Atatürk Anlatıyor: Aydınlar
İki Mustafa Kemal vardır: Biri benim, et ve kemikten, geçici Mustafa Kemal... Diğeri Ölümsüz Mustafa Kemal… Onu "ben" kelimesiyle anlatamam; o, ben değildir, o bizdir! O, ülkemizin her köşesinde yeni fikir ve yeni hayat için, büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasıyım sadece. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sensin; o Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan Mustafa Kemal, yaşaması ve başarılı olması gereken, Ölümsüz Mustafa Kemal sizlersiniz!
Bu yazıda Mustafa Kemal “aydınlar"ı anlatıyor. Ölümsüz Mustafa Kemal tamamlıyor, güncelliyor ve düzenliyor.
1- Tarih 22 Mart1923… Konya Sultani Mektebi’nde konuşuyorum: Acı, kara günlerden sonra milletin içine düşürüldüğü ölüm çukurundan kurtulması, milletin bugünkü şeref mevkiini bulması hakkında, şükre ve övgüye layık girişimlerde ve faaliyette bulunan arkadaşların gayelerine varmaları nasıl mümkün olmuştur? Elbette, milletin aydınlarının her olayda, her vakada milleti aydınlatmaları ve uyarmaları, milleti daima genel hedefe yöneltmeleri sayesinde mümkün olmuştur. Biz bugünkü noktaya bu sayede, bütün aydınların yardımı, bütün kuvvetlerin birleştirilmesi sayesinde ulaştık.
2- İşte topluluğunuz karşısında bir daha ilan ediyor, bütün milletimin bilmesi için, dünyanın işitmesi ve dostun düşmanın duyması için bir daha arz ediyorum ki, milletimin böyle bütün aydın kuvvetinin, milletimin gerçek din bilginlerinin, milletimdeki bilim adamlarının aydınlatmasına ve yol göstermesine mazhar olarak, bütün seyahat ettiğim yerlerde şükran ile, hamdüsena ile gördüğüm üzere, milletin çiftçisiyle, esnafıyla, tüccarıyla, bütün köylüsüyle güvenine mazhar oldukça, ileri, daima ileri, pervasız ileri yürüyeceğim. Attığım adımların yalnız benim adımlarım olmadığını bilerek, bütün aydın kitlenin, bütün iyiliksever tabakanın, bütün saf ve büyük ruhlu halkın benimle beraber geldiğini bilerek, kuvvetle, metanetle, azimle daima ve daima ileri yürüyeceğim.
3- Ben Mustafa Kemal, hep düşünmüşümdür, neden geri kaldık milletçe diye. Gördüm ki türlü türlüdür sebepleri. Ancak bunlar arasında öyle biri vardı ki milletimizin, özellikle aydınlarımızın dikkatle, büyük önem vererek göz önüne alması gerekiyordu. Bu sebep ilerleyemeyişimizin, geride kalışımızın, ülkemizin baştanbaşa bir harabeye dönmüş olmasının asıl sebebiydi. Bu ana sebep aydınlarımızla halk arasındaki uyum yokluğuydu.
4- Şöyle açmak isterim bu görüşümü: İslam dünyası iki ayrı sınıftan oluşur; biri çoğunluğu oluşturan halk, öbürü azınlığı oluşturan aydınlar... Bozuk zihniyetli milletlerde büyük çoğunluk başka hedefe, aydın denen sınıf başka zihniyete sahiptir. Tam bir zıtlık, tam bir muhalefet vardır bu iki sınıf arasında. Aydınlar ana kitleyi kendi hedefine sevk etmek ister, halk kitlesi ise aydın sınıfına uymak istemez. O da başka bir yol belirlemeye çalışır kendine. Aydın sınıfı telkinle, doğru yolu göstererek çoğunluk kitlesini kendi amacına göre ikna etmekte başarılı olamayınca, başka araçlar kullanmaya girişir. Halka hükmetmeye, onu küçük görmeye başlar; despotluk yapmaya kalkar halka. Ancak yine başaramaz: Halkı ne birinci usul ile ne de hükmetme ve despotlukla kendi hedefine sürüklemekte başarılı olamaz.
