Askıda anayasa
Mutlu yıllar. Farkındasınız elbette, yeni yıla anayasasız girdik. Anayasanın 94. maddesinde Meclis Başkanı’nın üyesi olduğu partinin Meclis içindeki ve dışındaki etkinliklerine katılamayacağı yönünde açık hüküm bulunmasına rağmen, Meclis Başkanı Binali Yıldırım AKP’nin aday tanıtım toplantısına katıldı; burada partisinin İstanbul adayı ilan edildi; istifa etmeden.
Haklısınız, bu yeni bir durum değil, ama yeni bir aşama. Türkiye, AKP devrinde üç aşamada anayasasızlaştı: Önce “sistem değişti, bize uydurun” dediler; parlamenter sistemin getirdiği fren-denge kısıtlamalarını, anayasayı tanımadılar. Devleti bu sayede fiilen Saray’a taşıdılar. Ardından ikinci aşamada 16 Nisan değişiklikleriyle bu fiili düzene “anayasal” görüntüsü verdiler, parlamenter sistemi kaldırıp devleti tek kişi etrafında topladılar. Ve şimdi üçüncü aşamadayız: 16 Nisan’da değiştirmedikleri maddeleri de tanımadıklarını ilan ediyorlar. Artık yazılı anayasal kurallar yok; tek kişinin ağzından çıkanlar anayasa yerine geçiyor.
Diyebilirsiniz; “16 Nisan’da getirdikleri düzenlemeler anayasa değişikliği değil miydi, nasıl anayasasızlaşma bu?” Yanıtlayayım.
Anayasal belgeler, yurttaşları korumak ve devlet yöneticilerini keyfi davranışlardan uzak tutmak için yazıldı tarihte. Bütün anayasal hareketlere bakın; hedefinde mutlak, keyfi, baskıcı iktidarı sınırlandırmak ve yurttaşların hak ve özgürlüklerini garanti altına almak olduğunu göreceksiniz. Dolayısıyla bir belgenin anayasal belge niteliği kazanması için bu iki şartı yerine getirmesi zorunlu. Yani üzerinde her “anayasa” yazan evrak, Anayasa Hukuku’na göre anayasal belge niteliği taşımıyor.
Şimdi bakalım. 16 Nisan’da mutlak, keyfi iktidar sınırlandı mı? Yanıt belli: hayır. Aksine, devlet tek kişinin keyfine göre ve tek kişi etrafında yeniden şekillendirildi. Bugün o kuvvete dayanarak tek kişi, Meclis Başkanı’yla ilgili anayasa düzenlemesini uygulamama kararını anayasaya aykırı şekilde alabiliyor mu? Evet, alabiliyor. Anayasasızlaşma budur. Kimilerinin “devletin bekası” diye savunduğunun aksine, her anayasasızlaşma, devletin hukuki kişiliğinin ilgası anlamında bir devletsizleşmedir de.
Temel hak ve özgürlüklerde durum ne? 12 Eylül darbesinin budadığı hak ve özgürlüklerin sınırlı bir bölümü yazılı olarak anayasada duruyor sonuçta. İyi de, uygulanıyor mu? Düşünce ve ifade özgürlüğü; barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü mesela. Metin Akpınar, özetle “anayasal yönetime dönün” dediği için apar topar adliyeye götürülmedi mi? “Anayasal düzene karşı işlenen suçlar bürosu”nda ifade vermedi mi? Müjdat Gezen’in durumu farklı mı? Ya Fatih Portakal’ın başına gelenler? “Anayasayı uygulayın, keyfi davranmayın, hak ve özgürlükleri askıya almayın” demek “anayasal suç” kapsamında, ironiye bakın!
Şunda netleşelim: Bugün Türkiye’de birçok mücadele ekseni var; emek ile sermaye; otoriterlik ile demokrasi, din sömürücülüğü ile laiklik bu eksenler arasında sayılabilir. Buna karşın tüm yurttaşları ilgilendiren ve saydığım bu mücadelelerin hepsini kapsayan ana eksen, anayasal bir devlet ile şahsi/keyfi devlet düzeni arasındaki mücadeledir. Sağcı ya da solcu; Türk ya da Kürt, Alevi ya da Sünni, işçi ya da köylü, esnaf; öğrenci ya da öğretmen olmamız bu gerçeği değiştirmiyor. Tek kişinin keyfinin anayasa haline geldiği yerde, hiç kimse hukuk güvencesinde değildir.
Ve devleti yönetenleri demokratik kurallara bağlama, yurttaşların hak ve özgürlüklerini güvence altına alma mücadelesi ile bağlantılı olmayan her talep, kaybetmeye yazgılıdır.
“İyi de, anayasa mı kaldı; niye bunları hatırlatıyorsunuz ki?” Aksine, bir şey için mücadele, tam da onun yokluğunda başlar. İşimiz yoksa iş bulmaya, ekmeğimiz yoksa ekmek parası kazanmaya çalışıyoruz. Anayasa yoksa, yönetenler kendilerini sınırlayan kuralları tanımıyorsa anayasal bir devlet düzeni için de mücadele edeceğiz elbet. Tarihte mutlak iktidarı sınırlayan ilk demokratik anayasalar, anayasa varken mi yapıldı?
Umutsuzluğa düşmeden, adım adım demokratik bir yol haritası izlemeliyiz: Önce anayasada yazılı olan ama askıya aldıkları maddeleri, temel hak ve özgürlükleri tüm sınırlılıklarına rağmen savunmalı; ekmek ve hürriyet mücadelesini anayasal devlet mücadelesiyle ilişkilendirmeliyiz.
Ardından da devleti şahsileştiren ve keyfileştiren yeni sisteme karşı, yurttaşları hukuk güvencesine kavuşturan yeni, demokratik bir anayasa; gerçek bir anayasa tartışması başlatmalıyız.
Ama önce şu çağrıyı hep birlikte seslendirelim: İstifa edin Binali Bey.
Deniz YILDIRIM, 2 Ocak 2019