ANADOLU’DA TÜRKLER (V)
Kanun Devleti
Osmanlı İmparatorluğu’nun Sultan Süleyman dönemi, ‘Kanun Devleti’ olma yönünde ileri bir ‘aşama’ olarak değerlendirilebilir. Zaten Sultan Süleyman’ın belki de en önemli özelliği ‘Devlet adamı’ niteliği taşıyan yöneticilerle çalışmış olmasıdır.
Bunların başında, Yavuz Selim’in damadı olan Lütfi Paşa (1488-1564), Ebussud Efendi (1480-1574) gibi bilge kişiler gelmekte olup; Pirî Reis (1465-1554), Kılıç-ya da Uluç Ali Paşa ((1500-1587) ), ve Hızır Reis (Barbaros Hayreddin-1475-1546) gibi amiraller ile Pargalı İbrahim Paşa (1493-1536), Sokullu Mehmet Paşa (1505-1579) ve Koca Sinan Paşa (1520-1596) gibi sadrazamlar döneme damgasını vuran yöneticilerdir.
Burada vurgulanması gereken konu, Kanunî döneminde, Sultan’ın aynı zamanda ‘Halife’ olmasına karşın, hazırlanan Kanunname’ye göre, sadece ‘şeriat kuralları’nın değil, ama ‘Yasa koyucu’nun koyduğu kurallar’ın uygulanacak olmasıdır.
Dönemin en olumsuz yönü ise, Harem’in ‘yönetim’i yönlendirmeye kalkışması ve büyük ölçüde yönlendirmesidir.
Dönemin Saray’ında kadın
Öte yandan ‘Devlet adamı’ niteliği taşıyan bürokrasi içindeki ‘çekişme’ler ile ekonomik sorunlar (özellikle enflasyon) da İmparatorluğun zayıflıkları arasında sayılabilir.
Her şeye karşın, tüm Avrupa, Osmanlı’nın askerî gücünün ayırdında olup, bir ‘sefer’ sözü Avrupalı devlet yöneticilerinin ‘soğuk terler’ dökmesine yetebiliyordu. Ancak, içeride, bir yandan geçim güçlüğünün artması, öte yandan ve Kapıkullarının tekelinde bulunan yüksek bürokrasi (Ümera) sınıfına yükselmek hakkından yoksun bulunmak, Sipahileri ilk fırsatta başkaldırmaya hazır duruma getirmişti. Daha Kanunî zamanında, padişahın yaşlandığı savıyla Şehzade Mustafa liderliğinde bir ayaklanma olasılığından sözedilmekteydi.
Hatta Nahcivan Seferi sırasında (1553) Sipahilerin bu yüzden Kanunîye dargınlıklarını göstermek için iyi savaşmadıkları ve bir yığın emeğin boşa gitmesine neden oldukları ileri sürülmektedir (Peçevî).
Sipahilerin hoşnutsuzluğuna bir başka örnek, 1555 de, Rumelide ortaya çıkmış olan büyük ayaklanmadır. Kanunî Süleyman Nahcivan seferinden Amasya'ya geldiği sırada, Selanik taraflarında bir kişinin kendisini Şahzade Mustafa olarak tanıtıp, babası Süleyman’ın öldürme kararı uygulanırken cellâtların elinden kurtularak kaçtığını etrafa yayarak büyük bir ayaklanmaya yol açmıştı. Üstelik, bu olayın bastırılmasında verilen ‘ödün’ler yeni ayaklanmalara gerekçe oluşturacaktı.
1559 Mayısında, Konya'da, kanlı bir iç savaş oldu. Bunun üzerine hükümetin Tımar sahibine olan güveni çok sarsıldı ve bir daha böyle olaylara yer vermemek üzere, Anadolu'nun ‘iç güvenlik’ düzeninde önemli değişiklikler yapıldı. Örneğin, o güne değin istanbul ve yakınlarında oturmakta olan kapıkullarının Anadolu'ya yayılmalarına izin verildi. Aynı zamanda, sipahilere isyan gerekçesi olabilen şehzadelerin tümüne değil ama sadece veliaht olana ‘vali’lik görevi verilmeye başlandı.