5- Oysa başarı için vazgeçilmez bir koşul vardır, o da aydın sınıfın ve halkın zihniyet ve hedefleri arasında doğal bir uyum olmasıdır. Ülkeyi kurtarmak için bu iki zihniyet arasındaki ayrılığı durdurmak gerekir. Yürümeye başlamadan önce bu iki zihniyet arasında uyum sağlamak gerekir. Bunun için de halk kitlesi biraz yürümesini hızlandırmalı, biraz da aydınlar çok hızlı gitmemelidir.
6- Nedir o zaman aydınların görevleri? Düşünelim. İlk görevi şudur bence: Aydınlarımız, özellikle de öğretmenlerimiz her vesileden yararlanarak halka koşmalı, halk ile bir arada olmalıdır. Halka yaklaşmak, halkla kaynaşmak daha çok aydınlara düşen bir görevdir. Daha önce vurguladığım gibi, bunda başarılı olmak için de aydın sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında doğal bir uyum olması gerekir. Bunun anlamı şudur: Aydınlar halka telkin edeceği idealleri, halkın ruhundan, vicdanından almalıdır.
7- Oysa bizde böyle mi olmuştur? Aydınların telkinleri halkımızın ruhunun derinliğinden alınmış idealler midir? Ne yazık ki, hayır! Elbette aydınların içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat genel olarak şu hatamız vardır ki, gözlem ve muhakemelerimize, araştırmalarımıza alan olarak çoğunlukla kendi ülkemizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özellik ve ihtiyaçlarımızı almayız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün diğer milletleri tanır, fakat kendimizi bilmezler.
8- Aydınlar her yerde, bütün Türkiye’de halkın içine girmeli, halkın arasına karışmalıdır. Milleti yükseltmek için çalışmalıdır. Ocak 1923’de İzmit’te gazetecilere açıkladığım gibi: Aydınlar ve millete yol göstermek için çalışan ve bunu şiar edinenler doğrudan doğruya Ankara’ya gelsin ve bu arzuyu kendisinde duysun! Ve aynı zamanda, Ankara’ya değil, Van’a, Erzincan’a, Bitlis’e gitsin. Bugün burada konuşurken, şunu yapalım, bunu yapalım, diyoruz. Bunların hepsinden önce, asıl oralara gidip çalışmak lazımdır. Örneğin Ziya Gökalp Bey Diyarbakır’dadır. Gazetesinden bugün çok istifade edilir. Fakat oradan ayrılması ülke için çok zararlıdır. İki günlük hayatı ile Diyarbakır’da vücuda getirdiği duyarlılık dikkat çekicidir. Dolayısıyla aydın kişilerin her biri başlı başına gidebileceği çevrelerde bir dünya vücuda getirebilir. Ülkenin içinde yalnız bir yerde değil, beş on yerde ışık merkezi, irfan merkezi meydana getirebilmeliyiz ki, ülke mutlu olabilsin.
9- Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümeti, ülkenin bütün vicdanlı ve namuslu aydınları, kendilerine düşen görevi iki nedenden dolayı idrak ederler: Öncelikle bu millet ve ülkenin birer evladıdırlar. İkincisi, üyesi oldukları toplumun medeniyet dünyasında değerini ve derecesini yükselttikçe bunun kendileri için ne derece onur ve mutluluk vesilesi olacağını düşünürler. Bu görev ülkeyi ve milleti mevcut uygarlığın ve insanlık gereklerinin zorunlu kıldığı olgunluk derecesine getirmek için bütün varlıkları ile her türlü çalışma kollarında en doğru yolları aramak, bulmak ve bunun en doğru olduğunu millete anlatmakla beraber, üzerinde hızlı ve geniş adımlarla yürümeyi ve bütün milleti yürütmeyi temin etmektir. Bunda başarılı olmanın gerektirdiği nitelikleri düşünürsek, bu niteliklerden mevcut olanlarını istifade mevkiine koymalıdır. Mevcut olmayanlarını elde etmeye çalışmak konusundaki gayretin ne kadar geniş ve ne kadar ciddi olması lazım geleceğini de takdir etmelidir.
10- Aydınlar halkın ilerleme ve yenilik arzusunu tatmin etmelidir. Bizim milletimiz ilerlemeye, yeniliğe, gelişmeye son derecede yetenekli ve istekli bir toplumdur. Ülkemin birçok yerinde gözlemledim bunu. Hep bu duyarlığı, bu yüksek uyanıklığı ve dikkati gördüm. Aydınlar milletin bu özlemini, bu arzusunu tatmin etmeyi resmi ve günlük görevleri dışında, onun üzerinde yüce ve millî bir görev olarak görmelidir.
11- Çok temiz kalplidir bizim halkımız, çok asil ruhludur; ilerlemeye çok yetenekli bir halktır. Bir kani olursa muhataplarının kendisine içtenlikle hizmet ettiklerine, her türlü hareketi derhal kabule hazırdır. Demek ki aydınlar her şeyden önce, millete güven vermek zorundadır. Benim halk ile çok temasım vardır. O saf kitle, bilmezsiniz, ne kadar yenilik taraftarıdır. İcraatımızda engeller, hiçbir zaman bu yoğun tabakadan gelmeyecektir.
12- Aydınlarımızın bir görevi de ulusal varlığımızı muhafaza araçlarını temin etmektir. Şöyle ki, bütün millet tek bir vücut haline getirilmelidir. Her millette olduğu gibi bizde de, bir işe birileri girişir, en son bireye ve yukarıya doğru sirayet ettirilir. Bunu hakiki istikametine sevk edebilmek için aydınlara daha çok görev düşer. Gerçekten aydınların görevleri çok büyüktür. Hiç bir millet yoktur ki, ahlak esaslarına dayanmadan ilerlesin. Aydınlarımız, vatan ve millet fikirleri vermekle beraber, rakip milletlere karşı varlığımızı muhafaza için gerekli olan hususları temin ederlerse, görevlerini daha geniş şekilde yapmış olurlar.
13- Aydınlarımızın diğer bir görevi de teşkilatlanma konusunda halkı uyarmak, ona yardımcı olmaktır. Bu görevle ilgili bir çağrıma Şubat 1920’de yayımladığım bir genelgeyi örnek verebilirim: Bizim köylülerimiz saftır, temizdir. Onları uyarmak ve özellikle millî varlığımızın biricik dayanak noktası olan teşkilatın lüzumu ve şekillenmesi konusunda, uygun bir dil ile onlara lazım olan telkinlerde bulunmak her vatansever ve aydın kişinin yurtseverliğine düşen dinî ve millî bir görevdir. Elverişli fırsatlardan istifade ederek, merkezî heyet ve idarelerce uygun ve seçilmiş kişiler köylere gönderilmeli ve köy odalarında okunmak üzere de, yurtsever gazetelerden, dergi ve kitapçıklardan yeterli miktarda yollanmalıdır.
14- Son olarak belirtmek isterim ki, aydınlarımız ve gençlerimiz hangi hedeflere, ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını önce kendi zihinlerinde iyice kararlaştırmalı, onları halk tarafından iyice sindirilebilir ve kabul edilebilir bir hale getirmelidir. Ancak ondan sonradır ki, ortaya atmalıdır fikirlerini.
15- Ben Mustafa Kemal, halktan biri idim. Halkımla hemhal oldum, hemdert oldum, kaynaştım, bütünleştim; hem esinlendim, hem aydınlattım. Bundandır ki, bir halk önderi olarak anıldım. Gün gelip Ölümsüz Mustafa Kemal’in dile getirdiği gibi: O’na verilecek en güzel ve anlamlı ad, halk önderidir. O hep halk önderi olarak kalacaktır. O, odaların, sarayların, törenlerin başkomutanı değildir; kutsal vatan toprağının, çıplak ve gerçek toprağın askeridir, oradan zaferle birlikte gerçek kurtuluşun sesini de getirecektir. Savaşlarının üzerine bir uygarlık, bir devrim düzeni kurmasının anlamı budur. Ayaklarından yüreğine değin ana toprağın ve halkın sızısını, acısını, çıplaklığını, yoksulluğunu duyuyor.
