Anadolu Kadınları, Müdafaa-i Vatan Cemiyeti!..
(... ‘ve kadınlar, bizim kadınlarımız’, sırası geldiği zaman, ‘yurttaş sorumluluklarına’, hangi şart altında olursa olsun, yiğitçe sahip çıkıyorlardı, örnek mi, alın size örnek:
‘Kurtuluş yolu’nu açanlar...
“... 1334 (1919) yılının Teşrinisâni (Kasım) ayında Erzurum İnas İdadisi (Kız Lisesi) Müdiresi Fâika Hakkı Hanım, Muradiye Cami-i şerifinde toplanan kadınlara hitaben bir konuşma yapmış; Erzurumlu kadınları işgale karşı şiddetli protestolarda bulunmaya çağırmıştı. Fâika Hakkı Hanım’ın teklifi ile İstanbul’u işgal etmiş olan İtilaf Kuvvetleri temsilciliklerine ve ABD senatörlerine telgraflar keşide edilmiş; vaziyetin vahameti anlatılıp, memleketi terk etmeleri talep edilmiştir...”
“... 10 Kanunevvel 1334’te (1919), Kastamonu’da yapılan miting, diğerlerine hiç benzemiyordu; zira bu mitingi tertip edenler de, hatipleri de, dinleyicileri de, kadınlardan mürekkepti. Tahsil ve terbiye görmüş, şuurla hareket eden bu kadınlar, cephane ve mühimmat güzergâhı olan Kastamonu’da, ‘kurtuluş yolu’nu açmışlardı. Kaldı ki, aynı yılın (1919) Eylül’ünde Sıvas’ta, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne arka çıkan ‘millici’ kadınlar, ‘Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti’ ni tesis etmişlerdi, cemiyetin tesis gerekçesinde deniliyordu ki: ‘Millet ve vatanımızın zararını mucip olacak her teşebbüsü red ile erkeklerimizle beraber ve bütün mevcudiyetimizle bu vatan müdafaa olunacaktır’ ...”
“... Mustafa Kemal Paşa, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Hey’et-i Temsiliyesi nâmına, bu hanımlara şu telgrafı çekmişti: ‘Anadolu kadınlarının vatan hizmetlerine devam arzularını görmekle pek ziyade mütehassıs olduk; takdir ve teşekkür-ü mahsuslarımızı arz eder ve kıymetli mesainizde muvaffak olmanıza dualar ederek, hürmetlerimizi takdim eyleriz’ ...”) ( ‘Milli Mücadele’de Türk Kadını’, Havva Baş / Fatma Alparslan )
O bir ‘meçhul asker’di...
Keyfiyet, gece devriyesinin devir / teslimi esnasında, nöbetçi çavuşların verdiği, ‘kontrol raporu’ neticesinde öğrenilmiştir, malum olduğu üzere, İnebolu‘da Milli Kuvvetler’e bağlı olarak kurulan askeri teşkilat vasıtasıyla silah, cephane, erzak, giyecek vs. İnebolu İskelesi’nden Çankırı‘ya, oradan Ankara‘ya ve cepheye gönderilmekte idi.
1337 (1921) kışında, Rifat ve Cemil Çavuşlar sabaha karşı arazi teftişini yaparken, Kışlaönü Mevkii’nde cephane yüklü kağnısı üzerine kapanmış, öylece donmuş, genç bir kadını bulmuşlardı: Yorganını, kıymetli yükü üzerine örtmüş, elinde övendiresiyle, ruhunu teslim etmişti. Rifat Çavuş, öküzleri kağnıya koşarken; Cemil Çavuş, şehidin üzerine yığılmış karları süpürüyordu ki yorganın altından bir bebek ağlaması işitilmişti; iki çavuş, yorganı kaldırınca, ot ve samanla örtülü mermi ve mühimmat arasında, çullar içinde kundaklı bir kız çocuğunun, donmaktan kurtulduğunu tespit etmişlerdi. Kışlaönü Mevkii’ndeki bu şehit kadının ismi asla öğrenilememiştir; o bir ‘meçhul asker’di.
Peki ya Pozantı‘da Hatice Hanım’ın, Tarsus’ta Fatma Hanım’ın, fahri milis mülazımı rütbesiyle, Kocaeli Grubu Mürettep Süvari Birliği Müstakil Müfrezesi’nde vazifeli Fatma Hanım‘ın, unutulmaz hizmetlerine ne demeli? Siz ‘vatan ve namus’ uğruna, düşmanın türlü işkenceden sonra, fırında yaktığı, Nazife Kadın’ı; Kocayayla mıntıkasında, elde mavzer savaşırken, alnından vurularak şehit edilen Gördesli Makbule Hanım’ı, ‘Asker’ namıyla maruf Sâime Hanım’ı bilir misiniz?
Ya da diğerlerini?
Tayyar Rahmiye Hanım...
... Sözün gelişi, Cebelibereket’in (Osmaniye) Raziyeler köyünden, Tayyar Rahmiye Hanım! Ama durun, Osmaniye dedin mi, Haruniye demiş olursun, Haruniye dedin mi, Bahçe (Bulanık), o Bahçe ki, ‘40 Karanlığı’nda ekmeğini yiyip, suyunu içmiş; dinlediğim savaş hatıralarından etkilenip, ‘Gâvurdağları’ndan Rivayet destanını yazmışım, sahi, nasıl başlıyordu o:
“... Kaman civarına bahar gelince/ yıkılır ovadan abdal çadırları/ yücesinde pâre pâre duman tutmuş/ düldüldağ’ın yaylasında mekân kurulur/ hoşgelmişsin evvelbahar/ nisan ayı içinde donanır dağlar/ donanır yeşilinden alından/ istasyon deresi kabarmıştır/ hacıdağ’ın selinden/ dağlar sıra sıradır eylim eylim/ dağlar uzanır bir uçtan bir uca/ dağlar birbirinden yüce/ yamaçlarında kireç yakılır/ bir ömür boyunca kahrı çekilir/ kimse anlamamış sırrını hikmetini/ bu bereket nerden gelir...” ( Duvar , 11. basım, s. 19)
Tayyar Rahmiye Hanım , Fransız işgaline karşı 9. Fırka’nın kalkıştığı taarruza, oluşturduğu müfreze ile katılmıştı; hücum sırasında asker duraklayınca, bir hamlede öne çıkmış, demiştir ki “... ben karı başıma ayakta durmaktayım da, siz erkek olarak nasıl sütrede kalırsınız?”; ve aynı muharebede, düşman ateşi altındaki iki ‘neferini’ kurtarmak için davranınca, vurularak şehit düşmüştür.
“... o kadınlar, bizim kadınlarımız...”
Attilâ İLHAN / Cumhuriyet, 25.02.2004