AKP hükümetinin PKK açılımı devam ediyor, yakında bir paket daha açıklayacaklar. Halkın tepkisine karşı kullandıkları “artık şehit cenazeleri gelmiyor”, ”Analar ağlamasın, gözyaşı dinsin!” formülleri hayli etkili oldu. İşleri gerçekten çok kolaylaştı; eğer ellerinde böylesine etkili bir bahane olmasaydı, PKK ile, onun başı olan şahısla masaya hiç oturabilirler miydi?
BOP’un sahibinin, Büyük Plan’ın hazırlayıcısı Amerikan hükümetinin her şeyi iyi planlamış olduğu açıkça görülüyor, kolay mı, dünya çapında tecrübeleri var. AKP hükümetinin elinde mutlaka böyle bir gerekçe bulunması gerekiyordu. Yoksa, plan yürümezdi. Evet, bu sözde barışa halkı ikna etmek için, AKP’nin eline insanların kolay kolay itiraz edemeyeceği bir bahane tutuşturulması gerekiyordu: Barış gelsin! Şehit cenazeleri son bulsun, Gözyaşları dinsin, analar ağlamasın!
1999’da Bosna’da da böyle olmadı mı, 12 Eylül 1980 darbesinden önce yine Türkiye’de aynı gerekçenin olgunlaşması beklenmedi mi? Olaylara müdahalelerden önce, her iki yerde kan gövdeyi götürmedi mi? Amerikan güçleri Bosna’da müdahale için, Türkiye’de askerî darbe için izin verirken, duruma el koyanların elinde yine aynı “akan kanı durdurma”, “barış getirme” bahaneleri yok muydu? PKK çetelerine neden yıllarca dokundurtmadı Amerika? Çünkü ilerde AKP iktidarının kullanacağı gerekçenin olgunlaşması gerekiyordu. Çünkü, birinin deyişi ile, “kadayıfın altının kızarması” gerekiyordu.
Ancak dünyada her şeyin bir karşılığı vardır, her şeyin bir maliyeti, her şeyin bir bedeli vardır. Örneğin, bir terör örgütünü muhatap alan, her dediğini yerine getiren bir hükümetin kredisi kalır mı? Böyle bir süreçte bağımsızlık ve egemenlik temelleri tahrip edilen o devlet ayakta kalabilir mi? PKK’nın, Türkiye Cumhuriyeti düşmanı teröristlerin taleplerini yerine getirmek, devletimizin bekasına yöneltilmiş korkunç bir tehdit değil midir?
***
Nitekim “Güneydoğu Anadolu’dan Hiç Şehit Gelmiyor” başlıklı makalesinde (Yeniçağ, 24.8.2013) Prof. Dr. Ümit Özdağ; “şehit cenazeleri gelmiyor ama karşılığında neler oluyor, neler kaybediyoruz” diyerek, bakınız neler yazıyor:
PKK ile müzakerelerin başlamasından bu yana Başbakan dahil Hükümet yetkililerinin sürekli vurguladıkları husus; “Güneydoğu Anadolu’dan hiç şehit gelmiyor” argümanıdır. Bu doğrudur.
-Eğer polisi ve askeri karakol ve kışlalarından çıkarmazsanız,
-yasaların uygulanmasını askıya alırsanız,
-yasaları ihlal edenlere karşı adım atması gereken asker ve polisi “barış sürecini ihlal etmek isteyen provokatör” durumuna sokarsanız,
-PKK’nın saldırısına uğrayan jandarma helikopterleri “kaçma manevrası” yaparsa,
-uyuşturucu kaçakçılarının el konulan bilgisayarlarını “geri almak için” PKK/BDP’liler jandarmayı muhasara edebiliyorsa,
Elbette kan akmaz, şehit gelmez.
Şehit gelmez, ancak devlet ayağa düşer.
