Amerika… Ortadoğu'da İşin Ne?
"İstilacı, mütecaviz, saldırgan olan emperyalist devletler; yerküreyi kendilerinin malikânesi kabul etmekte ve insanlığı, kendi hırslarını tatmin için çalışmaya mahkûm esirler olarak görmektedir... Sadece meşru savunmalarını yapan milletleri kendi yurtlarında tutsaklığa düşürmek istiyorlar, zulüm yapıyor, baskılar uyguluyorlar." (Mustafa Kemal Atatürk)
Amerika bugün neden Ortadoğu’dadır? Neler yapıyor, hedefleri nedir? Yanıtları aşağıda yedi başlık altında vermeye çalışacağım.
1) Derin Merkez –ve başta ABD, onun yönetiminde olan Merkez ülkelerinin– birinci hedefi şudur: Çevre ülkelerinin, Ortadoğu gibi bölgelerin birer sömürü alanı olarak kalmalarını sağlamak ve kendilerine rakip birer güç haline gelmelerini önlemektir.
Bu amaçla ekonomik, siyasal ve kültürel mücadele araçları, silahlar kullanıyorlar. Bunlardan çok etkili olan biri “böl ve yönet” stratejisi, yani hedef ülkenin halkını bölmek, birbirine kırdırmak, ülkeyi parçalamaktır. Bu silah günümüzde açıkça ve en zalimcesine Ortadoğu’da kullanılıyor. İşin başında Amerikan hükümeti, daha doğrusu bu ülkenin küresel şirketleri var. Hedef gizlenmiyor: Arap dünyası bölünecek, Ortadoğu halkları ve devletleri parçalanacak!... Peki nasıl olacak bu? Toplumsal “farklılıklar” kullanılıyor, başlıca üç alanda: Din, etnisite ve ekonomi… Uygulanan yöntemler ise, örneğin şunlar: Kaos yaratma, çatıştırma ve “mazlum”ları koruma rolü, işbirlikçi bulma, birleşmeleri önleme…
2) Derin Merkez’in “böl ve yönet” stratejisinin en etkili bir aracı, “din ve etnik yapı farklılıkları”dır.Mevcut sosyal “farklılıklar”ı kullanıyor, yeni farklılıklar yaratıyorlar: Hedef ülkelerde din temelinde Müslüman, Hıristiyan, Sünnî, Şiî,… gibi ayrılıkları kışkırtıyorlar; Türk, Kürt, Arap, Ermeni,… gibi etnik ayrılıkları körüklüyorlar. Aynı toplumun insanlarını kitleler halinde birbirine kanlı bıçaklı düşman haline getiriyorlar. Amaç bölgenin, küresel şirketlerin bir sömürü alanı olarak kalmasını sağlamaktır, toplumların uluslaşarak kendilerine –şirketlerine– rakip birer güç haline gelmelerini önlemektir.
“Böl ve yönet” politikasını geçmişte İngiltere uyguluyordu, bugünse Amerika, Avupa’nın büyük güçleri… Zengin petrol kaynaklarının üzerinde oturan Osmanlı Devleti’ni 1910’larda parçalamaya çalışırken, İngiltere’nin elindeki kart yine etnik karttı. O zaman da kullandıkları Ermenilerdi, Kürtlerdi, Araplardı. Yöntem bugüne kadar değişmedi. Geçen yüzyılın başında yapay ulusal sınırlarla birçok devlete bölünen Ortadoğu halkları, yalnız mezhepsel değil, etnik farklılıklarla kışkırtılarak tehlikeli bir şekilde bölünüp karşı karşıya getiriliyor.
Uygulamanın içinde bugün İsrail de var ve bu devlet sinsi bir planlı çalışma içinde. “İsrail’in Ortadoğu’da tutunması, ancak çevresindeki Müslüman devletlerin bölünmesine bağlı görülüyor. Bugün olup biten Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) uygulanmasından ibaret… Önce bölge ülkeleri ufalanacak, ardından büyük İsrail devleti kurulacak.
Çirkin Batı iki unsuru Ortadoğu toplumlarını parçalamak için kullanılıyor:
- “Hak, hukuk, özgürlük, demokrasi” söylemleri,
- Etnik ve dinsel farklılıklar (AKP iktidarının ilk yıllarında Türkiye’de estirilen “mozaik” propagandasını hatırlayın. Büyük olasılıkla bu kampanya diğer ülkelerde de yürütülmüştür, yürütülmektedir.)
