Amerika Baklayı Ağzından Çıkardı: "Türkiye Bölünebilir" / Prof. Dr. Cihan DURA

Amerika Baklayı Ağzından Çıkardı: "Türkiye Bölünebilir" / Prof. Dr. Cihan DURA

İletigönderen Oğuz Kağan » Çrş Ara 12, 2012 17:10

Amerika Baklayı Ağzından Çıkardı: "Türkiye Bölünebilir"

Amerika’nın çatı istihbarat örgütü olan Ulusal İstihbarat Ofisi’nin “Küresel Trendler 2030” raporunda Türkiye’nin bölünebileceği öngörülmüş. Rapora göre Kürdistan'ın yükselişi Türkiye'nin bütünlüğüne darbe olacakmış. Ortadoğu sınırları ortaya çıkmakta olan Kürdistan ile yeniden çizilecekmiş. Aslında burada demek istedikleri şudur: “Planımız işledi, son aşamaya geldik, sonucu almak üzereyiz.”

Ne acıdır ki durum budur. Atatürk’ün dikkatimizi çektiği “dış ve iç bedhahlar”ın işbirliği ile yürütülen plan, hedefine ulaşmak üzeredir. Nedir bu plan, mahiyeti nedir? Bundan önceki yazılarımda değişik yönlerden ele alarak açıklamıştım. Konuyla doğrudan ilgili olan, 2010 yılı başında yayınladığım “Türkiye'nin Bölünme Sürecini Kimler Nasıl Başlattı?” adlı makalemi aşağıda sunuyorum. Yeniden okumakta büyük yarar var.

***
“Daha çok, iç isyanlara güvenelim.” İngiliz ajanı Ryan
"Devletler tıpkı büyük gemiler gibi ağır ağır batar." ...

Türkiye’nin bugün başına gelen felaketin ilk ciddî alametleri kendini 1970’lerin sonlarında göstermeye başlamıştır. O yılların, Sovyetlerin çökmesi, bunu fırsat bilen ABD’nin (Derin Merkez’in) Çevre ülkelerini yeniden sömürgeleştirme atılımına geçmesi ve bu amaçla uydurduğu küreselleşmeci Neoliberalizm teorisini bir silah olarak kullanmaya başlamasına denk gelmesi bir rastlantı değildir.

Eğer “sözünü ettiğim belirtiler nelerdi” diye sorarsanız, hatırladığım kadarıyla şunları sayabilirim: Amerikan siparişi 12 Eylül askerî darbesi, Türkiye’nin dünya ekonomisine entegrasyonu tuzağı, Atatürk’e ve Cumhuriyetimize karşı sinsice başlatılan saldırılar, Paul Henze, Udo Steinbach, Graham Fuller gibi adamların yıkıcı propagandalarının ortada dolaşmaya başlaması, işbirlikçi medyanın Emperyalizm’in bu tetikçilerini bağrına basması, gazete köşelerinde birtakım Amerikancı, AB-perest etki ajanlarının boy göstererek, bir seslerini yükseltmeye başlamaları…

Bir başyapıt olan “Sivil Örümceğin Ağında” kitabının yazarı Mustafa Yıldırım’ın bir makalesini 1  okurken geçti aklımdan bu düşünceler. Makale; halkımızın büyük bölümünün bilmediği bazı korkunç gerçekleri, “iç ve dış bedhahlar”ın, yıllardır Türkiye’nin başına ördüğü çorapları birkaç paragrafla gözler önüne seriyordu. Her yurtseverin haberdar olması gerektiğine inandığım bu makalenin içeriğini yazımın omurgası yaparak, konuyla ilgili bazı kanıt ve tespitlerimi 2  aşağıda sunacağım.

AB-D’nin Türkiye’yi bölme planı dışarda ve içerde yürütüldü, yürütülüyor.

Dışarda önce ASALA..., bu bitince PKK pazarlandı. Çete başının çapını hayli aşan bu örgütlenme, AB-D’nin eseriydi. PKK terörü Kürtlerin kurtuluş mücadelesi olarak tanıtıldı. Şehit fidanlarımızın katillerine “Çekiç Güç“ helikopterleri ile yardım götürüldü. Önce “Türkiye etnik terörle baş edemez” inancını yaymaya çalıştılar. Bu sökmeyince “Kürt sorunu”nu uluslararası boyuta taşımaya kalkıştılar. Ardından, “Ermeni sorunu”nu yeniden ısıtıp sofraya getirdiler. Etnik farkılıkların yanısıra mezhep farklılıklarını da öne çıkardılar. Ortadoğu haritasını, kendi çıkarlarına göre yeniden çizmeye kalkıştılar. Aramızdaki cephelerini ise, 12 Eylül ve Turgut Özal’la açtılar. CIA’nın ürettiği tezleri, içerdeki paralı adamlarına kolayca uygulattılar. Plana göre Türkiye Kürtlere özerklik verecek, bağımsız bir Kürt devleti kurulacaktı. Bu sayede Çirkin Batı’nın iki çıkarı güvence altına alınacaktı: Bir, Emperyalizm petrol bölgesinde, Batı’ya muhtaç “kukla bir devlet“e kavuşacaktı. İki, Türkiye’nin Ortadoğu’da büyük bir güç haline gelmesi önlenmiş olacaktı. Bir üçüncü hedeften de ciddi olarak söz edilmektedir ki bu da kurulacak bir Büyük İsrail devletidir. Bu hedefler Türkiye’nin üniter yapısı bozularak gerçekleştirilecekti. Pazarlıkları güçlü bir ulus-devletle yapmak yerine, zayıf bir yerel birimle yapmak” emperyalizmin işine geliyordu.

