ANIMSASAK DA OLUR ANIMSAMASAK DA
‘Darbe Girişimi’ ve önlenmesine yönelik yöntemler konusunda kimi eleştirilerimiz, ne yazık ki ya anlaşılmamakta ya da diğer kimi kesimlerin eleştirileriyle karıştırılmaktadır.
Deniyor ki; sözgelimi bu eleştiriler daha çok
1° Amerika’nın suçunu örtmeye
2° Fetö terör örgütünün yanına düşmeye
3° Tayyip Erdoğan’ın olağanüstü güçlü olduğu izlenimi vermeye yaramaktadır.
Bunlara sırasıyla yanıt verecek olursak;
1° Bırakalım Türkiye’yi dünya genelinde hemen hemen bütün ‘darbe’lerin ABD ve diğer Batılı devletlerin ‘istihbarat servisleri’nin ‘bilgi ve desteği’ olmadan başarıya ulaşmayacağını biliyoruz. Bunun için gazetecilerin yaptığı gibi hemen başkan Obama ya da Pentagon’un ağzının içine bakmamıza gerek yok.
Yine de, sözgelimi eski Amerika Dış İşlerinden sorumlu Devlet Bakanı Colin Powell’in kabinesinden Lawrence Wilkerson açıkca dile getirdiği gibi, şu anda CIA direktörü olan John Brennan’ın bu ‘darbe’yle ilişkisi ‘kesin’dir: « Je suis sûr que John Brennan et d'autres savaient ce qui se passait en Turquie, et il est évident que nous (les Etats-Unis) sommes liés à ce putsch", a estimé M. Wilkerson à Sputnik. ["I'm sure that John Brennan and others knew what was happening in Turkey, and it is clear that we (USA) are linked to the putsch", said Mr. Wilkerson to Sputnik]
“İlgimiz yok” deseydi bile kimseyi inandıramayacağını o da bilmektedir.
2° Fetullah Gülen ‘örgütü’nün, kırk yıla yakın süredir Türkiye’de bulaşmadığı bir tek ‘temiz’ iş gösterilemeyeceğini biliyoruz. Onların artık ‘son çare’ olarak ‘darbe’yi göze alabilecekleri kadar sıkıştıklarını da biliyoruz.
‘Darbe’ye bulaşmadıkları varsayılsa bile, ‘darbe’cilerin yaptıkları eylemler benzeri ‘insanlık dışı eylemler’ yapacaklarını da biliyoruz. Onlarda ‘vatan’, ‘millet’ ve ‘bayrak’ kavramının olmadığını, yeri geldiğinde kendi ‘dava’ları uğruna babalarını bile kesecebilecklerinden de eminiz.
3° Tayyip Erdoğan’da ‘olağanüstü nitelikler’ görmek, ancak onun GK’larına yakışan bir tutum olabilir. Kaldı ki, biz insanları, ‘olağanüstülük’lerine göre değil, kendi ‘beyin’lerini ne kadar kullabildiklerine göre değerlendiririz.
Kısası, yukarıda sayılan ‘suçlama’ ya da ‘eleştiriler’in, en azından bizim eleştirilerimiz bakımından ne denli temelsiz olduğu oratadadır. Kaldı ki, bizi tanıyanlardan bizim bu tür ‘sıradan hata’lara düşmeyeceğimizi beklemelerini umardık.
Tersine, bizim dikkat çektiğimiz kimi konular ya da ‘eleştirilere’ bakarak, kendi tutum ve davranışlarında bir ‘eksiklik’ olup olmadığına bakmalarını beklerdik.
Kuşkusuz ‘dediğim dedik’ tutumu bireylere yakışmadığı gibi, örgütlere ve o arada kanaat önderlerine hiç yakışmamaktadır. Yarın ‘beklenmedik sonuçlar’ karşısında, ‘yanılmışız’ denilmesinin, tek tek bireylerdeki etkisi ile örgüt ve önderlerdeki etkisinin aynı olmayacağı ise apaçıktır.
Örnek olsun; bu ‘darbe’ girişimi, Türkiye için ne kadar zararlı idiyse, AKP hükûmeti için ‘Tanrının bir lütfu’ ya da bizce söylenildikte ‘ABD’nin bir lütfu’ olmuştur.
