Raportör Can: Anayasa Mahkemesi'nin meşruiyet sorunu var
Bilkent Üniversitesi ve Alman Uluslararası Hukuki İşbirliği Vakfınca düzenlenen "Anayasalardaki Değiştirilemez İlkeler" konulu sempozyum, Bilkent Otel'de başladı.
Sempozyumun açılış konuşmasını yapan Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Osman Gürzumar, Türk ve Alman anayasalarının "değiştirilemez" hükümler içerdikleri için birbirlerine benzerlik gösterdiklerini söyledi. Her iki anayasanın da anayasa yargısını düzenlediğini ve yargılama faaliyeti için anayasa mahkemesinin kurulmasını öngördüğünü ifade eden Gürzumar, iki mahkemenin özdeş sayılamayacağını ancak kuruluş görevlerinin benzerlik gösterdiğini anlattı.
Gürzumar, Türk ve Alman anayasaları arasındaki benzerliklerin metin üzerinde kaldığını, tarihsel, toplumsal, kültürel özellikler nedeniyle uygulamada farklılıklar yaşandığını kaydetti. Sempozyumun birinci oturumunda konuşan eski Federal Alman Anayasa Mahkemesi Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Winfried Hassemer sunduğu bildiride, hem Türk hem Alman anayasalarının çok mobil olduğunu, siyasi konulara girebildiklerini, medyada çokça yer aldıklarını söyledi. Her iki anayasanın da çok güçlü şekilde gözetim altında tutulduğunu ifade eden Hassemer, şunları söyledi:
"Anayasalarda değiştirilemez hükümlerin olması demokrasi açısından kabul edilemez. Değiştirilemez hükümler yasaların uyum sağlayabilirliğini yok eder, böylelikle sosyal uyum gerçekleşemez. Oylanamaz bir şeyi ortaya koyarsak demokrasi sona ermiştir. Yine de değiştirilemez ilkelerin haklılığının bulunduğunu düşünüyorum. Toplum içinde bu normların yeri vardır. Bazı normlar istikrarlıdır, süreklidir."
Bir anayasa değişikliği yapma çoğunluğu olunca anayasayı değiştirme çabası içine girildiğini, ancak çoğu zaman bunda hata yapıldığını dile getiren Hassemer, "Çoğunlukla kimseye sormama hatası yapılıyor. Değişiklik anayasaya uygun mu değil mi bakılmıyor. Yasakoyucu çok yerde bu hatayı yaptı. Hükümet tarafından kötüye kullanılarak yapılan anayasa değişiklikleri de oluyor" dedi.
-RAPORTÖR CAN: "KONUŞMAM ANAYASA MAHKEMESİ'Nİ BAĞLAMAZ"-
Aynı oturumda sunum yapan Anayasa Mahkemesi Raportörü Doç. Dr. Osman Can da yapacağı konuşmanın Anayasa Mahkemesini bağlamayacağını, akademik özgürlük kapsamında konuşacağını söyledi.
Türkiye'de yüzyılı aşkın süredir, 1924 Anayasası hariç, "ferman anayasalarının" yürürlükte olduğunu ifade eden Can, Türk Anayasası'ndaki değiştirilemez ilkelerin diğer anayasalardaki değiştirilemez ilkelerden, argümanlar açısından oldukça uzak olduğunu kaydetti.
Değiştirilemez ilkeler arasında "Milli Marş, devletin dilinin Türkçe" olduğu gibi "ilginç ifadeler" bulunduğunu söyleyen Can, "devletin dili değil, devletin resmi dili" olacağını savundu. Anayasa'nın değiştirilemez maddeleri ile diğer maddeler arasında hiyerarşi kurulamayacağını ileri süren Can, bu maddeler arasında soyut ve somutluk ilkesi bulunduğunu, değişebilir normların, değiştirilemez maddelerin somut hali olduğunu anlattı.
Bu nedenle bir Anayasa değiştirildiği zaman değiştirilemez maddelerine dokunmanın kaçınılmaz olacağını ifade eden Can, "Çünkü her bir anayasa değişikliği o anayasaya aykırıdır, her bir yasa değişikliği o yasaya aykırıdır ama aykırı olduğu unsuru çıkarır atar" diye konuştu. Türk Anayasası'nda ilk 3 madde dışındaki bütün maddelerin, demokratik kurucu iktidarların tasarrufuna bırakıldığını söyleyen Can, "1982 kurucu iktidarı dahi 1982 Anayasası'nın demokratik bir dönüşüme kapalı olmasını arzulamadılar" diye konuştu.
-"ANAYASA BEKÇİLİĞİ"-
Anayasa Mahkemesi'nin hiçbir zaman kaynağını Anayasa'dan almadığı yetkiyi kullanamayacağını, her düzenleyici normun bu takdir yetkisine işaret ettiğini anlatan Can, Anayasa Mahkemesi'nin yasama organı karşısında yasanın koruyucusu olduğunu kaydetti.
Can, "Basit parlamento çoğunluklarının Anayasa'ya aykırı eylemleri olabilir, bunu sürekli yaşıyoruz, mümkündür" dedi. "Türkiye'deki Anayasa Mahkemesi'nin demokratik meşruiyet sorunu var. Türkiye'de yargı mekanizmasının demokratik meşruiyet sorunu vardır" diyen Can, Anayasa Mahkemesi'nin kurucu iktidar karşısındaki konumunun "Anayasa bekçiliği" olduğunu savundu.
