Amerika, Sevres Antlaşması Ve “Ermenistan” Sınırları

Amerika, Sevres Antlaşması Ve “Ermenistan” Sınırları

İletigönderen borabey » Pzt Ağu 18, 2008 10:18

Amerika, Sevres Antlaşması Ve “Ermenistan” Sınırları
[1. Bölüm]



Fahir Armaoğlu










1919 Ocak ayında toplantılarına başlayan Paris Barış Konferansı’nda Birleşik Amerika’nın Osmanlı Devleti’yle ilgili faaliyetlerini, Sevres Öncesi ve Sevres Sonrası diye ikiye ayırmak gerekmektedir.



ANKARA, 30 Ağustos 2007 Perşembe





Dünya Savaşı’nı sona erdiren barış antlaşmalarını hazırlamak üzere 1919 Ocak ayında toplantılarına başlayan Paris Barış Konferansı’nda Birleşik Amerika’nın Osmanlı Devleti’yle ilgili faaliyetlerini, Sevres Öncesi ve Sevres Sonrası diye ikiye ayırmak gerekmektedir. Başka bir deyişle, birincisi 1919 yılını kapsamakta, ikincisi de 1920 yılına ait bulunmaktadır.

Bu iki dönemde Amerika’nın Türkiye[1] ile ilgili faaliyetlerinin ortak noktası, Ermenistan faktörü’nün her iki dönemde de ağırlıklı bir unsur teşkil etmesidir. Yalnız bu ortak faktörün niteliği, 1919 ve 1920 yıllarında, yine birbirinden bir farklılık göstermektedir. 1919 yılında söz konusu olan, özellikle ve “soyut” olarak bir politik amaç veya bir politika faaliyeti olduğu halde, 1920′de, Amerika için söz konusu olan ise, bir antlaşmaya dayalı “somut bir faaliyet”, veya bir icra’dır. Bu icra ise, Sevres Antlaşması’nın 89′uncu maddesi uyarınca, “Ermenistan“a Türkiye’den koparılıp verilen toprakların, yani “Türkiye-Ermenistan” sınırının çizilmesi yetkisinin veya görevinin, Amerika Cumhurbaşkanı’na, yani Woodrow Wilson’a verilmiş olmasıdır.

Bu incelememizde, Sevres öncesi dönem, yani 1919 yılı üzerinde fazla durmayacağız. Bilindiği gibi, bu dönemin Türkiye-Amerika münasebetleri, daha doğrusu Amerika ile Millî Mücadele arasındaki münasebetler bakımından en Önemli olayı, “Ermenistan sorunu” hakkında rapor hazırlamakla görevlendirilen General Harbord Misyonu’nun, 20 Eylül 1920 Sivas’ta Atatürk ile yaptığı ve 3-4 saat süren görüşmelerdir.

Harbord Misyonu konusu yeteri kadar incelendiği için, biz bu konu üzerinde fazla durmayacağız[2].

Yalnız şu kadarını belirtelim ki, Amerika’nın “Ermenistan” konusu üzerine eğilmesi, Başkan Wilson’ın “Milliyetler” ilkesi dolayısıyla ve Amerikan kamuoyunun ağır baskısı altında ortaya çıktığı gibi, yine çeşidi yardım kuruluştan ve Ermeni davasını destekleyen kuruluş ve politikacıların tahriki ile, konunun, 1919 Haziranı’ndan itibaren Paris Barış Konferansı’nın gündemine girmesiyle bir dinamizm kazanmıştır.

Ermeni davasını destekleyen bazı kuruluşların ve aynı zamanda Amerika’nın resmî yardım kuruluşlarının, Rusya Ermenistanı ile Türkiye sınırlarında 700-800 bin Ermeni mültecinin biriktiğini iddia etmesi, bunların açlıkla karşı karşıya kaldıklarını ve bunlara yardım yapılması gerektiğini bildirmeleri ve ayrıca, İngiltere‘nin de, şüphesiz “Ermenistan yükünü”, “Amerika hamalı”nın sırtına yüklemek amacı ile, Ermenistan’daki kuvvetlerini 1919 Ağustosu’ndan itibaren çekeceğini bildirmesi, bir yandan Ermeni mültecilerine yardım sorununu, diğer yandan da kurulacak “Bağımsız Ermenistanın kendisini dışarıya (yani Türklere karşı) karşı koruması sorununu ön plâna çıkarmış ve özellikle bu ikinci nokta da, baştan beri Ermenilere kanat germeye hevesli ve kararlı olan Başkan Wilson’ı Ermenistan üzerinde bir Amerikan “manda”sı sorunu ile karşı karşıya getirmiştir.

Bu sırada Amerikan Senatosu’nda, Başkan Wilson’ın Avrupa politikasına fazla “bulaştığı” yolunda eleştirilerin artması ve “inziva” (Isolation) politikasına dönülmesi eğilimlerinin kuvvetlenmesi dolayısıyla, Başkan Wilson, General Harbord başkanlığında kalabalık bir heyeti, Anadolu dahil, bölgeye göndererek, “Ermenistan Mandası”nı ve muhtemel sorunlarını yerinde inceletmiştir. Harbord Misyonu’nun askerî niteliği, Ermenistan’ın özellikle dışarıya karşı korunmasının, Wilson’ın başlıca endişesini teşkil ettiğini göstermekteydi[3].

General Harbord, gezisinin sonunda uzun bir rapor hazırlayarak bir nüshasını Paris’teki Barış Konferansı’na, bir nüshasını da Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na vermiştir[4].

General Harbord, raporunda[5], bir hayli tarafsız davranarak, sade Türklerin Ermenilere saldırmadığını, bir çok yerlerde Ermenilerin de Türklere saldırmakta olduklarını örnekleriyle belirtmiş ve, yukarda da değindiğimiz gibi, Ermenilere yardım kuruluşları ile Ermeni davasını destekleyen Amerikan politikacıları, Rusya Ermenistanı’na sığınan Ermeni mültecilerin sayısını 700-800 bin olarak iddia ettikleri halde, General Harbord bu miktarın 300 bin civarında olduğunu söylemiş tir.

Manda konusunda ise, “Ermeni sorunu Ermenistan’da çözülemez” diyen Harbord, Fransa ve İngiltere tarafından işgal edilmiş olmaları sebebiyle, Suriye ve Mezopotamya hariç, İstanbul ve Rumeli (Trakya) dahil, bütün Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde bir manda rejiminin kurulması gerektiğini ileri sürmüştür.

Fakat bu ifade, Harbord’ın, Amerikan mandası konusundaki iyimserliğinin bir işareti değildi. Generalin belirttiğine göre, manda yönetimini üzerine almakla Amerika, en az bir kuşak boyu bu işe bulaşmış olacaktı ve askerî bakımdan da, değişen şartlara göre, 25.000 ile 200.000 arasındaki bir askerî kuvvede bu rejimi desteklemek zorunda kalacak, ve nihayet, manda yönetiminin ilk beş yılında Amerika’nın 756 milyon dolarlık bir malî yükü de sırtlaması gerekecekti.

Harbord’ın raporundan yaklaşık bir ay sonra, Amerikan Senatosu’nun, bir yandan 28 Haziran 1919 tarihli Versay Anlaşması’nı ve bir yandan da, ona bağlı olan Milleler Cemiyeti Paktı’nı onaylamayı 19 Kasım 1919′da reddetmesi ile, Amerika’nın “Ermeni Mandası” hikâyesi de sona eriyordu.

Çünkü, Amerika Milletler Cemiyeti’ne üye olamıyordu. Halbuki “manda” rejimleri Milletler Cemiyeti’ne bağlı bir sistemdi.

Senato’nun bu kararı üzerine, Amerika, Aralık 1919′da Paris Barış Konferansı’ndan çekildi. Başkan Wilson, özellikle Milletler Cemiyeti Paktı’nı Senato’ya onaylatmak için bir kaç teşebbüste daha bulunduysa da, bütün teşebbüsleri başarısızlıkla sonuçlandı.

Fakat, başta İngiltere olmak üzere, Amerika’nın Avrupalı müttefikleri, Amerika’nın ve özellikle Başkan Wilson’ın yakasını bırakmadılar.

Paris Konferansı, “Türkiye Sorunu”nu, yani Osmanlı Devleti’yle yapılacak barışı 1920 Ocak ayından itibaren ele aldı. Almasıyla birlikte, “Ermenistan” konusu ve dolayısıyla Amerika, tekrar gündeme geldi[6].

İngiltere, Fransa ve İtalya, yani Barış Konferansı’nın “Yüksek Konseyi” (”Supreme Council”), Şubat ve Mart aylarında Londra’da ve Nisan ayında da San Remo’da (İtalyan Rivierasında) toplanarak, Türkiye ile barışın esaslarını tespit etmişlerdir. Amerika, San Remo toplantıları ile temaslarını, Roma Büyükelçisi vasıtasıyla sürdürmüştür.

Yüksek Konsey’in Londra toplantılarından sonra, Fransa‘nın Waşington Büyükelçisi, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na verdiği 9 Mart 1920 tarihli bir notada, Türkiye ile barış konusundaki çalışmaların bir hayli ilerlediğini, bu durumda, Fransa’nın (Yüksek Konsey Başkanı), Amerika’nın “Doğu Sorunları” ile ilgilenip ilgilenmediğini veya bu sorunlarla ilgisini devam ettirip Konferansa katılıp katılmayacağını öğrenmek istediğini bildirdi. Amerika ise, bu notaya cevabında, Müttefiklerin Türkiye ile barış konusundaki düşüncelerini bilmediğini söyleyince[7], Fransa’nın Waşington Büyükelçisi, 12 Mart 1920 tarihli bir nota ile[8], tespit edilen bazı esasları Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na bildirmiştir. Nota’ya göre, Türkiye barışı konusunda Londra’da tespit edilen esaslar şöyleydi:

1) Türkiye’nin Avrupa sınırları, Midye-Enez çizgisi, fakat muhtemelen Çatalca Hattı olacaktır.

2) Türkiye’nin Asya tarafındaki sınırlan, kuzeyde ve batıda Karadeniz, Marmara ve Akdeniz, doğuda Ermenistan sınırı (yani bağımsız Ermenistan), güneyde ise, Ceyhan Nehri’nden başlayıp, Antep, Birecik, Urfa, Mardin ve Cezire-i İbni Ömer’in kuzeyinden geçen çizgidir.

3) Padişah İstanbul’da kalabilecek, fakat burada Padişah’ın muhafız kuvvetlerinden başka kuvvet bulunmayacaktır. Müttefikler, Avrupa Türkiyesi (Trakya) ile Marmara ve Boğazlann güneyindeki bölgeleri işgal etme hakkını mahfuz tutarlar.

4) Boğazlardan geçiş, savaşta ve barışta serbest olacak, bir Boğazlar Komisyonu kurulacak ve Padişah’ın Boğazlar üzerindeki egemenlik hakkını, Padişah adına bu Komisyon kullanacaktır. Bu Komisyon’da, bazı şartlarda Amerika ve Rusya da temsil edilecektir. Komsiyon’un başkanı ancak büyük devletlerden biri olacaktır.

5) Trakya’nın Türklere bırakılan kısımlarının dışında kalan kısımlar Yunanistan’a verilecek, Edirne’deki Türkler (”Osmanlılar” deniyordu) için özel garantiler sağlanacak ve Bulgaristan’a da Trakya’da bir serbest liman verilecekti.

6) Bağımsız bir Ermenistan kurulacak ve bu devletin denize çıkışını sağlamak için de, Lâzistan’da (yani Trabzon) kendisine bazı özel haklar tanınacaktır.

7) Türkiye; Mezopotamya, Arabistan, Filistin, Suriye ve bütün adalar üzerindeki haklarından feragat edecektir.

Aydın bölgesi hariç, İzmir bölgesi, Padişah’a bağlı olarak Yunanistan’ın yönetimine verilecek ve İzmir Liman’ında Türkiye’ye de ayrı bir kısım ayrılacaktır.

Bundan sonra da Osmanlı borçlarına ait bazı malî hükümler söz konusu olmaktaydı.

Barış Konferansı’ndan çekilmiş olmasına ve ancak “uzaktan gözlemci” statüsünde bulunmasına rağmen, Amerikan hükümeti bu barış esaslan hakkında şu görüşleri bildirdi[9].

1) İstanbul bölgesi dışındaki Trakya topraklarının Yunanistan’a verilmesini Amerika kabul etmekle beraber, bu bölgenin kuzey kısmı halkı Bulgar olduğundan (!), Edirne ve Kırklareli (Kırkkilise) ve havalisi Bulgaristan sınırları içine katılmalıdır. Çünkü Bulgaristan’ın, tamamen Bulgarlarla meskûn olan batı topraklan Sırbistan’a verildiğinden, Bulgaristan’a yapılan bu haksızlık Trakya’da telâfi edilmelidir.

2) Amerika, Ermenistan konusu ile çok yakında ilgilidir. Ermenistan’ın sınırları, Ermeni halkının meşru (!) isteklerini karşılayacak ve kolay ve engelsiz bir şekilde denize çıkışını sağlayacak şekilde çizilmelidir. Denize çıkışı sağlamak için Lazistan’da Ermenistan’a özel haklar tanımak yeterli değildir. Venizelos, bu bölge Rumları adına, Trabzon’un Türklere verilmektense Ermenistan’a verilmesini tercih ettiğini bildirdiğine göre, Trabzon, doğrudan doğruya Ermenistan’a verilmelidir.

3) Amerikan hükümeti, elinde çok sınırlı bilgi olduğundan İzmir konusunda görüş bildirebilecek durumda değildir.

4) Eski Osmanlı imparatorluğu topraklarında ne şekilde bir düzenleme yapılırsa yapılsın (kime ne toprak verilirse verilsin), Amerikan vatandaşları ve şirketleri, diğer devletlerinkinden daha az müsait durumda kalmamalıdır. Yani Amerika, ekonomik ve ticarî bakımdan, “Açık Kapı” veya “fırsat eşitliği” ilkesinin uygulanmasını istiyordu.