3) ABD’nin Arap ayaklanmalarını nasıl planlayıp uyguladığını, somut olarak Suriye örneğinde görebiliriz.
Pek çok kanıt Arap ülkelerindeki ayaklanmaların, Amerika ve ortaklarınca planlanan hareketler olduğunu gösteriyor. Bir kaynağa göre ABD’nin 2008 yılında yürürlüğe koyduğu, Beşar Esad yönetimini devirerek Suriye’yi istikrarsızlaştırma ve parçalama planı, ülkeyi belirli faaliyet alanlarına ayırıyor. Plan çeşitli yerleşim bölgelerinde, her biri görevin gerektirdiği şekilde yetiştirilmiş veya yönlendirilmiş ekipler tarafından yürütülüyor: Eğitimsiz işsiz gençler, haydut çeteleri, bölücü unsurlar, medya ağı, sermaye sahipleri.
Bu ekiplere birkaç aşamalı bir plan uygulatılıyor.
- İşsiz gençler; kalabalık yerlere “yaygaracılar, fotoğrafçılar, gizli grup” halinde gidiyorlar: Sıradan taleplerle eylem başlatıyor, giderek olgunlaştırıyorlar. Talepler “rejimin yıkılması” noktasına varınca ikinci aşamaya geçiliyor.
- İkinci aşamada “haydutlar ekibi” devreye giriyor. Güvenlik güçlerine, toplumsal ve dinsel değer taşıyan simgelere, özellikle başörtülü kadınlara, yaşlılara karşı saldırılar düzenleniyor. Rejimin büyük saldırılar, katliamlara hazırlandığı propagandası yapılıyor.
- Sonra, medyanın, yönetimi küçük düşürücü yayınlarıyla başlıyor. Eski defterler açılıyor. Sevilen, güçlü lider ve yönetim zayıf bir profile çevrilmeye çalışılıyor.
- Senaryoya göre, ordu bölünüyor. Sermaye sahipleri, ordu komutanları ve bazı bakanlar Esad’ın artık ülkeyi yönetemediğini öne sürüp bir konsey ilan ediyorlar. Konsey ABD, İngiltere Suudi Arabistan ve Mısır tarafından tanınıyor. Rusya, İran, Hizbullah ve Hamas ile bağlar kesilip İsrail ile barış görüşmeleri, yeni bir anayasa için girişimler başlatılıyor. En sonra ülke ekonomisi, iç pazar ve doğal kaynaklar küresel şirketlere açılıyor.
Plan, böylece hedefine ulaşmış oluyor.
4) Peki, bu özellikle yaratılmış olan kaosta Türkiye’nin konumu nedir?Derin Merkez Türkiye’yi planlarının dışında tutmuş olabilir mi? Elbette hayır... Olup bitene dikkatli bir bakış, Türkiye’yi bölme planının yıllardan beri zaten uygulanmakta olduğunu kolayca gösterir.
Sürecin ilk ciddî alametleri 1970’lerin sonlarına rastlar. ABD’nin Türkiye’yi bölme planı hem dışarda hem içerde yürütülmüştür: Önce ASALA..., ardından PKK pazarlandı. PKK terörü Kürtlerin kurtuluş mücadelesi olarak tanıtıldı. Düşünce aracı olarak “farklılık” silahı kullanıldı. Mozaik propagandası yapılarak “farklılıklar” fikri sokuldu halkın ve aydınların kafasına. Etnisite ve mezhep farklılıkları öne çıkarıldı. Emperyalizm Ortadoğu haritasını kendi çıkarına göre yeniden çizmeye girişirken, aramızdaki ilk cephelerini 12 Eylül darbesi ve onun ürünü olan Turgut Özal’la açtı. CIA’nın uydurduğu tezleri, içerdeki adamlarına uygulattılar. Plana göre Türkiye Kürtlere özerklik vermeye zorlanacak, bağımsız bir Kürt devleti kurulacaktı. Çirkin Batı’nın çıkarları bu yoldan güvence altına alınıyordu. Saldırı iki cepheden, ABD ve AB’den, içimizde açılan cephenin desteğiyle yürütüldü.
