda kalıyorum.
Bu kanalların demirbaş oyuncularının bilgiçlik taslamaktan başka bir meziyetlerinin olmadığını artık öğrenmiş olmama karşın, zaman zaman cehalette yeni zirveler yaşattıklarına da tanıklık ediyorum.
Köken olarak gazeteci olan ama artık bir akademisyen de olduğu ileri sürülen cahil bir yorumcu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun SGK Genel Müdürü olmaktan başka ‘Devlet’te ne görevi olduğunu bilmediğini yani zırcahil olduğunu söylemekten çekinmedi.
Yani cevizkabuğunu dolduracak kadar beyni olmadığını da kanıtlayan bu akademisyene göre, sanki son yirmi yılda olduğu gibi, sokaktan toplanarak getirilen herhangi bir kişi, müdür, genel müdür ya da bakan olabilirmiş.
Oysa Türkiye Cumhuriyeti’nde, şu son karanlık dönem hariç, en alt basamaktan devlet memurluğu için bile, en az altı aylık bir ‘geçiş’ dönemi olup, ancak ondan sonra ‘asaleten’ ataması yapılabilirdi.
Bir kurumda şef, müdür ya da genel müdür olmak için yıllar süren bir deneyim ve başarılı olmak zorunluluğu vardı.
Örneğimizdeki Kemal Kılıçdaroğlu’nun önce, Maliye Bakanlığı kadrolarına, ‘hesap uzman yardımcılığı’ndan başlayan bir devlet ‘umur’u olduğuna ve bu göreve de ciddi bir sınavı geçerek geldiğine kuşku yok.
Herhangi bir Genel Müdürlük için en az yirmi yıllık bir ‘deneyim’gerektiğini bilmemek, ya Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni hiç tanımamış olmak ya da ‘AKP Devleti’ni sanki bir ‘Devlet’miş gibi görmek demektir.
O arada okuduğunu anlamamak gibi bir durumda olduğu da söylenebilir.
Sabri Ülgener’in bir çalışmasına gönderma yaparak ‘darlık ve ekonomik dengesizlikler’ üzerine yorum yapmak cesaretini de gösteriyor kahramanımız.
Ve Tanzimat Fermanı’ndan itibaren yani Osmanlı’lın ‘Batılılaşma’ girişimleriyle birlikte ekonomide bir ‘dengesizleşme’ dönemine girildiği söyleyebiliyor.
Demek ki, kendi deyimiyle 183 yıllık bu ‘dengesizleşme’ ile birlikte süregelen bir ‘kıtlık’ ve ‘bolluk’ dalgalanması yaşanmıştır diyor.
Ve yine günümüzdeki EYT (Emeklilikte Yaşa Takılanlar) sorunun 183 yıldır sürüncemede kalmış olabileceğini sanıyor bu zavallı.
İşte bu tür aptallar Türkiye’de akademisyen olup televizyonlarda yorumcu ve giderek kanaat önderi falan olabiliyorlar.
Onu dinleyen diğer katılımcılar ile çokbilmiş sunucular dahil o kanalı izleyen izleyiciler de güya tarihsel/toplumsal ve ekonomik/siyasal kanıya sahip oluyorlar.
Sonra da, AKP’nin oyları neden hâlâ yüzde otuzlarda diye hayıflanmak durumunda kalıyoruz.
Ee bunların ‘hoca’ları işte bu cevizkabuğunu doldurmayacak kadar beyni olanlardır da ondandır diyeceğim.
‘Aptal ya da ahmak’ değil de ‘çokbilmiş’ diyeceğim bu zat-ı muhterem hocaefendiye, ‘darlık’/ ‘kıtlık’/ ‘yokluk’ ve ‘yoksulluk’ terimlerinin derin farklılıklar gösterdiğini söylemeliyim.
Örnek olsun Sovyetler Birliği’nin ekonomik ‘yokluk’ yani Fransızcasıyla ‘pénurie’ nedeniyle yıkıldığına ilişkin savlar bulunmaktadır.
Bu ‘yokluk’, ne ‘darlık’ ve ne de ‘kıtlık’ anlamında değil, ‘varlık içinde yokluk’ denilebilecek bir anlama gelir ki, cevizkabuğunu dolduramayacak kadar beyinli olan bu tür akademisyenler tam 183 yıl bu konuyu düşünseler anlamayabilirler.
İşte bu tür insanların kamuoyunu oluşturmada ‘araç’ olarak kullanıldığı bir Türkiye manzarası, bendenizi o denli rahatsız etmektedir ki, ne kendime ayıracak zaman ayırabiliyorum ve ne de Türkiye’nin onca büyük sorunlarına değinmek fırsatı bulabiliyorum.
Oysa Türkiye’deki adına ‘hukuksal’ denilen ve ‘hukuk’la zerre ilişkisi olmayan ‘siyasal’ ya da en doğru tanımıyla ‘eşkiya devlet’ kararlarını değerlendirmek isterdim.
İşte bu cevizkafalılara gidip önce darlık/yokluk terimleriyle uğraşmalarını öneriyorum; çünkü onların ‘hukuk devleti/eşkiya devlet’ ayırımına zinhar akıllarının ermeyeceğini bizzat kendileri kendi davranış ve konuşmalarıyla ortaya koymaktadırlar.