Anayasa'nın aynı zamanda laik bir Anayasa olduğunu, değiştirilemez ilkelerin esnekliğe, işlevselliğe aykırı bir düşünce taşıyacağını ifade eden Can, yalnızca değiştirilemez ilkelerin esas alınmasının, demokratik talepler ile siyasal unsurlar arasında çatışmalara yol açabileceğini de ifade etti.
-ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANI KILIÇ-
Açılışta konuşan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç da sempozyumun konusunu Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş yıl dönümünde konu olarak tespit etmeyi düşündüğünü belirtti. Kılıç, "Ancak bu konuda ne kadar cesaretli olabilirim, o konuda biraz endişeliyim. Ama görüyorum ki hem vakfın hem de Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin cesaretle tespit ettikleri konunun ne kadar önemli ve Türkiye açısından ne kadar hayati bir değere sahip olduğunu anlamak mümkündür" dedi.
-DTP HAKKINDAKİ KAPATMA DAVASI-
Haşim Kılıç, sempozyumdan ayrılırken gazetecilerin soruları üzerine, DTP hakkında açılan kapatma davasında raportörün, eksik bilgi ve belgeleri halen tamamlanmaya devam ettiğini bildirdi. Kııç, "O nedenle süreci tamamlayamadık" dedi.
- İm (Kod): Tümünü seç
http://www.kanaldhaber.com.tr/HaberDetay.aspx?haberid=22706&catid=32
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=758950
Hukuk dışına çıkmakla hukuk sağlanamaz
Anayasa Mahkemesi'nin 'yetki gasbıyla' suçlanmasına neden olan özgürlüklerle ilgili kararına en anlamlı tepki raportöründen geldi. Raportör Doç. Dr. Osman Can, dün Bilkent Üniversitesi'nde anayasaların ebedi geçerliliğinin olamayacağını söyledi.
Can, Anayasa'nın meşruiyetini sürdürmesi için toplumsal ve siyasal değişikliklere kendisini uyarlama zorunluluğu bulunduğunu dile getirdi. Can'a göre Anayasa'nın değiştirilmesini reddetmek, onu geçersiz kılmanın en etkili yolu. 1921 Anayasası dışında Türkiye'nin 1876 yılından bu yana ferman anayasalarla yönetildi. Mahkeme'nin "olağan dışılığı ilan eden kurum haline dönüştüğünü" ifade eden Can, "Bu tecelli ettiyse devletin ayakta kalacağı ve hukukun gideceği açıktır. Hukuk dışına çıkmakla hukuk sağlanabileceği iddiası paradokstur." dedi.
Anayasa Mahkemesi'nin 'yetki gasbıyla' suçlanmasına neden olan özgürlüklerle ilgili kararına en anlamlı tepki raportöründen geldi. Raportör Doç. Dr. Osman Can, dün Bilkent Üniversitesi'nde anayasaların ebedi geçerliliğinin olamayacağını söyledi. Can, Anayasa'nın meşruiyetini sürdürmesi için toplumsal ve siyasal değişikliklere kendisini uyarlama zorunluluğu bulunduğunu dile getirdi. Can'a göre Anayasa'nın değiştirilmesini reddetmek, onu geçersiz kılmanın en etkili yolu. 1921 Anayasası dışında Türkiye 1876 yılından bu yana ferman anayasalarla yönetildi. Mahkeme'nin 'olağan dışılığı ilan eden kurum haline dönüştüğünü' ifade eden Can, "Bu tecelli ettiyse devletin ayakta kalacağı ve hukukun gideceği açıktır. Hukuk dışına çıkmakla hukuk sağlanabileceği iddiası paradokstur." dedi.
Bilkent Üniversitesi ve Alman Uluslararası Hukuki İşbirliği Vakfınca düzenlenen 'Anayasalardaki Değiştirilemez İlkeler' konulu sempozyum dün başladı. Sempozyuma katılan Federal Almanya Anayasa Mahkemesi eski Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Winfried Hassemer, Alman Anayasası'nda da değiştirilemez nitelikte ilkelerin bulunduğunu söyledi: "Anayasalarda değiştirilemez hükümlerin olması demokrasi açısından kabul edilemez. Değiştirilemez hükümler yasaların uyum sağlayabilirliğini yok eder. Sosyal uyum gerçekleşemez. Oylanamaz bir şeyi ortaya koyarsak demokrasi sona ermiştir. Yine de değiştirilemez ilkeler, haklılığının bulunduğunu düşünüyorum." diye konuştu.
Hassemer'den sonra söz alan Osman Can, Türkiye'deki Anayasa Mahkemesi'ne baktığında Alman hukukçu gibi konuşmasının mümkün olmadığını belirtti. Akademik kimliğiyle konuştuğuna dikkat çeken Can, mahkemenin pek çok konuda yetkisini aştığına vurgu yaptı. Türkiye'de Alman filozof Hegel anlayışının etkisi bulunduğunu belirten Can, bu anlayışın özelliklerini şöyle sıraladı: "Kutsallığı koruma uğruna siyasal alanı ortadan kaldırmak, siyaseti siyasal karar organlarının takdir sınırları dışına çıkarmak, her bir siyasal sorunu siyaset üstü konuma sürükleyerek çözümsüzlüğe mahkum etmek, zaman içinde siyaset mekanizmasını hiçbir sorunu çözemez hale getirmek, siyasete ve demokrasiye inancı ortadan kaldırmak, siyaset dışı bürokratik mekanizmalara siyasal sorunları deruhte etmek ve bunu hukuk devletinin bekasının bir gereği olduğunu söylemek, ya siyasetten nefret etmek ya da siyaseti demokratik sürecin ürünü olarak kabul etmemek." Can, konuşmasında kurucu iktidarı 'hukuksal otorite yaratan sosyolojik iktidar' olarak tanımlayarak, "Türkiye'de kurucu iktidarın kimler olduğunu biliyorsunuz." sözleriyle 1982 Anayasası'nı yapan darbe yönetimini ima etti. Can, parti ve toplumsal güçlerin çağrısıyla ortaya çıkacak bir kurucu meclisin de kurucu iktidar olabileceğini kaydetti.