Bu son tümce, neden genel olarak ‘şeriat’ hükümleri değil de, ‘yasa koyucu’nun yasalarına uyulması gerektiğini de açıklalamaktadır.
Sarı (Ayyaş) Sultan Selim
Kanunî’nin Zigetvar seferi sırasında ölmesi üzerine, Sarı ve Ayyaş (Ivrogne) Selim diye de anılan II. Selim tahta oturdu (1566). Ve hiçbir askerî sefere katılmamış olmasına karşın, İmparatorluk topraklarını 270 000 km² genişletti (toplam 15 162 000 km²).
Her ne kadar, Kıbrıs, II. Selim zamanında alınmış ise de, Timarın, askerî bir örgütlenme yönünden bozulmasının da başlıca nedeni olmuştur. 1570 yılında açılan Kıbrıs seferi, Kıbrıs çabuk alınmış olmasına karşın, dört yıl uzayıp gitmiştir. Oysa deniz sefereleri de yine Anadolu sipahisi üzerine yükleniyordu. Seferelerin uzamasından memnun olmayan Tımarlı sipahi, ilk kez, Kıbrıs seferinde, seferden kurtulmak için firar, dirlikten feragat, seferden kalma yollarını aramaya başvurmuştu.
Bu seferler boyunca İnebahtı’da (1571) Venediklilere de yenilince, Osmanlı’nın Avrupa’daki ‘yenilmezlik miti’ de sarsılmış olacaktı. Gerçekte, Türklerin Kıbrıs çıkarmasına engel olmak için Venedikliler, İspanyollar ve Papa ile bir ‘bağlaşıklık’ kurmaktaydılar. Ancak birlikte bir ‘Deniz gücü’ hazırlıkları uzayınca, Osmanlı donanmasını Kıbrıs’ta değil ama Lépante körfezinde yakalayabilmişlerdi.
Osmanlı donanması yenilmesine karşın, Venedikliler’in İspanyollara pek güvenmeyişleri ve karadan Osmanlı vasali olan Eflak ve Boğdan’dan çekinmeleri sonucu II.Selim’le anlaşma yapmak zorunda kalmış ve Osmanlıya 300 000 Duka savaş tazminatı ödemişlerdi.
Ancak, hızla toparlanan Osmanlı donanması 1574 yılında Tunus’u alacak ve Koca Sinan Paşa Tunus kentinde bir ‘Cumhuriyet’ kuracaktı (!). Ancak bir süre sonra Tunus’ta ‘Dayılık’ egemen olacaktı (1591).
Tüm tarihçilerin üzerinde anlaştıkları üzere, kadın ve şaraba düşkün olan Sarı Selim, sekiz yıllık hükümdarlığının ardından 52 yaşında bir hastalıktan ölecekti.
III. Murat (1574-1595)
Kural olduğu üzere, babasının ölüm haberini alan III. Murat İstanbul’a koşmuş ve ardından en büyüğü 8 yaşında olan beş kardeşini gözlerinin önünde boğdurmuştur.
III. Murad zamanında açılan İran Seferleri Tımar sistemini tümden karıştırdı. Sipahiler seferden kalmak için ellerinden geleni yaptıkları gibi, güvenliğin sağlanması için sancaklarında bırakılan ve hemen hepsi de küçük tımarlı olan sipahiler de, tersine, bu sırada Anadolu'da devam eden softa (suhte) ve Levent ayaklanmalarını kolaylaştırıyorlardı.
Devlet, önceleri, uygunsuz hareket edenlerin dirliklerini almak yoluyla tımar düzenini sağlamak istedi ise de, bu mümkün olmadı. Çünkü, sipahiler zaten kendileri bırakmak (feragat etmek) istiyorlardı. Dahası, mazullerin çoğalması gibi karışıklığı artıracak haller de meydana geliyordu.
Bu döndemde, artık tımar’ın eski değerini yitirdiği gibi sonuca varılabilir. Zaten Kanuni döneminden buyana var olan bu değer yitirme, 1584 yılına doğru, o kadar arttı ki, Devlet, "düşen dirlikleri” en küçük bir hizmet karşılığında bile vermeyi etmeyi kabul etmişti.