Dışarda strateji hem ABD’de, hem de Avrupa Birliği’nde geliştirildi. Saldırı bu iki cepheden, aramızda açılan cephenin yoğun desteğiyle yürütüldü.

I) ABD CEPHESİ

CIA Türkiye ve Ortadoğu masası şefleriyle, CIA güdümündeki bilim adamlarıyla, CIA patentli Türkiye uzmanları ile, Amerikan irtibat subaylarıyla, sözde hayırsever Amerikan kuruluşlarıyla, Amerika Birleşik Devletleri’ni yöneten irade; Türkiye’de hep şu görüşleri egemen kılmaya çalışmıştır:

“Kemalizm günümüzde geçerliliğini yitirmiştir. Atatürk ilkeleri ‘Yeni Dünya Düzeni‘ ile birlikte ölmüştür. Dincilik Türkiye için ciddî bir tehlike değildir. Nurcular ilericidir... Türkiye’nin ‘Yeni Dünya Düzeni‘ içindeki yeri, ‘ılımlı İslam‘la bütünleşmesindedir... Türkiye Kürt kimliğini kabullenmelidir... Kürtlere özerklik vermelidir... Atatürk, devrim tarihi kitaplarından çıkarılmalıdır... Atatürk’ü bırakın, Turgut Özal’a sarılın.”

Görülüyor ki ABD’nin Türkiye’ye yönelik planı, yorum gerektirmeyecek kadar açık. Tabii bir plan uygulanmak üzere hazırlanır. Öyleyse olaylara bakalım.

1960’lı yıllar… Birer Amerikan ajanı olan Barış Gönüllüleri gönderiliyor ülkemize. Bu ajanlar halkımızla yakın ilişki kurarak, Türk aile yapısının içine sızarak sosyal araştırma ve Amerikan ideolojisi için altyapı oluşturma görevlerini yerine getiriyorlar. 1962- 1972 yıllar arasında sayıları 1600’e yaklaşan Amerikalı misyoner Barış Gönüllüleri’nin görevi “Bir müslümanın Mekke’ye yönelmesi gibi, bir insanın Washington’a yönelmesini sağlayacak ideali bulmak”tı. Güneydoğumuzda bölücülüğün temelleri işte bu yıllarda atıldı.

Paul Bernard Henze, Türkiye’nin kaderini değiştiren Amerikan tetikçilerinin başında gelir. İnsanın aklına “bu adamla Barış Gönüllüleri arasında bir bağlantı olabilir mi” sorusu gelse de biz bu adamın misyonu üzerine yoğunlaştıralım dikkatimizi. Henze Demokrar Parti döneminin sonlarında ve 1970’li yıllarda Türkiye’de CIA İstasyonu şefiydi. Türkiye’nin her köşesine gittiği dönemde, CIA eğitimli devlet görevlilerinin ve “sivil” yerel destek birimlerin (paramiliter çetelerin) de yardımıyla ülkemiz kan gölüne döndürüldü. Amerika’nın FM-31 talimatlarına uygun olarak toplu katliamlar yapıldı. Hedef Türkiye’yi parçalayarak Türk egemenliğinden uzaklaştırmak, devleti federasyonlara bölmekti.

Henze, 1977 yılında Türkiye’den ayrıldı; başlattığı iç çatışmayı Amerikan Başkanı J. Carter (Kartır)’ın güvenlik komitesinden yönetti ve Türkiye’deki “derin devlet”le birlikte, 12 Eylül 1980’de de generallere darbe yaptırmayı başardı. “Bizim çocuklar işi bitirdi” sözü o günlerden kalmadır 3 .