Türkiye'de Anayasa Mahkemesi'nin 'olağandışılığı ilan eden bir kurum haline dönüştüğünü' ifade eden Can, "Olağanüstülük tecelli ettiyse devletin ayakta kalacağı ve hukukun gideceği açıktır. Devletin bekasının hukuk normunun geçerliliğini üstün sayacağı ortadadır." dedi. Can, şöyle devam etti: "Anayasaya aykırılığı denetleyecek organın işlem ve eylemlerinin anayasaya aykırılık ithamı bulunan organlardan daha sağlam hukuksal değerlere dayanmalıdır. Hukuku tesis edecek organın ihlal ithamıyla suçlanan organdan daha çok hukuksal zemin içerisinde kalması gerekir ki denetimin meşruiyetinden söz edilebilsin. Zira hukuk dışına çıkmakla hukuk sağlanabileceği iddiası çözümsüz bir paradokstur."
Anayasa Mahkemesi'nin siyasal kararlar alamayacağını, yürütme veya yasamaya neyi yapması gerektiğini dikte edemeyeceğini dile getiren Can, "Bu durum Parlamento'nun ya da siyasal aktörlerin, kimi siyasal kararların mahkemeye yükledikleri ve mahkemenin de bu oyuna geldiği durumlarda geçerlidir." diye konuştu. Can şunları kaydetti: "Siyasetin yargısallaşması, yargı iktidarının da siyasallaşması tehlikesini ortaya çıkarıyor. Bu tehlike yargının her şeyi kaybettiği, siyasetin ise hiçbir şey kazanamadığı bir durumdur. Yargı her şeyi kaybeder. Çünkü siyaset yapmak yargının görev alanı ve ilkelerinin dışındadır. Bu durum yargının kemerini oluşturan ve yasalarla tartışmasız bağımlılığından olan tarafsızlığından vazgeçme anlamına gelir. Yargının karşı konulamaz güven kaybı yaşaması ve siyasal alanın yoğun etki altına girmesine yol açar. Siyaset de sadece kazanamayanların değil aynı zamanda kaybedenlerden sayılır."
Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü ve AK Parti'nin kapatılması davalarında aldığı kararlarda laiklik tanımı yaptığını hatırlatan Can, demokratik ilkelerin "gökten zembille inmediğini" pozitif kurallar olduğunu söyledi. Can, pozitif hukuksal normlar için değişmezlik iddiasının ancak totaliter anlayışların ürünü olabileceğini vurguladı. Laik sistemlerde dogmaların kutsallıkların dışlanacağını, tercihin her zaman toplumsal ve değişken olacağını vurguladı. Anayasa Mahkemesi Raportörü, Türkiye'de demokratik taleplerin yönünün belli olduğunu ve yeni bir anayasanın gerekliliğine vurgu yaparak konuşmasına şöyle devam etti: "Dönüşümün engellenmesi siyasal, sosyal ve demokratik taleplerin karşısına anayasanın değiştirilemez ilkelerinin çıkarılması, anayasanın demokratikliğini ortadan kaldırır." Ankara, Zaman
Doç. Dr. Osman Can'dan çarpıcı tespitler
- Anayasa'nın değiştirilmesini reddetmek, onu geçersiz kılmanın en etkili yoludur.
Anayasa Mahkemesi, 'olağan dışılığı ilan eden bir kurum haline dönüştü. Bu durumda hukuk gider.
Hukuku tesis edecek olan organ, ihlal ithamıyla suçlanan organdan daha çok hukuksal zemin içerisinde kalmalı.
Anayasa Mahkemesi, siyasal kararlar alamaz. Yürütme veya yasamaya neyi yapması gerektiğini dikte edemez.
Sosyal taleplerin karşısına değiştirilemez ilkelerin çıkarılması, anayasanın demokratikliğini ortadan kaldırır.
Değiştirilemezlik gerekçesiyle güler yüzlü bir Frankoculuk'u korumaya devam edecek miyiz?
Hukuk dışına çıkmakla hukuk sağlanamaz. Hukuksal normlar için değişmezlik iddiası totaliter anlayışın ürünü.
Ne kadar cesaretli olabilirim, endişeliyim
'Anayasalardaki Değiştirilemez İlkeler' konulu sempozyuma Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç da katıldı. Kılıç, bu konuyu Anayasa Mahkemesi'nin kuruluş yıl dönümünde tartışmayı düşündüğünü belirtti. Kılıç, "Ancak bu konuda ne kadar cesaretli olabilirim, o konuda biraz endişeliyim. Ama görüyorum ki hem vakfın hem de Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin cesaretle tespit ettikleri konunun ne kadar önemli ve Türkiye açısından ne kadar hayati bir değere sahip olduğunu anlamak mümkündür.'' dedi.
