ANADOLU’DA TÜRKLER (VIII)
Sadrazamın hası
Kırk yıl süren IV. Mehmet yönetimini üç dönemde ele almak yerinde olur: Köprülü Mehmet Paşa’nın sadrazam ve/ya da egemen olduğu (1648-1656) dönemi, Zurnacı Mustafa Paşa’nın dört saatlik sadrazamlığından Polonya Barışına kadar süren dönem (1656-1676) ve Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın sadrazam ve/ya da egemen olduğu dönem (1676-1687).
Burada Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın ‘Devlet adamı’ niteliğini vurgulamak yerinde olacaktır. Çünkü savaşlarda iyi bir ‘Komutan’ olmasının yanısıra, farklı bir ‘Komutan’ olup, savaş meydanı dışında ‘kan dökülmesine’ kesinlikle karşı çıkmıştır.
Podolya seferi sırasında, yeniçerilerinden yerli halkın malına dokunmamalarını istemiş, aykırı davrananı cezalandırmıştı. Bu, hem kendi ordusunun disiplinini göstermesi bakımından ve hem de ordunun bulundukları yöre halkının sempatisini kazanması bakımdan önemlidir. Nitekim, bu durum yerli halkın, ordunun ‘iaşe’sine ‘gönüllü’ katılımına yolaçmıştı (1675).
De Saurigny’ye göre, eğer Osmanlı’da, bu tip ‘Devlet adamları’ çoğunlukta olsaydı, Osmanlı tarihi başka türlü yazılmış olacaktı.
Oysa, başkaldırıyı gelenek edinmiş yeniçerilerin yanısıra İmparatorluğun dört bir yanında, önde gelen bürokratlar da sudan nedenlerle başkaldırmaktaydılar. Örneğin Haydaroğlu Mehmet Bey ayaklanmasında Anadolu’dan sorumlu Ahmet Paşa da ayaklanmacılar tarafından öldürülebiliyordu (1649).
Kaldı ki, ayaklanmıcılar birer birer de değil, ‘kellesini istedikleri’ yöneticilerin bir listesini de verebiliyorlardı. Sözgelimi, artık adet olduğu üzere atmeydanında (hipodrom) toplanan yeniçeriler ‘Divan’ üyelerinin listesini vererek tüm yönetimi altüst etmişlerdi (1656). İşte Zurnacı (Borazancı de denilir) Mustafa Paşa bu olayda, sadece dört saatliliğine Sadrazam olabilmişti.
Bu dönemde, Osmanlı İmparatorluğu’nun biricik şansı, Avrupa’da din savaşları sonunda yorgun düşen Alman Devletleri’yle Fransa’daki 1649 Başkaldırısıdır (La Fronde 1649-1652)). Öyle ki, Kral XIV. Louis, annesi Anne d’Autrihce ile birlikte Paris’teki Krallık Sarayı (Palais Royal)’nı tekedecek ve Saint-Germain’e yerleşecektir.
Kabaca Fransa ve genel olarak Avrupa’daki başkaldırılarla Osmanlı imparatorluğundaki ‘isyan’lar karşılaştırılacak olursa, birincilerde ‘baldırı çıplak’lar ya da ‘yalın ayak’lıların (pieds nus) olayların içinde ve bilincinde olmalarına karşılık, ikincilerde bu ‘bilinç’in olmayışı ileri sürülebilir. O nedenle birinciler ‘kendisi için’, ikinciler ise ‘kendinde’ hareketler diye nitelenebilirler.
Sözkonusu dönemde, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da ‘büyük rakip’lerinin de iç sorunlarla uğraştıkları, savaşabilecek bir Venedik Cumhuriyeti’nin kaldığı görülmektedir. Venedik donanması ise Çanakkale’de Türk donanmasını yenecek Limni, Bozcaadave Semadirek’i ele geçirecek ve İstanbul’u açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakacaktır (1656).
İşte Köprülü Mehmet Paşa’nın aynı yıl sadrazamalığa gelişi yönetimin toparlanmasını sağlayacak ve ilk başkaldırıda 4000 ceset denize atılacaktır. Venedikliler Çanakkale’de yenilerek bir yıl önce kaybedilen adalar geri alınacaktır.
Westfalia’dan güçlü çıkan İsveç, Osmanlı İmparatorluğu ile Polonya’ya karşı saldırı ve savunmada ‘işbirliği’ önerecek, ama Köprülü Mehmet Paşa bu öneriyi reddeceği gibi, Divan’dan habersiz sözkonusu öneriyi onaylayan Erdel vekillerini de hapise attıracaktır.
Devlet ‘düzen’e sokulmaktadır..
Girit ve Fransa
Fransa Büyükelçisi De la Haye, Türkiye’deki bu Sadrazam değişikliklerini gözlemlediği için, Köprülü Mehmet Paşa’nın gelişiyle birlikte, onun ‘kasasını öncekilerden daha iyi dolduracak’ diye düşünmüştü. Çünkü kendisi Venedik’lilerle içli-dışlı ticarî ilişkiler içindeydi.
Ancak, Köprülü’nün bunu bildiğini bilmiyor ve niçin kendisine yüz vermediğini de anlayamıyordu. Hatta birgün kendisinin Edirne’de ‘mahkemeye çıkacağı haberi’ni aldı. De la Haye hasta olduğu bahanesiyle oğlunu Sadrazam’a gönderdi. Köprülü’nün yanıtı, ‘Vurun şu iti’ olacaktır(1659). Gerçekten Fransa Büyükelçisinin oğlu böylece ‘Osmanlı tokatı’ yemiş ve de hapishaneye gönderilmişti. Yerine Mazarin tarafından Roboly diye bir ‘tüccar’ atanmıştı.
İçten içe bu ‘diş bilemeler’ Fransa’yı Osmanlı’nın Girit Çıkarması’na Venediklilerle birlikte katılmasına ve Duc de Beaufort yönetiminde 6000 kişilik bir ordu göndermesine yol açacaktı.
Ne ki Duc de Beaufort dahil Fransa askerleri Girit’in Kandia kalesinde telef olacak ve Girit Osmanlı egemenliğine geçecekti (1666).
Köprülü Mehmet Paşa’nın son isteği
İçeride ve dışarıda bir dizi başarıya imza atan Köprülü Mehmet Paşa’ya IV. Mehmet’in güveni tamdı. O da son günlerinde padişaha sarayda ‘kadın egemenliği’ne son vermesini, ordunun disiplinsizliğine kesinlikle gözyummamasını ve zengin vezir atamamasını öneriyordu.
Kendisinden sonra kimi Sadrazam yapmasını sorduğunda ise oğlu Fazıl Ahmet Paşa’yı önerecek ve gerçekten Köprülüler döneminde Osmanlı Devleti önemli bir ‘restorasyon’ yaşayacaktı.
Gerçekten de, nasıl Köprülü Mehmet Paşa, Fransa’nın Mazarin ve Richelieu gibi ‘Devlet adamları’nın kıratında ise, oğul Fazıl Ahmet Paşa da Colbert kratında bir devlet adamı oldu.
Öyle ki, babası dönemide aşağılanan Büyükleçi De la Haye’in geri gelmesine bile gözyumdu. Devletler arasındaki ilişkiler yağma ve talandan ‘ticaret’in erdemlerine, daha doğru bir deyimle ‘erdemli ticaret’e yerine bırakacak gibi görünüyordu.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem