ASKERÎ ÜCRET (II)
Asgari ücretle ilgili yazım, asgari ücretin ‘büyüklüğü’ ile ilgili değildi, bu bir.
Kuşkusuz insanca yaşamın ‘en asgari düzeyi’nin belirlenmesi iyi bir şeydir.
Ancak Türkiye’de, o arada kimi ülkelerde, asgari ücretin belirlenme biçimi doğru değildir, bu da iki.
Üçüncüsü ve benim ‘sorunsal’ımı oluşturan ise, genel olarak toplumsal bilim ve özel olarak ‘ekonomi politik’in Türkiye’deki hali pür melalidir.
Örnek olsun, hatırı sayılır bir ekonomi profesörü, televizyon programında, ücretlerdeki bir bir Tl’lik artışın ‘ekonomi’ye dört Tl kazandırdığını söyleyebilmektedir.
Baştan söylemek gerekirse; kökten ‘temelsiz’ bir saptamadır.
O’na sorarsanız, en son ‘ekonomi teknikleri’ne göre yapılan ‘hesap’lamalar bu yöndedir.
İşte, ben de, bu tür ‘hesap’lamaların ‘temelsiz’ olduğunu söyleyegelmekteyim.
Nasıl olur efendim denilebilir, Nobel ödüllü George Joseph STIGLER de öyle demektedir.
O zaman sizin Stigler’inizden başlayalım:
Nobel ödüllü (1982) Amerikalı ekonomist George Joseph STIGLER (1911-19091)’i bilmeyen yoktur.
‘Sanayinin Yapısı’, ‘Piyasanın İşleyişi’, ‘Fiyat Kuramı’ ve en önemlisi de Kamu Müdahalesindeki ‘neden ve sonuç’lar üzerine yazdıklarıyla bilinen, dünya çapında, bir ekonomist.
Stigler diyor ki; “Bir bilimsel yasanın temel amacı öngörüye olanak sağlayabilmesidir”, güzel.
Ayrıca, “Bu yasanın araştırılması olguları denetlemeye olanak verecektir”, bu daha güzel.
“En azından özgül bir olguya ‘neden’ olanın ‘ne’ olduğunu bilmemize olanak verir”, fevkalade güzel diyelim.
“ama o olgunun olup olmayacağına ya da onu destekleyip desteklemediğine” ilişkin bir şey söyleyemeyiz. (The Theory of Price, New York, Macmillan, 1949,p.3)
Bir çuval incir ne hale geldi, görüyor musunuz?
Şimdi asgari ücretteki bir Tl’lik artışın ekonomiye dört Tl’lik katkı yapıp yapmayacağı konusunda, Nobel ödüllü Stigler ne demiş oluyor?
-Allah bilir!
İşte, ben de diyordum ki, Türkiye ekonomisine en büyük katkı sağlamanın biricik yolu, öncelikle Türkiye’deki tüm ekonomi kitaplarının kağıt hamuru haline getirilmesiyle başlayabilir.
Bu, ekonominin ‘Tunç’ değil ama ‘Çelik Yasası’ olacaktır.
Sorun sadece ‘ekonomi’de değil kuşkusuz.
Genel olarak ‘bilim’in kendisinde.
Çok daha genel olarak ‘düşünce’de.
Hani şu yerli yersiz ‘düşünce özgürlüğü’ deniyor ya, onun içinin doldurulabilmesinde diyelim.
Şöyle de söylenebilir: ‘boş düşüncenin özgürlüğü olmaz, olsa olsa ipini koparmışlığı olur’.
Bilim ya da felsefe olsun, önce ‘bu niye böyle’ sorusuyla başlanıyor, değil mi?
İki sözcükle: ‘merak’ımızı önce ‘Neden?’ ve ardından ‘Nasıl?’ sorularıyla gideriyoruz.
‘Merak’, denildiği üzere, çoğunluk için, ‘üzerine vazife olmayan şeyler’e duyulan şeydir.
Ancak ‘bilimadamı’ için bu ‘üzerine vazife’ olan bir şey olmak durumundadır.
Ben hesapladım ama ‘nedeni’ni bilmiyorum, ya da ‘nasıl olacağı konusunda bir şey diyemem’ diyen bir ‘bilimadamı’, alsa alsa kocaman! Bir ‘Nobel Ödülü’ alabilir.
Bir adım daha atarak, B. Russell’den bir alıntı yapabiliriz: “Kimi felsefî okullarına ait filozoflar, bilimin temel aksiyom ya da postülası olarak ‘nedenselliği’ düşünürler, oysa ortada olan bir şey varsa, o da, uzay mekaniği gibi ‘ileri bilim’lerde, ‘neden’ sözcüğü asla dillendirilmemiştir” (abç)
Cici gibi çatlamanın yeridir.
Bu yazıyı şöyle bitirelim o zaman: ‘nedenselliği’ temel aksiyom ya da postüla olarak koymayan hiçbir ‘düşünce’, ne ‘bilimsel’ olabilir ve ne de ‘felsefî’.
İsterse elli tane ‘Nobel’ almış olsun!