- İm (Kod): Tümünü seç
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=759091
Altan: Bu rejim diktatörlük
Altan şimdi de Anayasa'nın değiştirilemez maddelerinin tartışılmasını istedi.
Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan'ın yazısı:
KORKUYOR
Dehşete düşüyorum tabii. Ama beni dehşete düşüren, dehşetli şeyler olmuyor. Beni sükunet ve doğallık ürpertiyor. Başkanı, anayasa hakkında konuşmaktan çekinsin, bu konuda konuşmaya cesaretim yeter mi bilmiyorum desin. Bir ülkede anayasa Anayasa Mahkemesi Başkanı da konuşmazsa, kim konuşur? Herhalde hiç kimse. Anlayacağınız hiçbirimiz, hayatımızı tanzim eden anayasa hakkında fikir söyleyemeyeceğiz. Söylemek istersek de cesaret toplamamız gerekecek. Üstelik bu durum da gerek mahkeme başkanı tarafından, gerekse toplum tarafından çok doğal karşılanacak. Bana sorarsanız, bu, yaşadığımız ülkedeki durumun özetidir.
Kendi ülkemizde, bizi, hepimizi, kendi ülkemiz, kendi geleceğimiz, kendi anayasamız hakkında konuşmaktan men eden , bizi korkutan bir güç var. B gücün yasal bir tarifi, yasal bir yeri yok. Kara Gölün Canavarı gibi bir şey bu. Aniden çıkıyor ve kızdığını yiyor. Anlayabildiğim kadarıyla kafamızdaki görüntü tam da böyle bir şey. Güç gelir, bizi yer. Böyle düşündüğümüz, böyle korktuğumuz sürece o güç gelir ve bizi yer gerçekten. O korku yüzünden her türlü saçmalığa boyun eğeriz.
Bilkent Üniversitesi, anayasadaki değiştirilemez ilkeler başlıklı bir sempozyum düzenlemiş. Türk ve Alman konuklar bu konudaki görüşlerini açıklamışlar. Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can, çok cesur bir konuşma yapmış. Can, her anayasa değişikliğinin anayasaya, her yasa değişikliğinin de yasaya aykırı olduğunu, ancak parlamentolardaki bu aykırılıkla değişimin ve ilerlemenin sağlanacağını anlatmış.
Bir Alman uzman da ona katılmış. Biliyorsunuz, bizim anayasamızda değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeler bulunuyor. Böyle değiştirilemez maddeler Alman anayasasında da varmış.
İki anayasada da değiştirilemez maddeler bulunması, bu durumu demokrasiye ve hukuka uygun hale getirmiyor elbette. Birincisi, bu maddelerin değiştirilemeyeceğine kim karar verdi? Eğe bir ülkenin anayasasında değiştirilemez maddeler varsa, o ülkenin egemenlik hakkı kısıtlanmış olmaz mı? Hangi güç bir parlamentoya sen bunu değiştiremezsin diyebilir? Diyebilen her kimse, o, parlamentodan daha güçlü ve yetkilidir. Parlamentodan üstün olan, milletten de üstündür. Parlamentodan ve milletten daha üstün gücün bulunduğu tek rejim ise diktatörlüktür.
Ben bunu söylediğimde insanların ne yani, Türkiye diktatörlük mü diye sormayacağını ama peki Almanya da mı diktatörlük diye soracağını biliyorum. Almanyada demokrasiye aykırı değiştirilemez maddeler bulunmasına rağmen orası diktatörlük değil, çünkü bu maddeler hakkında korkmadan konuşabiliyorlar. Biz konuşamıyoruz. Ya korkuyoruz Ya da konuşabilmek için cesaret göstermemiz gerekiyor. Bizim rejimimizi bir diktatörlüğe benzeten de bu korku zaten.
Anayasadaki değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerin anayasada kalıp kalmamasından daha önemli olan, bu maddeler hakkında konuşamamamız. Niye tartışamıyoruz biz bu maddelerin değiştirilip, değiştirilemeyeceğini? Bir şey teklif etmemize gerek yok, konuşabiliriz. Ama konuşanın büyük bir ihtimalle başı derde girer. Çünkü o değiştirilemez maddeler arasında laiklik maddesi yer alıyor. Halbuki tam da o maddenin konuşulması gerekiyor. Çünkü bizim anayasamızdaki laiklik maddesi, bu ülkenin gerçekten laik olmasının önündeki en büyük engel.
Artık bunu herkes biliyor, burası laik değil, burada din ve devlet işleri birbirinden ayrılmıyor Burada devlet, her şeyi denetimine aldığı gibi dini de denetimine alıyor. Normalde caminin imamı olması gerekirken, burada devletin imamı var. Cumaları camilerde devletin görüşleri okunuyor. Bakanlar Kurulunda hatim indirilmesiyle, camilerde devlet görüşlerinin okunması arasında, sizce laiklik açısından nasıl bir fark bulunuyor? Hiçbir fark yok bence. Burada kendi toplumundan korkan bir devlet ve kendi toplumundan korkan devletçiler, kendi korkularının üstesinden gelebilmek için toplumu korkutuyorlar.
Onlara göre bu toplumu kendi haline bırakırsan ya şeriatçılar gelir, ya bölücüler. Cumhuriyet kuralı seksen küsur yıl oldu, hala bu toplum şeriat ve bölünme yanlısıysa, Cumhuriyetin kurduğu sistem hiçbir işe yaramıyor demektir. Demek ki, bunca yıl bu devlet, bu halka şeriattan ve bölünmeden daha iyi bir şey sunamadı. Bunca zaman yapamadığını bundan sonra yapabilecek mi? Niye yapsın?
Anlaşılıyor ki daha binlerce yıl bu devlet bu toplumu ezecek, ona şeriattan ve bölünmeden daha iyi bir hayat tarzı sunamayacak ve bunun konuşulmasını yasaklayacak. Bunu da hep birlikte doğal karşılayacağız. Beni dehşete düşüren de bu doğallık zaten.
- İm (Kod): Tümünü seç
http://www.gercekgundem.com/?p=161373
Yeni anayasa şart oldu... Gerekçe, Anayasa Mahkemesi
Anayasa Mahkemesinin eğitim özgürlüğü getiren yasayla ilgili iptal gerekçesi, Ankarada sistem krizi olarak yorumlandı. Şimdi herkes, bu krizden çıkışın yolunu arıyor. Tek çözüm ise referanduma götürülecek yeni bir anayasa.
1929dan 1930ların sonuna kadar ABD, tarihinin en büyük ekonomik çöküntüsünü (Büyük Buhran) yaşıyordu. Nüfusun yüzde 25i işsiz, 2 milyon kişi de evsiz kalmıştı. ABDnin 32. Başkanı Franklin Delano Roosevelt, dördüncü kez seçildiğinde karşısında duran en büyük sorun, Anayasa Mahkemesinin (Supreme Court) çok yönlü yeniden yapılanma programını (Yeni Düzen-New Deal) onaylamamasıydı. Mahkeme, her davada bu anlaşmanın anayasaya aykırılığını ilan ediyordu. Roosevelt, mahkemenin terkibini değiştirmeye karar verdi. Adli Reorganizasyon Kanun Teklifi adıyla hazırladığı reform paketi ile mahkemede 70,5 yaşını geçmiş her yargıç için fazladan bir yargıç atama yetkisini gündeme getirdi. Yargıçların iş yükünü azaltacak bu teklif, Başkan Roosevelte, 70 yaşını 6aydan fazla aşmış her yargıç için en az 10 yıl tecrübeli 6 yeni yargıç atama yetkisi veriyordu aynı zamanda. Üye sayısı 15e çıkacak, böylece mahkemenin dengesi de değişecekti. Çünkü Anayasa Mahkemesi kararları, yargısal yetkilerin aşırı derecede genişletilmesiyle alınıyor, bu durum krizle ekonomik ve siyasi mücadeleyi baltalıyordu. Yeni yasa teklifiyle reformcular çoğunluğa ulaşacak, ülkenin önü açılacaktı. Teklif senatoya sunuldu. Çoğunluk lideri Joseph T. Robinson, teklifi senatodan geçirecek nüfuza sahipti; ne var ki kalp krizinden öldü. Senato 70e karşı 20 oyla adli reform paketini iade etti; ancak ihtilaflı tüm hususları da temizleyerek yolları açtı. Bu örnek, Roosseveltin mahkemeyi paketleme kanunu diye hukuk tarihine geçti.
Bugün ABD yeni bir ekonomik buhranın içinde; fakat Anayasa Mahkemesi ve yüksek yargı krizleri Türkiyede yaşanıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) sivil anayasa ve kapsamlı yargı reformu gibi konularda yol haritası henüz netleşmedi. Roosevelt kadar cesur adımlar atılıp atılmayacağı bilinmiyor. Fakat Mahkemenin Anayasanın 10. ve 42. maddelerinin iptali ile ilgili gerekçesi, Ankarada tam bir sistem krizi olarak tanımlanıyor. Üniversitelerde özgürlüğün kapılarını aralayan değişikliğin iptali ve Mahkemenin iptal gerekçesi siyasetin ve Meclisin haklarını gasp etmekle kalmadı; asli kurucu unsur olan milletin talebi doğrultusunda gerçekleştirilecek anayasa değişikliklerinin önünü tıkadı. Demokrasinin temel ilkelerinden hukuk devleti olma ve kuvvetler ayrılığı ilkeleri ortadan kaldırıldı. Modern demokrasilerde yasama (geçici veya sürekli kanun yapma-düzeltme, yürürlükten kaldırma, anayasa yapma), yürütme (icra ve uygulama) ve yargı (suçluları cezalandırma, uyuşmazlık çözme) olarak üçe ayrılan kuvvetlerin (erk) mücadelesi açısından Türkiye yeni ve çok derin bir krizin içine girdi.
Muhalefet cephesinde ilk öneri MHPden geldi. Devlet Bahçeli, Mahkemenin yetkilerini yeniden tarif etme anlamında iki Anayasa maddesinin değiştirilmesini önerdi. Tüm partiler, özgürlüklerin kısıtlanmasına tepki gösterdi. Karardan mutlu olan tek parti, değişikliği mahkemeye götüren CHP oldu.
