Anayasa Mahkemesi'nin, AKP'nin kapatılması istemiyle açılan davaya ilişkin gerekçeli kararı, Resmi Gazete'de yayımlandı.
Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararında, ''Dinin ve dinsel duyguların istismarı nedeniyle laikliğe aykırı görülen davalı parti eylemlerinin toplumu devlete ve siyasete yabancılaştırması yoluyla demokratik işleyişi engelleyebileceği ve anayasal düzenin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açabileceği inkar edilemez'' ifadesi kullanıldı.
Gerekçeli kararda, demokratik rejimin tüm kurum ve kurallarıyla özümsendiği ülkelerde demokratik ilkelere aykırı bir amaç taşımadığı ve şiddeti teşvik edip araç olarak kullanmadığı veya demokrasiyi ve demokraside tanınan hak ve özgürlükleri yok etmeyi amaçlayan bir siyasi partiye dönüşmediği sürece siyasi partilerin kapatılmasına olur verilmediği gözetildiğinde, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkma hedefini esas alan Anayasa'da da siyasi partilerin salt düşünce açıklamaları ile siyasi faaliyet özgürlüğünün doğası gereği toplumsal talepleri barışçı yollarla ve hukuksal düzenlemelerle karşılama çabaları nedeniyle partilerin kapatılmasının zorunlu görülmesi Anayasa ile bağdaşmayacağı vurgulandı.
Özgürlükçü demokratik bir siyasal düzen öngören Anayasa'nın olası hukuksal düzenleme ve idari işlemlerin yargısal denetiminin koşullarını ve kurumlarını yaratmak suretiyle, hukuksal yollardan kaynaklanabilecek tehditleri engellediği vurgulanan şöyle denildi:
GEREKÇELİ KARARIN TAM METNİ İÇİN TIKLAYIN
''Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen laik Cumhuriyet ilkesi, egemenliğin ulusa ait olduğu, ulusal irade dışında herhangi bir dogmanın siyasal düzene yön vermesi olanağının bulunmadığı, hukuk kurallarının dinsel buyruklar yerine demokratik ulusal talepler esas alınarak aklın ve bilimin öncülüğünde kabul edildiği, çoğunluk ya da azınlık dinine, felsefi inançlara veya dünya görüşlerine mensup olup olmadıklarına bakılmaksızın, din ve vicdan özgürlüğünün ayrımsız ve ön koşulsuz olarak herkese tanındığı ve anayasada öngörülenin ötesinde herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmadığı, dinin kötüye kullanılmasının ve sömürülmesinin yasaklandığı, devletin tüm işlem ve eylemlerinde dinler ve inançlar karşısında eşit ve tarafsız davrandığı bir cumhuriyeti öngörmektedir.''
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) birçok kararında ayrıntılı olarak açıklanan ve çağdaş demokrasilerin ortak değeri olan laiklik ilkesi düşünsel temellerini Rönesans, Reformasyon ve aydınlanma döneminden aldığı belirtilen kararda, şöyle devam edildi:
''Laiklik, ulusal egemenliğe, demokrasiye, özgürlüğe ve bilime dayanan siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir. Bireye kişilik ve özgür düşünce olanaklarını veren, bu yolla siyaset-din ve inanç ayrımını gerekli kılarak din ve vicdan özgürlüğünü sağlayan ilkedir. Dinsel düşünce ve değerlendirmelerin geçerli olduğu dine dayalı toplumlarda, siyasal örgütlenme ve düzenlemeler dinsel niteliklidir. Laik düzende ise din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı olmaktan çıkarılır, gerçek, saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır. Dünya işlerinin laik hukukla, din işlerinin de kendi kurallarıyla yürütülmesi, çağdaş demokrasilerin dayandığı temellerden biridir. Laikliğin bu işleviyle toplumsal ve siyasal barışı sağlayan ortak bir değer olduğu açıktır. Bireylerin özgür vicdani tercihlerine dayanan ve sosyal bir kurum olan dinler, siyasal yapıya egemen olmaya başladıkları veya ulusal irade yerine siyasal yapının hukuksal kurallarının meşruiyet temelini oluşturdukları anda toplumsal ve siyasal barışın korunması olanaksızlaşır. Hukuksal düzenlemelerin katılımcı demokratik süreçle ortaya çıkan ulusal irade yerine dinsel buyruklara dayandırılması, birey özgürlüğünü ve bu temelde yükselen demokratik işleyişi olanaksız kılar. Siyasal yapıya egemen dogmalar öncelikle özgürlükleri ortadan kaldırır. Bu nedenle çağdaş demokrasiler, mutlak hakikat iddialarını reddeder, dogmalara karşı akılcılıkla durur, dünyayı dünyanın bilgisiyle açıklayabilecek toplumsal ve düşünsel temelleri yaratır, din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak, dini siyasallaşmaktan ve yönetim aracı olmaktan çıkarır.''