(Kaldı ki PKK lılar son iki ayda dört korucuyu şehit etmişlerdir)
***
Ben de diyorum ki, herhangi bir olguyu değerlendirirken, tek boyutlu yaklaşmamak lazım. Bir eylemin faydalarını ileri sürerken, zararlarını da hesaba katmak lazım. O zaman “açılım” konusu da şöyle ortaya koymak gerekmez mi: Evet, şehit cenazeleri gelmiyor, analar ağlamıyor ama ne karşılığında? Sayın Ümit Özdağ’ın da örneklerle belirttiği gibi, korkunç bedeller karşılığında! Bazıları şunlar:
-PKK affının yarattığı sosyal ve psikolojik travmalar,
-Devletimizin bağımsızlığına indirilen darbe,
-İç savaş ve bölünme olasılığı
-Milli irade ve egemenliğin tahribi
Ben bu konuyu daha önce 7.4.2013 tarihli bir yazımda tartışmıştım. O yazımı, bir kez daha halkımın dikkatine sunmayı gerekli buluyorum.
***
ANALAR AĞLAMASIN, TAMAM DA...
Şu yaşadığımız dünya son derecede karmaşık, tezatlarla dolu… Toplum hayatı da öyle: Savaş var, barış var; neşe, ıstırap, gülme, gözyaşı var. Ve hepsi, insanlar için. Tıpkı karanlık ve aydınlık gibi… Biri varsa, öbürü de var. Tarih boyunca ve bugün, her yerde insanoğlu hep bunları yaşamıştır, yaşıyor. Gönül ister ki yalnızca barış olsun, sevinç olsun, gülme olsun… Ne var ki böyle bir toplum bir idealdir, ütopyadır. Hep istiyoruz onu, ancak ulaşamıyoruz, çünkü istemeyenler de var, engeller var.
Şimdi, şöyle diyeyim: Bir an için varsayalım ki, Türkiye başka bir ülkenin işgaline uğradı, 1919’daki Yunan işgali gibi… Kentlerimize, köylerimize girmeye, cinayetler işlemeye başladılar. Ne yapacağız? “Aman, analar ağlamasın” diyerek teslim bayrağını mı çekeceğiz? “Ey düşman, ne istersen vermeye hazırız, yeter ki sen bu zulümden vazgeç” mi diyeceğiz? İçerden de gelebilir saldırı, bir ayaklanma, terör şeklinde de karşımıza çıkabilir. Yine, bugün, hükümetin ve adamlarının yaptığı gibi boynumuzu büküp, saldırgana “ne istersen vermeye hazırız, yeter ki bu işten vazgeç” mi diyeceğiz?
Hz. Muhammet İslam’ı tebliğ göreviyle işe başlarken, “çok kan akacak, analar ağlayacak” diyerek misyonundan affını mı istedi? Selahattin Eyyubi dalga dalga gelen vahşi Haçlı saldırıları karşısında “çok gözyaşı dökülecek” deyip İslam’ı savunmaktan vaz mı geçti? Fatih Sultan Mehmet “iyi de, analar gözyaşı dökecek” diyerek, İstanbul surlarının önünden yüz geri mi etti? Osmanlı; fetret döneminde, Celâli isyanlarında ne yaptı? Ya Mustafa Kemal Paşa? Anadolu, vatanımız, haydut İngiltere’nin teşviki ile Yunan işgaline uğrayınca, iç isyanlar çıkınca, İstanbul hükümetini haklı bulup “en iyisi Anadolu’ya 'heyeti nasıha'lar gönderelim, İngilizin, Damat Ferit’in dediği olsun, Yunan varsın gelsin; yeter ki, analar ağlamasın” mı dedi?
Evet değerli okur, Hükümet dahil, onun başı ve sözcüleri, hemen bütün medya dahil, hemen herkesin ağzında aynı bahane: Analar ağlamasın, gözyaşı dinsin!