Aradan on yıl geçti. Artık şunları yazıyordu Henze: “Türkiye’nin Atatürk ve Turgut Özal kalitesinde yeni bir lidere ihtiyacı var. Böyle birinin ortaya çıkmasının çok uzun sürmeyeceğini umuyorum.” Evet Henze, bir yabancı, bir Amerikalı, Türkiye için yeni bir lider istiyordu ve bunun ortaya çıkacağından da emindi. Bu arada CIA’dan emekli oldu, ancak misyonunu henüz tamamlamamıştı “Wilson Fellow’u ve RAND” elemanı olarak, “Türkiye’yi yılda üç dört kez ziyaret” etti. “Tanıdığı binlerce sade Türk vatandaşı bir tarafa, son yirmi yılda Türkiye’nin politik, askerî, entelektüel ve iş çevreleri ile de tanışma şansını elde” etti. Binleri aşan insan tanıyınca da aradığı önderi bulmuş olmalı ki Henze, projesinin 2. aşamasına geçti ve “Türkiyeli” aydınlara şu görevleri verdi:

• Türkler, çağdaş dünyada siyasal yönden en başarılı ve gelişmiş ülkelerin, federasyon düzeniyle yönetilenler olduğunu düşünmeye başlamalıdır.
• Türkiye Cumhuriyeti’nde bu türlü değişimleri oluşturabilecek düzenlemeler, Türk aydınlarının ve siyasetçilerinin gündemlerinin başında yer almalıdır.

12 Eylül öncesinde “demokrasi”yi güçlendirmek için nasıl kan döküldüyse, federasyonlaşmayı hızlandırmak için de bir şeyler yapmak gerekirdi. Henze, uygun bulduğu yöntemi şöyle açıklıyordu: “Belki bu tür temel bir düzenlemenin (federasyonlaştırmanın) yapılabilmesi için 20. yüzyılın sonunda Türkiye’nin içine sürüklendiği bunalımın biraz daha kötüleşmesi gerekecektir.”

Henze’nin bu istediği de oldu: Bunalım dönem dönem yoğunlaştı ve son 7 yıldır da güncelleşti. Artık Türklere rahat yoktu; her gün yeni bir bunalım olacaktı. Henze’nin cansiperane çalışmasına, bir diğer Amerikalı, CIA eski Ortadoğu direktörü Ulusal İstihbarat Konseyi Başkan Yardımcısı Graham Fuller de, devletimizin kurucu ideolojisini ve laiklik temelini hedef göstererek, şöyle katkıda bulunuyordu: Kemalizm bitti. Dünyadaki bütün liderler gibi o da sonsuza kadar yaşayacak bir ürün veremedi. Oysa İncil ve Kur’an hâlâ veriyor. Bu sebeple kendisine entelektüel güven duyan Türkiye, İslam’ın günlük yaşamda yerini almasını yeniden düşünmelidir.”

Türkiye artık tamamen açık hale getirilmişti istikrarsızlık ve bunalımlara. Bu amaçla kullanılacak aracın bazı ipuçlarını, yine bir Amerikalının, örneğin, eski Amerikan büyükelçisi, Irak uzmanı Peter Galbraith’ın “Irak’ın Sonu” adlı kitabında da buluyoruz: Irak 1991’den beri bölünmüş durumdadır. Tıpkı 19. Yüzyıl’da Filistin’de oynanan “Yahudi kartı” gibi, Kürt kartı aracılığıyla, İran, Suriye ve Türkiye “Irak batağı”na çekilmelidir. Kürdistan devleti, Ortadoğu’da Amerika’nın ayağı olacaktır. Ve işte bilfiil neler yaptıklarının bir kanıtı: Bugünkü DTP’nin yerini aldığı DEHAP’ın o zamanki Batman İl Başkanı Mehdi Öztürk Amerikalıları kastederek, bakın neler söylüyor: “Bize gelen heyetler, ‘Farklılıklarınızı ön plana çıkarın, milliyetçiliği körükleyin’ telkininde bulunuyordu. Irak’ta oynanan oyunun benzeri Türkiye için oynanıyor. Yıllardır yaratılmaya çalışılan, bir Türk-Kürt kavgasından başka bir şey değildir.”

Daha başka pek çok kanıt verebilirim, ABD’nin Türkiye’yi parçalama planının araçlarına dair. Ben iki belge ile yetineceğim. Birincisi, kitapları Türkçe’ye de çevrilen Amerikalı siyaset bilimci Samuel P. Huntington’la ilgili. Benim “iliştirilmiş yazar” olarak gördüğüm bu şahsa göre ABD; küreselleşmeyi rahat yönlendirmek için, “böl ve yönet” ilkesini bütün dünyada kullanmalıydı. Sınıf farklılıkları dünyada artık bir anlam ifade etmiyordu; insanlar etnik ve dinsel farklılıklarla yönlendirilmeliydi. Başka bir deyişle dinî ve etnik kimlikler öne çıkarılmalıydı. Balkanlar, Kafkaslar ve şimdi de Ortadoğu bu bağlamda bölündü, parçalandı, ABD tarafından yönetilmeleri kolaylaştı. Huntington “Atatürk devrimleri Atatürk'ün kalibresinde bir lider 4  tarafından silinerek, Türkiye’nin yeniden dinsel kimliğine dönmesi”ni istiyordu.