Toplantılarına San Remo’da devam etmekte olan Konsey, Amerika’nın bu görüşlerine verdiği cevapta[10], Türkiye ile âdil ve kalıcı (!) esasları kapsayan bu barış antlaşmasını, Amerika’nın da imzalayacağı ümidini izhar ettikten sonra, tespit ettikleri ve 12 Mart’ta Amerika’ya bildirdikleri barış esaslarını savunuyorlardı. Bundan başka, Bulgaristan’a Edirne ve Kırklareli (Kırkkilise) nin verilmesi hususundaki Amerikan isteğine karşı da, kendilerindeki istatistik bilgilere göre, bu iki şehir ve havalisinin çoğunluğunun Türk olduğunu belirtiyorlardı.

İlginç bir nokta da, Amerika’nın Avrupalı müttefiklerinin, Amerikan Senatosu’nun Versay Antlaşması’nı onaylamayı reddetmesinin anlamını hâlâ anlamamış olmaları veya anlamamazlıktan gelmeleriydi.

Bağımsız Ermenistan konusunda Müttefiklerin de Amerika ile aynı görüşü paylaştıklarını ve halihazır ihtiyaçları ve gelecekteki gelişmesi (expansion) bakımından “haklı olarak (!) iddia ettiği” toprakları Ermenistan’a vermeyi ciddi bir şekilde arzu ettiklerini bildirmekteydiler.

Sorun bir al gülüm - ver gülüm hikâyesine dönüşmüştü. Avrupalılar, müstakbel Sevres Antlaşması’na Amerika’yı da bağlamak ve bu antlaşma ile Yakın Doğu’da yapacakları karmaşık ve tehlikeli düzenlemede Amerika’ya da sorumluluk yüklemek için, Amerika’ya şirin görünmenin her türlü çabasını harcamaktaydılar.

Yalnız, Müttefiklerin bu 27 Nisan 1920 günlü cevaplarında, İzmir ile ilgili yeni açıklamalar dikkati çekmekteydi. İzmir ile bazı komşu ilçelerin (kazaların) nüfus çoğunluğunun Rumlarda olması ve Türkiye’nin bu Rumlara fena muamelede bulunması sebebiyle, İzmir’in Yunan yönetimine verildiği belirtildikten sonra, İzmir’in bütün Anadolu’nun ekonomisinde önemli bir yeri olması ve İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinin millî tepkilere sebep olmasının, Türkiye ile barışın uygulanmasını imkânsız kılmasa bile, güçleştirmesi ihtimali dolayısıyla, İzmir’in Padişaha bağlı hale getirildiği ve aynı zamanda Türklere de İzmir Limanı’nda imkânlar sağlandığı belirtilmekteydi. Burada “millî tepkiler” den duyulan endişe dikkati çekmektedir.

Amerika’yı Türkiye ile barış sorununa “bulaştırmak” ve konunun içine çekmek için, Nisan 1920 sonunda, İngiltere’nin egemen olduğu Milletler Cemiyeti’nin de kullanılmak istendiği de görülüyor. Çünkü, San Remo’dan 27 Nisan’da Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen uzun bir mesajda[11]., Ermenistan konusunda, Amerika bir karar verme zorunluluğu ve dolayısıyla, Türkiye barışı ile karşı karşıya bırakılıyordu.





DİPNOTLAR

1 - Gerek Amerikan belgelerinde, gerek Paris Barış Konferansı ile ilgili belgelerde, Osmanlı Devleti, daima “Türkiye” adı ile zikredildiğinden ve hatta 1920 yılında, sonradan Sevres Antlaşması adını alacak antlaşmanın adı daima “Türkiye ile barış” (Peace with Turkey, Peace Setdement with Turkey) diye zikredildiğinden, biz bu incelememizde, Osmanlı Devleti yerine,
Türkiye deyimim kullandık.

2 - Bu konuda bak.: Dr. Fethi Tevetoğlu, Millî Mücadelede Mustafa Kemal Paşa-Ceneral Haıbord Görüşmesi, TÜRK KÜLTÜRÜ, Yıl VII, Sayı 76, Şubat 1969, s. 257-267; Yıl VII, Sayı 77,

Mart 1969, s. 321-334; Yıl VII, Sayı 80, Haziran 1969, s. 525-545; Yıl VII, Sayı 81, Temmuz 1969, s. 589-603. Bizim incelediğimiz Amerikan belgelerinde, General Harbord’un raporunun metni verilmekte, fakat, başka hiç bir bilgi verilmemektedir.

3 - Bütün bu gelişmelere ait Amerikan belgeleri için bak.: Papers Relating to the Foreign Relations of the United States, 1919, Washington, D.C., Government Printing Office, 1934, Vol. II, p. 817-841.

4 - General Harbord Misyonu, Başkan Wilson’ın onayı ile gönderilmekle beraber, esasında Paris Barış Konferansı adına görev yapmıştır. Bu sebeple, 16 Ekim 1919 tarihli olan raporunun imzalı nüshasını Paris Barış Konferansı’na sunmuş, imzasız bir nüshasını da Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na vermiştir. Bu konuda bak.: aynı kaynak, Vol. II, p. 841, 24 no.lu dipnotu.

5 - Raporun metni: aynı kaynak, p. 841-889. Ayrıca bak.: Maj. Gen. James G. Harbord, Conditions in the Neaı- East: Repon of the American Military Mission to Armenia, U.S. Senate, 66th Congress, 2d Session, Document No. 266; Washington, Government Printing Office, 1920; Brig. Gen. George Van Horn Moseley, Mandatory över Armenia: Report made to Maj. Gen. James. G. Haıobrd, Senate, 66th Congress, 2d Session, document No. 281, Washington Government Printing Office, 1920.

6 - Bundan sonraki açıklamalarımızı, şu kaynakta yer alan belgelere dayandıracağız: Papers Relating to the Foreign Relations ofthe United States, 1920, Washington, D.C., Government Printing Office, 1936, Vol. III, p. 748-809. Bu kaynağı bundan sonra kısaca “Papers… 1920/IU” Şeklinde zikredeceğiz.

7 - Laurence Evans, United States Policyand the Paıtition ofTurkey, 1914-1924, Baltimore,The John Hopkins Press, 1965, p. 278.

8 - Notanın metni: Papers… 1920/111, p. 748-750.

9 - Amerikan Dışişleri Bakanlığı’ndan Fransız Büyükelçiliği’ne 24 Mart 1920 tarihli nota, Papers… 1920/III, p. 750–753.

10 - Roma’daki Büyükelçi Johnson’dan Washington’a 27 Nisan 1920 günlü telgraf, Papel?1920/III, p. 753–756.

11 - Roma Büyükelçiliği’nden Waşington’a 27 Nisan 1920 günlü telgraf, Papers…l920/M, p. 779-783.
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Pzt Ağu 18, 2008 10:21

“Bölücü Terör ve İhtilal Örgütlerine Bağlı Ermenilerin İstanbul Ayaklanmaları”
August 15th, 2008 · No Comments
From: erkan calik [mailto:erkancalik@hotmail.com]
To: advisoryboard@turkishforum.org; dtk@turkishforum.com; grassroots@turkishforum.com; mehmet.samsar@mfa.gov.tr; mlutem@mfa.gov.tr;
Subject: BEKLENEN KİTAP CIKTI…Bölücü Terör ve İhtilal Örgütlerine Bağlı Ermenilerin İstanbul Ayaklanmaları





MERHABA..



Uzun uğraş ve çok titiz bir çalışma ile, Osmanlı arşiv kayıtlarının 5 yılı askın bir zaman surecinde 1895 ve 1896 yıllarında vuku bulan ve şimdiye kadar hiç ortaya çıkmamış bir çok belgelerin ışığında “Bölücü Terör ve İhtilal Örgütlerine Bağlı Ermenilerin İstanbul Ayaklanmaları” İsimli Kitabımız nihayet çıkmıştır.



Altta sizlere kitabimizin içeriğini ve önsözünü gönderiyorum Kitabımızı temin etmek isteyenler erkancalik@atlantikmedya.com yada erkancalik@hotmail.com a e mail atmak sureti ile kargo ile gönderilecektir.









ÖNSÖZ



“Bölücü Terör ve İhtilal Örgütlerine Bağlı Ermenilerin İstanbul Ayaklanmaları” isimli elinizdeki bu kitabımız tamamen Osmanlı Arşiv Belgelerinden derlenmiştir.

Ermeni konularıyla ilgili son yıllarda hayli kitap yazılmıştır. Günümüzdeki Ermeni diyasporasının durmak ve yorulmak bilmeyen Türkiye aleyhtarlığı propogandaları karşısında bizde, bugüne kadar pek değinilmemiş olduğu İstanbul ayaklanmalarını belgelerle açığa çıkarmak istedik.

İstanbul’da yapılan iki ayrı ayaklanma vardır. 30 Eylül 1895 ve 26 Ağustos 1896 tarihlerinde yapılan bu ayaklanmalar Ermeniler tarafından değil, Ermeni İhtilâl Komiteleri-Ermeni Terör Örgütleri tarafından ve uluslararası bir organize ile yapılmıştır.

Bu tarihlere kadar Anadolunun çeşitli vilayetlerinden köylere kadar birçok yerde Ermeni Terör Örgütleri çeşitli bahanelerle olaylar, isyanlar çıkarmışlar, insanlar arasına nifak sokarak Türk-Ermeni çatışmaları meydana getirmişlerdir.

Kapak konusu yaptığımız Amerika’da Ermenice olarak yayımlanan terör örgütlerinin sesini yansıtan Hayk Gazetesi’nin bu makalesinde Anadolu’da yapılan ayaklanmaları Avrupa’nın zamanında duymasının mümkün olmadığı, bu ayaklanmalarda Türklerle askerlerin bir olup, Ermenileri kırdığı; onun için artık ihtilâlin İstanbul’dan başlaması gerektiği, İstanbul’un Avrupanın gözü önünde olduğu, olay çıktığında iki taraftan kanlar akmaya başlayınca Avrupanın bunu görmezden gelemiyeceği, müdahale edeceği ve müdahalenin sonunda da Türkiye’nin taksim edileceği” anlatılmış “bu fırsatın kaçırılmaması gerektiği, İstanbul Ermenilerinin cesur ve kahramanca Türk polisi ve Türk askeri ile savaşması gerektiği, Ermenistan’ın bu sayede kurulacağı” yazılarak Ermenilere alenen ihtilâl çağrısı yapılmıştır.

Terör Örgütleri ile ilişkisi olmayan Ermeniler bu ayaklanmalara hiçbir şekilde katılmadı. Anadolu’dan getirttikleri kişilerle beraber isyancıların sayısı azemi 4-5 bin dolayında idi. İstanbul’un nüfus cetvelinde görüldüğü gibi Ermenilerin İstanbul’daki nüfusu 158.131’dir. Ermeniler bu ayaklanmayı benimsemiş olsalardı katılım çok daha fazla olurdu.

Devleti yıkmaya ve ülkeyi bölmeye yönelik teşebbüs ve eylemlerin adı isyandır, ayaklanmadır. Yeryüzünde hiçbir ülke varmıdır ki devletini yıkmak ve ülke topraklarını taksim etmek gibi amaçlarla yapılan eylem karşısında sessiz kalsın. Uluslar arası hukukta bunun müeyyidesi ne ise o uygulanır. Ama ecdadımız Osmanlı bu müeyyideleri uygulamadı ve her isyandan sonra bir af çıkarıldı.

Bilhassa 1896 olaylarında Ermeni terör örgütleri Müslüman halkın tepkisini çekmek ve onların sabrını taşırmak için vahşetlerini şiddetle artırdılar ve bir noktadan sonra bekledikleri oldu. Halk olaya karıştı. Kazma ve kürek sapları ile karşı harekete geçti. İstanbul felç oldu. Çok sayıda ölü ve çok sayıda yaralı vardı. Yabancı elçilikler ayakta ve tetikte idi. Türk halkının, devletine ve milletine sahip çıkması sayesinde İstanbul’da meydana getirilen bu büyük bâdire atlatılmış, ayaklanmaları planlayan, yüzlerce insanın ölümüne, yaralanmasına, insanların tarifi imkansız korku ve dehşete kapılmasına sebep olan Ermeni Terör Örgütleri caniler yakalanmış, mahkeme edilmişlerse de bu olaydan sonra gene bir af çıkarılmıştır. Çıkarılan bu afların teröristlerin ıslahına, değil cesaretlerinin artmasına, yeniden örgütlenmelerine yaramıştır.

Tüm bu olaylarla ilgili belgeleri okudukça günümüzle kıyaslama imkanı bulacaksınız. Dün ve bugün…. Aradan bir asırdan fazla bir zaman geçmiş. İsimler değişmiş ama cereyan eden olaylar hep aynı olaylardır. Belki aktörler değişmiştir. Kimbilir belki de dünkü aktörler bugün karşımıza isim değiştirererk çıkmışlardır. Bugünü anlayabilmek için dünü görmek ve bilmek gerekir.

Dünümüz, tarihimiz; Tarihimiz; geleceğimizdir.

Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin ilelebet payidar olması dilek ve dualarımızla…





Saygılarımla.

Ferhat KÜTÜKLÜ
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Pzt Ağu 18, 2008 10:22

Almanya ERMENILERE sözde soykırım yardımını durdurdu
August 12th, 2008 · No Comments

HURRIYET








Celal ÖZCAN / MÜNİH




Sözde soykırım tanığı olarak bilinen Alman papaz Johannes Lepsius’un belgelerde sahtecilik yaparak manipulasyona gittiğini Alman hükümeti de kabul etti. Alman hükümeti papaz Lepsius’un Potsdam’da kaldığı evin anıta dönüştürülmesi için ayrılan 300 bin Euro ek yardımı dondurdu.

