ANADOLU’DA TÜRKLER (IV)
Toprak Düzeni
Akkoyunlular da, Karakoyunlularda olduğu gibi Moğollardan kalma “soyurgal” sistemi yaygın olarak kullanılmıştı. Buna göre angarya ve ağır vergiler vardı. Örneğin köylüler ya beyin tarlasında her yıl belli bir süre çalışacaklardı veya bedelini ödeyeceklerdi. Buna “ırgadiye” resmi deniyordu. Doğu Anadolu köylüsünü de ezen bu vergiler Osmanlılar tarafından kaldırılmıştır.
Osmanlılarda ise, “Bayezid'in âsi ordusuna girenlerden hiç kimse Tımar almak için gelmemişti. Hatta Sipahiler de Tımardan kurtularak Kapıkulluğuna geçmek için Şahzadeye yardım ediyorlardı. Bunun için "Yevmli” denen ve Reayanın çift bozanları ile sipahilerden ibaret bulunan bu ordu, daha baştan, Yeniçeri teşkilâtına göre kurulmuş ve ulufeler bağlanmıştı. Bayezide karşı çıkan Selim dahi, ancak yeniçerilik vermek vaadi ile, Anadoludan, yardımcı bulabilmişti.”
İşte Osmanlılarda Tımar Topraklarının ‘rical’ veya ‘ekâbir’ tarafından ele geçirilişi böyle olmuştu. Oysa Akkoyunlu, Karakoyunlu ve şimdi de Safevî Devleti’nde ‘aşiret reis’leri Osmanlı’nın ‘rical’ ve ‘ekâbir’ takımından önce, bulundukları toprakların sahipleriydiler.
O zaman Osmanlı’da kalıp kapıkulu olma olanağı bulamayan Anadolu Türkmenlerinin Şah İsmail yönetiminde ‘aşiret reisi’ olmalarının, mezhepsel ayrılıktan öte, ekonomik bir çekiciliği olduğu söylenebilir. Kaldı ki bu ‘göreli bir özgürlük’ olanağı da sunmaktadır.
O arada, Osmalı da, Doğu’da, diğer Türk devletleri tarafından verilen tımarları geçerli sayıyordu. Tımar bulamayıp, açıkta kalan Sipahiler (emekliler), reaya yapılmadılar. Bunlar vergi ayrıcalıklarından ve diğer haklarından yararlanmayı sürdürdüler. Tımar sahibi Sipahilerin üzerinde, fetihle geniş mülk ve servet edinen, vakıflar kuran büyük beyler yer aldı. Fatih’in, büyük beylerin servet ve yetkisini azaltma girişimi, onların oğul Bayezid çevresinde toplanmasına neden olmuştu. Fatih’in ölümünden sonra, Bayezid, büyük beylere eski konumlarını iade etti. Fatih büyük beylerin gücünü yok edememişti. O ancak, ufak tımar sahiplerinin yetkisini genişleterek, büyük beyleri dengelemişti. Küçük soyluların yükselmesi, Sipahinin merkezi yönetime bağlanmasını sağladı. Böylece Sipahi, merkezî yönetimin dayanağı oldu.
Avrupa’da Durum
Kapitalizmin “Ticaret evresinde, 1500’lü yıllarda dünyanın ‘Ekonomik önderi’ ve ‘Baskın gücü’ Venedik olarak kabul edilmektedir” (1).
Burada kullanılan kavramlar ve yöntem konusunda Teoman Akgür’e başvurulacaksa da nicel veriler kullanılmadan ‘ekonomik çevrimler’ bağlamında bir bakıma Akgür’ün tezleri de test edilmiş olacaktır.
Bunlar, ekonomik daralma dönemlerinde ‘Müslüman savaşları’nın, genişleme dönemlerinde de ‘Hristiyan savaşları’nın arttığı ve genişleme dönemlerinde katılım derecesi ve daralma dönemlerinde ‘merkez’in güçlendiği ‘eğilimler’dir.
Çok kabaca da olsa, günümüzde ABD’nin ‘ekonomik önderliği’ sonlanmış olmasına karşın ‘baskın güç’ olmaya devam etmesi gibi, ekonomik önderlikle baskın güç olamanın tarihin her dönemide ‘çakışmadığı’ anlamına gelmektedir. Kaldı ki, biri, daha çok ‘ekonomik’, diğeri ‘politik’ kavramlardır.
İncelediğimiz dönemde Venedik (çoğu kitaplarda İtalya olarak anılır), ülkeler arası ticarî kuralları belirleyen ve ekonomik verimlilikte ‘baskın güç’ olan ülkedir.
Aynı yıllarda denizaşırı ‘keşif’ler ve yeni anakara’ların bulunmasıyla, Portekiz ve İspanyolların da yükselişe geçtiklerini görüyoruz. Ancak XVII. Yüzyıl (1618-1648) ve Westfalia Barışı döneminde Hollanda hem ekonomik önder ve baskın güç olacak, bir sonraki yüzyılda ise (1789-1815) Viyana Kongresi’yle İngiltere baskın güç olacaktır.
