ANADOLU’DA TÜRKLER (XVIII)
Kabakçı Mustafa, Sultan IV.Mustafa ve Alemdar Mustafa Paşa
III. Selim’in kurmaya çalıştığı Nizam-i Cedid, sanıldığı üzere sadece bir ‘askerî birlik’ değil, yeni bir Nizam (nouvel ordre) olup, askerî, malî, idarî bir dizi reformu öngörmekteydi: Belli bir merkezî yönetim ve yeni yasal sınırları belirlenmiş yerel yönetimler, yeni bir vergi düzeni vb.
Askerî yönden sekiz alaylık bir kolordu kadar olan Nizam-ı Cedid birlikleri ise Rumeli’deki başkaldırıları bastırmanın yanısıra özellikle İstanbul ve Çanakkale boğazlarının korunmasında görev yapıyorlardı.
Ancak İstanbul boğazının savunmasında ‘Yamaklar’ diye adlandırılan ve özellikle Karadeniz bölgesi insanlarından seçilip ‘devşirme’ olmayan ama Nizam-ı Cedid askerleri kadar maaş alan bir yeni grup daha vardı.
Genel olarak yeniçerilerin Nizam-i Cedid birliklerine duydukları hoşnutsuzluk, yeni üniforma giydirilmeye kalkışılmasına itiraz eden Yamak’ların hoşnutsuzluğuyla birleşerek bir ‘ayaklanma’ya dönüştü.
Of’lu Mustafa da Rumeli Feneri’nde görevli bir Yamak birliği komutanı olarak, daha önce ‘Kabakçı’ yani ‘öncü’ lakabını almış bulunuyordu. İsyancılar onu bu kez ‘isyanın öncüsü’ seçtiler. Rumeli Feneri’nden geleneksel toplantı yeri olan Atmeydanı’na gelinceye değin, isyanın bastırılmasına ilişkin gerekli önlemler alınmadığı için, isyancılar önce Nizam-ı Cedid komutanlarının kellesini, sonra da III.Selim’in hallini istediler.
III.Selim oğlu IV. Mustafa lehine tahtan çekildi (29 Mayıs 1807).
Kargaşadan kaçan bir kısım Nizam-ı Cedid komutanı Ruscuk’da bulunan Bayraktar (Alemdar) Mustafa Paşa’dan yardım istediler (Rusçuk Yaranı).
Alemdar Mustafa Paşa birlikleri, Edirne üzerinden İstanbul’a gelip Kabakçı Mustafa’yı Rumeli Feneri’nde öldürdükten sonra (Temmuz 1808), IV. Mustafa’yı tahttan indirip III.Selim’i başa geçirmeyi düşünüyorlardı. Ne ki, o arada III.Selim öldürülmüş olduğu için II. Mahmut tahta oturdu (28 Temmuz 1808).
Artık Sadrazam olan Alemdar Mustafa Paşa, isyan sırasında Nizam-ı Cedid birliklerinin lağvedilmiş olması dolayısıyla yerine Sekban-ı Cedid birliklerini kurdu (14 Ekim 1808).
IV.Mustafa (1807-1808) Kabakçı Mustafa (1770-1808) Alemdar Mustafa Paşa (1755-1808)
Ne var ki, Yeniçeriler, Alemdar Mustafa Paşa’ya karşı yeniden ayaklanıp Bâbıâli’yi bastılar. Gerekli yardımın yetişmemesi üzerine, Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa, barut ambarını ateşe vererek içeri girmiş bulunan 600 yeniçeri ile birlikte öldü (18 Kasım 1808).
Sened-i Ittifak
Alemdar Mustafa Paşa, devletin otoritesini İstanbul’da kurmaya çabalıyordu. Çünkü merkezî otorite taşrada tamamıyla etkisini yitirmiş, Rumeli ve Anadolu’da âyanlar âdeta bağımsız yönetimler kurmuşlardı.
Alemdar Mustafa Paşa, Rumeli ve Anadolu âyanlarını İstanbul’a davet etti. Âyanlar İstanbul’a kendi askerleriyle birlikte geldiler ve şehir dışında konakladılar (*).
Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa başkanlığında bir tarafta âyanlar, diğer tarafta devletin ileri gelenleri arasında 29 Eylül 1808’de Kağıthane’de “meşveret-i amme” denilen büyük bir toplantı yapıldı. Toplantıda varılan kararlar “Sened-i İttifak” adı verilen bir belgeye bağlandı (7 Ekim 1808) .
Senette merkezî hükûmet “vükelâ-i devlet ”, âyanlar “taşra memalik hanedanları ”, askerler ise “ocaklar ” diye anılmaktadır.
Senet bir “giriş”, yedi “madde” ve bir “zeyl”den oluşmaktadır.
“Giriş” bölümünde Osmanlı devlet düzeninin bozulduğu, devlet otoritesinin sarsıldığı ve bu durumun taraflarca gözlemlendiği anlatılmaktadır.