Alman papaz Johannes Lepsius’un 1919 yılında yayınladığı “Almanya ve Ermenistan 1914-1918″ adlı kitabı Avrupa’da sözde Ermeni soykırım belgeseli olarak gösteriliyordu. Ancak Batı’da Ermenilerin avukatı gibi tanınan papaz Lepsius’un araştırmalar sonucunda Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman nüfuzunu yaymak amacıyla gönderildiği ortaya çıktı. Tarihçiler Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanya’nın da Ermeni meselesiyle ilgili olarak yargılanması gündeme gelince Alman Dışişleri’nin Lepsius’a belgeleri yayınlaması görevi verdiğini belirledi. Tarihçilere göre Lepsius, Almanya’ya yöneltilen suçlamayı etkisiz kılmak için belgelerde sahtecilik yaptı ve bazı belgeleri gizledi.

Konuyla ilgili olarak Alman Sol Parti hükümete küçük bir önerge verdi. Hükümet önergeye verdiği cevapta, “Johannes Lepsius’un 1919 yılında yayınladığı “Almanya ve Ermenistan 1914-1918″ kitabında manipülasyona gittiği doğrudur” denildi. Almanya, Lepsius’un 150′inci doğumgünü olan 15 Aralık 2008′te açılması planlanan Alman Ermeni Akademisi için ayrılan ek 300 bin Euroluk bütçeyi dondurdu.


Tags: Ana Konular · Ermeni İddiaları · Türkçe
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Pzt Ağu 18, 2008 10:24

Ermeni tasarisina kar$i çikan milletvekili, Ermeniler tarafindan ölümle tehdit edildi
August 10th, 2008 · No Comments
Ermeniler’den ölüm tehdidi!

ABD’de Ermeni meselesinde Türkiye yanlisi bir tutum izleyen Temsilciler Meclisi’nin Demokrat Parti Tennessee milletvekili Steve Cohen, Ermeni asilli Amerikalilar’dan ölüm tehditleri aliyor.

Fetullah Gulene yakin , Washington DC merkezli Amerika Türk Koalisyonu (TCA) adli kurulu$tan yapilan açiklamada, Milletvekili Cohen’in, ABD’de geçen yil Temsilciler Meclisi’nin gündemine gelen 1915 olaylarina ili$kin Ermeni tasarisinin kabul edilmesine kar$i çikmasinin ardindan, Ermeni asilli Amerikalilar tarafindan ciddi bir biçimde taciz edildi»i, Cohen’in ölüm tehditleri aldi»i kaydedildi.

TCA’nin Ba$kani Lincoln McCurdy, “Bir kongre üyesini ölümle tehdit etmek, terörizmden daha az bir $ey olarak adlandirilamaz” dedi.

McCurdy, “Türk Amerikan toplumu, Ermeni asilli Amerikalilar’in ve bütün Ermeni kurulu$larin bize, bu eylemleri kinamada katilmasini talep
ediyoruz. Özellikle de bu ülkede ve bütün dünyada Ermeni terörizmi tarihi i$i»inda” diye konu$tu.

Steve Cohen, ABD Temsilciler Meclisi’ndeki Türk Dostluk Grubu’nun da üyesi bulunuyor. Cohen, 4 Kasim’da yapilacak ABD kongre seçimleri öncesinde, Tennessee eyaletinde, kendi bölgesinde düzenlenen ön seçimi, Ermeniler’in aleyhteki yo»un kampanyasina kar$in rahat bir $ekilde kazanmi$ti.

Memphis’te yapilan Demokrat Parti ön seçiminde Cohen, oylarin yüzde 79′unu almi$, Ermeniler’in destekledi»i siyah avukat Nikkin Tinker ise
yüzde 19 destek toplami$ti. Yahudi kökenli ve beyaz olan Cohen, seçmenlerin büyük ço»unlu»unu siyahlarin olu$turdu»u bölgesinde, siyah
bir rakibi yenerek büyük ba$ari kazanmi$ti.

Tinker, ön seçimden önce televizyonlardan yayimlatti»i reklaminda Cohen’i, “siyahlara kar$i $iddet dolu suçlar i$leyen yasa di$i beyaz örgütü Ku Klux Klan ile” özde$le$tirmi$ti. Bu reklami kinamak için Cohen’in evinde düzenledi»i basin toplantisina katilan Ermeni asilli bir
kameraman, basin toplantisinda Cohen’i, 1915 olaylari tasarisina kar$i çikmakla suçlayinca Cohen, kameramani evinden kovmu$ ve bu durum Amerika Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA) tarafindan protesto edilmi$ti.

Cohen’in ki$ili»ini hedef alan televizyon reklami, Ermeni tezlerini desteklemesiyle de bilinen Demokrat Parti’nin ba$kan adayi Barack Obama’nin da tepkisini çekmi$ ve Obama yazili bir açiklamayla, “Bu ate$li ve ki$isel saldirilarin, bizim politikamizda yeri var. Bunlar, Tennessee’nin iyi insanlarina yardim edecek nitelikte de»il” demi$ti.

iki yildir milletvekili olan Cohen, 1915 olaylarina ili$kin ABD Temsilciler Meclisi’ndeki tasariya kar$i çikarak geçen Ekim ayinda bir basin toplantisinda Türkiye’yi destekleyen bir konu$ma yapmi$ ve bunun ardindan ABD’deki Ermeni kurulu$larin hedefi haline gelmi$ti. ANCA, Cohen’in yeniden Temsilciler Meclisi üyeli»ine seçilmemesi için kampanya yürütüyordu. ANCA bu amaçla Ermeniler’in, Cohen’in rakibi Tinker’in seçim kampanyasina 35 bin dolar yardim yapilmasini sa»lami$ti.

Ermeni tasarisi, Temsilciler Meclisi’nin Di$i$leri Komitesi’nden geçmi$ ancak ABD Ba$kani George W. Bush yönetiminin a»irli»ini koymasiyla,
Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nun gündemine oylama için getirilmemi$ti. ABD’de, 4 Kasim’da ba$kanlik seçiminin yani sira milletvekili seçimleri de yapilacak.
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Pzt Ağu 18, 2008 10:29

ERMENİ SOYKIRIMI YALANI
August 12th, 2008 · No Comments

Ermeni Soykırımı Yalanı - El Birliği Derneği Yayımları

Önsöz:

1915 yılında, doğuda Ruslara karşı savaş veren Türk Ordusunu sırtından hançerleme alçaklığına teşebbüs eden ermeni çetecilere karşı Osmanlı Hükümeti’nin almış olduğu “tedbirsel tehcir” kararını, bugün soykırımmış gibi önümüze koyanlar ve bize “tarihinizle yüzleşmekten kaçmayın” diyenler, önce kendi tarihleriyle yüzleşmelidirler!

Tarih boyunca gittiği her yere medeniyet, adalet ve hoşgörü götüren yüce Türk Milleti’nin, tarihiyle yüzleşmekten çekineceği tek bir tarih sayfası bile yoktur. Çünkü Türk tarihinin her bir sayfası-hatta her bir satırı- ayrı bir kahramanlık, ayrı bir zafer ve ayrı bir onur öyküsüdür. Başka hiçbir millet yoktur ki, böylesine şerefli ve medeni bir tarihe sahip olsun. Tanrı, bu ayrıcalığı sadece ve sadece bu yüce millete nasip etmiştir. Bu yüzden Türk Milleti, tarihiyle yüzleşmekten çekinmez, tarihiyle gurur duyar.

Bugün, işte bu yüce millete “soykırımcı” sıfatını yapıştırmaya çabalayan Batı’nın tarihi ise; soykırımlar, barbarlıklar, canilikler, ahlaksızlıklar ve de sapıklıklar üzerine kurulu vahşi bir tarih olmaktan ibarettir! Batı tarihinin hangi sayfasını açsanız, orada bir soykırımla ya da başka bir insanlık dışı vahşilikle karşılaşırsınız!

İşte bu yüzden, Türk’e “soykırımcı” damgası vurma çabası içinde olanlara, önce kendi tarihleriyle yüzleşmelerini öneririz…Çünkü soykırım ne demek, barbarlık ne demek orada göreceklerdir!.. Aynı çağrıyı tarih sayfalarında soykırım arayan “Tarihçi” yaftalı içimizdeki Taşnakçılara da yaparız…

Koskoca bir yalandan ibaret olan “ermeni soykırımı” iddialarına cevaben hazırlamış olduğumuz bu kitapçığı, milli şehidimiz Boğazlıyan kaymakamı Kemal beye ve soykırımın gerçek kurbanları olan; 20.yüzyılın ilk çeyreğinde ermeni çeteleri tarafından Anadolu’da ve Kafkaslarda katledilen yaklaşık 2 milyon Türk’ün, Karabağ’ın işgali sırasında Ermenistan tarafından Hocalı’da katledilen soydaşlarımızın ve yine ermeni terör örgütü ASALA tarafından alçakça şehit edilen Türk diplomatlarının ve ailelerinin aziz hatıralarına ithaf ediyoruz…

Eray ŞENGÜL
EL BİRLİĞİ DERNEĞİ GENEL SEKRETERİ

EN BÜYÜK YALAN: “ERMENİ SOYKIRIMI”

Ermeni Sorunu ve Dinsel İdeoloji

19.yy’da, daha çok müslüman toplumların hakim olduğu Ortadoğu’nun kuzeydoğu bölümlerinde, hıristiyan bir toplumun varlığı; Batı Avrupa, Amerika ve Rus kiliseleri için büyük bir fırsattı.Gregoryan ermenilerini Protestan, Ortodoks ya da Katolik yapmak için verilen uğraşlar, sonunda Osmanlı sultanından alınan izinlerle gerçekleşti.

Örneğin, Fransızlar’ın baskısı ile Ermeni Katolik Kilisesi’nin açılması gerçekleştirildi. Amerikan misyonerlerinin çalışması ve İngiliz Hükümetinin baskısı ile Ermeni Protestan Kilisesi, Rusya’nın etkisi ile de Ermeni Ortodoks Kilisesi etkinlik göstermeye başladı.Söz konusu kiliseler sadece dinsel etkinlikler üretmedi.Aynı zamanda her kilise, ilişki içinde bulunduğu sömürgeci devletlerin yararına olmak koşulu ile ermeni milliyetçiliğini ve bölücülüğünü de harekete geçirdi.

Ermeni-ABD İlişkileri

Amerika’dan gelen misyonerler, 19.yy’ın ilk yarısında, Müslümanlar içinde bulunan Gregoryan ermeni toplumunu, Protestan yapmak için heyecanlı bir mücadeleye giriştiler. Bir yandan okullar açtılar, diğer yandan Ermeni Protestan Kilisesi’nin Osmanlı hükümdarı tarafından kabul edilmesine çalıştılar.Bu mücadelelerinde İngiliz misyonerlerinin de yardımını aldılar ve sonunda 1850′de Bağımsız Protestan Ermeni Patrikliği kuruldu.[1]

Misyonerler, bölünmeye yönelik her eğilime destek verdiler ve bu eğilim içindeki eylemciler için de fırsatlar sundular. Bu ilişkilerle bazı isyanların ya doğrudan kışkırtıcısı(örneğin 1892 Merzifon isyanı) ya da destekleyicisi oldular.[2]

1894-1896 Ermeni olayları, Amerikan Misyonerler Kurulu’nun düzenlediği gösterilerle Osmanlı aleyhtarı geniş bir kampanyaya dönüştü. 60 binden fazla ermeni, bu olaylardan sonra Amerika’ya göç etti.Bu göç, Osmanlı karşıtı kampanyanın hız kazanmasına neden oldu.[3]

1.Dünya Savaşı sonrasında, yıpranmış Avrupa güçleri karşısında önemli bir konum kazanan ABD hükümeti, bölgedeki olasılıklar üzerinde çalışmıştır. Anadolu önemli bir pazardır ve hammadde kaynağıdır. Ortadoğu’ya girmek ve burada etkili olmak için gerekli koşullar oluşmuş ve zaman da gelmiştir. Bunun için ya ABD himayesinde Ermeni devleti kurulmalı, bu başarılamazsa yenik Osmanlı Devleti’nden arta kalanlar ile ilişki kurarak, Amerikan mandasında bir Türkiye oluşturulmalıdır…1890′lardan sonra Amerika’ya gelen ermenilerin oluşturduğu lobiler de bu tutumda etkili olmuştur.

Sevr Anlaşması’nda Ermeni devleti kurulmuş, ancak Mustafa Kemal öncülüğündeki Türk milli mücadelecileri Sevr’i kabul etmemiş, mücadeleye girişmişlerdir.Kısa zamanda, Kafkasya Ermeni Devleti’ni yenmişler ve Gümrü Anlaşması ve ardından gelen Kars Anlaşması ile Türk-ermeni sınırı netleşmiş ve iki toplum arasındaki savaş sona ermiştir.Bu anlaşmalarla, zorunlu göçe tabi ermenilere, yeniden yaşadıkları yerlere dönme ve mal varlıklarına kavuşma garantisi verilmiştir.[4]

Lozan Konferansı’nda, Anadolu’da “Ermeni yurdu” oluşturma fikri Amerikan delegasyonu tarafından yeniden ortaya atılmış ve hararetle savunulmuştur…Lozan Anlaşması’ndan sonra Amerika’da, ermenilerin üç önemli örgütü büyük etkinlik içindedir: Taşnaklar, Hınçaklar ve Ramgavarlar bir çok alt örgüt ve yayın organıyla bu ülkede örgütsel çalışmalar yürütmektedir. ASALA dahil ermeni terör örgütleri de Amerika’da örgütlenme olanağı bulmuş ve Türk temsilciliklerine eylemler düzenlemişlerdir.

Ermeni-İngiliz İlişkileri

Osmanlı içindeki ermeniler ile İngilizlerin ilişkileri daha önceleri misyonerler aracılığıyla oluşmuşken, Tanzimat sonrası dönemde organik hale geldi.İngiltere, Ortadoğu’daki bu hıristiyan toplumu “ilgi çekici” buluyordu.Ermeni halkının yaşadığı bölge, hem Osmanlılar’ın İngiliz siyaseti uyarınca dağıtılmasında kullanılabilirdi, hem de Rusya’nın güneye inişi önünde bir “tampon ermeni devleti” oluşturabilirdi.