Peki, yargı erki ile siyaset kurumu arasında daha ziyade büyük reform ve dönüşüm dönemlerinde ortaya çıkan derin krizin çıkışı neresi? Çözüm için sıralanan ilk öneriler arasında Anayasanın 148 ve 153. maddelerinin değiştirilmesi, yani Mahkemenin yetkilerinin hatta üye sayısının tekrar belirlenmesini de içeren kapsamlı yargı reformu, sivil-demokratik ve yeni bir anayasa yaparak referandumla halkoyuna götürülmesi, muhalefetin ikna edildiği yeni anayasa yapılması teklifleri yer alıyor. AK Parti kurduğu inceleme komisyonu ile hem kapatmama kararının hem de Anayasa maddelerinin iptal gerekçelerini ince eleyip sık dokuyarak gözden geçirecek. İktidar partisinin bakışı çözüm şıklarını da belirleyecek.
MAHKEME ÜYELERİNİ MECLİS SEÇMELİ
Eski Anayasa Mahkemesi Raportörü ve anayasa hukukçusu Prof. Dr. Mehmet Turhan, iptal kararını ve gerekçesini son derece tehlikeli buluyor. Bundan sonra anayasada değişiklik yapabilmenin, Mahkemenin denetimine kaldığını, bunun da Mahkemenin tali kurucu iktidar olması anlamına geldiğini ifade ediyor. Turhan, çözümü yepyeni bir anayasada görüyor. Ancak Mahkemenin bunu da engellememesi için anayasayı halka götürmenin en doğru karar olacağına inanıyor. Ona göre, en üzücü olan şey, Yüksek Mahkemenin hak ve özgürlükleri genişleten düzenlemeler konusunda aleyhte karar vermesi.
Turhan, Mahkemenin yetkisi olmayan konularda denetim yaparak hem kendisini bitirdiğini hem de prestij kaybettiğini savunuyor: Mahkeme Anayasaya aykırı davranıyor. Peki anayasaya aykırı davrananları nasıl denetleyecek? Anayasanın 148. maddesinde açıkça belirtiliyor. Mahkeme anayasa değişikliklerini şekil bakımından denetlerken oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülüp görüşülmediğine bakacak. Bu kadar açık bir hükmü yok saydı.
Mahkemenin reforma ihtiyacı olduğunu belirten Turhan, çözümü üyelerin bir kısmının TBMM tarafından seçilmesinde görüyor. Bir de iptal davalarının kaldırılmasında: Yüksek Mahkemenin siyasete bulaşması iptal davalarında oluyor. Madem, temel görevi hak ve özgürlükleri korumak, o zaman iptal davalarını kaldıralım. Yerine itiraz yolu ya da bireysel başvuru olsun. Böylece Mahkeme muhalefetin aracı değil insan haklarıyla uğraşan bir mahkeme hâline dönsün.
Üyelerin Meclis kanalıyla seçilmesi tartışması yeni değil. Çünkü dünya ülkelerinin çoğunda yargı üyeleri (yüzde 50si) meclisler, yürütme ya da yasama organlarınca seçiliyor. Bizde de bu tartışmalar ilk önce yüksek yargı organları eliyle yapılıyordu. Ancak tartışmalar 2008 başında bıçakla kesilmiş gibi bitti. Örneğin, Yargıtay üye sayısının düşürülmesiyle ilgili tartışma ve teklifler Ocak 2008de geri çekildi.
Anayasa Mahkemesinin üyelerinin bir kısmının TBMM tarafından seçilmesi tartışması da ilk olarak 2004te gündeme gelmişti. Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin, Meclisin üye seçmesinden rahatsızlık duymayacaklarını belirtmiş, Batılı ülkelerde mahkeme üyelerinin üçte birinin meclisler tarafından seçildiğini hatırlatmıştı. 1961 Anayasasına göre Anayasa Mahkemesinin 15 üyesinden 7si TBMM tarafından seçiliyordu. Son kararla Anayasa Mahkemesinin meşruiyeti de tartışma konusu oldu. Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, krizin aşılabilmesi için Mahkemeye demokratik meşruiyet kazandırmak gerektiğini belirtiyor. Bunun yolunun da Mahkemenin yapısının değiştirilmesi, üyelerin bir kısmının Meclis tarafından seçilmesi ve görev sürelerinin sınırlandırılmasından geçtiğini kaydediyor. Böylece juristokrasi, yani yargıçlar iktidarının da engelleneceğine inanıyor.
TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu, 1982 Anayasasının anayasa değişiklikleri konusunda Mahkemeye, 1/3 teklif etme, 3/5 kabul etme çoğunluğu ve oylamanın ivedilikle yapılması dışında yetki vermediğinin altını çiziyor. Anayasanın tamamının abluka altına alındığını vurgularken, Krizden çıkış içinse iki yol var: Referanduma götürmek kaydıyla sivil-demokratik bir anayasa yapılması; iktidar-muhalefet tam mutabakatıyla anayasa değişikliği yapılarak mahkemeye götürülmeden değişikliğin kabulü. değerlendirmesini yapıyor.
YÜKSEK MAHKEME, VARLIĞINI TARTIŞILIR HÂLE GETİRDİ
Emekli Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet Gündel, Anayasa Mahkemesinin iptal kararını tamamen hukuka aykırı buluyor. Dolayısıyla bu kararın gerekçesinin hukuki olmasını beklemiyor: Mahkeme bu kararıyla kendisini Meclisin üstüne çıkardı. Hukuk kurallarını birtakım düşüncelerine alet ederek varlığını tartışılır hâle getirdi, kendisine büyük bir zarar verdi.
Mahkemenin bundan sonra bütün anayasa değişikliklerini esastan görüşebileceğine dikkat çeken Gündelin çözüm önerisi önümüzdeki dönemde Meclis eliyle Mahkemenin kendi sınırlarına çekilmesi ve yeniden yapılandırılması.