ABD cephesi Türkiye’de hep şu görüşü egemen kılmaya çalışmıştır: Kemalizm artık geçerliliğini yitirmiştir. Türkiye ‘Yeni Dünya Düzeni‘ içinde ‘ılımlı İslam‘la bütünleşmelidir. Kürtlere özerklik vermelidir. Bu hedefler çerçevesinde uygulanmaya konulan plan, her muhitten destekçilerini kolayca bulmuştur. Derin Merkez’in Türkiye’yi bölme planı, Avrupa kaynaklarında da yankı bulmuş, açıkça dile getirilip desteklenmiştir.
Kısacası, önce düşünce tohumlarını ektiler, ardından yürekleri ve elleri teslim aldılar. Düşünceler eyleme dönüştü. 2002 sonu, milat oldu. AKP iktidarı eliyle Devletimizin üniter yapısı, büyük bir hızla çözülmeye yüz tuttu. Devlet, çıkarılan yasalarla eyalet rejimine, başka bir deyişle “Osmanlı modeli”ne doğru sürüklenmeye başladı.
Bu süreçte dış güçler içerden çok geniş destek gördü. Zaten medyanın, siyasetçilerin, bir kısım sözde aydının, kısacası işbirlikçilerin yardımı olmasa, dış bedhahlar Cumhuriyetimizden tek bir tuğla bile sökemezlerdi.
5) Türkiye’nin Amerikan planlarına nasıl âlet olduğu hususuna bir kez daha bakmakta yarar var, ancak farklı bir açıdan.
Şu bir gerçektir ki Batı bir mükemmellik timsali değil... Çok şey söylenebilir bu konuda. Ben burada şununla yetineceğim: Batı’da her şey istismar ediliyor, tabiî bilim de…, elbette çıkar amacıyla… Biz ise hemen her şeyde olduğu gibi ayırt etmeden Batı’nın her şeyini, bu arada zararlı yönlerini de alıyoruz. Örnek mi, kıyamet gibi... Bu bölümün konusuyla ilgili olanı, Samuel P. Huntington’un görüşleri… Tahminim odur ki bu Amerikalı siyaset bilimcinin kitapları “ısmarlama” idi. Son kitaplarında savunduğu tez özetle şudur: Küreselleşmenin lideri olan ABD’nin yeni düşmanı İslam dünyasıdır. ABD küreselleşmeyi yönlendirmek için, bütün dünyada “böl ve yönet” ilkesini kullanmalıdır. Bunun için de kullanacağı başlıca araç, “etnik ve dinsel farklılıklar” olmalıdır.
Peki, Huntington’un Türkiye hakkındaki görüşü nedir? Huntington Atatürk’e ve çağdaş Türkiye’ye olumsuz bakar. Ona göre Türkiye hiçbir zaman batılılaşamayacaktır. Bu ülke tek parti dönemindeki uygulamalarla "bölünmüş ülke" statüsü kazanmıştır. Siyasal değişimin, iktidarlarca halkın zorlanması suretiyle gerçekleştirilmesi çok tehlikelidir. Modernleşme doğal bir süreç içinde gerçekleşmelidir. Huntington; Atatürk devrimleri Atatürk'ün kalibresinde bir lider tarafından silinerek, Türkiye’nin yeniden dinsel kimliğine dönmesi”ni ister. Kısacası “Türkiye’ye dikkat” diyor Samuel P. Huntington, “bu ülkenin modernleşmesini, bu yoldan güçlenmesini önleyin”. Aksi takdirde, güçlü ve zengin bir Türkiye geri bıraktırılmış İslam ülkelerine “kötü” (!) örnek olur.
Huntington’un tezi ile Amerika’nın küresel çıkarları, daha doğrusu onun bağrındaki Derin-Merkez’in çıkarları arasındaki sıkı bağları görmek hiç de zor değil: Düşman ülkeler parçalanacak, bölünecektir! Peki, hangi araçla sağlanacak bu bölünme? “Uygarlıklar Çatışması” yazarı onun da yolunu gösteriyor: Etnik ve dinsel farklılıklar kullanılarak… Bundan başka –düşman olarak görülüyor ya– İslam ülkeleri oldukları yerde kalmalıdır, hatta daha da geriye gitmelidir! Peki, bu nasıl sağlanacak? Huntington’un yanıtı hazır: Batı uygarlığına erişilemez. Ancak ortada Atatürk Türkiyesi var, bu tezin aksini kanıtlayan… O da sorun mu, reddedersin, dışlarsın olur biter; hattâ “kalibresi yüksek” birilerini bulur, yıktırırsın da onu. Yıllardır, Türkiye’de Çirkin Batı’nın desteğiyle yapılan da bu değil midir?
