Artan terör saldırıları ve ardındaki senaryo
Öncelikle böyle siyaset üstü bir konuda şapkayı çıkarıp önümüze koyma zamanı. 22 Temmuz-18 Ağustos tarihleri arasında siviller dahil verdiğimiz ŞEHİT sayısı (82)... Bunun %70’i sırasıyla Diyarbakır, Hakkari, Bitlis, Van, Şırnak ve Siirt’te meydana gelen eylemlerden oluşuyor. Eylem sayısına gelince, 12 farklı il sınırında gerçekleşmesi, aynı merkezden ve muhtemeldir ki kısa vadeli bir hedefe yönelik olarak harekete geçirilmiş olduklarını gösteriyor. Buna ilişkin 2 temel sebep gün yüzüne çıkıyor. (1) Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeler, (2) FETÖ ve bağlantıları... Aslında her ikisi de bütünleşik şekilde değerlendirilmeli. Üstelik bu ihanet şebekesinin ortaklaşma iradesinin bu kadar yeni olmadığı da sorgulanması gereken hususlar arasında...
Terörün hedefi
Terörün kendisine özgü bir gündemi vardır. Bu gündemde iki etkileşim biçimi dikkat çeker. Birincisi acımasız eylemlerin hedef aldığı sivil/asker alanı ve parçalanmaya çalışılan toplumsal güven; ikincisi ise bu anlık hedeflerle varılmak istenen nihai beklenti alanı. Aklımızın almadığı, vahametin doruğa ulaştığı ve insanlığın sona erdiği noktada birinci etkileşimin konuşulduğu bir propaganda sistemi işletilirken, ikinci etkileşim alanında bizim tespit ve kurgularımızın ötesinde, kimi zaman istihbaratları zor duruma düşüren küresel bir arka plan yönlendirmesi devreye girer. Çünkü günümüz küresel güç mücadelesinde cephe savaşları yerine daha az maliyetli olan terör örgütlerinin vekalet aldığı bir kuşatma tercih edilmektedir.
PYD’nin ilerleyişi
Menbic kuşatması ve neticesi, Suriye’deki iç savaş kadar PKK-PYD ortaklığının ayrı bir devlet hayali için de bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor. Zira Menbic’in alınması Suriye’nin kuzeyinde “kanton” olarak ifade edilen 3 bölgenin birleşerek bir bütün haline gelmesi açısından hayati bir öneme sahip. PYD/YPG güçleri bu hedefe ilerlerken Türkiye’nin Azez-Cerablus hattının ne pahasına olursa olsun verilmeyeceğine yönelik hassasiyetine meydan okurcasına Menbic’in 50 km. güneybatısındaki al-Bab’a varmak üzere... Bölgedeki bazı kaynaklar PYD’nin şu an bulunduğu bölgenin Cerablus’un 15 km. güneyi olduğunu ileri sürüyor. ABD her zaman olduğu gibi IŞİD’e yönelik bombardımanlarını al-Bab’a sevk etmiş durumda. Buranın da IŞİD’ten temizlenmesiyle IŞİD’in Rakka’ya uzanan ikmal yolları büyük ölçüde kapanacağı gibi PYD-YPG eliyle Türkiye’nin Orta Doğu ile arasına De Facto bir devlet girmiş olacak. O aşamadan sonra Suriye’nin kuzeyinde bizim kontrolümüzde ve/veya olası hamlelerimizle bir inşa sürecinin yürütülmesi hayli zorlaşacak.
Halep-Musul denklemi
Bu durumu değiştirebilecek 3 ülke ABD, Rusya ve İran... Bakıldığında hangi sebeple olursa olsun ABD’nin PYD-YPG güçlerinden, Rusya’nın da Esad rejiminden ve özellikle Halep etkinliğinden vazgeçmeyeceği netleşmiş gözüküyor. Netleşen diğer bir fotoğraf ise ABD’nin Musul, Rusya’nın Halep üzerinde örtülü bir konsensüs sağlamış olmasıdır ki bu şehirleri kontrol altına alan Suriye ve Irak’ta kontrolü sağlayacaktır. Bu iki pozisyon açısından Türkiye’nin yeterince dikkate alınmaması oldukça endişe verici. Zira Türkiye’nin önemli bir süredir temel iki çekincesi Esad rejimiyle devam edilmemesi ve Suriye’nin kuzeyindeki olası bir devlet oluşumuna izin verilmeyeceği yönündeydi. Başbakan Yıldırım birkaç gün önce “Bu ülkede PYD gibi bir devlet yapılanması söz konusu olmayacak” dedi. Toprak bütünlüğünün korunması konusunda tarafların tümü söylem bazında aynı görüşe sahip. PYD ise sözde Kürtler, Araplar, Türkmenler vb.. oluşan federasyondan söz ediyor. Ancak pratikte demografisi giderek değişen bölgede kontrolü alan PYD’nin, yapılanma modelinde baskın geleceği aşikar.
Nasıl bir senaryo?
İşte tam bu gelişmelerin odağında başladı Türkiye-Rusya ilişkilerindeki normalleşme süreci... Yine Başbakan Yıldırım “6 ay içinde önemli şeyler olacak” derken muhtemeldir ki Türkiye-Rusya arasında varılacak bir mutabakatı kastetti. Ancak bu kısmi iyimserliğe rağmen PYD-PKK-HDP ortaklığı Suriye-Türkiye arasında oyuncuları önceden hazırlanmış bir senaryoyu uyguluyor. Buna göre (1) PYD kuzeyde olabildiğince ilerleyecek, (2) kantonlar birleşme noktasına gelecek, (3) fiili bir devlet görünümü PYD hanesine yazılacak, (4) Türkiye içeride meşgul edilecek ve toplumsal katmanlarda mobilizasyon sağlanacak. Böylesine bir senaryonun boşa çıkarılması için hamasetten uzak, akıl ve bilimin öncülüğünde bir diplomasi süreci gerekirken aynı zamanda iktidarı ve muhalefetiyle milletçe/topyekûn mücadeleye hazır olma zorunluluğumuzu bir kez daha hatırlatmak gerekiyor.
Kürşad ZORLU, 20 Ağustos 2016
kzorlu77@gmail.com