Peki, Mahkemenin yetkileri neye göre sınırlandırılacak? Bu konuda Başbakanlıkın bu yıl hukukçulara hazırlattığı Türk Yargı Sistemi ile Bazı Ülkelere Ait Yargı Sistemleri Mukayesesi isimli çalışma iyi bir örnek teşkil ediyor. Söz konusu çalışma, Batı demokrasilerindeki yüksek mahkemelerin, kimlerden ne şekilde oluşturulduğunu gözler önüne seriyor.
Türkiyedeki durum ise ne Avrupa normlarıyla ne de çağdaş demokrasilerle kıyaslanacak durumda. Örneğin yüksek yargıdaki (Yargıtay, Danıştay) atamalar aralarında adalet bakanı ve müsteşarının da yer aldığı 7 kişilik Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunca (HSYK) yapılıyor. HSYK üyeleri de bu mahkeme üyelerinden seçiliyor. Bunun da içtihatların tekelleşmesi, hâkimlik mesleğinin kalıplaşması gibi birçok sakıncası var.
Türk yüksek yargısının en büyük çıkmazlarından biri; üyeliğin emeklilik yaşına (65) kadar sürmesi. Dinamik ve modern bir yargılama için yaş ya da süre sınırı konması gerekiyor. ABDde yüksek hâkimlerin görevi 4-6 yıl arasında değişiyor. Avrupada ise yüksek hâkimler için değişik görev süreleri uygulanıyor. İtalya, İrlanda, İsveç, Belçika, Litvanya 4er yıllığına; Hollanda, Macaristan 6; Estonya 3 yıllığına bu hâkimleri göreve getiriyor. Birçoğunda da azil yetkisi var. İngilterede hâkimler Avam Kamarası ve Lordlar Kamarasının ortak kararıyla azledilebiliyor. Türkiyede azil yetkisi (örneğin Anayasa Mahkemesi üyeleri için) atamayı yapan en üst makam olmasına rağmen cumhurbaşkanında bile yok.
Anayasa Mahkemesi üyeleri Türkiyede Anayasanın 146ncı maddesinde tarif edildiği şekilde seçilip atanıyor. Cumhurbaşkanı iki asıl, iki yedek; Yargıtay iki asıl, bir yedek; Danıştay bir asıl; Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay üç aday içinden bir asıl; YÖK ise üç asıl, bir yedek üyeyi seçerek gönderiyor. Yani yüksek yargı atamalarında yürütme, çok istisnai durumlarda atamalara müdâhil.
Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere Türkiyedeki yüksek yargı organlarıyla ilgili tartışılması gereken en önemli hususların başında kuşkusuz hesap verebilirlik geliyor. Halkla kurullar arasında temsil bağı olmaması, Parlamentoya karşı sorumluluk duyulmaması şeffaflığı ortadan kaldırıyor. Hatta Avrupa Birliği raporlarına giren eleştirilerin tabiriyle; zümre, kamuoyunda bilinen hâliyle yargıçlar bürokrasisinin egemenliğine yol açıyor. Batı demokrasilerinde olduğu gibi atama, azil, tayin, üye sayısı belirleme gibi usuller hakkında yapılacak çalışmalarla hesap verebilirliğin mutlaka artırılması gerekiyor. Bunun yargı bağımsızlığını engellemediğinin de iyi anlatılması büyük önem taşıyor. Belli ki, TBMMnin ve önümüzdeki seçimlerin ana konusu yargı reformu ve sivil-demokratik anayasa olacak.
MAHKEME ÜYELERİ VE KALAN GÖREV SÜRELERİ
- Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç: Turgut Özal tarafından 1990da Sayıştay üyesiyken atandı. Kalan süresi 7 yıl.
Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt: Üst düzey yönetici kontenjanından Ahmet Necdet Sezer tarafından atandı. 11 sene daha görev yapacak.
Üye Sacit Adalı: Özal tarafından üst düzey yöneticiler ve avukatlar kontenjanından 1993te üyeliğe seçildi. 2011e kadar görevde kalacak.
Üye Fulya Kantarcıoğlu: Süleyman Demirel tarafından 1995te Danıştay kontenjanından seçildi. Kalan süresi 5 yıl.
Üye Ahmet Akyalçın: Sezer tarafından Yargıtay kontenjanından 2000 yılında üyeliğe seçildi. Görev süresi 2014te tamamlanıyor.
Üye Mehmet Erten: Sezer tarafından Yargıtaydan 2002de üyeliğe seçildi. Kalan süresi 6 yıl.
Üye Serdar Özgüldür: Sezer, 2004te Askerî Yüksek İdare Mahkemesi kontenjanından üyeliğe atandı. Kalan süresi 12 sene.
Üye Abdullah Necmi Özler: Sezer tarafından Askerî Yargıtay üyeliğinden 2004te üyeliğe atandı. Görev süresi 2011de doluyor.
Üye Şevket Apalak: Sezer tarafından Danıştay üyeleri arasından 2005te atandı. 2 senesi kaldı.
Üye Serruh Kaleli: Sezer tarafından avukatlar kontenjanından 2005te atandı. 11 yıl daha görev yapacak.
Üye Ayla Perktaş: Sezer tarafından Danıştaydan 2007 yılında bu göreve atandı. Kalan süresi 6 sene.