Sözgelimi, başlangıçta üç bin akçe olan bir timar, bir "garip yiğitin” kendi isteğiyle sefere giderek "uğuru hümayunda” göstereceği yararlıkların karşılığı olmaktan çıkmış bulunuyordu. Onun için Vezir-i âzam Özdemir Oğlu Osman Paşa, 1584’de, İran seferine gideceği zaman, ihtiyacı olan askeri, Anadolu halkı arasından ancak kapıkulluğu vermek vaadi ile toplayabilmişti.
Sonuç olarak, Avusturya savaşlarının başladığı sıralarda, pek çok dirlik sahibi Çavuşlar, Alaybeyleri, Zaimler de dahil olmak üzere, tümü ayaklanacak duruma gelmişlerdi. Bu âsî askerlerin dayandıkları temel öge de Levent denilen çiftini bozmuş Anadolu Reayası idi.
1597 deki genel Celâlî ayaklanmasında bütün Levent guruplarının başında bulunan isyan şeflerinin tümü tımar sahipleriydiler. Bu tarihte Tımarlı Sipahilerin sayısının 20 ile 30 binden fazla olamayacağı tahmin edilebilir.
Anadolu’daki bu karışıklık ortamında, Polonya kralı III.Henri, kardeşi Fransa kralı IX. Charles’ın ölüm haberini alır almaz Fransa kralı olmak üzere ayrılınca, III. Murat, Polonya krallığına Transilvanya (Erdel) voyvodası Etienne Bottori’yi atayacaktır (1574).
‘Tebdil-i kıyafet’ edip İstanbul ve Edirne sokaklarında gezebilen III. Murat’ın 102 çocuğu olmuştur. O nedenle, kendisinden sonra gelen III. Mehmet tahta çıktığında ancak 19 kardeşini boğazlatabilmiş, 83 üvey kardeşi canlarını kurtarabilmişlerdir.
III. Mehmet (1595-1603)
III. Mehmed dönemindeki başkaldırıların en önemlisi, Sivas yöresinde başlayan Karayazıcı ayaklanmasıdır (1593-1603). Urfa yöresinden Kılıçlı (Kılınçlı) aşiretinden olup, Halep’teki Osmanlı paşasının kâtipliğini yaptığı için ‘yazıcı’ olarak anılmaktadır. Sivas’taki hakları (Mütesselimlik hakkı, herhangi bir sancakbeyi ya da beylerbeyinin vekaleten sorumlu bıraktığı Tımar’daki haklar) elinden alınmaya kalkışıldığı için ayaklanmış ve ayaklanma Sivas, Tokat, Kayseri ve Elbistan illeriyle Canik dağlarında on yıla yakın sürmüştür.
Bu dönemde Avusturya’lılara Estergon kalesi kaptırılmış (1595), Eflak voyvodası Mihai de başkaldırmış bulunuyordu. Sadrazam Sinan paşa 100.000 kişilik bir orduyla Romanya’ya girdi. İsyanının bastırıldığını düşünerek geri dönerken, Mihai, Targovişt’e girdi ve orada bırakılan Osmanlı askerlerini kazığa oturttu. O nedenle kendisine bundan böyle ‘kazıklı voyvoda’ denilecektir.
Sinan Paşa, Tuna’nın kuzey kıyısındaki Giurgiu (Yerköğü) kalesine gelmişti. Tuna’nın öbür kıyısındaki Ruscuk’a geçilecekti. Ancak ordunun tahta köpüden karşıya geçmesi 3 gün sürecekti. Ordunun ardını korumakla görevli akıncı sınıfı ise en sonunda geçecek ve köprü yıkılacaktı.
Akıncılar dışında bütün ordu karşıya geçince, Kazıklı Voyvoda top ateşiyle köprüyü yıkıp geride kalan tüm akıncıları kılıçtan geçirdi. Bu olay Osmanlı tarihine, ‘Köprü Vakası’ diye geçecek ve ‘Akıncı Ocağının Sonu’ olacaktır.
Özünde, Osmanlı’nın ‘muhteşem yüzyıl’ının sonu olacaktı.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem