Siyasetten gına geldi artık. O yüzden bugün size, dost ortamlarında paylaştığım asker kınasında yaşanan olayları anlatacağım.
Biliyorsunuz Peygamber ocağı olarak kabul edilen asker ocağına gitmeden gençlerimize "asker kınası" yakılır. Yüzyıllar öncesine dayanan bu gelenek Dede Korkut Hikâyeleri'nde de geçer. "Vatana kurban olsun" diyerek Türk inanç sisteminde adanmışlığı gösterir.
*
Benim okulu yarım bırakıp askere gitme kararı aldığımda terör olayları yoğun yaşanıyordu. Teslim tarihim belli olunca hazırlıklar başladı. O gün Adana'da sıradan bir gündü. Benim içinse farklılığı akşam kına yapılacak olmasıydı. Gün boyu eş-dost akraba ve daha önce askerliğini yapmış abilerin hepsi bir nasihat verdi:
- "Ne en önde ol, ne en sonda. Hep ortada ol."
- "Askerde bağırmayana, sivilde ise bağırana deli denir. Marş söylerken bağır."
Fakat bu bana bir anlam ifade etmiyordu. Hani derler ya birine baklavayı anlatacağına ver bir dilim tatsın. Ha işte öyle bir durum…
Ama en önemli nasihat:
- "3 kişi, 5 kişi lâzım dediklerinde hemen zıplama" idi.
*
Meselâ; "var mı gönüllü dediklerinde" sanki dünyanın en zor görevi verilecek ve altından senden başka kimse kalkamayacak gibi düşünüp ortaya çıkınca acı gerçeği, ot yolma, patates soyma gibi işlere götürülünce anlıyorsun. Hoş bu da size vatana hizmetin sadece nöbet tutmak ya da savaşmak olmadığına dair büyük bir ders oluyor. Zaten ne olabilir ki? Herhangi bir niteliği olmayan ama yapılacak işin detayını bilmeden gönüllü olanları alıp, özel operasyona götürmeyecekleri belli. Kabahat öne çıkanda.
*
Ama işte milletimiz tez canlı olduğu için hemen her şeye atlıyor. Sonrada ailesinin "Askerlik nasıl?" sorusuna, soğan doğrarken gözleri yaşlı, "Güzel ama helikopterden helikoptere atlarken şarjör değiştirmesi zor" türü fantastik hikâyeler yazıyor.
Neyse...
Bunlar ayrı konu.
*
Acemi birliğim Adana'ya 2,5 saat uzaklıktaki Hatay'dı. Teslim tarihinde, öğlen 13.00 gibi çıksam 17.00'ye kadar çok rahat varırım diye düşünüyordum. Akşama kadar tavsiye edilenleri aldık. Çoğu bana göre gereksizdi. Meselâ para kesesi.
Babam onu alırken "Bu da lâzım" dedi.
"Gerek yok. İşim olmaz" dedim ama inat etti, aldı.
Arkadaş! Kamuflajlı ve iplikli bir para kesesi yapmışlar. Onu boynuna takıyorsun, varsa 3-5 kuruşun kuzu, kuzu göğsünde yatırıyorsun. Oysa benden önce askere gidip gelmiş bir arkadaş, para kesesi unutma diye tembihlediğinde, "Erkek adam sevdiceğinin dışında başka bir şey yatırır mı göğsünde" diye artistlik yapmıştım.
Çaresiz babama ses etmedim.
*
Akşam tüm hazırlıklar yapıldı. Akrabalar, dostlar, arkadaşlar kınaya geldi. Oturduğumuz binanın çatısı yoktu. Dam diye tabir ettiğimiz teras gibi büyük bir alan vardı.
Kına burada yakılacaktı.
Aydınlatma çekilmiş, teyp getirilmiş asker türküleri çalıyor.
*
Dostlarım Ahmet, Osman ve İhsan gelirken iki büyük alıp gelmişler. E, onlar getirip misafirlerin çoğu bardağını uzatınca yetmedi. Babam da gece boyunca aldı. Benim dışımda tüm arkadaşlarım içiyor. Ortam hoş ve sohbet güzel...