***
Yahu, hayat bu kadar basit mi? Gelin, bu sözde gerekçeye daha yakından bakalım. Neye dayanıyor, somut temeli nedir? AKP iktidara geldikten sonra, on yıldır, hemen her gün verdiğimiz şehitlere, şehit sayısına dayanıyor. Oğullarının arkasından seller gibi gözyaşı döken anaların çektiği acılara dayanıyor. İşte 2000’den beri her yıl verdiğimiz şehit sayıları:
YIL | ŞEHİT |
2000 | 29 |
2001 | 20 |
2002 | 10 |
2003 | 31 |
2004 | 75 |
2005 | 105 |
2006 | 111 |
2007 | 146 |
2008 | 171 |
2009 | 80 |
2010 | 106 |
2011 | 162 |
2012 E | 123 |
AKP iktidara gelmeden önce (2000-2002) şehit sayımız çok düşük ve giderek azalıyor. AKP hükümeti ile birlikte (2003) kayıplar artmaya başlıyor, 2008 yılında zirveye ulaşıyor: 171 şehit… 2009’da çarpıcı bir kırılma var. PKK ile gizli görüşmelerin başladığı veya yoğunlaştığı tarih olabilir. Ancak şehit sayısı yine de yüksek olmakta devam ediyor, 2012’ye (Ekim) kadar böyle… Ve 2013’ün ilk ayları… Hemen hemen sıfır… Çünkü artık hedefe ulaşılmış, PKK ile masaya oturulmuştur.
Şimdi, burada biraz duralım ve bir varsayım daha yapalım. Diyelim ki geçen on yıl boyunca PKK karşısında hiçbir şehit vermedik ya da pek az verdik. Bu durumda ne olacaktı?
-Analar yavrularını kaybetmemiş, gözyaşlarına boğulmamış olacaktı.
-Başka?... Asıl önemlisi: AKP Hükümeti de, onun başı da, medyası ve “akil adamlar”ı da ağızlarına pelesenk ettikleri o ünlü gerekçeden yoksun kalacaklardı: Analar ağlamasın, gözyaşı dinsin! Elde böyle etkili bir bahane olmayınca da –Derin Merkez’in emrine uyarak- PKK ile, onun başı ile masaya oturma yoluna gidilemeyecekti.
***
BOP’un sahibi, Büyük Plan’ın hazırlayıcısı her şeyi düşünmüş! Hükümetin elinde böyle bir gerekçe olmayınca, planın yürümeyeceğini görmüş.
Ve bunu da başardı. Nasıl? Önce PKK’yı kurdurup kanatları altına aldılar, AKP iktidar olunca, üzerine adamakıllı gidilmesini önlediler. PKK’nın canlı, gündemde kalmasını, hep güçlü görünmesini sağladılar. En gerekli ve sonuç getirici önlemleri aldırmayarak, PKK’nın önünü açık tuttular, cinayetlerini olabildiğince artırmasına yardımcı oldular. Her yıl, neredeyse her gün şehit haberleri kapladı bütün Türkiye’yi… Halk şartlandırıldı, yönlendirildi bu yoldan. Ne yazık ki projeye içerden de, bilerek veya bilmeyerek destek verildi. Eğer PKK yılanının başı zamanında ezilseydi, bu kadar şehit verilir miydi?
Planı kısaca hatırlatayım: Araç “yeni Osmanlıcılık”, amaç Türkiye’yi büyütüyormuş gibi yapıp küçültmek, parçalamak… Sözde Kürt devletçiği ile federasyon... Bunun için ne lazım? Hükümeti PKK ile masaya oturtmak… Sözde barışı sağlarmış gibi yapıp büyük ödünü kapmak, Amerikan küresel şirketlerinin iradesini yerine getirmek… PKK için sorun değil bu, o hedefine ulaşmış sayıyor kendini. Ancak Türkiye Cumhuriyeti hükümeti için utanılacak, yüz karası bir durum.
Peki, bu sözde barışa halk nasıl ikna edilecek? AKP’nin eline insanların kolay kolay itiraz edemeyeceği bir bahane vererek: Gözyaşları dinsin, analar ağlamasın! Barış gelsin!