İkinci olarak da, ABD Millî Savunma Akademisi’nden Öğretim Üyesi Judith Yaphe Türkiye’yi içerden bölme sürecini başlattıklarını bakın, nasıl müjdeliyordu Amerikan Derin Merkezi’ne: Türkiye tehlike algılaması konusunda artık homojen değil. Dahası sistemin stratejik düşünme mekanizması zayıf ve gittikçe parçalanıyor. Artık tek Türkiye yok… ABD işi bitirdi bile!

II) AVRUPA BİRLİĞİ CEPHESİ

Derin Merkez’in Türkiye’yi bölme planı, Avrupa kaynaklarında açıkça sergilenir. Bunun yüzlerce kanıtından önemli bazılarını aşağıda sunuyorum.

Süddeutche Zeitung’ta (1998) yayınlanan şu habere bakın: “On yıl içinde, üç güçlü siyasal sistem battı ve yok oldu. Bu sistemler, İran’da Şah monarşisi, Sovyetler Birliği’nde politbüro komünizmi ve Yugoslavya’da federatif devlet; en az Türklerin Kemalist modeli kadar dayanıklı görünüyordu. Her üç devlet de Türkiye Cumhuriyeti ile paralellik gösteriyordu. Hepsi de dinsel ya da etnik çelişkiler yüzünden yıkıldılar. Üstelik Türkiye’de her ikisi de var.”

Alman “dostlarımız”a göre anlaşılıyor ki sıra artık Türkiye’de idi. Bu sözde dostlar Türkiye’ye yeni bir Sevr kefeni giydirmeye hevesleniyordu. Niçin? Dinci güçler yeniden cüret bulduğu için... Batılı dostların, sırtını sıvazladığı, birçok devletin yardım ettiği etnik terör sürdüğü için...

Gerçekten, yalnızca CIA-Örümcek Ağı ve Amerikan Federal Devleti değildi federasyonlaştırma projesini geliştiren; işin içinde Avrupa Birliği de vardı. Şimdi tam sırası, Almanya’nın sivil örgütçüsü Konrad Vakfı’nın görevlisi Udo Steinbach’ın sözlerini hatırlamanın: Türkiye yapay bir devlettir. Gerçekte var olan Türkiye; bir adamın, önemli bir adamın, tarihsel öneme sahip bir adamın [Atatürk’ün] dikte ettirmesiyle yaratılmış yapay bir oluşumdur. Sorun Kemalizm ve Kemalizm’in ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur.

Elbette “Büyük Oyun”da Konrad Adenauer Vakfı yalnız değildi. İşin içinde Friedrich Enert, F. Naumann, Heinrich Böll gibi başka Alman vakıfları da vardı. Bunların Türkiye’de sinsi sinsi yürüttükleri stratejileri Tamer Bacınoğlu bir yazısında şöyle sıralıyordu:

• Türk toplumunun değişik katmanlarını Kürt sorunu üzerinde tartışmaya ve çözüm üretmeye alıştırmak. (Bugün bundan başka bir şey tartışılıyor mu Türkiye’de? cd)

• Kürtçü gruplarla Almanya arasında köprü kurmak. (Almanya bugün Kürtçüler için bir cennet haline gelmiş durumda. cd)

• Alevilerle özel olarak görüşmek ve konuyu gerektiğinde Kürt sorununa kaydırmak. (Alevi topluluğuna da çoktan nüfuz ettiler, AB raporlarında azınlık olarak niteleniyorlar. cd)

• Türkiye’de yerel yönetimlere işlerlik kazandırmak. (AKP hükümetinin, başta gelen hedeflerinden biridir bu, AB’nin taleplerini adım adım gerçekleştiriyor. cd)

• Almanya’ya davet edilen Türk akademisyenler, aydınlar, burslu doktora öğrencileri ve benzerlerinden “yerli köprübaşları” oluşturmak. (Bu köprübaşlarından geçilmez oldu Türkiye. TRT dahil, TV kanallarına bakın, sabah akşam ekrandalar, gazete köşelerindeler, üniversite kürsülerindeler. cd)

Almanlar “İnsanların kafalarını ele geçir, yürekleri ve elleri peşinden gelecektir” sözünün hikmetini çok iyi kavramışlar. Meyvelerini iyi topluyorlar doğrusu.

