ANADOLU’DA TÜRKLER (XV)
III.Selim (1789-1807)
III. Selim tahta çıktığı zaman Osmanlı İmparatorluğu, toprak ve nüfus bakımından dünyanın en büyük devletlerinden biriydi. Üç anakarada yaklaşık 12.000.000 km²lik bir alan üzerinde 35.350.000 kişi yaşamaktaydı.
Sultan, 28 yaşlarında liberal görüşlü olgun bir insan olarak, İmparatorluğu ayakta tutmanın yollarını aramaktaydı. Daha şehzadeliği sırasında geleceğe yönelik hazırlıklar yapmaya başlamıştı. O nedenle de, Avrupa’da olup bitenleri yakından izliyordu.
III. Selim, Fransa’daki yeni rejim hakkında bilgi edinmek için, o güne değin hiçbir Osmanlı Padişahı ya da şehzadesinin yapmadığını yaparak ve de I. Abdul-Hamid’den gizli olarak XVI. Louis ile haberleşmeye başlar (1784).
Fransız Devrimi’yle birlikte etkileri de İstanbul’a kadar yansıyacak, ancak bu yeni düşünceleri çok az sayıda insan izleyebilecekti. O nedenle de, İstanbul halkı Fransız’ların Marseyyez söylemeleri ve özgürlük anıtı dikmelerine bir anlam veremiyorlardı.
Oysa III. Selim, Bastille’e benzer biçimde, önce hapishaneleri boşaltacak sonra sığınmacıları bağışlayarak ülkelerine dönmelerine izin verecektir. Kumkapı’da ilk Ermeni okulu açılacaktır (1790).
Hazine sorununu çözmek için ne kadar altın ve gümüş kab-kacak varsa, eritip metal paraya dönüştürecektir.
Kamu görevlilerine sıkı bir denetim getirilmeye çalışılacak, Ordu’ya bir düzen verilecektir. Sultan, ordunun başına geçmek istese de Divan buna engel olacaktır.
II. Josef’in ölümünün ardından Avusturya’yla Sistova (Ziştovi) Antlaşması yapılacaktır (1791).
Fransız Devrimi, başta İngiltere olmak üzere batılı Devlet’leri ‘Fransa sorunu’ ile ilgilenmeye ve dolayısıyla ‘Dogu sorunu’nu ötelemeye itmişti. O nedenle de Rusya’yla Yaş Antlaşmasının yapılmasına yardımcı oldular (1792). Her ne kadar Tuna prenslikleri Osmanlı vilayetleri olmaktan çıkıyorsa da, Rusya’nın vasalleri de olmuyorlardı.
Kaldı ki, Anadolu’da da neredeyse tüm ‘Paşa’ların İstanbul’a göstermelik bir saygıdan fazlası kalmamıştı. ‘Eşkiya’lık Rumeli’de olduğu gibi Anadolu’da da yaygınlaşmış bulunuyordu.
İmparatorluğun eski Başkenti ve ikinci en büyük Kent’inde bile ‘Merkezî otorite’ yitirilmek üzereydi. Tam da bu nedenle, liberal III. Selim ‘sert önlemler’ almak durumunda kaldığı gibi, dışarıya karşı kimi toprak kayıplarına razı olmaktan başka yolu da kalmamıştı.
‘Devrim’in İstanbul’daki yankıları
Fransa’da devrim olduğunda, İstanbul’daki temsilcisi Choiseul-Gouffier idi. Yeni çağın ‘ticaret’inden çok Orta-Çağ’ın ‘antikite’sine düşkün olduğu için Fransız tüccarları tarafından pek tutulmuyordu. Üstüne ‘Devrim karşıtlığı’ ve yabancı ülke temsilcileriyle ‘işbirliği’ de eklenince, ‘vatana ihanet’ suçlamasıyla görevden alındı (1792). O da İstanbul’dan ayrılıp Rusya’ya sığındı.
Devrim hükümeti Sémonville’i atadı ama, bu kez Divan ‘Elçi’ olarak kabul etmedi. Çünkü henüz ‘devrim hükumeti’ büyük devletlerce ‘tanınmamış’ olup, Osmanlı’nın da ‘bağımsız’ hareket olanağı pek bulunmuyordu.
Ne zaman ki, bir gemi yapım havuzu ve ‘modern silah’ gereksinmesi doğdu, Fransa’dan ‘teknoloji yardımı’ istendi. Ve Fransa ex-marquis Descorches (Dekorş)’u görevlendirdi (1793).
Osmanlı, hâlâ ‘Devrim karşıtı’ mutlak krallıklar yanında yeralmadan Fransa’ya karşı tarafsız kalmayı yeğliyordu. O arada Avusturya, İstanbul’daki kliselerin, İspanya da Suriye’deki kiliselerin korumasını üstlenlendiler. Fransa’nın Levant’daki etkisi azalıp, doğallıkla bu bölgeyle olan ticareti düşmeye başladı.
Fransa’da Konvansiyon Hükumetinin göreve gelmesiyle birlikte (1795), İstanbul’a da Verninac Saint-Maur atandı. Verninac’la birlikte ise Cumhuriyet resmen tanınıyor, İstanbul’da Fransız gazeteleri çıkarılmaya başlanıyor ve böylece ‘Devrim’in içeriği anlaşılmaya başlanıyordu.
Moralı Esseyid Ali Efendi ise Paris büyükelçiliği görevine atanarak (1796), Türkiye’nin ilk yerleşik Büyükelçiliği açılmış oluyordu.
Aynı yıl, Cumhuriyet’in ‘Savaş Bakanı’, general Aubert du Bayet ‘Büyükelçi’ olarak İstanbul’a geliyor ve sarayda ‘Kabul’ü sırasında Cumhuriyet Ordusu’nu temsilen bir ‘Ağır süvari topçu birliği’nin gösterisine tanıklık ediliyordu. Ki, ileride Osmanlı Ordusunun ‘Nizam-ı Cedid’ biçiminde örgütlenmesine esin kaynağı oluşturacaktır.
Öte yandan, III. Selim’in, “Direktuar Hükumeti’nin dostluğunu zevkle kabul ederim, diyecekti; çünkü artık Fransa Cumhuriyeti bir Avusturya Düşesi ile evlenemeyecek”.
Osmanlı Devleti artık savaş ve yayılma politikasını terkederek Avrupa’da bir ‘denge politikası’na yönelecektir. Bunun bir göstergesi olarak da, bu dönemde Osmanlı sadrazamlarının çoğunun askerlerden değil, diplomat ve bürokratlardan seçiliyor olması gösterilebilir (*).
Kaldı ki, genel olarak bakıldığında, kapitalizmin ‘ticaret evresi’nden ‘sanayi evresi’ne geçilmektedir. Gelişmelerin bu ‘yön’üne ayrıca döneceğiz.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem
(*) Nihat Karaer, “Paris’te İlk İkamet Elciliğimiz Kuruluncaya Kadar (1797) Osmanlı - Fransız Diplomasi İlişkilerinin Genel Seyri”, Mehmet Akif Ersoy Universitesi, Eğitim fakültesi, (OTAM, 28/Güz 2010), Burdur.