1892-94 yıllarındaki ermeni isyanları, bölgeyi bir çatışma alanına dönüştürerek dikkatleri bu bölgeye çekti. İngiltere, Kıbrıs Sözleşmesi’ndeki yükümlülükleri nedeniyle, Osmanlı hükümdarından bu bölgeye yönelik araştırma ve inceleme heyetleri gönderilmesini istedi.

Bu dönemde, Toynbee’nin de içinde bulunduğu tarihçiler, İngiliz dışişleri bakanlığının isteği doğrultusunda “mavi kitap”ları oluşturarak, İngiliz kamuoyunda ermenilere yönelik sempatiyi güçlendirmeye çalıştılar.

İngilizler’in, 1.Dünya Savaşı sırasında karşı cephede yeralan Osmanlılar’ın güçsüzleştirilmesi konusundaki siyasası, ermeni kiliseleri ve örgütleriyle güçlü ilişki kurmasına neden oldu.Bu ilişkiler, savaşın kaosunda değişen taktikler üzerine kurulu bir devingenlik ile ermeni toplumunun bağımsızlık arzularını güçlendirdi. Bu savaşın, Ermeni bağımsızlığı için ele geçebilecek en iyi fırsat olduğunun bilincindeki ermeni örgütleri, bu ilişkileri olabildiğince kullandılar.

1.Dünya Savaşı’ndan sonra, Anadolu’da bir Ermeni devleti kurulması, İngilizlerin Ortadoğu petrolleri üzerindeki etkinliği açısından vazgeçilmez oldu.Sevr Anlaşması’na böyle bir madde kondu ve İngiliz nüfuzunda bir Ermeni devletinin kurulması onandı.[5] Ne var ki Türk ulusal güçleri, bu planı bozdular.

Ermeni-Fransız İlişkileri

Ermenilere yönelik ilk Fransız isteği olan Ermeni Katolik Kilisesi’nin kurulması talebi, Osmanlı hükümdarınca kolaylıkla kabul edilmiştir…Fransa, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ile başlayan süreçte, ermenilere yönelik “reform” hareketlerinde etkin bir rol oynamıştır.Fransa’nın İstanbul büyükelçisi Cambon, ermenilerin Fransızlarla ilişkilerini kuvvetlendirmiştir.

Ermeniler, Fransız diplomatların da desteği ile 1890′lı yıllardan başlamak üzere Fransa’ya göç ettiler. Burada yaptıkları lobi çalışmaları ile Fransız hükümetine yönelik kamuoyu oluşturdular… 1.Dünya Savaşı’nda Fransızlar, müttefikleri İngilizlerle birlikte, gerek savaştıkları Osmanlılar’ın zayıflamasına yönelik olmak üzere ve gerekse savaş sonrası düşledikleri Ortadoğu için ermeni toplumunu önemli bir yapı taşı olarak gördüler.İlişkiler yoğunlaştı. Sonuçta, başta göç öncesi yaşanan ermenilerin Müslüman halka yönelik siddetin ortaya çıkışına destek olan Fransa, savaş sonrası düşlediği Ortadoğu’da, kendi nüfuzu için Ermeni devleti kurma konusunda ciddi planlar üretmeye başladı.

Savaşın ardından imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın getirdiği olanaklar ile İskenderun Limanı’ndan Anadolu’ya asker çıkaran Fransa, bölgeye ermenilerden oluşan lejyonerleri getirdi. Askeri gücünü arttırmak için, bölgedeki ermeni gönüllülerine de askeri elbise giydirdi.[6]

Ayrıca, Lozan Konferansı’nda da Fransa, “Anadolu’da Ermeni yurdu” fikrini savunmuştur…Son dönemlerde ermeni lobisinin etkinliği ve Fransız Hükümetinin Ortadoğu politikası yeniden kesişince, Fransız Parlamentosu sözde “ermeni soykırım” yasasını tanımıştır.

Ermeni-Rus İlişkileri

Çarlık Rusyası, Osmanlı ile olan çatışmalarının bir parçası olarak, Balkanlar’daki uluslara yönelik politikasını Ermenilere uyarlamıştır.19.yy’ın ilk yarısındaki bu gelişme, Rusya’da yaşayan ermeni toplumunun merkezi olan Eçmiyazin Kilisesi aracılığı ile yürütülmüştür.

Kurulan ermeni ayrılıkçı örgütleri, Rusya’dan çoğunlukla destek gördü.Üstelik Fransa ya da İngiltere’den farklı olarak, ermeni ayrılıkçı örgütlerin sosyalist söylemleri, Rusya’yı rahatsız etmedi.Bununla birlikte, Rusya topraklarında ermeni fedailerinin eğitimi yapılmış, kiliseler aracılığı ile bunların silahlandırılması sağlanmıştır. Bu eylemlerin, ezeli düşmanları olan Osmanlı İmparatorluğu’nu yıldıracağı ve zayıflatacağı hesap edilmiştir.

1.Dünya Savaşı’nda, kilise aracılığı ile Anadolu’daki ermenilere, kendisi ile işbirliği yapma teklifini yapan Rusya, ermeni örgütlerinden olumlu yanıt almıştır.Ermeni örgütlerinin Van’da başlattıkları katliam örneğinde olduğu gibi, sınırın Osmanlı tarafındaki eylemleri, Osmanlı cephesini zayıflatmış ve Rus Orduları, Kafkaslar’dan güneye kolayca inmişlerdir. Osmanlı Mebusan Meclisi, çıkardığı “Tehcir Kanunu”nun gerekçesini bu duruma dayandırmaktadır.[7]

Paris Konferansı’na katılan ermeni heyetinin başkanı Bogos Nubar Paşa’nın Times’a verdiği röportaja göre, Rus ordusunun saflarında savaşan ermeni gönüllülerinin sayısı 150.000 kişidir.[8] Bolşevik İhtilali ile Çarlık Rusyası yıkılınca yeni rejim, ermenilere yönelik çarlık siyasasını terk etmiştir. Lozan Konferansı’nda “Ermeni yurdu” adı altında yerleşim yerlerinin kurulmasını istemeyen Sovyetler Birliği, ermeni kaçaklarının Rusya’ya ya da Ukrayna’ya gelebileceğini açıklamaktadır. Ruslar, 2.Dünya Savaşı’na kadar bu görüşü sürdürmüşlerdir. Ancak 2.Dünya Savaşı’ndan sonra, Ermenistan Cumhuriyeti’nin topraklarının Türkiye Cumhuriyeti aleyhine genişletilmesine yönelik bir görüş dile getireceklerdir…Son olarak, Rus Parlamentosu’nda(Duma) da sözde ermeni soykırımı kabul edilmiştir.

Ermeni-Alman İlişkileri

Ermeni sorununun uluslararası boyuta taşındığı Berlin Anlaşması sonrası dönem içinde Almanya, bir yanda ermenilerin hıristiyan olmalarından kaynaklanan ve kendi kamuoyu ile ilgili tedirginlikler gösterirken, diğer yandan da Osmanlı ile ilişkilerini sıcak tutma ikilemi içindeydi. Ne var ki, siyasi ve ekonomik çıkarları, dinsel argümanlarla yaklaştığı ermenilerden daha önemliydi ve Osmanlılar’ı desteklediler.

Ancak, Avrupa hıristiyan dünyasının etkisini kullanmak isteyen Fransa, Almanları köşeye sıkıştırmak için, tehcirin Almanların önerisi, yönlendirmesi ve katkısı ile gerçekleştirildiği yönünde propagandalar yapmaya başladı. Fransa, “ermenilerin(yani hıristiyanların) ölümlerinden Almanları sorumlu tuttuklarını” açıkladı. Bu durum Almanya’nın hıristiyan kamuoyundaki imajını olumsuz etkilemeye başladı.Alman hükümeti, 1.Dünya Savaşı sırasında karşı cephede bulunsalar da Fransa’ya uyarak ermeni tehcirini kınadı.Böylece hıristiyan dünyasına karşı, “imajını düzeltmiş” oldu.

Savaştan yenik çıkan Almanya’da ermenilere yönelik bu tavır, ermeni lobilerinin çalışmaları ile sürdü.Almanlar bundan sonra ermeni siyasasına katkıda bulundular. Öyle ki, Lepsius’un “Deutschland und Armenian 1914-1918″ adlı kitabı, konuyla ilgili belge kitap olarak kabul edildi ve Alman kamuoyu, bu kitaba dayanan önyargılarla “bilgi”lendirildi…Kitap, tamamen Türk karşıtı bir kurgu içinde ve Alman Dışişleri bakanlığının da katkısıyla hazırlanmıştı.[9]

Ermeni-Osmanlı İlişkileri

Osmanlı’da ermeni toplumu, diğer hıristiyan topluluklardan üstün tutulmuştur.Osmanlı bürokrasisi içinde özellikle 19.yy’da birçok ermeni bulunmaktadır…19.yy’ın ilk yarısından başlamak üzere, özellikle ticaretle uğraşan ermenilerin çocukları Avrupa’da eğitim gördüler. Bu eğitimleri sırasında Fransız Devrimi’nin getirdiği ilkelerden ve akımlardan etkilendiler. Avrupa’dan döndükten sonra, bu kültürü çevrelerine taşıdılar.Ermeni milliyetçilik hareketinin ortaya çıkışında söz konusu ermeni “aydın”larının önemli katkısı oldu. Rus çarının Osmanlı siyaseti de bu gelişmeyi hızlandırdı. Ardından başta Amerikalı misyonerler olmak üzere herkes, ermeni toplumunu kendi çıkarları doğrultusunda ayrılıkçılığa itti.[10]

Ermeni Kilisesi, Ortadoğu’ya yönelik siyasaları olan büyük devletleri, uluslaşma sürecinde kullanmak istedi.Islahat Fermanı’ndan sonra bu istekleri somut bir adıma dönüştü ve 1863 yılında yürürlüğe giren “Ermeni Milleti Nizamnamesi” ile bir Ermeni Meclisi kuruldu.[11] Bu tarihten sonra ermeni milliyetçi-ayrılıkçı hareketi ivme kazandı. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve ardından imzalanan Ayestefanos ve Berlin anlaşmalarına kadar geçen sürede olgunlaşan ayrılıkçı hareketler, bu anlaşmalarla uluslararası bir güç elde etti.

Ermeni örgütleri, uluslararası güçlerin ilgisini çekmek için 1892-94 yıllarında Anadolu’da büyük isyanlar başlattılar.Bu isyanlarda binlerce insanımız, ermeniler tarafından katledildi…

Erzurum’da 1914′te toplanan Ermeni Taşnak Kongresi, “Osmanlı Hükümetiyle ilişkileri kopardıklarını” resmen dile getirdi.

1.Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra İttihat ve Terakki önderleri, ülkeyi terk ettiler.Mütarekenin imzalanmasından sonra, dış baskıların artması üzerine ermeni tehciri, İttihatçılar’ın üzerine yıkıldı ve karalama-tutuklama kampanyası başlatıldı.[12]

Bu atmosfer içinde Damat Ferit, “ermenilerin azınlıkta oldukları yerleşim bölgelerinden, daha fazla yoğun olduğu bölgelere göç ederek yerleşmelerini, böylece özerklik ya da bağımsızlık elde edebileceklerini” bile ifade etmiştir.[13]


Adapazarı'nda Ermenilerden toplanan silah ve bombaların bir kısmı

SOYKIRIM VE TEHCİR KAVRAMLARI

Soykırım Kavramı ve Tarihteki Uygulamaları

Soykırım(Jenosid): Irksal, dinsel, siyasal ya da etnik bir gurubun bilerek ve sistemli biçimde yok edilmesi.[14]

Soykırım kavramı, 2.Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’nın Yahudilere uyguladığı sistematik kırım(Holokost) dolayısıyla düşünülmüş ve üretilmiş bir kavramdır.

Soykırım suçu, gerçek anlamda aşağıda gösterilen örneklerdir:

Büyük bir sömürge imparatorluğu kuran, sömürgesi altındaki halklara insanlık dışı uygulamalarda bulunan Fransızlar’ın, Cezayirliler’e uyguladığı katliam(1830′dan 1962′ye) toplam 132 yıl sürmüştür.Tarihçiler, 132 yıl içerisinde öldürülen Cezayirli sayısının 1,5 milyonu aştığı sonucuna varırlar.

8 Mayıs 1945′te yaşanan Setif katliamında 45.000 Cezayirli, çoluk çocuk demeden Fransız askerlerince katledilmiştir.

Hindistan’ı ele geçiren İngilizlerin kıyımları daha şeytani idi.O dönemlerde aranan Hint kumaşlarının İngiliz kumaşlarına karşı rekabetini önlemek için, 50.000 Hintli dokuma ustasının ellerini bileklerinden kesmişlerdir.

2.Dünya Savaşı’nın bitişini kutlayan Cezayirliler’in ayaklandığını sanan Fransız donanması, açtığı ateşle 20.000 kişiyi yok etmişti.

Stalin’in, çoğu Türk kökenli olmak üzere kıydığı insan sayısı 10 milyonun üstündedir.

1.Dünya Savaşı sonunda Yunanlıların Batı Anadolu’yu işgal etmeleri sırasında ve Anadolu’dan çekilişleri anında, Türk vatandaşlarını acımasızca katletmeleri…

Ve 1945 yılında Amerika’nın, Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine attıkları atom bombası ile on binlerce sivil halkın ölümüne neden olması da bir soykırımdır.

Tarihin en büyük soykırımı, belki de Amerikan yerlilerine karşı Avrupalı işgalcilerle, onların çocuklarının yaptıkları soykırımlardır. Amerikan yerlilerine yapılan soykırımda çeşitli araçlar kullanıldı: Sistemli bir biçimde öldürme, geleneksel geçim kaynaklarını yok etme, dar topraklarını ağıl haline getirme, alkolizmi ve uyuşturucuyu teşvik, kasten mikrop bulaştırma ve zehirleme gibi…[15] Elli yıllık bir süre içerisinde 20 milyona yakın yerli yok edilmiştir.