Almanların bir başka görevlisi Christian Rumpf’un Ankara’da AB’ye girilmesini öğütlerken -hem de devletin en üst makam sahiplerinin gözlerinin içine baka baka- söylediklerini de unutmamalı: “Buna karşılık, Kemalist prensiplerin, ideolojiden koparılması talep edilmelidir.” Elbette Die Zeit’ın sahip ve başyazarının şu koşulu da unutulacak gibi değil: “Şeriatçı bir Türkiye AB’ye giremez. Ama Kemalist bir Türkiye de AB’ye giremez.

Lord Russel… Avrupa Parlamentosu’na sunulan “Kürt Raporu”nun mimarı… O da AKP hükümetinin sağladığı kolaylıklarla, tıpkı Henze gibi, 2004’de Anadolu’muzun doğusunu karış karış dolaşıyor. Bakın, neler var onun da raporunda: Bugünkü durum, Atatürk’ün güvenli, laik ve birlik içinde bir Türkiye arzusundan kaynaklanmıştır. Bu durum Türkiye’de Türklerden başka hiç kimsenin bulunmadığı sonucunu doğuruyor ve herkesin Türk olduğuna inanmayı gerektiriyor. Bu, yanlış. Ülkede üniter yönetim, yerini etnik ayrılığa dayalı federasyona bırakmalıdır. Dikkat edin hedefte hep Atatürk var. Peki, AKP yöneticilerinin baş hedefi neydi?

En büyük itiraf ise AB’nin lokomotif ülkesi Almanya’nın eski başbakanlarından Helmuth Schmidt’den geliyordu: “1919’da bir Kürdistan kuramayışımız bir hatâ idi.”

Besbelli bugün AKP iktidarı sayesinde, tarihî hatâlarını düzeltiyorlar.

AB cephesinin marifetleri hakkındaki açıklamalarımı, Çirkin Avrupa’nın hainliğinin en korkunç ifadesiyle tamamlıyorum.

1970 yılı.. Paris’te Sevr’in 50. yıl dönümünde “Sevr’i Canlandırma” amaçlı bir toplantı yapılıyor. Toplantının teması “Sevr’in ölü bir anlaşma olmadığı, canlandırılması gerektiği”dir. Katılımcılar arasında Paris valisi ve bölge kaymakamları da var.

AB’nin o bol reformlu metinlerinde Türkiye’ye, “yerel ve bölgesel özerkliğin geliştirilip yaygınlaştırılması” telkin edilir. Bu nihai hedefin ön hazırlıklarından biridir: Perde arkasında “iç savaş” çıkarmak için düğmeye basılmıştır! Belçika Stratejik Araştırmalar Kurumu dosyalarında Türkiye’de çıkarılması planlanan savaşın nasıl tetikleneceğine dair senaryolar yer almaktadır. İç savaşın başlangıç tarihi olarak 2011 yılı öngörülmüştür. Daha da vahim olanı, bu dosyanın Avrupa başkentlerinde değerlendirmeye tabi tutulmasıdır. Artık Avrupa başkentlerinde yeni Sevr toplantıları yapılmaktadır.

III) ARAMIZDAKİ CEPHE

Henze’nin planı artık son safhasına giriyordu! Çünkü dedikleri bir bir gerçekleşmişti, en çok istediği de! Özal ayarında biri sonunda çıkmıştı, yoksa çıkarılmış mıydı?

ABD’nin Turgut Özal’a biçtiği misyon şuydu: “Ilımlı İslam’la bütünleşmiş, yarı laik, yarı çağdaş, etnik bölünmeleri siyasal yapısına yansıtmış, Ortadoğu’da ABD’nin çıkar bekçiliğini üstlenmiş, bir yeni cumhuriyet!...” Evet, işte bu şahıs ayarında biri sonunda çıkmış, yepyeni bir hükümet iktidara el koymuştu. Artık “üniter” Türkiye’nin başbakanı “başkanlık” sisteminden ve “eyalet” projesinden söz ediyordu. İçişleri Bakanı ise şöyle diyordu: “Her ilde bir yönetici olacak, o da seçimle gelecek. Şu andaki gibi atanmış vali ve seçilmiş belediye başkanı birlikte olmayacak. Bu konuda partide Araştırma Geliştirme Bölümü çalışıyor. En iddialı projelerimizden biri de her il ve ilçede bir tür ‘yerel parlamento’ olarak adlandırılabilecek çalışma sistemi kurmak.”

Görüyorsunuz, önce fikir tohumları ektiler. Arkadan yürekleri, elleri teslim aldılar. Tabiî hasat da gecikmedi. Fikirler eyleme dönüştü. 2002 sonu milat oldu. Türkiye’de iktidar değişti. Devletimizin üniter yapısı, bu tarihten itibaren hızla bozulmaya başladı. Türkiye bu tarihten itibaren, özellikle şu yasalarla eyalet rejimine, başka bir deyişle “Osmanlı modeli”ne sürüklenmeye başladı:

• İkiz Sözleşmeler: 4 Haziran 2003’de iki birleşmiş Milletler sözleşmesi, AKP ve CHP’nin oylarıyla TBMM’nden yangından mal kaçırır gibi geçirildi. Bu sözleşmeler “azınlıkların siyasal ve kültürel hakları ile halkların kendi kaderini belirleme hakkı” ile ilgilidir. Buna göre Türkiye “halk” olduğunu ileri süren herhangi bir topluluğun, Türkiye Cumhuriyeti’nden ayrılma hakkını kabul etmiş oluyor.