Birinci madde, senedi imzalayanların, Padişahın devletin temeli olduğunu tanıdıklarına ilişkindir.
İkinci madde’de, toplanan askerlerin “devlet askeri olarak tahrir” olunması kabul edilmektedir. Eğer “ocaklar tarafından itiraz ve muhalefet olursa” onların hep beraber “te’dip ve def’u ref’ine... gayret eyleye”cekleri taahhüt edilmektedir.
Üçüncü madde’de, senedi imzalayanların gerek hazinenin (Beytülmal-i Müslimin) ve gerekse devlet gelirlerinin (varidatı Devlet-i Aliye) “mahallerinden tahsil ve tediyesine ve telef ve hasarattan” korunması taahhüt edilmektedir.
Dördüncü madde’de, senedi imzalayanlar, sadrazamdan gelen her emri Padişahtan gelen bir emir olarak kabul edeceklerini ve ona karşı gelmeyeceklerini taahhüt etmektedirler.
Beşinci madde, senedi imzalayanların, a-Sened-i İttifak koşullarına aykırı bir hareketi kanıtlanmadıkça, âyanlardan birisine devlet veya devletin taşradaki görevlilerinden “taarruz vukua gelir ise uzak yakın denilmeyip” cümlesinin taarruzu def etmek için çalışacaklarını taahhüt etmektedirler; b-bir âyanın ölmesi durumunda, vükelânın ölen âyanın hanedanını koruyacağı öngörülmektedir; c- taşra memalik hanedanları da kendi yönetimleri altındaki âyanları ve ileri gelenleri koruyacaklarına söz vermektedirler; d- hanedanlar kendi “hududundan hariç bir karış mahalle taarruz ve tasaddi” etmemeyi taahhüt edip, edenleri ise “cümleten davacı olup men”eyleyeceklerini bildirmektedirler; e- “fukaraya zulm” edenlerin “te’dip ve terbiyesine say olunacağı (çalışılacağı)” öngörülmektedir.
Altıncı madde’de, asker “ocaklarından ve saireden bir güna fitne ve fesad hadis olur ise”, çağrı beklemeksizin “cümle hanedanlar” başkente gelmeyi ve ayaklananları bastırmayı taahhüt etmektedirler.
Yedinci madde’de, senedi imzalayanlar, “fukara ve reayanın himayet ve siyanetinin esas olduğunu” hatırlattıktan sonra, hanedanların idareleri altında bulunan kazalarda “fukara ve reayanın” vergilendirilmesinde “hadd-i itidale riayet hususuna dikkat” edeceklerine söz vermektedirler.
Zeyl maddesinde ise, senedin devamlı olarak uygulanabilmesi (aleddevam düstûrül amel tutulması) için bundan sonra sadrazam ve şeyhülislâm olacakların makamlarına geçer geçmez bu senedi imzalamaları ve içerdiği koşullara uyulmasının bizzat Padişah tarafından denetlenmesi öngörülmektedir.
Bülent Tanör’e göre , Sened-i İttifak’ın getirileri üç ayrı grupta sınıflandırılabilir (*):
a) Merkezin Kazanımları.- Padişahın ve devletin otoritesinin herkesçe kabul edilmesi (şart 1); sadrazama itaat (şart 4); vergi toplanmasına ilişkin emirlere uyma (şart 3); asker ocaklarının Padişaha itaati (şart 1, 2, ve 6); âyanların kendi toprakları dışına müdahale etmemesi (şart 5).
b) Âyanların Kazanımları.- Sadrazamın keyfi eylemlerinin önlenmesi (şart 4); suçsuz âyanlara haksızlık edilmemesi; hanedan haklarının babadan oğula geçmesinin kabul edilmesi; büyük âyanların idare alanlarının tanınması, büyük âyanların kendilerine bağlı küçük âyanlar üzerindeki egemenliklerinin tanınması (şart 5). Âyanların bu kazanımları fiilî feodal statülerine süreklilik ve hukukîlik kazandırmak demekti.
c) Genel Kazanımlar.- Genelde Türk anayasa hukuku literatüründe Sened-i İttifakın merkez ve âyanları ilgilendirdiği, halkı alâkadar etmediği ileri sürülmüşse de bu doğru değildir. Yukarıdaki özetlerden de görüldüğü gibi, Sened-i İttifakta “fukara ve reaya ” ya ilişkin koşullar da vardır. Sened “fukara ve reayanın himayet ve siyanetinin esas” aldığını (şart 7) açıkça ilân ediyordu. “Fukara ve reaya”nın korunmasını, “fukara ve reayanın” vergilendirilmesinde ölçülü (hadd-i itidale riayet) davranılmasını (şart 7); ve yine “fukara ve reaya”ya zulm edilmemesini öngörüyordu (şart 5 ve 7). Ayrıca Sadrazamın yasaya aykırı işlere girişmemesi (şart 4); suç işlenmesi durumunda soruşturma yapılmadan ceza verilmemesi (şart 5) gibi anlamlar da çıkarılabilir.