1897 Yunan-Osmanlı Savaşı sonunda Girit’te yaşayan Türkler’e uygulanan zulüm ve katliamlar da bir soykırımdır.

Uygarlığın beşiği(!) Roma arenalarında düzenlenen eğlence ve oyunlar için bir günde yok edilen esir sayısı 20.000′e ulaşabiliyordu.

Tehcir Kavramı ve Tarihteki Uygulamaları

Tehcir: Göç ettirme, göç etmesine sebep olmak. Sürmek.

1.Dünya Savaşı’nda Osmanlı orduları birçok cephede savaşırken; Ermeni çeteleri, cephe gerisinde çıkardıkları ayaklanmalar ve saldırılar ile savunmasız köyleri, şehirlerdeki mahalleleri yakıp yıktılar ve bu bölgedeki Müslüman halkı katlettiler.

Van ve çevresinde, Rus ve Ermenilerin işbirliği ile gelişen olaylar ciddi boyutlara ulaştı. Ruslar’ın askeri harekatı, Ermeni isyanları sayesinde hedefine ulaşmaktaydı. Bir etnik azınlık olan ermenilerin, ihanet suçu işlediklerinden, ayrılıkçılık ve çeşitli eylemlere giriştiklerinden dolayı hükümet, milli güvenlik nedenleri ile ülkenin doğu ve güneydoğu bölgelerinde yaşayan ermeniler için zorunlu göç(Tehcir) kararını aldı.[16]

Osmanlı Devleti yöneticileri, iç güvenlik için devletin hukukundan doğmuş olan otoritesini kullanmak durumunda kalmış, isyan çıkaran ve düşmanla işbirliği yapan çeşitli yörelerdeki Ermenilerin, zorunlu olarak sınırlar içinde başka bölgelere(Suriye,Lübnan,Irak) sevk ve iskanına karar vermiştir.[17]

Ermeniler, tarihte egemenlikleri altında yaşadıkları devletlere ihanetlerinden dolayı birçok kez buna benzer göç hareketlerine tabi tutulmuşlardır. Sasaniler 379′larda 70.000 ermeniyi İran’a, Bizanslılar 1025′lerde 10.000 kadar ermeniyi Mısır’a, 1743′de İranlılar 24.000 ermeniyi İran içlerine ve 1777′de Kırım’ı işgal eden Ruslar, bölgedeki binlerce ermeniyi steplere sürmüşlerdir.[18]

Zorunlu göç(tehcir) uygulamasına daha ileriki yıllarda bazı büyük devletlerin de başvurduğunu gösteren pek çok örnek vardır. Bazı devletler, savaş koşullarının dayatmaları karşısında vatandaşlarının bir kısmını zorunlu göçe tabi tutmuşlardır. Örneğin; radikal sosyalist Fransız hükümeti, 1939-40 kışında Ren Vadisi’nde Majino Hattı’nın doğusunda bulunan Almanca konuşan ve Fransa’nın Almanya sınırında yaşayan Alsaz köylerinin tüm halkını, buralardan çıkartıp Fransa’nın güneybatısına, özellikle de Dordogne’a nakletmiştir. Almanca konuşan ve hatta kimi zaman Alman dostu olan bu halk, Fransız ordusunu rahatsız ediyordu. Bu insanlar, 1945′e kadar boşaltılmış ve yıkılmış evlerinden uzakta, güneyde kalmışlar ve hiç kimse “bu barbarlıktır, soykırımdır” diye bağırmamıştır.

Aynı şekilde ABD yönetimi de, Japonya’nın gerçekleştirdiği 7 Aralık 1941 Pearl Harbour baskınından sonra Japon asıllı Amerikan vatandaşlarını Pasifik bölgelerinden Missisippi vadisine göç ettirdi ve 2.Dünya Savaşı’nın sonuna kadar buradaki toplama kamplarında barındırdı.

Ermenilerin ve bazı devletlerin, bugün yanlış olarak “soykırım olayı” şeklide nitelendirdikleri esas olay, bizdeki “Sevk ve İskan Kanunu” dediğimiz o geçici kanundur ki, daha sonra “tehcir” adıyla duyulmuştur.

Ermeniler, “Millet-i Sadıka”(sadık millet) sıfatıyla Osmanlı ülkesinde Müslüman bir ülkenin gayrimüslim vatandaşı olarak yaşamışlardır. Ermenilere temel hak ve hürriyetler tanındığı gibi, din ve vicdan hürriyeti de tanınmıştır. Tanzimat’tan sonra ve özellikle İttihatçılar zamanında siyasi haklar, Müslümanlar kadar ermeniler içinde kabul edilmiştir. İttihatçılar, Osmanlı Devleti’ne ihanet eden Gabriel Noradungiyan’ı Hariciye Nazırı bile yapmışlardır. Osmanlı Devleti’nde ermeni kökenli 29 paşa, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 konsolos, 41 yüksek dereceli memur, birçok sanatçı ve zanaatçı görev almıştır. Yani ermenilerin soykırım yoluyla aynı Osmanlı tarafından ortadan kaldırılmaya çalışılmasını düşünmek, herşeyden önce bir çelişkidir.[19]

Tehcir kanunun yürürlüğe girmesinden on gün sonra 6 Haziran 1915′te Fransa,İngiltere ve Rusya, Osmanlı Hükümeti’ne bir nota vererek, “ermeni katliamından hükümet üyeleri ile memurları sorumlu tutacaklarını” bildirdiler… Osmanlı Hükümeti, hazırladığı karşı bir notayla suçlamaları kesinlikle reddederek “rahatlığı ve güvenliği bozacak hiçbir harekette bulunmayan yerlerdeki ermenilere karşı tedbir alınmasına gerek duyulmadığını, sadece isyan eden ermeniler hakkında bazı kararlar alındığını, Osmanlı Hükümeti’nin başka bir hükümete hesap vermek zorunluluğu duymadığını” bildirir. [20]

Sovyet Devlet Arşivi’nde yer alan 1926 basımı “Büyük Sovyet Ansiklopedisi”, ermeni sorununu şöyle özetliyor: “Yaşanan olaylar bir katliam değil, mukatele(karşılıklı çatışma,boğazlaşma)dir.”

Soykırım olayı eğer gerçekleşmiş olsaydı, 1915 yılında hükümetin çıkardığı yönetmelik gereği, “ermenilere ait tüm binaların mühürlenerek emniyet altına alınması, çeşitli eşya, hayvan ve tarladaki ürünlerin satılması ve karşılığının onlar adına yerel yönetimlerde emanete alınması” kararı alınmazdı. Ayrıca, 3 Aralık 1920 tarihinde Ermenistan Devleti ile imzalanan Gümrü Anlaşması’na göre “göçmenlerin eski yerlerine geri dönmelerine olanak sağlayan madde” kabul edilir miydi?..

Eylemlerinde başarılı olamayan ermeni çeteleri, Batılı devletlerin de desteğiyle bu kez “Osmanlılar’ın ermenileri katlettiği” söylentilerini çıkarmışlar ve tarihte yıllarca tartışılacak bir süreci başlatmışlardır. Bunun yanında 1.Dünya Savaşı sırasında Osmanlı vatandaşı ermenilerin, Anadolu’daki Türkler’e yönelik cinayet ve soykırım eylemleri, Batı’da bilinçli olarak buna karşıt bir anlayışla değerlendirilip, gerçekler saptırılmak sureti ile ermenilerin Türkler’den kaynaklanan bir soykırıma hedef oldukları varsayılmıştır.[21]

Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki; Ermeni olayının(tehcir), Birleşmiş Milletler’in “soykırım” tanımıyla uzaktan yakından alakası yoktur.

ERMENİ TEHCİRİ

1914 yılı Haziran ayında Taşnaklar, Erzurum’da bir kongre düzenlerler. Bu kongreye İttihat ve Terakki Fırkası temsilcilerinin de katıldığı anlaşılmaktadır. İttihat ve Terakki Fırkası’nın Ermenilerden, 1.Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’ne aktif şekilde yardım etmelerini istedikleri anlaşılıyor. Ermeniler, bu teklif karşısında Osmanlı Devleti’ne sadık kalmaya dair söz verdiler, fakat Rusya Ermenilerinden sorumlu olmadıklarını belirttiler.[22]

Ne var ki, 1.Dünya Savaşı başladığında Ermeniler, verdikleri “sadık kalma” sözünü tutmadılar, çıkarlarını ve hareketlerini, Rus hükümetinin hareketlerine uydurdular. Daha 1914 sonbaharından itibaren ön Kafkasya’da ermeni gönüllü grupları oluşmaya başlamıştı. “Zaten İstanbul Patrikhanesi ile Kafkasya Genel Valisi arasında 5 Ağustos-2 Eylül 1914 tarihlerinde yapılan bir yazışmada, ‘Türkiye ermenilerinin, Rus İmparatoruna bağlılıkları’ bildiriliyordu.” [23]

Marsilya’da yaşayan Türkiye ermenileri, 5 Ağustos 1914’te büyük bir toplantı yapmışlar ve Turabian Aram imzasıyla bir bildiri yayınlamışlardı.Bu bildiride; “Rus Ermenilerinin Moskova orduları saflarında yer alacağı ve Türkiye’de öldürülen kardeşlerinin intikamını alacağı, Türkiye Ermenilerinin silahlarının asla ikinci vatanları olan Fransa’ya ve onun müttefiklerine çevrilmeyeceği” belirtiliyordu.[24]

Savaş başlayınca Osmanlı Devleti’nin doğu vilayetlerinde, Ermeniler Kafkasya’daki Rus makamları ile temasa geçtiler ve yeraltı örgütleri kurarak Rus güçlerine yardım ettiler. Hatta Türk vilayetlerinden Rus ordusuna ermeni gönüllüler sevkedilmeye başlandı.[25]


Hınçak gönüllü çetelerinden biri olan Hamazasp

Philippe De Zara’ya göre; savaş sırasında Türkiye Ermenileri, Türk kıtalarının geri çekilişini zorlaştırmaya, lojistik konvoylarını durdurmaya başladılar. Dahası ordudan, memuriyetten vs. görevlerden firar eden Ermeniler, Rus subayların idaresinde taburlar oluşturdular.Birçok yerde mahalli isyanlar çıkardılar.(Philip de Zara, Mustapha Kemal, Dictateur, Paris, 1936.)

30 Ağustos 1914 Eleşkirt Hudut Tabur Komutanlığı’ndan gelen raporda, “sınıra yakın köylerdeki evleri arayan Rusların, buldukları silahları Ermenilere verdikleri” kaydına rastlanmaktadır.[26]

Ermenilerin; Van, Muş, Bitlis, Kars, Gümrü, Erzurum, Erciş, Kağızman, Gümüşhane, Hasankeyf, Adilcevaz, Mahmudi, Zeytun, Şafak, Elazığ, Şebinkarahisar, Suşehri, Divrik, Gürün, Gemerek, Amasya, Tokat, Diyarbakır ve daha pek çok doğu ve güneydoğu yerleşim yerlerinde önce örgütlendikleri, sonra isyan ettikleri, savaş başladığında Rus ilerleyişini kolaylaştırıp Türk kuvvetlerinin hareketlerini engelledikleri anlaşılmaktadır. Ermeni gönüllü grupları ve Taşnak komitecileri, birçok yerde Osmanlı ordusunun lojistik desteğini engellemiş, telgraf-telefon haberleşmelerini yok etmişlerdir. Ermeni grupları, birçok yerde Rus ordusunun da maddi-manevi desteğini alarak Müslüman Türk köylerine baskınlar düzenlemeye ve katliamlar yapmaya başlamışlardır.[27]

Özellikle 17 Nisan 1915’te başlayan Van Ermenilerinin isyanı, bütün vilayeti sarmış ve 20 Nisan’da da Van şehri ve köylerindeki Ermeniler ile Çölemerik Nasturileri ayaklanarak Müslüman halkı katletmeye başlamışlardır. Ermeni Katogikosu V. Kevork, “10.000 silahlı ermeni çetecinin bu isyana katıldığını” bildirmiştir.

Bu ayaklanma sonucunda ermeni ihtilalcileri, Van şehrini ele geçirdiler. 6 Mayıs günü de Van şehrini Müslüman Türkler’den “temizlenmiş” olarak Rus kuvvetlerine teslim ettiler.

Osmanlı Hükümeti’nin tüm iyi niyetli ikazlarına rağmen, Ermenilerin katliamlara devam etmesi üzerine 24 Nisan 1915’te Dahiliye Nezareti, ermeni komite merkezlerinin kapatılması, evraklarına el konulması ve komite elebaşlarının tutuklanmasını istemiştir. Bu talimat üzerine, İstanbul’da 2345 kişi tutuklanmış, soruşturmalar başlamıştır. Ermenilerin her yıl “soykırım günü” diye dünya kamuoyuna propaganda ettikleri 24 Nisan, bu tutuklamaların yapıldığı gündür.

1915 Mayıs ayına gelindiğinde, Osmanlılar savaşın içindedir, Ermeniler bahsedilen hareketleri yapmakta, Ruslar Doğu Anadolu’da ilerlemekte, İngilizler ve Fransızlar Çanakkale’yi zorlamakta ve güneyde Kanal Harekatı yapılmaktadır. Ülkenin iç durumu budur…İşte, Osmanlı hükümeti böyle bir durumda tehcir kararı almak zorunda kalmıştır.

Böylece Osmanlı Devleti, 27 Mayıs 1915’te “Tehcir kararı” olarak bilinen yasayı kabul etmiştir… Oysa, Ermeni göçü ile ilgili, Osmanlı Devleti’nin çıkardığı yasal metinler içerisinde “tehcir” kelimesi dahi geçmemekte, “diğer mahallelere sevk ve iskan”, “tayin” ve “tahsis edilen mahallelere nakil ve iskan” ifadeleri kullanılmaktadır.