• İl Özel İdareleri, Mahallî İdareler ve Kamu Yönetimi Yasası: Federal sistemin uygulandığı ABD, Kanada, İsviçre, Belçika gibi ülkeler örnek alınarak hazırlanıp yürürlüğe konan yasa ile, yerel yönetimleri öne çıkarma süreci başlatıldı. Diyarbakır belediyesi, bu yasaya dayanarak bir şirket, Diyar A.Ş.’yi kurdu ve bütün yabancı yatırımları, Ankara'nın kontrolü dışında özerk ve özel yönetimi altına aldı.

• Maden Yasası: AKP Hükümeti’nin girişimiyle değiştirilen yasa kamu çıkarını dışlıyor, yabancı şirketler için kolaylaştırıcı düzenlemeler getiriyordu.

• Kalkınma Ajansları: Avrupa‘nın, Osmanlı‘ya dayattığı federalizm AKP tarafından ‘Kalkınma Ajansları‘ adı altında uygulamaya konuldu. Türkiye, toplam 23 ili kapsayan 8 bölgeye bölündü. Kalkınma kurulları oluşturuldu. Ajansların Ankara’yı dışlayarak yabancı ülkelerle doğrudan ilişki kurmasının yolu açıldı. Bazıları 25 Temmuz 2009 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan "Kalkınma Ajansları" kararnamesini, “Türkiye'nin tasfiyesinin son perdesi” olarak yorumlamaktadır. Bu görüşe göre “Ağustos 2009 da Trakya'da Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ'ı içine alan ilk TR21 numaralı ‘Kalkınma Ajansı’ ile, aslında Trakya özerk eyaleti kurulmuştur. Bu eyaletin bir parlamentosu ve bir bayrağı vardır; dış borçlanma ve mali islerinde özerktir, Ankara'daki Sayıştay'a tabi değildir”.

• İstinaf Mahkemeleri: Eyalet sistemini yerleştirmek için atılan en önemli adımlardan biri de istinaf mahkemeleridir. Cumhuriyet‘in kuruluşunda şerî mahkemelerle birlikte kaldırılan ve eyalet sistemine özgü bir organ olan bölge (istinaf) mahkemeleri kurulmaya devam edilecek. İlki Diyarbakır‘da AB parasıyla açılan mahkeme, 9 ilde daha faaliyete geçecek.

• Özelleştirmeler: Tüpraş, Telekom, Erdemir, Petkim, TEKEL gibi stratejik, dev kuruluşlar birer birer özelleştirildi. Yasal zemin hazırlanarak Türk bankalarının yarıdan fazlası satıldı. Serbest piyasa ekonomisine geçiş bahanesiyle ülke iç ve dış bedhahların yağmasına açıldı. Ekonomik politika ve kararlar üzerindeki yabancı iradesi güçlendi.

• Yabancıya Toprak Satışı: Başta Tapu Kanunu olmak üzere bir dizi yasada değişiklikler yapılarak yabancı özel ve tüzel kişilerin, Türkiye’de mülk edinmelerinin önü açıldı. Son birkaç yılda satılan toprak miktarı milyon metrekareleri buldu. Didim, Alanya gibi tatil yörelerinde mülk edinen binlerce yabancı yerel yönetimlerde söz sahibi olmak için harekete geçmiş bulunuyor.

• Petrol Yasası: Çıkarılan yasa ile devlet petrol ve doğalgaz arama ve işletme hakkından vazgeçiyordu. Yine eyaletleşme adımı olarak görülen ‘karalarda elde edilen devlet hissesinin yüzde 50‘si işletme ruhsatının bulunduğu ilin il özel idaresinin açtıracakları hesaba aktarılır‘ maddesi tepkiler üzerine yasadan çıkartıldı. Bu kan’mca sadece bir ertelemedir. İlerde yeniden harekete geçeceklerdir.

• İç Güvenlik “Reform”u: AB‘nin istediği projeye göre Emniyet, Jandarma ve Sahil Güvenlik, yeni kurulacak ‘İç Güvenlik Müsteşarlığı‘na bağlanacak. Böylece TSK pasifize edilirken, jandarma da sivilleşecek. Sınır güvenliğini sağlama görevi Kara Kuvvetleri Komutanlığı‘ndan alınarak, İçişleri Bakanlığı sorumluluğuna verilecek. Proje 2014‘te bitecek, sınırlar ‘sınır polisi‘nce korunacak.