Ne var ki, Alemdar Mustafa Paşa, 15 Kasım 1808’de yeniçeriler tarafından çıkarılan olaylar sonucu ölmüş ve daha sonra gelen sadrazamlarca da imzalanmamıştır.
Sened-i İttifak’ı, hukuk devletine doğru atılmış ilk adım olarak değerlendirenler de vardır. Hatta mutlak monarşiden meşrutî monarşiye geçiş olarak da değerlendirilmektedir. Eğer, Sened-i İttifak uygulanabilseydi, zamanla mutlak monarşiden meşrutî monarşiye ve hatta âyanların temsil edildiği parlâmentolu bir monarşiye geçilebilirdi diye düşünülebilir.
Doğan Avcıoğlu ’na göre, Sened-i İttifak, bir “utanç belgesi” olup “eşkiyalığın meşrulaştırılması”dır. Server Tanilli’ye göre ise, Sened-i İttifak, “bir ileri atılım değil, aslında merkezî otoritenin zayıflamasıyla feodaliteye doğru çözülmenin bir simgesidir”. Mümtaz Soysal’a göre de, “Sened-i İttifak âyanın elde ettiği hakları devlet ileri gelenlerine karşı korumak, derebeyliği de Avrupa’daki feodalite düzeni gibi “meşrulaştırarak” hakların babadan oğula geçmesini sağlamak amacını gütmekteydi”. Keza Cem Eroğul da Sened-i İttifakı olumsuz bir gelişme olarak görmektedir. Ona göre, “Batı’dakinin aksine bu sınırlandırmadan yararlananlar burjuvazi ile halk değil, bunların baş düşmanı olan yoz bir derebeyliktir”(*).
Bülent Tanör’e katılarak, 19’uncu yüzyılda Balkanlarda Hristiyan milletlerin feodal ögeleri, anayasalı rejimlere götüren gelişmeler içinde yapıcı roller oynadıkları ileri sürülebilse de, Anadolu’da ya da genel olarak islâm ülkelerinde bu ‘sınır’ bugün bile aşılamamıştır.
Hukuksal açıdan bakıldığında ise, Kemal Gözler’e göre, Sened-i Ittifak’ın “kısa bir zaman sonra uygulamadan kalkmış olması, daha doğrusu “metrukiyet (désuétude)”e düşmüş olması onun “geçerliliği” ile ilgili değil, onun “etkililiği” ile ilgilidir. Sened-i İttifak geçerli bir hukuk normu olarak yürürlüğe konulmuş, ancak kısa bir zaman sonra etkililiğini yitirmiştir.”
Kaldı ki, “Osmanlı hukukunun şeklî kaynaklarından birine (de) girmemektedir”.
Sened-i İttifak, “’iki-taraflı’ bir belge, bir ‘misak’, bir ‘sözleşme (mukavele, akit)’dir. Misak ise bilindiği gibi anayasa hukukunda, hükümdar ile karşısındakiler (feodal beyler, halkın temsilcileri, vs.) arasında yapılan bir anlaşma, bir sözleşme olarak tanımlanmaktadır.
Bu itibarla, Sened-i İttifak 1215 tarihli İngiliz Magna Carta’sına benzetilebilir”.
Yine Yazar’a göre, “Maddî anlamda anayasa, devlet organlarının kuruluşunu, işleyişini ve bireylerin devlet karşısında sahip oldukları temel hak ve özgürlükleri belirleyen, yazılı veya teamülî, kuralların bütünü” ise, bu anlamda Sened-i İttifak anayasal niteliktedir.
Ve eğer, ‘biçimsel’ anlamda anayasa , “normlar hiyerarşisinde en üst sırayı işgal eden ve kanunlardan farklı ve daha üstün bir usûlle konulan ve değiştirilebilen hukuk kurallarının bütünü olarak tanımlanacak olursa”, biçimsel anlamda Sened-i İttifakın anayasal nitelikte olmadığı açıktır.
Zaten Sened-i İttifakta kendisinin kanunlardan üstün olduğuna ilişkin bir ibare olmadığı gibi, değiştirilmesi için özel bir yöntem de öngörülmemiştir.
Sonuç olarak diyor yazarımız, “Sened-i İttifak şeklî kritere göre bir anayasa olmasa da, maddî kriter açısından onun anayasal niteliğinin altını özenle çizmek gerekir.... O halde Türkiye’deki “anayasacılık hareketleri”ni Sened-i İttifak ile başlatmakta bir yanlışlık yoktur” (*).
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem
(*) Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, Ekin Kitabevi, Bursa, 2000, ss: 3-12