AİHM'nin Refah Partisi kararında, laikliği reddeden düzenlerin demokratik olarak nitelendirilmesinin olanaksız olduğu, ulusal egemenlik ilkesinin laikliğin bir gereği olduğu gibi, demokrasinin temel koşulu da ulusal egemenliğin yine ulusun doğrudan ya da dolaylı katılımıyla kullanılması olduğu belirtilen kararda, şunlar kaydedildi:
''Demokratik katılımın bulunmadığı sistemlerde ulusal egemenlikten söz edilemeyeceğinden, esasen laiklikten de söz edilemez. Laikliğin temel bir değer olarak kabul edilmediği sistemlerde ise, inançlar ve dinler arasında ayrımcılık ve imtiyazlar söz konusu olacağından, ulusun tüm mensuplarının egemenliğin kullanımına eşit biçimde katılımından, buna bağlı olarak demokrasiden söz edilemez. Demokrasi ve laiklik arasındaki bu zorunlu ilişki, Anayasa'nın her iki ilkeyi de cumhuriyetin değiştirilemez nitelikleri arasında kabul etmesini gerektirmiştir. Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında siyasi partilerin tüzük, program ve eylemlerinin yalnızca laikliğe veya demokrasi ilkesine değil, 'demokratik ve laik cumhuriyet' ilkesine aykırı olamayacağı belirtilerek, her iki kavramın birlikte Türkiye Cumhuriyetinin niteliğini somutlaştırdığı görülmektedir.
Bu nedenle laikliğe aykırı eylemlerde bulunduğu ileri sürülen siyasi partiler hakkında yapılacak değerlendirmelerde her iki kavramın azami geçerlilik kazanacağı bir yorumun esas alınması gerekmektedir.''
Anayasa'nın 24. maddesinin son fıkrasına göre, Anayasakoyucu ülkenin koşullarını dikkate alarak dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri siyasi çıkar yahut nüfuz sağlamak amacıyla kullanılmasını laiklik ilkesinin korunması bakımından zorunlu görerek yasaklama yolunu seçmiş ve bunları siyasal ifade ve eylem özgürlüğünün kapsamı dışında bıraktığına işaret edilen kararda, laiklik ilkesinin değerlendirilmesinde bu kuralın göz ardı edilmesinin olanaksız olduğu belirtildi. Kararda, şöyle denildi:
''Dinin sosyal bir kurum olması nedeniyle toplumda dinsel özgürlük taleplerinin ya da gereksinimlerin ortaya çıkması, siyasi partilerin bu sorunlara ilişkin politika belirlemesini gerektirebilir. Ancak Anayasa'nın 24. maddesindeki açık hüküm gereği, siyasi partilerin bu taleplere yönelik politika üretirken, dini ve dince kutsal sayılan değerleri ve dinsel duyguları siyasal mücadele aracı haline getirerek toplumda dinsel talep ekseninde ayrışmalara yol açması laiklik ilkesiyle bağdaşmaz. Toplumsal sorunların ve ülkenin aşması gereken birçok engelin yoğunluğu ve karmaşıklığı dikkate alındığında, dinselliğin sırf siyasal mücadelede üstünlük sağlaması nedeniyle siyasal alanda gerektiğinden daha fazla yer alması, toplum ile toplumsallık ekseninde yürütülmesi gereken siyaset arasındaki sağlıklı temsil ilişkisini zedeleyebilir. Bu ilişkinin zedelenmesi siyaset ile toplum arasında yabancılaşmaya ve siyasal düzenin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açabilir. Bu sakınca, söz konusu eylemlerin devlet iktidarını kullanan bir parti tarafından işlenmesi durumunda daha da artar.
Anayasa tarafından demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez unsuru olarak tanımlanan partiler bakımından dinin siyasete alet edilmesinin siyasi partilerin demokratik işleviyle de uyumlu olduğu kabul edilemez.''