6) Amerika AKP İktidarına “Osmanlı Milletler Topluluğu” Zokası Uzatıyor.
ABD’nin bir “Büyük Ortadoğu projesi”( BOP) var. Projede AKP Hükümeti de görev aldı, Başbakan kendisi söyledi. Osmanlı Milletler Topluluğu masalı ile kandırıldı. Bu olsa olsa bir zoka... Neden? Geçmişe bakalım: 1900’lerin başları… Batı’da, ABD’de, Osmanlı ülkesini bölme, özerk Kürdistan planları yapılıyor. 1980’ler… 2000’li yıllar…TürkiyeAmerikalı ajanlarla, bunların propagandalarıyla kaynıyor: “Atatürkçülük ölmüştür. Ulus devletler dönemi bitmiştir. Türkiye, Osmanlı gibi çok kültürlü, çok dinli, çok ırklı bir yapıyı dönmelidir. Devletin başına geçen Kenan Evren, Turgut Özal gibi şahıslar Amerikan propagandasına uygun davranışlar sergiliyor. Ve AKP… Parti programı “ABD’den gelen gizli bir mektup”a dayandığı söyleniyor. Yıl 2010… Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı… Türkiye'nin Ortadoğu politikalarına ilişkin konuşmalarında hep aynı tema: “Yeni-Osmanlı” mesajları… Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Irak’ı, Suriye’yi tehdit ediyor, Mısır’a efeleniyor. “Osmanlı Milletler Topluluğu” aslında bir Amerikan projesi!... Gerçekte –Başbakan’ın, eşbaşkan olarak görevlendirildiği– “Büyük Orta Doğu Projesi” içinde yer alıyor.
Oysa, ABD Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı olan bir devlet… Ortadoğu’da güçlü bir ulus devlet istemiyor. Türkiye’nin varlığını küresel şirketlerinin çıkarlarına aykırı buluyor. Ortadoğu’nun siyasal yapısından da memnun değil. Hedefi bu yapıyı küçük, zayıf devletlere ayrıştırmak... AKP hükümeti bu planda taşeron olarak nasıl kullanılabilir? Çözüm: Türklere bir şey verecekmiş gibi davranmalı. Başka bir deyişle parçalanmış Ortadoğu’nun hamiliği havucu sunulacak Türklere. Bu aslında bir zoka… Kendinden geçen Türkiye, federasyonlaşmaya itilecek. O hengâmede bölünmüş, parçalanmış olacak.
7) Suriye Irak’tır, Libya’dır,… Türkiye’dir!
“Böl ve yönet”… Derin Merkez’in Ortadoğu’da kullandığı başlıca siyasal silah!... Hedef ülkenin halkını bölmek, birbirine düşman etmek, birbirine kırdırmak!... Bu silah Irak’ta, Libya’da kullanıldı, ardından, “demokrasi” kisvesi altında Suriye’de kullanılıyor.
Bir görüşe göreplanın hedefi Suriye’yi en az dört parçaya ayırmaktır. Parçalama sürecinde kullanılan yöntemler –yukarda değindim– kaos yaratma, çatıştırma ve “mazlum”ları koruma rolü, işbirlikçi bulma, birleşmeleri önleme... Suriye’nin parçalanmasında Amerika din (mezhep) farklılığına öncelik veriyor. Bölünme Irak, Suriye ve Türkiye’nin güneydoğusunda bir Kürt devletinin kurulmasının yolunu açacaktır ki bu da Derin Merkez’in, BOP’un temel hedeflerinden biridir. ABD planda taşeron olarak AKP iktidarını kullanıyor. Eğer AKP olmasa, bu işe kolayca girişemezdi. Karşılığında AKP iktidarının ağzına çalınan bal ise Osmanlı Milletler Topluluğudur.
Türkiye AKP hükümeti eliyle büyük olasılıkla bir savaşa, ardından parçalanmaya sürükleniyor.
Böyle giderse, yakın gelecekte olacak olan, ne yazık ki budur.
Öyleyse…, böyle gitmemelidir.
“Ahval ve şerait” ne olursa olsun,
Gereken yapılmalıdır.
Prof. Dr. Cihan DURA, 16 Ekim 2013
http://www.milliiradebildirisi.org