
Başbakan Erdoğan Norveç’teki katliamda hayatını kaybeden Türk kızı Gizem örneğinden hareketle, medyaya ders verdi. Gizem’in fotoğrafını yayınlamak için ailesinden izin istendiğini vurgulayan Erdoğan, “Bizde böyle bir şey var mı? Bazı medya kuruluşları, moral gücü olması gereken kurumları demoralize etmek için elinden geleni yapıyor. Terörizmin sırt sırta olduğu temsilcileriyle, medyanın el ele vermesini anlamak mümkün değil.” dedi.
Acaba Norveç olayından çıkarılacak tek medya dersi Gizem’in fotoğrafı meselesi miydi?
Allah korusun, böyle bir toplu cinayetin ülkemizde yaşandığını düşünün; neler olurdu?.. Aklıma gelenleri sıralıyayım:
- -Öyle “Ergenekon” destanları yazılırdı ki, feleğimiz şaşardı!..
-Bu eylemin “iktidarı düşürme” amaçlı yapıldığı en ince detayına kadar anlatılır, ülkede tutuklanmadık muhalif bırakılmazdı!..
-Caninin sadece bir “tetikçi” olduğu, arkasında ise yeni anayasa çalışmalarını ve “ileri demokrasi” adımlarını engellemek isteyen statükocu güçlerin bulunduğu anında anlaşılır ve büyük bir “cadı avına” girişilirdi!..
-İnsanlar daha polisteyken, “infaz masaları” kurulur ve herkesin kalemi kırılırdı…
****
Başbakan Erdoğan aynı açıklamasında, “moral gücü olması gereken kurumların demoralize edildiğinden” de söz etti. Çok önemli bir laf…
Geçenlerde CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Askerin morali bozuk” dediğinde, itiraz edenler arasında Erdoğan da yok muydu?
“Basın özgürlüğü” ne mazhar kılınmış bir kısım medyanın, güvenlik güçlerini demoralize etmesini geçip, iktidarın icraatlarını konuşalım:
- -“Demoralize” timinin hedef gösterdiği askerler en kısa sürede soruşturmaya maruz kalıyor mu, kalmıyor mu?
-Silvan faturası “eşeği dövemeyen, semerini döver” misali ilk günden askere fatura edildi mi, edilmedi mi?
- -Ve Hopa örneği; Başbakan olaylarda “orantısız güç” kullanan polisi aslanlar gibi savundu. Hatta, “taş atana, biber gazı sıkılır” dedi. “Taş atan çocukları” kendileri affetmemiş miydi? Demek ki “çocuk” olmak, PKK’nın taş atanlarına mahsus… Netice; jandarma olayları seyrettiği gerekçesiyle, oradaki komutan açığa alındı. Şöyle düşünelim; Asker emirsiz kıpırdamayacağına göre, hakikaten o geçidi tutmaları emredilmiştir. Buna rağmen olaylara müdahale etselerdi ne olurdu? Bu defa da “yetkisi olmadığı halde müdahalede bulundu… Olayları askerler provoke etti”diye bir araba sopa vurulur muydu, vurulmaz mıydı?
PKK/BDP en yakın vade için ne istiyor; Askeri operasyonların durdurulmasını değil mi? Bakmayın siz Başbakan Erdoğan’ın söylediklerine. Kısa bir süre öncesine kadar, “Olur mu öyle şey” diyordu. KKTC’den dönerken, “Devlet, keyfi operasyon yapmaz. İstihbarat alırsa yapar. Bir istihbarat gelmedikçe de güvenlik güçleri operasyon yapmaz. Ama güvenlik güçlerinin silah bırakması istenebilir mi? Bu zaten onların birinci görevi, varlık sebebi” deyiverdi!..
Son gelişmeler ışığında bu sözleri bir kez daha analiz edelim:
- -Askerlerin bazen “keyfi operasyon” yaptığı mesajını verdi…
-Operasyonları “istihbarat” şartına bağladı… (24 Temmuz’da Zaman Gazetesi’nde ilginç bir haber vardı. “MİT bundan sonra aldığı istihbaratı anında Emniyet’le paylaşacak” deniyordu. Askere istihbarat gitmiyor ve gitmeyecekse onlar operasyon yapamayacak demektir)
-“Güvenlik güçlerinin silah bırakmasından” söz ediyor Başbakan. PKK/BDP’nin böyle bir isteği olmadı. Şimdi operasyonların durdurulmasını şart koşuyorlar. Bu durumda “güvenlik güçleri silah bırakmaz” denirken, gerçekte askerin operasyonlarının durdurulması kamufle edilmiş olmuyor mu?
BDP’nin, tutuklu vekillerin “sorunu” halledilmese de 1 Ekim’de Meclis’e gitme kararı almasında, acaba bu “sonucun” etkisi olmuş mudur?
Silivri’den kucak dolusu sevgiler…
Müyesser YILDIZ
29 Temmuz 2011
Silivri