Davalı partinin Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen ''demokratik ve laik cumhuriyet'' ilkesine aykırı bazı eylemlerinin belirlendiği ifade edilen kararda, şöyle devam edildi:
''Üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağı, Kuran Kurslarına yönelik yaş kısıtlaması ve İmam Hatip Liselerine uygulanan katsayı sınırlamasının kaldırılmasına yönelik toplumsal taleplerin bulunduğu görülmektedir. Ancak davalı partinin bu doğrultudaki siyasal mücadelesini laiklik ilkesinin Anayasan'ın somut kurallarında ortaya çıkan tercihe uygun biçimde yürüttüğü savunulamaz. Bu sorunlar toplumda ayrışma ve gerginliklere yol açacak düzeyde siyasetin temel sorunu haline dönüştürülmüş, toplumun dinsel konulardaki duyarlılıkları yalın siyasal çıkar amacıyla araçsallaştırılmış, toplumun temel ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlarının siyasetin gündeminde yer alması güçleşmiştir. Davalı parti kurulduktan hemen sonra girdiği ilk genel seçimlerde tek başına iktidar olarak ülkeyi yönetme yetki ve sorumluluğunu üstlenmiş bulunmaktadır. Bu sorumluluğun yalnızca kendi siyasal tabanına karşı değil, tüm ülkeyi kapsayan, kamu yararı amacıyla ve devlet iktidarı kullanımı için geçerli tüm anayasal ilkelere uygun olarak yerine getirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Dinin ve dinsel duyguların istismarı nedeniyle laikliğe aykırı görülen davalı parti eylemlerinin toplumu devlete ve siyasete yabancılaştırması yoluyla demokratik işleyişi engelleyebileceği ve anayasal düzenin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açabileceği inkar edilemez.''
''ODAKLAŞMANIN KABULÜ GEREKİR''
Organ sıfatıyla AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile üyelerden eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, milletvekilleri İrfan Gündüz, Abdullah Çalışkan, Resul Tosun, Selami Uzun, Hasan Kara ve üye Hasan Cüneyt Zapsu'nun, yerel yöneticilerden Dinar İlçesi Belediye Başkanı Mustafa Tarlacı ve Isparta Belediye Başkanı Hasan Balaman'ın eylemleri, Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin kararlılıkla ve parti üyeleri tarafından yoğun bir biçimde işlendiğini gösterdiği ifade edilen kararda, şunlar kaydedildi:
''Anayasa Mahkemesi'nin E. 2008/16, K. 2008/116 sayılı kararıyla iptal edilen 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un(başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasını öngören) teklif edilmesi ve yasalaşmasının sağlanmasıyla davalı partinin bu eylemleri benimsediği anlaşıldığından odaklaşmanın kabulü gerekir.
Haşim Kılıç davalı partinin demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği görüşüne katılmamıştır.''
KARARDAN BİR BÖLÜM:
Davalı partinin din ve dince kutsal sayılan şeyleri istismar ederek, ancak mutabakat süreçleri olarak adlandırdıkları yöntemle toplumun İslami bir yapıya doğru evrimleşmesini sağladıktan sonra şeriatı egemen kılacakları gerçeğinden hareketle ve şeriatın tüm toplumu İslami bir düzene kavuşturmayı esas alan cihat boyutu ile davalı partinin halen iktidar partisi olması gözetildiğinde; laik rejimi değiştirmek noktasında maddi güç kullanması ve bu tehlikenin uzak olmadığı bir gerçektir. Nitekim Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan ve diğer partililerin demokrasiyi çoğulcu değil, çoğunlukçu olarak algıladıklarını gösteren eylem ve demeçleri olası bir çoğunluk diktasının açık işaretleridir.
Davalı siyasi partinin ortaya konulan eylemlerinin laik bir hukuk düzeniyle bağdaşmadığı yukarıda açıklanmıştır.
Laik hukuk düzeniyle bağdaşmayan eylemlerin odağı durumuna gelen siyasi parti için, kapatma yaptırımı dışında ara çözüm ve yaptırımların uygulanabilmesi; gerek eylemlerdeki yoğunluğun ulaştığı boyut, gerekse iktidarı çoğunluk olarak elde etmeleri karşısında, ortaya çıkan somut ve açık tehlike, gerekse mevzuat gözetildiğinde, söz konusu olamaz.
Davalı siyasi parti, demokratik düzende faaliyette bulunarak, Anayasa ve SPYye aykırı olarak, demokrasi ötesi bir sisteme ulaşmaya ve bu sistemi gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Adalet ve Kalkınma Partisinin, demokratik sistemin sağladığı serbestilerden hareket ederek amacına ulaşmaya çalışması, gerek Anayasanın 14 ncü maddesi, gerekse İHASın 17 nci ile BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin 5 nci maddesi gözetildiğinde koruma göremez.