AVRUPADA YARGIÇLARI HALK SEÇİYOR
Başbakanlıkın hukukçulara hazırlattığı Türk Yargı Sistemi ile Bazı Ülkelere Ait Yargı Sistemleri Mukayesesi isimli çalışma, Batı demokrasilerindeki yüksek mahkemelerin nasıl oluşturulduğunu ortaya koyuyor. Buna göre, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya, İsveç, Norveç, ABD, Japonya gibi ülkelerin yargı sistemleriyle ilgili göze çarpan en önemli ayrıntı, anayasa mahkemesi, yüksek mahkeme (Supreme Court) diye adlandırılan mekanizmalardaki hâkim ve savcıların halk tarafından seçilmesi veya yasama, yürütme organlarınca atanmış olması. Mesela, Türk hukuk sistemine en çok benzeyen Fransada parti kapatma yetkisine sahip savcılık makamı yürütme eliyle belirleniyor. Yüksek Hâkimler Kurulu, hâkimleri atıyor. Ancak bu kurulun başkanı cumhurbaşkanı, yardımcısı da adalet bakanı. 9 üye devlet başkanı tarafından seçiliyor. Konseyin iki üyesi hâkim değil. Yasama organı konseyde temsil ediliyor. Üstelik alınan kararlar için Devlet Şûrasına müracaat ediliyor.
Demokrasinin beşiği olarak tarif edilen ABDde hem Yüksek Mahkemenin hem de sayıları 225 olan bölge mahkemelerinin hâkimleri, senatonun seçimi üzerine başkan tarafından atanıyor. Eyaletlerdeki hâkimler ise ya valiler tarafından ya halkoyuyla ya da eyalet meclislerince belirleniyor. 50 eyaletten 38inde seçim halk tarafından yapılıyor. İsviçrede de hâkimler halk tarafından seçiliyor. Almanyada Federal Anayasa Mahkemesi (Alman Anayasasının 94/1. maddesi) üyeleriyle eyaletlerdeki anayasa mahkemesi hâkimlerini meclis belirliyor. Savcıların atanmaları ve özlük işlemleri federal veya eyalet adalet bakanlıklarının yetkisi altında. Almanya, İngiltere, İsveç, Norveç, Avusturya, Belçika, Hollanda, İspanya, İrlanda, Portekiz gibi Avrupa ülkeleri ile Japonyada da hâkimler yürütme organı ya da devlet başkanı/kral tarafından atanıyor. Daha da ilginci, örneğin anayasa değişiklikleri birçok ülkede anayasa mahkemelerine bile götürülmüyor. Bu alan yasama ve yürütmenin alanı olarak tarif ediliyor.
ANAYASAYA AYKIRI GEREKÇE
Anayasaya aykırı olarak 4,5 ay gecikmeli açıklanan iptal kararının gerekçesi, yine Anayasanın 2nci maddesiyle düzenlenen laiklik, 148inci maddesiyle düzenlenen Mahkemenin görevleri ve 4üncü maddesindeki ilk 3 maddenin değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükmüne dayandırıldı: Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları gözetildiğinde, Anayasanın 10uncu ve 42nci maddelerinde yapılan düzenlemenin, yöntem bakımından dini siyasete alet etmesi, içerik yönünden de başkalarının haklarını ihlale ve kamu düzeninin bozulmasına yol açması nedeniyle laiklik ilkesine açıkça aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Anayasanın 2nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin temel niteliklerini dolaylı bir biçimde değiştiren ve işlevsizleştiren bu düzenleme Anayasanın 4üncü maddesinde ifade edilen değiştirme ve değişiklik teklif etme yasağına aykırı olduğundan, Anayasanın 148inci maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen teklif koşulunun yerine getirilmiş olduğu kabul edilemez.
SEÇİLMİŞLER, KURUCU İKTİDARA ORTAK OLDU
Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Adnan Küçüke göre, Anayasa Mahkemesi tali kurucu iktidara ortak oldu. Yani kendi irade ve inisiyatifi ile bir devlet yetkisini ihdas ederek (ortaya koyma) yasama organının yetkisini paylaşacak bir noktaya geldi. Oysa bu durum Anayasanın 6. maddesindeki bir hükme açıkça aykırılık teşkil ediyor: Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan devlet yetkisi kullanamaz.
Gerekçeli kararın hukuki açıdan sorunlu olduğunu dile getiren Küçük, sebebini şöyle özetliyor: Yüksek Mahkeme, Parlamentoyu anayasal yetki dışına çıkarak sınırlandırıyorsa, artık burada millî iradenin seçilmişler tarafından dizginlenmesi ortaya çıkacak ki, bu da demokrasiye zarar verir. Mahkeme her anayasa değişikliğini esastan görüşme yetkisi ile denetleyecekse bundan sonra yapılacak bütün anayasa değişikliklerini çok kolay iptal edebilir. Bu durumda anayasa değişikliklerinin normal kanunlardan farkı kalmaz. Bu da Mahkemenin benimsediği sistemi altüst eder. Artık Parlamentonun yapacağı anayasa değişiklikleri Mahkemenin onayına kalacak.
FATİH UĞUR / NURSEL DİLEK / MEHMET BAKİ
(AKSİYON)
- İm (Kod): Tümünü seç
http://www.huder.org/habergoster.asp?ID=854
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=753825
Sempozymun programı: http://rapidshare.com/files/162782040/I ... kisch2.pdf