İşte çözümlemelerimizi, ortalama yüzyıllık bu ‘uzun çevrimler’ bağlamına oturtmaya çalışacağız.
Bu açıdan, Yavuz Selim ve özellikle de Kanunî dönemlerinde Avrupa’yla ilişkilerin önemi ortaya çıkmaktadır. Zaten, Amasya Antlaşlaması’yla (1555) Osmanlı’nın Doğu sınırları belli bir dengeye kavuşturulmuş olacaktır. Sıra yeniden Batı’ya gelmiştir.
Kanunî Süleyman (1520-1566)
1.Süleyman, tahta geçtiği zaman Mısır’da Gazelbey’in başkaldırısıyla karşılaşacak ama iki ay içinde Mısır sorunu çözümlenecekti. Belgrad’ı alarak (1521) Avrupa kapısını zorlayan Osmanlı İmparatorluğu, en görkemli (muhteşem) çağını yaşayacaktır.
Viyana kapılarından Asya steplerine, Fas’tan Aden körfezine değin, ‘üç kıtada’ hüküm sürecek ve Rodos (1522), Korsika (1554) ve Kıbrıs’ın (1571) alınmasıyla Akdeniz tam bir Türk gölüne dönüşecektir.
Kanunî başa geçtiğinde Osmanlı nüfusu 12 Milyon kişi iken, öldüğünde 22 milyon kişi olacaktır.
Osmanlı’nın bu görkemine karşın, yukarıda baskın güç olduğunu belirttiğimiz Venedik’i, deyim yerinde ise, hırpalasa da altedemeyecektir. Çünkü Osmanlı ne üretim ve ne de ticareti yönetebilecek ne bir dil ve ne de bilgiye sahiptir.
Fransızlara tanıdığı ticaret serbestisi, kendi bayrakları ve dillerine de izin veriyordu (1536-Kapitülasyonlar). Venediklileri Karadenizden alıkoyuyor (1540) ve Avusturyalılara ‘Aman’lı ticaret izni veriyordu (1547) ama Osmanlıca’dan bir ‘dil’ çıkaramıyordu..
Osmanlı’nın kazandığı Mohaç muharebesi (1526), “Orta Avrupa tarihinin dönüm noktasıdır, diyor İlber Ortaylı. Böyle önemli bir tarihi dönüm noktasını belki de İkinci Cihan Harbi’nin evveli ve sonrasıyla bile karşılaştırmak mümkün olmayabilir” (2).
Ortaylı’ya göre Budin’in elden çıkarılmasına değin (1686) geçen 160 yıllık bir süre boyunca Osmanlı Orta-Avrupa’ya egemen oldu (*).
Oysa o arada Portekiz denilen 70 kişilik bir aile ‘Portekiz İmparatorluğu’ kuracak ve Yeni Dünya’da milyonlarca kişi bugün bile Portekizce konuşacaktır.
İstanbul’da kapıkulu sayısı 20 000’e çıkmış ve Kanunî sefere çıktığında 300 000 kişilik bir orduyu yönetmiştir ama 1520-1624 arasındaki yüzyıllık dönem baştan sona Celali Ayklanmaları’yla geçmiştir.
Hain Ahmet ayaklanmasıdan başlayarak (1524), İstanbul'da Yeniçeri Ayaklanması (1525), Osman’a karşı Yeniçeri ve Sipahi ayaklanması (1622), Anadolu’da Abaza paşa ayaklanması (1622) ve Cennetoğlu ayaklanması (1624) bunların belli başlıları olarak sayılabilir.
Eğer 160 yıllık süre dikkate alınacak olursa, bu sayılanlara ek olarak, İlyas Paşa Ayaklanması (1632), Dürzi emiri Manoğlu İsyanı(1635), Vardar Ali Paşa Ayaklanması (1648), Sultanahmet olayı ve Sipahi ayaklanması (1648), Haydaroğlu Mehmet Bey ayaklanması (1649), Gürcü Nebi İsyanı (1649), Yeniçeri, Sipahi ayaklanması (1656), Abaza Hasan Paşa Ayaklanması (1658), Edirne olayları ve Ordunun İstanbul üzerine yürümesi (1703) de sayılabilir.
Yeri geldikçe bu konulara da değineceğiz.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem
(1)Teoman Akgür, Türkiye ve Batı (1789-1989), V yayınları, Ankara, 1990
(2) İlber Ortaylı, Osmanlı’ya Bakmak, İnkilâp, İstanbul, 2016, s.37
(*) ‘Sonra ne oldu? ’nun yanıtı da Mohaç zaferinin 500. Yıldönümünün anılacağı 2026 yılına değin yapılacak araştırmalarla ortaya çıkarılabilecektir . Ortaylı,s.44