Ancak ben itiraz etmek zorundayım. Çünkü:
-Bir eylemde yalnız kazançlar değil, kayıplar da hesaba katılır. Akıllı olmak bunu gerektirir.
-Diyelim ki “barış” sağlandı, başka analar ağlamayacak artık. Askerlerimizi baskınlar yaparak, pusular kurarak katleden hainler, "barışçı"ların sayesinde inlerinden çıkıp ellerini kollarını sallayarak dünya nimetlerine koşacaklar. Peki, yirmi yaşın baharında toprağa düşen gençlerimizin hakkı ne olacak, kanlarının hesabını kim verecek? Onların mübarek analarının hakları ne olacak? Sizin bu yaptığınız nedir? Dünyanın belki de en utanılacak bir işi değil midir?
***
Bir olay sadece birey boyutuyla değil, toplumsal boyutuyla da değerlendirilmelidir. Aksi halde, çok yanlış kararlar alınır. Böyle düşünürsek, hükümetin girişimlerinden Türkiye’nin, milletimizin çok şeyler kaybedeceğini dehşetle görürüz. Nelerdir bunlar, aşağıda sıralıyorum.
1) PKK’ya af, buna şiddetle karşı olan milyonlarca birey üzerinde psikolojik travmalara yol açacaktır.
2) Sağduyulu hemen herkes farkındadır ki işin içinde Amerika vardır, daha doğrusu onun küresel şirketlerinin patronları vardır. Hükümette olanlar bunların projelerini, bu dış güçlerin taleplerini yerine getirmektedir. Bu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bağımsızlığına ağır bir darbedir.
3) Varılacak bir anlaşmanın garantisi yoktur. Silahı bıraksalar bile, ilerde yeniden eşkiyalığa başlamayacaklarını kim garanti edebilir? Sonra, elde ettikleri ile yetinecekler mi, bugünkü kazanımlarını, yarınki hedefleri için bir aşama olarak görmedikleri ne malum? Sayın Sadi Somuncuoğlu’nun (Yeniçağ, 6.4.2013) dikkatimizi çektiği gibi: farz edelim ki “Yeni” Anayasa Meclis’ten geçti ve çok ortaklı etnik/ırk devleti kuruldu. “Barış” geldi, PKK saldırıları durdu, “kan akmıyor”. Yine de huzura kavuştuk diyebilir miyiz? Hayır diyemeyiz!... Çünkü bir bütün olan millet bölünüp egemenlik paylaşılınca, kısa zamanda iç çatışma başlayabilir. İşte bu, “etnik fitne” tuzağıdır. Tarih bunun dramatik örnekleriyle doludur. İşte dağılıp yok olan Yugoslavya, işte bölünmüş olan, iç çatışma tuzağındaki Irak, işte Libya, İşte Suriye...
4) Görüşüm odur ki mevcut iktidar halkın iradesini temsil etmekten tamamen uzaklaşmıştır. Çünkü bir oligarşiye, hatta tek adam iktidarına dönüşmüştür. Millî egemenlik dışında bir gücün hizmetinde iş yapmaktadır. Hükümetin, PKK ile görüşerek oluşturmak istediği çözüme milletimizin yarısından fazlası karşıdır. Buna rağmen, girişimlerde ısrar Milli İradeye hesaba katmamaktır, hatta onu inkârdır. Karşı olanlar yarıdan az da olsa yine Millî İrade tahribatı vardır. Çünkü böylesine önemli kararlar halkın çok büyük bir kısmının onayını gerektirir.
5) Bağımsızlık ve egemenlik temelleri tahrip edilen bir devlet ayakta kalabilir mi? Öyleyse PKK’nın, bu Türkiye düşmanı teröristlerin taleplerini yerine getirmek, devletimizin bekasına yöneltilmiş korkunç bir tehdittir.
Devletimiz, ulus-devletimiz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti elden giderse, yalnız şehitlerinki ile kalmayacak, bütün bir milletin anası ağlayacaktır.
Prof. Dr. Cihan DURA, 26 Ağustos 2013