Ancak iş bununla bitmiyordu. Şu bakımdan ki bir yandan uygun yasalar çıkarılırken, bir yandan da medya köşelerinde AB-D cephesi ile ayarlı bozuk sesler yükselmeye başlamıştı.
Bu kapsamda, Henze gibi “Wilson Fellow” olan Cengiz Çandar’ın ve özellikle Doğu Ergil’in hakkını teslim etmek gerekiyor. Washington’daki NED merkezinde aylarca kalan TOSAV ve TOSAM kurucusu Doğu Ergil, Amerikalı deneyimli devlet memurlarının ve yabancı danışmanların da katkılarıyla ilk Kürt-Türk “Uzlaşma Anayasası”nı 2000’den önce hazırlamıştı. AKP 2002 sonunda yönetimi ele alınca D. Ergil de, Türkiye’nin Irak’ta Kürdistan Güney Devleti’nin kurulmasını desteklemesini istedikten sonra Bakan Aksu’ya destek verdi: “Üniter devlet yapısı altında, Ankara’nın kendi ülkesine yabancı ve verimsiz bir yönetimi oldu şu ana kadar. Eğer siz bu ülkeyi yönetemiyorsanız, bırakın insanlar kendi kendilerini yönetsinler. Bu kadar yoksul ve cahilsek, bırakın başka bir sistemi deneyelim. Üniter devletçiliğin ve merkeziyetçiliğin neticesinde, Türkiye çok geri bırakıldı.”

Doğu Ergil, gerçekten “ileri görüşlü”idi; çünkü kısa sürede Kuzey Irak’ta, anayasasının girişinde Sevr’den gelen Kürt haklarından söz eden Kürdistan Güney Devleti kuruldu (Daha sonra “Bölge Yönetimi” dediler). Artık TSK yöneticileri bile “kırmızı çizgiler”den söz ederken, “Irak’ın üniter yapısı” demekle yetiniyordu. Amerikan Genelkurmayı’nın Güvenlik Dairesi Başkanı olan korgeneral da, Irak’ta çözüm yöntemlerini Türkiye’ye sıkça anlattıklarını açıklıyordu.

Prof. Dr. Doğu Ergil -ileri görüşlülük yeteneği sebebiyle olsa gerek- Aralık 2009’da, Dolmabahçe'deki Çalışma Ofisi'nde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edilme şerefine kavuşacaktır. Basına kapalı olarak 45 dakika süren görüşmede, doğal olarak, benim deyişimle “PKK açılımı”, onların deyişi ile “demokratik açılım” konuşulacaktır.
Bu şahıslara, C. Çandar ve D. Ergil’e, kısa sürede Mehmet Altan, Ahmet Altan, Oral Çalışlar, Hasan Cemal, Baskın Oran, İsmet Berkan, Eser Karakaş, Ali Bayramoğlu, Mümtazer Türköne gibi kafadarlar katılmakta gecikmedi.

Böylece Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de ısrarla belirttiği “tarihî fırsat” yakalanmış oldu!

Udo Steinbach daha ne diyordu: “Ben Türkiye sınırları içinde birçok etnik azınlığın yaşadığını söylüyorum. O sınırlar içinde sadece Türklerin yaşadığını kabul etmiyorum.” Ya Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı? O ne diyordu? O da dokuz yıldır her fırsatta insanlarımızın kafasına hangi ayrıştırıcı fikri aşılayıp duruyordu?

Şimdi, aynı başbakanın dediği gibi, “açılım”ın kesinlikle bir Amerikan, bir Batı projesi olmadığına, “PKK’nın, Hizbullah’ın, Selam-Kudüs örgütünün silahlı saldırılarının, suikastların, CIA ustası Henze’nin apaçık belirttiği “federasyon” projesine katkısı olmadığına akıl sahibi biri inanır mı?

Bugün AKP iktidarı altında sömürgeci Batı’nın, onun tetikçisi Henze’nin ve benzerlerinin planlarının son rötuşları yapılıyor.

Analarımızı bu sefer gerçekten ağlatacaklar; olan, aldatılan Kürt asıllı yurttaşlarımıza olacak, Türklere olacak!

SONUÇ

Akıl ve hamiyet sahibi olanlar, eminim, çok dersler çıkaracaktır yukarda sunduğum somut kanıtlardan. Ancak ben isterim ki daha fazla insanımız anlasın, daha çok insanımız ibret alsın, ders alsın “sahipsiz” ülkemizde olup bitenden.
Öyleyse farklı bir yol denemeye ne dersiniz?