Eldeki metinlerden özetle şu sonuçlar çıkarılabilir:

Savaş alanlarına yakın bölgelerde oturan Ermenilerin bir kısmı, Osmanlı ordusunun hareketlerini zorlaştıran davranışlarda bulunmakta, Müslüman Türk kesime saldırmakta ve asilere yataklık etmektedir. Bu yüzden zararları görülen Ermeniler; Van, Maraş, Bitlis, Erzurum, Adana, Mersin, Kozan, Cebelibereket, Halep, İskenderun, Beylan, Antakya bölgelerinden Musul ve Zor Mutasarrıflıkları’nın Van vilayetiyle bitişik kuzey kısımlarına, Halep vilayetinin doğu ve güneydoğusuna, Suriye vilayetinin doğusuna nakledileceklerdir. Görüldüğü gibi sadece savaş bölgelerine bitişik vilayetler ile Akdeniz’e bitişik mevkilerdeki Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi düşünülmüştür.

Ermeni iddialarına göre; “tehcir hareketi plansız, programsız ve rastgele yapılmış, göç eden Ermenilerin yollarda güvenlikleri sağlanmamış, ihtiyaçları karşılanmamış, birçok yerde toplu halde katliama uğramışlar ya da açlıktan ölmüşlerdir”.

Belgelerin büyük bir çoğunluğu ise; Osmanlı Devleti’nin, tehcir hareketini çok önemsediğini ve gerekli önlemleri aldığını kanıtlamaktadır. Bölgedeki yetkililere gönderilen birçok genelge ve emirlerde, “Sevk olunan Ermenilerin yollarda korunmaları, bunlara saldıranların cezalandırılmaları, korunmaları için gerekli önlemlerin alınması ve sevk edilen Ermenilerin ihtiyaçlarının mahalli idareciler tarafından sağlanması” emredilmektedir.Ayrıca, “göç eden Ermenilerin geride bıraktıkları ev, tarla gibi taşınmaz malların geleceğinin ne olacağı konusunda doğu vilayetlerine gönderilen yazılarda bu mesele bir esasa bağlanmaya çalışılmıştır. Sevk edilen Ermenilerin mallarının sayımı yapılacak, değerleri tespit edilecek, kaydı yapılacak, hatta satışı yapılarak mal sahibi Ermenilere ulaştırılacaktır. [28]

Göç eden Ermenilerin, yeni evlerine yerleşene kadar geçimlerinin göçmenler ödeneğinden karşılanması,muhtaç olanlara yeni yerlerinde mesken inşa edilmesi,çiftçi ve zanaat erbabına tohumluk ve alet-edevat verilmesi,göçmenlerin geride bıraktıkları taşınmaz malların değerlerinin tespit edilerek kendilerine ulaştırılması,göç işinde can ve mal emniyetinin sağlanması ile ilgili kararlar, herhalde Ermenileri yok etme eğiliminde olan bir devletin alacağı kararlar olmasa gerek.

İttihat ve Terakki Hükümeti, ayrıca göç işinin tatbikatı konusunda bir talimatname de hazırlamıştır. Bu talimatname metninin orijinali İngiliz Arşivleri’nde bulunmaktadır. Mesela bu talimatnamenin 21.maddesinde, “göç edenlerin yolculuk sırasında bir saldırıya uğramaları halinde saldırganların tutuklanarak derhal Divan-ı Harb’e sevk edilecekleri” yazılıdır. Madde 22’de ise, “göç edenlerden rüşvet veya hediye alanların veya kadınları iğfal edenlerin derhal görevden alınıp Divan-ı Harb’e sevk edileceği ve ağır bir şekilde cezalandırılacağı” vurgulanmaktadır.

Buradan da anlaşılmaktadır ki; Osmanlı hükümeti, bir katliam ya da soykırım peşinde koşsaydı, asla böyle bir talimatname çıkarmazdı.

Taşnak ve Hınçak Komiteleri daha savaş başlamadan İngiltere, Fransa ve Rusya’nın içinde bulunduğu İtilaf Grubunda yer alacaklarını vurguluyorlardı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da çete faaliyetleri, Rus ordusunda gönüllü birlikler oluşturulması çalışmaları başlamıştı. Tarihsel süreç içinde ortaya çıkan Adana, Sason ve Zeytun isyanları, Van ayaklanması ile iyice kendini gösterdi. Ermeniler, Rusya ile birlikte hareket ediyorlardı ve amaç, Rusya Ermenistanı ile Anadolu’daki yerleşim alanlarını birleştirip “Büyük Ermenistan” ideallerine ulaşmaktı. Bu amaca ulaşmak için köyleri basıp Müslüman Türkler’i topluca katletmekten ve savaş içinde bulunan Osmanlı ordusunun hareketlerini zorlaştırmaktan geri kalmadılar.

Bu gelişmeler ışığında ve savaş koşullarında Osmanlı Hükümeti, bölgelerinde zararları görülen Ermenileri, tehcir etmeye karar verdi. Amaç, ermeni toplumunun yok edilmesi ya da soykırım değildi elbette. [29]

Fakat, göç ettirme sırasında çeşitli sebeplerden ölümler de olmuştur. Ölenlerin bir kısmı hastalıktan, bir kısmı iklim şartlarından, bir kısmı yolculuğun zorluklarından, bir kısmı da vuku bulan eşkıya saldırıları nedeniyle ölmüşlerdir. Ayrıca, yürüttükleri çete faaliyetleri sırasında ya da gönüllü olarak Rus ordusunda Türkler’e karşı savaşırken ölen Ermeniler de olmuştur. Öte yandan, o yıllarda bütün Türkiye’yi kırıp geçiren tifüs, tifo ve çiçek salgını, ermeni yerleşim yerlerinde de, göç ettirilenlerde de binlerce can almıştır. “Evlerinde kalsalardı, ölmezlerdi” demek, yanlış olacaktır. [30]

Ayrıca, iddia edildiği gibi ölen ermeni sayısı, 1,5 ya da 2 milyon değildir.Yalanların en büyüğünden biri de budur. Çünkü 1.Dünya Savaşı’nın hemen öncesindeki veriler, bunu olanaksız gösterir. Çünkü, Quai d’Orsay’ın verilerine göre; Ermenilerin Anadolu’daki tüm nüfusu 1.475.011’dir. Osmanlı istatistiklerine göre ise bu rakam 1.295.000’dir.

Üstelik önceleri “600.000 ermeni katledildi” diye ortaya atılan bu iddia, sonraları 1,5 milyona, en sonunda da 2 milyona çıkarılmıştır!.. Bu önyargılı ve bilimsel olmayan tutuma en iyi örnek, Encyclopedia Britannica’da görülebilir. Bu ansiklopedinin 1918 baskısında, ölen Ermenilerin sayısı 600.000 olarak kayıtlı iken; bu sayı, 1978 baskısında 1.500.000 olarak değiştirilmiştir!

Osmanlı arşivlerine göre; 9 Haziran 1915’ten 8 Şubat 1916 tarihine kadar Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden göç ettirilen Ermenilerin sayısı 438.758’dir. Bunların 382.148’i yeni yerleşim yerlerine varmıştır. Görüldüğü gibi, ikisi arasında 56.610 kişilik bir fark bulunmaktadır. Göç ettirilenlerle, yeni yerleşim bölgelerine varanlar arasındaki bu 56.610 kişilik fark, belgelerden elde edilen bilgiye göre, şu şekilde ortaya çıkmıştır:

500 kişi Erzurum-Erzincan arasında, 2000 kişi Urfa-Halep arasındaki Meskene’de ve 2000 kişi de Mardin civarında eşkıya ve Arap aşiretlerinin saldırısı sonucu hayatlarını kaybetmiş, yine 5000 kadar kişi de Dersim bölgesinden geçen kafilelere yapılan saldırılar sonucu hayatlarını kaybetmiştir. Bu bilgiler ışığında toplam 9-10 bin kişinin yer değiştirme uygulaması sırasında öldürüldüğü tespit edilmektedir.

Bunun dışında tifo, dizanteri gibi salgın hastalıklar ve iklim koşulları sebebiyle de yaklaşık 25-30 bin kişinin öldüğü tahmin edilmektedir ki, böylece yukarıda belirttiğimiz 10 bin kişiyi de eklediğimizde, toplam 40 bine yakın kişi yollarda yaşamını yitirmiştir.

Kalan 15-16 bin kişinin bir kısmı, yola çıkarılmış olmakla birlikte, henüz iskan bölgesine varmadan yer değiştirmenin durdurulması sebebiyle, bulundukları vilayetlerde alıkonulmuştur.

Öte yandan, yer değiştirme kapsamında bulunan Ermenilerden bir bölümünün Rusya’ya, Avrupa ülkelerine ve Amerika’ya kaçırıldıkları da bilinmektedir. Nitekim belgelerde, “Osmanlı ordusunda silah altında bulunan Ermenilerden 50.000’inin Rus ordusuna katıldığı”, yine “Türklerle savaşmak üzere 50.000 ermeninin de Amerikan ordusunda üç-dört yıldır eğitim gördüğü” gibi kayıtlar yer almaktadır. Gerçekten de, Amerika’da yaşayan bir ermeninin Elazığ’da dava vekili olan Murad Muradyan’a yazdığı mektupta bu türden bilgiler bulunmaktadır.

Mektupta, “bir kısım ermeninin Rusya’ya ve Amerika’ya kaçırıldıkları ve Amerika’da eğitilen 50.000 askerin Kafkasya’ya hareket etmekte olduğu” açıkça ifade edilmektedir… Bütün bu belgelerden de anlaşılacağı gibi, Osmanlı tebaası olan pek çok ermeni, harpten önce ve harp sırasında Amerika ve Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkelere dağılmışlardır. Mesela ticaret maksadıyla Amerika’da bulunan Artin Hotomyan adlı bir ermeninin, 19 Ocak 1915’te Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği bir mektupta, “çeşitli yollarla binlerce ermeninin Amerika’ya kaçırıldığı ve bunların aç ve perişan bir halde yaşadıkları” ifade edilmektedir.

Tüm bu bilgiler, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayıları ile, yeni iskan merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tuttuğunu göstermekte ve dolayısıyla sevk ve iskan sırasında herhangi bir soykırımın olmadığını ortaya koymaktadır.[31]

Oysa 1906-1922 yılları arasında Anadolu’da ve Kafkaslarda 517.955 Türk, Ermeniler tarafından katledilmiştir. Sayısı tespit edilemeyenlerle birlikte bu rakam 2 milyonu bulmaktadır. [32]

16 Şubat 1918′de, Erzincan’ın Vagarir köyünde, ermeniler tarafından katledilen Türkler

Ermenilerin, Tehcir Kararına Kadar Yapmış Oldukları Bazı Katliamlar:

1914 Sonbahar :

Taşnaklar’ın, Türkler’e karşı askeri tutumda aktif bir durum oynaması kararlaştırıldı.Bu itiraf 1923′te Taşnaklar’ın, Bükreş kongresinde Cumhurbaşkanı adayı Hohannes Kaçasnuni tarafından yapıldı. 1914′de sıkı yönetim kararıyla silahlarını alan Ermeniler, rus ordusuna katıldılar ve çeteler kurdular.
1914 Muş:

Ermeniler, Türk askerlerine su ve ekmek vermek bahanesiyle evlerine davet ettikten sonra kapalı bir yerde hücum edip boğup kafalarını kestiler. Bu canavarlıklar Arvan ilçesinde çok yapılmıştı. Daşnak komitesi üyesi birinin bahçesindeki kuyuda bu halde 19 ceset bulunmuştur.
1914 / 9 Kasım Hakkari :

Savaşın ilanıyla Ermeni Komitecileri, İran sınırında bekleyen ruslara öncülük yaparak onları, Dir ilçesine götürdüler.İlçe işgal edilirken yolları üzerinde rastladıkları kadın,erkek ve çocukları öldürdüler.400 kadın ve kızın ırzına geçtiler.Yaşlıları katlettiler.
1914 / 9 Kasım Van :

Başkale’ye giren Haço oğlu Ossep yönetimindeki çeteler, ermeni kilisesinde sıkıyönetim ilan edip hemen 200 kişiyi öldürdüler. Yerli kuvvetlerin karşı koyması sonucu kaçtılar ama geride yerlerde inleyen kadınlar,ırzlarına geçilmiş kızlar,parçalanmış çocuklar,gözleri oyulmuş erkekler ve üstüste yığılmış cesetler bıraktılar.
1914 / 25 Kasım Erzurum :

Osmanlı ve Rus Ermenileri , Ergani ilçesi, Mergeni Köyü halkının tümünü, petrolle suladıkları gübre yığını üzerinde yaktılar.
1915 / 7 Ocak Erzurum :

Rusya Ermenileri, Yaman,Yurcu,Herenil ve Bilecik köyleri halkını evleri ile birlikte yaktılar.Baçırga ilçesi Sir ve Kümbet köylerinden kaçan halkı yakalayıp Baçırgaya getirip bir bölümünü yakıp geri kalanını öldürdüler.

Türkmen köylerinden kaçıp Allahu Ekber Dağlarını aşıp Oltu’ya gitmeye çalışan kadın-kız ve çocukların önleri Rum köylüleri tarafından kesilerek bunları Katranlı köyüne toplamışlar.

Bunlardan 1.200 ‘ü nü bir samanlığa dolduran Ermeni çetecileri, geceleyin bu kadınların içlerine dalarak kadın ve kızların(çocuk ayrımı yapmaksızın) dahi namuslarına tecavüz ettikten sonra yakarak katletmişlerdir.