*
İlerleyen saatlerde ne oldu bilmiyorum. Akrabalar falan var, vatana hizmete gideceğim ayıp olur içmeyeyim düşüncesinden çıkıp, aman canım ya nereden anlayacaklar diyerek su içiyorum ayağıyla sek içmeye başladım.
Ne yalan söyleyeyim, ortam daha da bir güzel, kafam ise kıyak oldu.
Aile büyükleri; "Ne efendi; ne saygılı çocuk. Tüm ısrarlara rağmen katiyen ağzına sürmedi." diye överken, arkadaşlar, "Ulen ne adamsın! Kırk yıl düşünsek aklımıza gelmezdi." diye kahkahalarla gülüyor.
*
Tabi böyle bir gecenin sonu tahmin ettiğiniz gibi hayra alamet değildi. Milleti su içiyorum diye keklerken, fiyaskom ortaya bayağı şaşalı bir şekilde çıkacaktı.
Neyse ben, 3, 4, 5, 6 yuvarlıyorum. Kimsede demiyor ki "Dur!"
Hoş mevzuyu anlayıp çarpılırsın diyenler oldu da ne değişti? Hemen tersledim; "Benim gecem yeaaahh. Bırakında gönlümce olsun."
Böyle kaç kadeh sek içtim bilmiyorum. Derken en son hatırladığım müthiş mide bulantısı ve baş dönmesiydi.
*
Ve bingo. Olanlar oldu. Bende şuur gitmiş. Bizimkiler ambulans falan çağırmış. Fakat babam beklemeye dayanamayıp bir komşunun aracına attığı gibi yallah hastaneye.
*
Babamın anlattığına göre, Adana Numune'ye getiriyorlar. O sırada araçtan inip hastane bahçesinde duvar dibinde demlenen şarapçılara gidip "gardaşlarım" benim diye sarılıyorum. E tabi benim kafa güzel onların ki benden güzel onlarda "vay gardaşım" diye bana sarılıyor. Babam da diyor ki nerden haberleri olmuşta hemen gelmiş bu arkadaşları.
*
Olay böyle bitmiyor tabi devamı daha trajikomik… Bizimkiler beni alıp içeri götürüyor. Doktorun midemi yıkadığı ana kadarını hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde doktor burnumdan hortum sokmuştu, o anı hatırlıyorum. Boğulacak gibi istifra ediyordum.
Mide yıkama dedikleri olay buymuş.
Ben kusuyorum, doktor hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu.
Oysa bana göre ölüyordum!..
*
Ben o hâldeyken sinkaflı laflar ettiğimi hatırlıyorum. Tabi bağırıp çağırmalarım dışarı bahçeye kadar gidiyor. O esnada yine kendimden geçmişim. Bu sırada dışarıdaki şarapçılar da "Gardaşımızı kesiyorlar." diye hastaneyi basmışlar. Camı çerçeveyi indirmişler.
Evet, Adana'da sıradan bir gün daha...
Malum pencereleri kırıp kapıları yumruk ve tekme yağmuruna tuttukları için polis gelip onları götürmüş.
Beni gördükleri güne lanet etmiş olmalılar.
Duvar dibinden, nezarethaneye...
*
Ne kadar kalmışım hastanede bilmiyorum. Kendime geldiğimde ertesi gün saat 12:00 olmuş.
Babam anneme söyleniyor; "Ne serseri arkadaşları var. İlk kez gördüm. Gideyim de çıkarmaya çalışayım. Eğlence kabusa döndü." falan saydırıyor böyle.
- "Baba ne arkadaşı? Ne oldu?" dedim.
Babam kısaca olayı anlatınca, ayıktım.
- "Aman Baba benim kafam çakır olmuş. Onlar da benden çakır. Gardaşım diye sarılınca sahiplenmişler. Yoksa tanımam etmem. Arkadaşlarım değil" dedim.
*
Sonuç itibariyle çok güzel başlayan "kına gecem" trajikomik bir olayla bitti. Bu gecenin böyle sona ermesine mi yanayım. Midemde dinmek binmeyen yanma ve kusma isteğine mi yanayım bilemedim. O gün Adana'dan Hatay'a taksi tutup gittik. Ben asker ocağına teslim olup nizamiyeden girdiğimde ise hâlâ midem bulanıyor, niye böyle oldu diye kendi kendime söyleniyordum.