Bazen gerçekler alegori 5  yöntemiyle, örneğin bir öykücükle çok daha iyi anlatılır. Ben de öyle yapacağım. Ancak öykücüğün ardından da bazı sorular soracağım ki okurun ilgisi uyansın, merak etsin, düşünsün, derin düşünsün. Gerçekten düşünen anlar; anlayınca da hakikatlere yönelir, kafasıyla, yüreği ve elleriyle.

İşte sunacağım öykücük; o bitince, sorularıma geçeceğim.

Bir kırlangıç dünyayı geze dolaşa, çok şey öğrenmiş. Önceden bilirmiş bütün olacakları. Bir gün bakmış ki köylünün biri, sıram sıram kenevir tohumu ekiyor tarlasına.

Çağırmış küçük kuşları, "bakın" demiş, "Sizin kuyunuzu kazıyor bu adam. Şu savurduğu tohumlar yok mu, başınıza örülen bir çoraptır sizin. Gün gelip kenevir sicim oldu mu, seyredin size kurulacak dolapları. Ya ölüm ya zindan gayri sizlere… Onun için gelin dinleyin beni. Yiyin, yok edin şu tohumların hepsini."

Bilge kırlangıcı kim dinler! Küçük kuşlar cıvıl cıvıl, diledikleri yemi yemişler.

Kenevir ise büyümeye başlamış yeşil yeşil.

Kırlangıç bir kez daha uyarmış, dünyadan habersiz kuşları: "Koparın" demiş, “bu kötü tohumdan fışkıran yaprakları. Onlar büyüyünce kendinizi yok bilin.”

Kenevir büyüdükçe büyümüş. Kırlangıç, kuşları son kez uyarmış: "Bakın" demiş, “kötü tohum sonunda sicim oldu. İnsanoğlu tuzaklar kurdu, siz küçük kuşları avlamak için. Geç olmadan, haydi kaçın gidin."

Kuşcağızlar yine aldırmamış. Sürdürmüşler cıvıl cıvıl ötüşmeyi.

Ancak çok geçmeden söylenen olmuş. Nice kafesler kuşlarla dolmuş.


Öykücük bu kadar… Dikkatle okudun mu? Öyleyse, sorularıma geçiyorum. Yanıtları, Türkiye’de olup bitenleri düşünerek vereceksin, değerli okur.

• Çok şey öğrenmiş, olacakları önceden bilen kırlangıç kimi temsil ediyor?

• Ya sıram sıram kenevir tohumu eken adam…, kimdir o?

• Ya adamın savurduğu tohumlar, kötü tohumlardan fışkıran yapraklar?

• Bilge kırlangıcı dinlemeyen, dünyadan habersiz, cıvıl cıvıl, yemlerini yemeyi sürdüren küçük kuşlar?

• Kenevirin büyümeye devam etmesi…- Sicimler, kurulan dolaplar, tuzaklar, …

• Ve başa örülen çorap, çıkıp gelen büyük gün?

• Kafeslerin kuşlarla doluşu…, kafesler, doluş?...

• Bütün bunlar aslında ne anlatıyor sana?

Evet, yanıtların…, yanıtların nerede? Bekliyorum ey okur!


 1  Mustafa Yıldırım, “Açılım” Amerikan Tasarımı Değildir”, http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8140 (25.8.2009)
 2  Bu tespitleri yaparken kendi “Düşmanı Çağırdılar Satıldık Uyanın” (İleri yayınları, İst., 2005) kitabımdan başka, şu yapıtlardan da faydalandım: Ahmet Taner Kışlalı, Ben Demokrat Değilim, 3.B., İmge Kitabevi, Ank., 1999; Banu Avar, Hangi Avrupa, 4.B., Truva Yayınları, İst., 2008; Hüsnü Merdanoğlu, “Ülkemize Yönelik ABD Misyonerliği”, Yeniden Müdafaa-i Hukuk, Ağustos 2009; Mustafa Duran, “Cumhuriyet Tasfiye Ediliyor”, Yeniçağ, 20.10.2009; Hasan Demir, “2011'de İç Savaş Hazırlığı!” Yeniçağ, 26.10.2009
 3  Hep demişimdir: Türkiye Cumhuriyeti’ni İstiklal harbi ile askerler kurdu, ne acıdır ki 12 Eylül darbesiyle çöküşünü de onlar başlattı.
 4  Paul Henze’nin de aynı beklenti içinde olmasına, kullanılan ifadelerin bile aynı olmasına dikkat ediniz.
 5  Türkçe Sözlük şöyle tanımlıyor “alegori” sözcüğünü: Bir görüntü, bir yaşantı ya da bir davranışın daha iyi kavranmasını sağlamak için, simgelerle göz önünde canlandırıp dile getirme.



Prof. Dr. Cihan DURA, 12 Aralık 2012
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Cihan DURA

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 11 konuk

x