Eğer konuşulanları anlama yetisi kullanılabilirse, Başkumandan’ın her ortam ve koşulda, ilgili ilgisiz zamanlarda, ‘milleti birleştirme’ye yönelik sözlerinin sadece ‘kendi dava arkadaşları’na yönelik olduğu ve ‘Allah için olsun’ bir tek kez Türkiye’nin bütününü kapsayıcı, kucaklayıcı olmadığı görülebilir. Bir gün önce, ‘15 Temmuz Darbesi’nin kutlama toplantılarından birinde, ‘milletimiz’e şu muştuları veriyordu Başkumandan:
- Toplu Kışlası yeniden Taksim’de ‘eskisine uygun’ biçimde yapılacak [31 Mart’ın intikamı alınacak diye okuyunuz. Bilindiği gibi 31 Mart olayları 24 Temmuz Genç-Türk Devrimi’ne karşı yapılan ayaklanmanın ‘askerî odağı’nı oluşturmaktaydı]
- Taksim Meydanı yeniden düzenlenecek ve Atatürk Kültür Merkezi yıkılacak [ Gezi Olayları’nın intikamı alınacak]
- Maksem’e büyük bir cami daha yapılacak [Minareler füzemiz camiler kubbemiz olacak]
Başkumandan ekliyordu; “İsteseler de istemeseler de”.
Tersini göstermeye çalışacak olanlar için bu konuda boşuna kendilerini yormamalarını ve illa mat olmak istiyorlarsa başka tümcelerini örnek göstermelerini bekleyelim.
Bu ‘Tayyip takıntısı’nı geçersek; ‘Darbe’lerin ‘iç ve dış dinamikleri’ bağlamında da bu ‘Darbe’ püskürtülmemiş, tersine tam da Amerikanın istediği biçimde sonuç vermeye doğru evrilmiştir. [Bu kadar ince ‘planlanmış olduğunu söylüyor değiliz].
Sözgelimi Türkiye, beklenildiği gibi Suriye ya da yakın komşularıyla ‘dostları artırma düşmanları azaltma’ hedefini, saf bir biçimde istese de, içinde bulunulan koşullar onu tersini yapmaya itecek ve yine hiçbir biçimde arzulanmasa da, çok daha derin düşmanlıklara doğru sürükleyecektir.
Uzatmamak için, burada kesiyor, ekonomik gerekliliklerin olağanüstü ‘tasarruf önlemleri’ ya da dayanılmaz ‘kemer sıkma politikaları’nı dayatacağını ve AKP’ye bir ‘darbe’ olacaksa, onun da ‘ekonomi politik’in darbesi olacağını belirtelim.
O nedenle, Türkiye’nin ‘Darbe’yi püskürtse de ‘Devrim’e zorlandığı söylenebilir.
Bu da Kemalizm’in altı ilkesinden ‘Devrimcilik’ ilkesinin kapıyı çalması demektir.
Bendeniz ise, ‘Tatlısu Kemalistleri’nin bu durumun ne denli ayırdında oldukları konusunu olağanüstü meraklanmaktayım.
Son anda, Milli Güvenlik Kurulu’nun önerisi ve Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ‘Olağanüstü Hal’ uygulanmasına karar verilmiş olduğunu öğrendik.
‘Ülke çıkarı ve evrensel hukuk ilkeleri çerçevesinde ne olağanüstü hal ve ne de sıkıyönetimden çekinmeyip, yıllarca bu tür uygulamaların gerekliliğine işaret etmişik (*).
Ancak, ‘darbe’ bahanesiyle ve hemde bir gün önceden Başkumandan’ın yarın (yani bugün için) önemli bir kararı açıklayacağını duyurmasının ardından, başkanlık ettiği Milli Güvenlik Kurulu ve yine başkanlık ettiği Bakanlar Kurulu’nun ardından, ‘Olağanüstü Hal’in ilan edildiğini, yine Başkumandan’ın ağzından duymuş olduk.
Şimdiye kadar söylediklerimizi yendien gözden geçirmek için bir örnek olabilir mi dersiniz?
Ya da, şu yukarıda sözü edilen ‘takıntı’mızı anımsasak mı yoksa.
Anımsasak da olur anımsamasak da; gereği kalmadı da ondan...
Habip Hamza Erdem
(*) 27 Haziran 2016: http://www.dunya48.com/habip-hamza-erde ... m-o-haller