Davalı siyasi parti, bu eylemlerini gerçekleştirirken, çoğunluk iktidarına sahip olmanın avantajlarını da kullanmaktadır. Öncelikle yaratılan kadrolaşma boyutuyla, kamuda laik hukuk düzeninin gereklerini yerine getirenler sindirilmekte ve baskı uygulanmaktadır. Mevcut kadrolaşmayla, yukarıdan aşağıya doğru bir yapılanmaya adım atılmaktadır. (Ek. 164, 174)
Laikliğe aykırı bir sistemi, öncelikle toplumsal, sonrasında hukuksal modelle gerçekleştirmek söz konusu olduğuna göre, amaç sistemin içeriğinin irdelenmesi gerekmektedir.
Amaçlanan şeri sistem ve son noktada şeriat, kuşkusuz cihadı da içinde barındırmaktadır. Demokratik bir sistem, Nazi Almanyası örneğinde olduğu gibi demokratik yolları kullanarak iktidarı ele geçirip demokrasiyi ortadan kaldırılabileceği gibi, demokratik olmayan yöntemlerle de ortadan kaldırılabilir. Davalı partinin amaçladığı rejimi demokratik yollardan gerçekleştirememesi durumunda, şeriatın gereği olan cihadın devreye girmesi söz konusu olabilecektir.
Dolayısıyla gerektiğinde cihada, yani şiddete başvurulması olasıdır.
Bir iktidar partisinin, iktidar olanaklarından hareketle hukuksal yollardan ya da cihat yoluyla amacına her zaman ulaşması olanaklıdır. Ülkemizde şeri sistem, ancak bir devrimle tasfiye edilmiştir. Bu devrim öncesinin şeriat uygulamalarından günümüze miras kalan kültür ve o kültürün yeşerdiği dinsel iklim gözetildiğinde ilk etapta şiddete başvurmadan bile ciddi bir şeriat yanlısı taraftar kitlesi bulmak mümkündür. Çünkü din istismarı yoluyla kolayca harekete geçirilebilecek bir tabanın her zaman mevcut olduğu yakın tarihsel deneyimlerle kanıtlanmıştır. Bu nedenle, egemen olan dinsel inancın (şeriatının) içeriği ve tarihsel deneyimler gözetildiğinde laiklik ilkesinin korunması anlamında Türkiyenin daha hassas davranması zorunluluğu doğmakta ve bu durum ülkemizin takdir hakkını genişletmektedir.
KAPATMA YOK HAZİNE YARDIMINDAN 1/2 YOKSUN BIRAKILMA VAR
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, AK Parti'nin ''laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna geldiğinin tespitiyle eylemlerinin ağırlığı da gözetilerek Anayasa'nın 69. maddesinin 6. fıkrası ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 1/b maddesi gereğince temelli kapatılmasına karar verilmesi'' istemiyle Anayasa Mahkemesi'nde dava açmıştı.
Davayı 30 Temmuz 2008 tarihinde karara bağlayan Anayasa Mahkemesi, Anayasa'da kapatma için aranan nitelikli çoğunluk olan 7 üyenin oyuna ulaşamamıştı.
Anayasa Mahkemesi'nin 11 üyesinden 10'u, AK Parti'nin ''laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna geldiğine'' işaret etmiş, bu üyelerden 6'sı AK Parti'nin söz konusu eylemleri nedeniyle ''temelli kapatılması'' yönünde görüş belirtmişti.
Mahkemenin 4 üyesi ise AK Parti'nin eylemlerini, temelli kapatmayı gerektirecek nitelikte bulmamış, partinin Hazine yardımından yoksun bırakılması yönünde oy kullanmışlardı.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ise davanın reddi yönünde oy kullanmıştı.
Yüksek Mahkeme, AK Parti'nin 2008'de aldığı Hazine yardımından 1/2 oranında yoksun bırakılmasına karar vermişti.
GÖZLER DTP DAVASINDA
Bilindiği gibi Anayasa Mahkemesi'nde halen devam eden DTP'nin kapatılma davası var. Önümüzdeki günlerde Yüksek Mahkeme'nin davayı karara bağlaması gerekiyor. Kamuoyu, Anayasa Mahkemesi'nin AKP'ye gösterdiği özgürlükçü toleransı DTP'ye gösterip göstermeyeceğini merak ediyor.
GEREKÇELİ KARARIN TAM METNİ İÇİN TIKLAYIN