1915 Ocak Başlangıcı, Van :

200 haneli Gümüş ve 30 haneli İgice ilçeleri olduğu gibi Aram yönetimindeki çeteler tarafından yakıldı ve yıkıldı.Halkın çoğu evleriyle beraber yakılırken sağ kalanlar öldürüldü.Bizzat Aram, çocukları ekmek fırınına atarak yaktı.
1915 / 21 Ocak ,Maraş :

İlin boşaltılması sırasında, Rus Ermenileri Urma köyünde, çocuklar dahil evleriyle yakıp, Kon ve Bulanık ilçelerinde de aynı şeyi yaptılar.
1915 Şubat sonu Bitlis :

Bitlis ve Van Ermenileri, şehrin Ruslar tarafından işgal edileceğini öğrenince, Türkler’in kaçmaması için yolları keserek onları merhametsizce katletmeye başladılar…

Günümüzde Ermeni Meselesine Bakış

Bugüne kadar ermeni olaylarının tümünün arkasında emperyalist bir devletin parmağı vardır. Zaman zaman bu parmak hareketlenir. Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yaşamını etkileyecek bir sorun haline getirilmeye çalışılır. Türk tarihinde ermeni sorunu, emperyalizmden soyutlanamaz. Ermeni sorunu, emperyalizmin tezgahladığı bir plandır. Baş oyuncular 19.yy’da İngiliz emperyalizmi, 20.yy’da Çarlık Rusyası emperyalizmi; yardımcı aktör de, ortama göre bu ikisinden bazen birini, bazen de ötekini destekleyen Fransız emperyalizmidir. [33]

Türkiye bugün Avrupa Birliği ve ABD tarafından sıkıştırılmaktadır. Her ikisi de, kürt ve ermeni konuları ile Yunanistan’ın isteklerinin tam olarak arkasındadırlar…Bölgede petrol ve doğalgaz, batıda Yunan ve ermeni varlığı ve lobileri bulunduğu sürece potansiyel talepler varolacaktır. Türkiye, bütün yumurtaları “Batı sepeti” içine koyduğu için, bu kıskaçtan kurtulamayacaktır. [34]

Türkiye’nin üye olmaya çalıştığı(kimilerinin kapısına yüz sürdüğü) Avrupa Birliği ise ülkemize karşı düşmanca politika izlemektedir. Şöyle ki; Türkiye’de, Lozan’da belirlenen azınlıkların dışında azınlıklar olduğunu iddia etmekte, birliğe giden yola Türkiye’yi Yugoslavya’ya çevirecek, bölüp parçalayacak tuzaklar döşemektedir. Güneydoğu, Kıbrıs, Ege kıta sahanlığı konusunda istenen ödünler ve sözde ermeni soykırımı savları konusunda alınan kararlar, AB’nin ve batıdaki kimi devletlerin Sevr’i hortlatma ve Lozan’ın rövanşını alma niyetinde olduklarını gösteriyor…Türkiye, adı konulmamış ve ilan edilmemiş bir savaş ile, “Yeni Haçlı Saldırısı” ile karşı karşıyadır. [35]

Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde belirtilen koşullar ile karşı karşıyayız. Bir farkla; özgürlüğümüze, bağımsızlığımıza ve toprak bütünlüğümüze kast edenler, kılık ve yöntem değiştirmişlerdir. Bu kez Türkiye’yi teslim almak ve tutsak etmek isteyenler, tankları ile, topları ile orduları ile değil; ortaklık vaadiyle, “Yeni Dünya Düzeni” yutturmacası ile gelmektedir.Ancak niyet, aynı niyettir. Özgürlük ve bağımsızlığımıza kastedilmektedir. [36]

Boğazlıyan Kaymakamı Şehit Kemal Bey


Boğazlıyan Kaymakamı Şehit Kemal Bey
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, I. Dünya Savaşı sonrasındaki Mütareke döneminin işgal altındaki İstanbul’unda, işgal güçlerinin, Ermeni azınlığın ve bir kısım bürokrasinin işbirliği ile I. Dünya Savaşı sırasındaki Ermeni tehcirleri esnasında yaşananlar için yargılanarak idam edilmiş bir mülki amirdir.

T.B.M.M.’nin 14 Ekim 1922′de çıkardığı özel bir kanunla ilk ‘Milli Şehit’ ilan edilmiştir.

Kemal bey, bugün Yunanistan sınırları içinde bulunan Yenişehir’de doğmuş ve I. Dünya Savaşı yıllarında Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili olmuştur.

Mütareke şartlarında cereyan eden mahkemesinde, çoğunluğunu Ermeni komitecilerin teşkil ettiği ve İngiliz Yüksek Komiserliği’nin ve Rum-Ermeni Şubesinin temin ettiği birçok yalancı şahit çıkarılarak, Kemal Bey hakkında akıl ve mantığın kabul etmediği bir sürü suç uydurulmuş ve Ermeni tehcirinde görevini kötüye kullanarak ölümlere sebep olduğu iddiasıyla, idamla yargılanmıştır.

Avukatlığını Saadettin Ferit Bey’in yaptığı Kemal Bey’in mütareke mahkemesindeki savunması ise tarihe geçmiştir:

Kemal Bey, getirilen sahte şahitlerin iftiralarına ise şu şekilde cevap vermiştir:

“Hepsi yalandır, uydurmadır. Reis Paşa, ben ne bunların söyledikleri Keller köyüne gittim ne de oradan geçtim. Burada vuku bulduğunu iddia ettikleri cinayetlerden de haberim yok. Hele parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesmek… Rica ederim. Bu vahşeti kim yapar? Bu derece şem’i bir işi yapacak bir insan tasavvur edemiyorum. Esasen, birini ispat edemezler. Çünkü, hepsi iftiradan ibarettir. Benim haberim olmadan bir şey olmuşsa bilemem. Fakat bu ana kadar bu mevzuda hiç bir şikayetçi gelmemiştir. İlk defa burada Mahkeme huzurunda bu şikayetlerle karşılaşıyorum.”

Mahkeme bu şekilde devam ederken, İngilizler ve Ermeniler Kemal Bey’in asılması için Mahkeme Başkanı Hayret Paşa’ya baskı yaptıklarından, Hayret Paşa istifa etmiş ve yerine “Nemrut” lakabıyla anılan İngiliz işbirlikçisi Mustafa Paşa getirilmiştir. Mahkeme sonradan bu hakimin adı ile özdeşleşecek ve “Nemrut Mustafa Divanı” veya “Kürd Mustafa Divanı” şeklinde hafızalarda kalacaktır.

Kürd Mustafa, önceden verilmiş bir emri yerine getiren bir memur tavrıyla mahkemeyi sonuçlandırarak 8 Nisan 1919’da Kemal Bey’i idama mahkum eder. Önceden hazırlanmış olan bu idam kararı tasdik edilmek üzere saraya gönderilir. Padişah VI. Mehmet Vahdettin, “Damat Ferit Paşa Millet ile Padişah arasına siyah bir perde çekti” diyerek, bu kararı imzalamaz. Seyhülislam Mustafa Sabri, “Divan-Harb-ı Örfi tarafından idama mahkum edilen Kemal’in mahkemesi hak ve adle muvafık bir surette icra edilmiş olduğu takdirde, hakkında sadır olan hükm-i idamın derun-i varakada muharrer fetva ve mükul-i şer’iyeye muvafık olduğu veraste-i arzdır” şeklinde bir fetva verir.

Cezası infaz edilmek üzere İstanbul’a getirilen Kemal Bey, Bekirağa Bölüğü’nden alınarak cezasının infaz edileceği yer olan Beyazıt Meydanı’na getirilir. Kemal Bey’in asılacağını duyan İstanbullular Beyazıt Meydanı’ndan toplanırlar. Kemal Bey’e idam sehpasının önünde son sözünün ne olduğu sorulduğunda, o halka şöyle der:

“Sevgili vatandaşlarım, Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet! Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk Milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah, vatan ve milletimize zeval vermesin. Amin. Borcum var, servetim yok üç çocuğumu, millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın Millet!..”

Kemal Bey’in idam hadisesi, İngilizlerin hiç beklemediği şekilde büyük tepki ile karşılanır. Kemal Bey’in cenazesi vasiyeti üzerine, Kadıköy Kuşdili Çayırı’ndaki oğlunun mezarı yanına gömülmesi için, ailesine teslim edilir. Kadıköy’de büyük bir cenaze töreni yapılır. Tabut, Karaköy İtfaiye Karakolu önünden geçerken bir manga asker bayrağı yarıya indirerek selam durur. Alışılmışın dışında, tabut eller üzerinde defnedileceği yere kadar götürülerek, 10 Nisan 1919 Perşembe günü akşam üzeri toprağa verilir.

Kemal Bey’in üzerinde çıkan vasiyeti tarihe bir belge olarak kalacaktır.

“Merhum sevgili oğlum Adnan’ın medfun bulunduğu Kadıköy Kuşdilli Çayırı’ndaki kabristanda yavrumun yanına gömülmemi diliyorum. Teyzem ve kardeşim Kadıköy’ünde sakindirler. Teyzemin adresi Mühürdar Caddesinde 67 numaralı hanedir. Adı İsmet Hanım’dır. Defin masrafı teyzeme tevdi buyurulmalıdır. Kabir taşım, hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşim tarafından dikilmeli ve üstüne şöyle yazılmalıdır: “ Millet ve Memleket uğruna şehit olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in ruhuna fatiha”… Perişan zevcem Hatice’ye, yavrularım Müzehher ve Müşerref’e muavenet edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimam buyurulmasını vatandaşlarımdan beklerim. Babam, Karamürsel Aşar Memur-u Sabıkı Arif Bey de acizdir. Kardeşim Münir de kimsesizdir. Bunlara da muavenet olunursa, memnun olurum. Türk Milleti ebediyyen yaşayacak, Müslümanlık asla zeval bulmayacaktır. Allah, millet ve memlekete zeval vermesin. Fertler ölür, millet yaşar. İnşaallah Türk Milleti ebediyete kadar yaşayacaktır.” (30 Mart 1335 Boğazlıyan Kaymakam - Sabıkı Kemal)

Mustafa Kemal, şehit kaymakamın çocuklarını evlat edinmek istemişse de gümrük memuru emeklisi Arif Bey torunlarından ayrılmak istememiştir. TBMM 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kanunla Kaymakam Kemal Bey’i “Milli Şehit” olarak kabul etmiştir.

Türk milleti Kaymakam Kemal Bey’i unutmadı ve unutmayacak!

Ruhun şad olsun Kaymakam Kemal Bey…

Tags: Ermeni İddiaları
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen kaye » Pzt Ağu 18, 2008 12:59

Ermenistan ve sevr rüyasıyla alakalı yine bakabilirsiniz:

Bakınız Banu AVAR

Kaymakam Kemal ile ilgili bakabilirsiniz:

Bakınız: Milli Şehit: Boğazlıyan Kaymakamı Kemal

..
Kullanıcı küçük betizi
kaye
Üye
Üye
 
İletiler: 1036
Kayıt: Pzr Oca 06, 2008 0:57

İletigönderen borabey » Pzt Ağu 18, 2008 13:52

teşekkürler kaye
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Pzt Ağu 25, 2008 10:34

Değerli dostlar;

Bir atasözü vardır..
Su uyur/Düşman uyumaz...

Biz uyurken/Ermeniler uyumuyor..
İmkanım olursa her hafta başı Ermeni hainliğini hatırlatmak üzere asgari bir mesaj yollayacağım.
Bu seferki mesajımız duyarlı bir arkadaşımızın tespit ve ikazları hakkında...
En içten sevgi ve saygılarımla...

Soykırım İddialarına Bakış ve Genel Bir Değerlendirme
Cuma, 22 Ağustos 2008
Soykırım İddialarına Bakış ve Genel Bir Değerlendirme

Demirhan Çıracı
demirhanciraci@haberdokuz.com

Küreselleşen dünya stratejik ve politik güç oyunlarına sahne olmaktadır. Emperyalist devletler, dünya devletleri üzerinde baskı ve hâkimiyet kurmak adına çeşitli senaryolar ile çeşitli unsurlar yaratıp, menfaat sağlamak derdindedir. Bu stratejik oyunlar içerisinde önemli yer tutan öğelerden biriside soykırım taşeronluğu yaparak, bunu siyasi alanda kullanıp, hedefteki ülkeyi taarruza tutmaktır.

Bu stratejik oyunlar içerisinde jeopolitik ve jeostratejik önemi bir hayli fazla olan ülkemizde, ciddi manada bir hedef teşkil etmektedir. Yoğun olarak Ermeni Soykırımı söylemi hâkim kılınmaya çalışılsa da, bunun yanında Pontus Rum’ları ve Süryani’ler üzerinde de soykırım yapıldığı iddiaları servis yapılmakta, bu stratejik oyunlar ile Türk Devleti baskı altında tutulmaya çalışılmaktadır.

Bu güç oyunları, Türk Devleti üzerinde farklı soykırım tezlerinin ötelerde uygulamaya sokacağını da işaret etmektedir. Ülkemizdeki etnik yapının çok çeşitlilik arz ettiği vurgusu sürekli yapılmakta, Türk Devleti bir mozaikmiş gibi sunulmaya çalışılmaktadır. Çeşitliliğin fazla sunulması, yakın tarihimizde farklı kökenler üzerinde de Türk Devleti’nin katliama giriştiği iddialarının yeşertilmesi ihtimalinin, ufukta olduğu izlenimini yaratmaktadır.


Bu noktada şu an için en etkin kullanmayı hedefledikleri durumun Kürtler olduğu, birçok platformda Kürtlere bir baskı, hak kısıtlamaları ve hatta cani yöntemler uygulandığı iddiaları, bazı kesimler tarafından dillendirilmeye başlandığı gözlemlenmektedir.

Kürtlere değinmeden önce Ermeni, Pontus, Süryani soykırım iddialarına değinmek, ufukta böyle bir ihtimalin nasıl ortaya sunulabilir olacağını işaret etmek gerekmektedir.

Sözde Ermeni Soykırım İddiaları Ortaya Nasıl Atıldı?

Millet-i Sadıka unvanı almış bir milletin, bugün Türklerin yaptığı iddia edilen bir soykırımın merkezine oturtulması, Osmanlı üzerinde emelleri olan milletlerin 1. Cihan Harbi’nde ve öncesinde kışkırtmalarıyla ortaya çıkmış, savaş halinde başarıya ulaşamamış milletlerin, siyasi ortamda sıkıştırmak istemeleriyle ile tezahür etmiştir.

Rus, İngiliz ve Fransız kışkırtmaları sonucunda, Ermeniler Osmanlı’ya karşı ayaklanmış, birçok yerde isyanlar çıkarmış ve bu isyanlar neticesinde bir hayli kan dökülmesine sebebiyet vermişlerdir. Ermeni çetecileri Hınçak ve Taşnak birçok vilayetimizde, köyümüzde katliam yapmış, bunlar Avrupalı destekçilerinin de yönlendirmeleriyle, Ermeni katliamı olarak sunulmuştur.

İlk isyan hareketi olarak bilinen, 1890 yılında Erzurum’da meydana gelen olaylarda, 12 kişi ölmüş, bu ise Avrupa’ya ‘Ermeniler Türkler tarafından katledildi’ şeklinde lanse edilmiştir. Yine birçok vilayetimizde cereyan eden isyanlar ve neticesinde dökülen kanda Türklerin, Ermenileri katlettiği şeklinde servis yapılmıştır.


Van’da 3000, Muş’ta yine Ermeniler tarafından katledilen 20.000 dolayında Türk, Avrupa’da katledilen Ermeniler olarak anlatılmış, Osmanlı İmparatorluğu üzerinde siyasi bir baskı yaratılmaya çalışılmıştır.

Cephe ardındaki Ermeni çetecileri, Osmanlı kuvvetlerinin lojistik desteğini kesmek için girişimlerde bulunmuş, Osmanlı Devletinin bazı cephelerde zaafa uğramasına sebebiyet vermiş, ayrıca köylere yaptığı baskınlarla birçok Türk’ün katlinin müdahili konumuna geçmiştir. Gerçekleşen bu olaylar cephe ardının güvence altına alınması gerekliliğini hâsıl etmiş ve önce 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni derneklerinin kapatılması ve elebaşlarının tutuklanması, ardından kısa sürede tehcir kararını almıştır. Ermeni komitecileri için yıkım olan bu karardan dolayı, bu tarihi soykırım günü ilan etmişlerdir.

Görüldüğü üzere, Ermeni isyan hareketlerine karşı alınan tedbirler ve savaş hali soykırım olarak ortaya atılmıştır. Söz konusu dönemde çeşitli için isyanlarda ölen Türkler dahi, Avrupa’da ‘Ermeni katliamı devam ediyor’ şeklinde yankı bulmuş ve böyle bir inanç oluşturulmuştur.

Bugünlerde ise Ermenilerin Türkiye topraklarında olan ideallerinin yansıması olarak kuvvetli bir şekilde seyir almakta, Türk toprağından parça koparma hevesleri ile sıcak tutulmaktadır.

Ayrıca, ülkemizi ayrıştırma gayretinde olanlar, oluşturdukları lobiler ile sözde soykırımın destekçisi konumuna geçmişlerdir.

Pontus Soykırımı Yalanı

Yunan Megalo İdeası’nın bitmek tükenmek bilmeyen Pontus ve Batı Anadolu sevdasının doğurduğu bir yalan da, Pontus Rumlarına soykırım uygulandığı yalanıdır.

1. Cihan Harbi ve İstiklal Harbi’ni, Hıristiyanlara karşı başlatılmış bir etnik temizlik hareketi olarak sunmaya çalışan emperyalist zihniyet, sözde Ermeni Soykırımında olduğu gibi, yaratmaya çalıştıkları Pontus soykırım masalında da aynı teraneleri çalma gayretindedirler.

19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Amerikan misyonerlerinin yönlendirmeleriyle başlayan ve 1904 yılında Pontus Rum Cemiyeti’nin kurulması ile temellerini oluşturan Karadeniz’i Rum topraklarına ilhak hareketi, Rumların kaybetmesiyle 1922 yılında fiilen boşaltmasına ve nüfus mübadeleleri tamamlanana kadar devam etmiştir.

Bu süreç içerisinde çeşitli dernek ve cemiyetler kuran Pontus Rumları, Osmanlı Devleti’nin 1. Cihan Harbi’nde başarısız olmasının ve ardından imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması’nın ardından umuda kapılmış, Venizelos’un, Patriğin ve Pontus cemiyetçilerinin direktifleriyle isyan hareketlerine başlamıştır.

Samsun, Çarşamba, Bafra, Erbaa, Terme, Havza, Ladik, Amasya, Tokat, Vezirköprü gibi yerlerde silahlı çeteler vasıtasıyla eylemlere başlamış ve bu yerlerde birçok Türk’ün canına, ırzına ve malına kastetmiştir.

Milli direniş güçlerinin bu çetelere karşı verdiği mücadele, işgal güçleri tarafından katliam olarak nitelendirilmiştir. Bu durum Ermeni soykırım iddialarıyla yakından benzerlik taşır. Her iki iddiada olduğu gibi, Osmanlı Devleti üzerindeki emelleri gerçekleştirmek adına kullanılan bu söylemler, siyasi destek bulup hem baskı altına almak, hem de bu bölgelerde işgali kolaylaştırmak içindir.

Günümüzde, Yunanistan’ın teşekkül ettiği birçok dernek faaliyet içerisinde olup, silahlı çetecilerin yaptığı katliamlar görülmeksizin, direniş güçlerinin onlara karşı verdiği mücadele soykırım olarak addedilmeye çalışılmaktadır.

İstiklal Harbi’nin filizlendiği tarih olan, Mustafa Kemal’in Samsun’a bundan 89 yıl önce ayak bastığı 19 Mayıs gününü de, sözde Pontus Soykırım günü olarak anılmaktadır.

Süryani Soykırımı Yalanı

Topraklarımız içerisinde huzur içerisinde yaşayan bir diğer grupsa Süryani’lerdir.

19. Yüzyılın sonlarına kadar, Osmanlı İmparatorluğu’nda, farklı din ve etnik köken sahiplerinin huzuru yaşattığı bireylerindendir.

Geçmişte dini bir katliama uğramaları, bu durumdan İslam ordularının Anadolu’ya gelişiyle kurtulmaları ve akabinde Türklerin Anadolu’ya gelmeleriyle tamamen huzura kavuşmuş olmaları, 19. Yüzyılda misyoner faaliyetlerinin baş göstermesine kadar bağlılık içerisinde yaşamalarını sağlamıştır.

Etnik bir ayrımı körükleyen ve Türkiye’yi siyasi alanda sıkıştırmak gayesinde olanlar, 20. Yüzyılın başlarından itibaren Süryanilere de el atmıştır.

1. Cihan Harbi’nde gerek cephe içerisinde, gerekse cephe gerisinde Süryani’ler kullanılmış, başarıyı elde edemeyen siyasi güç odakları 20. Yüzyılın ortalarından itibaren soykırım tezgâhı içerisine Süryanileri de dâhil etmiştir.

Bazı iddialara göre 600 bin, bazılarına göre de 250 bin gibi kendi içinde çelişik bir rakam vererek soykırıma tabi tutulduklarını iddia edenlerin tezini, ‘’Keldanî Cemaati Patrik Vekili Peder Francois Yakan; “Anadolu’da 250 bin Keldanî’nin soykırıma uğratıldığını söylemek doğru olmaz. O tarihteki Keldanî nüfusu Anadolu’da ancak o kadardı. Hepsi mi yok edildi? Tarihi çarpıtma, gerçekleri inkâr etme var bunun içinde. Tarihin değişik dönemlerinde birtakım problemler çıkmış olabilir; ama bundan herkes zarar görmüştür. Müslümanlar kadar Ermeniler, onlar kadar da Keldanîler zarar görmüştür. Sadece bir tarafa ait bir zarar yok. Ciddî bir kargaşa vardı ve bunun acı sonuçları oldu. O zaman soykırım bunun neresinde var diye sormak lâzım’’ sözleriyle bertaraf etmektedir.

Ayrıca birçok kaynakta da, 1. Cihan Harbi’nde bir kısım Süryani’nin Rus, İngiliz ve Fransızların yanında cephede yer aldığı ve o tarihlerde ölenlerin birçoğunun savaş nedeniyle öldüğünü ortaya koymaktadır.

Şu an ciddi manada lobi faaliyetleri içerisinde olup, azımsanmayacak derecede Süryani soykırım iddiaları Avrupa’da gündeme getirilmekte, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girişinde kabulünün şart konulması çabalanmaktadır. Ayrıca daha fantazik düşünüp, topraklarımız içerisinde özerk bir bölge talebinde olanlarda vardır.

Gelecek Yıllar, Kürt Soykırımı Olduğu İddialarına mı Gebe?

Yazının başlangıcında da belirttiğimiz gibi, dünya siyasi güç oyunlarına sahne olmaktadır. Bu manada ciddi bir baskı unsuru olan soykırım tezleri, özellikle etnik çeşitlilik vurgusu yapılan ve geçmişte onlarca millet ve devlete hâkimiyet kuranlar için kullanılabilecek niteliktedir.

Osmanlı gibi onlarca millet ve devlete hükmetmiş bir imparatorluğun varisi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, stratejik önemi ve bu güç oyunlarının odağına oturtulma gayreti içerisinde, bu tür tezlerle sürekli muhatap tutulmaktadır.

Üretilen Ermeni, Pontus, Süryani soykırım palavraları, yarınlarda ülkemizin bu tarz uyduruk yeni söylemlerle muhatap kalabileceğine işarettir. Bu noktada yıllardır ülkemizin Güney Doğu’sunda ezilmişlik, sömürülmüşlük, baskı psikolojisi var olduğu yaratılmaya çalışılıp, yeni bir söylemin zemini hazırlanıyor olabilir.

Soykırım söylemlerinin oluşturulduğu duruma bakarken, 1. Cihan Harbi ve İstiklal Harbi’nin şartları içerisinde cereyan eden durumların soykırım olarak sunulmaya çalışıldığı, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve yerleşik direniş güçlerinin işgal güçlerine ve katliamcı çetecilere karşı almış olduğu tedbir ve uygulamalar, bugün etnik veya dini bir katliam hareketi olarak sunulmaya çalışılmaktadır.

Diğer soykırım iddialarında yaratılan durumların bir benzeri, şu an ülkemizin güney doğusunda etnik ayrımcılık tohumları ekilerek filizlendirilmek istenmektedir. Kürtleri ayrıştırma gayreti içerisinde olanlar, onların mazlum duruma sokulduğunu, baskı ve zulüm gördüğünü, hatta canice öldürüldüğü safsatalarını üretmektedirler.

Tarih boyunca gerçekleşen 40’ın üzerindeki Kürt isyanını ise, Türklerin Kürtlere karşı girişmiş olduğu yok etme düşüncelerinin birer parçası durumuna getirmeye çalışmaktadırlar. Dersim, Koçgiri, Şeyh Sait isyanları ve onlarcası hıyanet hareketi olarak değil de, Osmanlı’nın veya Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kürtlere uyguladığı despot yönetim anlayışının bir ürünü olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.

Avrupa Birliği ve çeşitli ülke parlamenterleri, bölgeye sık sık ziyarette bulunarak, bölge halkının durumunu çarpıtarak dünya kamuoyuna sunmaktadır. Teröristlerin katlettiği bölge halkının, devletin güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğü gibi safsatalar üreterek, hem bölge halkını ayrıştırma, hem de ötelerde Türk güvenlik güçlerinin bölgede etnik kıyım yaptığı safsatalarını türetmek gibi bir gayret içindedirler.

Haricilerden öte ülkemizde bulunup ta aydın kisvesine bürünmüş kişilerin söylemleri, dış ülkelerde katıldığı toplantı ve brifinglerle bu minvalde gösterilmeye çalışılmaktadır.

Nobel ödüllü ‘’aydın’’ yazar Pamuk efendinin ‘Türkler 30 bin Kürt’ü katletti’ gibi açıklamaları ise, yine bölgede Türklerin Kürtlere karşı girişmiş olduğu bir kıyım kanısını uyandırma çabasından başka bir şey değildir.

Hülasa geçmişte üretilen diğer soykırım safsatalarına bir yenisini hazırlama ve bölgeyi ayrıştırma gayreti içerisindeler. İstiklal Harbi’ni dini ve etnik bir kıyım olarak sunmaya çalışanlar, Ermeni, Rum ve Süryani çetelerinin savaş hali nedeniyle öldürülüşünü katliam diye savunanlar, yarınlarda güvenlik güçlerimizin PKK teröristlerine karşı yaptığı girişimi yine bir kıyım olarak sunmaya çalışacaklardır.

Sonuç olarak söylenebilir ki; 21. Yüzyıl ve sonrası, siyasi güç çatışmalarına sahne olacaktır. Ortada yeni bir dünya düzeni oluşturmak, çok uluslu veya uluslar arası küresel sermayenin çıkarlarını sağlamak için bir saldırı vardır. Mühim olan ise burumdan kendi devletini zarar görmeden muhafaza edebilme ve menfaatleri noktasında edinimler kazanabilmektir.

Etnik temelli bir ayrıştırma çabaları, bu minvalde hareket eden sempatizan güruh ve destekçisi ‘’aydın kalemşorlar’’ Türk devletini küresel güçlerin kucağına itmeye çalışmaktadır.

Soykırım söylemleri ile baskı yaratmaya çalışan küresel güç, yeni söylemler ortaya sürerek bu baskıyı artırma ve etkinlik kazanıp, ayrıştırmaya gidebilir. Bu minvalde yıllardır Kürt’lerin üzerinde demagojik bir siyaset güden misyonerler ve işbirlikçi aydınlar, emelleri peşinde durmadan propagandaya devam edeceklerdir.

Ülkemiz stratejik ve jeopolitik öneminin getirdiği konumu iyi kullanmalı, bu söylemlerin oluşmasına dahi fırsat vermemelidir. Şu an sözde Ermeni soykırımında düştüğümüz duruma mahal verilmemelidir.
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 6 konuk

x