16- Cumhurbaşkanı olarak görevi nedir? Havza’dan yola, halktan biri, Mustafa Kemal olarak yola çıkarken görevi ne idiyse odur. Erzurum ve Sivas kongrelerinde halktan biri olarak içtiği gizli andı unutmamıştır. Kurtuluşun, uyanışın önderi olacaktır. Halkın derin kaynaklarını sezecektir. Ve bu kaynaklardan devrimlerinin ilkelerini örecektir. Yoksulluğa, geriliğe ve karanlığa savaş… Törensel bir cumhurbaşkanı olmamıştır. Halk önderi bir cumhurbaşkanıdır. Büyük ekonomik çelişmeler arasında ortaçağ düzeninden çıkış yolları aramaktadır. Halkın kan ve emeğinden doğan devleti halka yöneltmektedir, bir devletçilik önderidir.
17- Yenileşme yolunda ortaya halktan biri olarak çıkar, Kastamonu’da hasır şapkası ile halkı selamlar. Ve Sivas dolaylarında karatahta başındadır. Uygarlık savaşının öğretmenidir.Bizler, devrimciler onun bu halkçı çizgilerini iyi izlemek zorundayız. Onun halk önderi portresi kurtuluş ve uyanış savaşımızı ışıklarla doldurmaktadır. Halka ihanet etmemiş bir insandır o. Çıktığı kaynağı, yaşantısı ile izlemiş, halka dayanmış, halk için savaşmış ve yeniden o kaynağa, bütün devrim güçlerini bağrında saklayan halka dönmüştür.
18- Peki siz ne yaptınız? Ne yazık ki, hâlâ sürdüğünü görüyorum, aydınla halk arasındaki uyumsuzluğun… Uçurumlar var aranızda. Ey aydınlar! Bundan sorumlu olan, sizsiniz. Ve ödüyorsunuz bu ağır ihmalin bedelini. Cumhuriyetimizi yükseltemediniz, Elinizdekileri de yitirdiniz. Hiç anlamadınız beni, okumadınız, öğrenmediniz. Benimki değil, bu tuttuğunuz yol. Salt eleştiriyle, yasaklarla, zorlamayla nereye varabilirdiniz ki! Sevdirmediniz kendinizi halkımıza; dahası Cumhuriyet düşmanlarına kaptırdınız onu.
19- Ancak yine de umutsuz olmayın, yitirmeyin cesaretinizi; benim kitabımda umutsuzluk yoktur, teslimiyet yoktur. Asıl önemli olan, hatayı kabul edip harekete geçmektir. Bir araya gelin, çalışın, düşünün, konuşun, yazın, iş yapın! Her şeyinizi, bilginizi, ahlakınızı, çözümlerinizi götürün halka. Dost olun, tanış olun, kaynaşın, yalın ve tatlı konuşarak, en etkili şekilde anlatarak... Unutmayın: Doğal uyum!...
20- Sakın ola ki halkı küçük görmeyin. Onu bağrınıza basın. Onun diliyle, tatlı konuşun. Güven verin, sevdirin kendinizi, iletişiminizi eksik etmeyin. Her gün daha yakınında bulacaksınız onu. Unutmayın: bilgidir, akıldır, sabır ve iknadır bizim araçlarımız. Örgütlenin, platformlar oluşturun, dernekler kurun. Girin halkın arasına, konuşun, dinleyin, öğrenin halkın sorunlarını. Güven vererek, yalın bir dille, güzel örneklerle anlatın bulduğunuz çözümleri. Sizden öncekiler, bütün uyarılarıma rağmen, çok ihmal ettiler bu görevi!
21- Sorunları, çareleri halkı gözlemleyerek, dinleyerek, onunla birlikte yaşayarak bulun. Batı taklitçiliğinden uzak durun. Önce halkınızı tanıyın, araştırın. Onun dünyasını tanıyarak, onun dünyasını öğrenerek, görüşlerinizi, uygulamalarınızı onun ruhundan, onun yaşamından esinlenip geliştirerek... Özen gösterin doğal uyumu sağlamaya, daha da ileri götürmeye. İşinizi, görevinizi iyi planlayın, görüşlerinizi olgunlaştırın. Uzmanlara başvurun, işbirliği yapın. Ancak bir hazırlıktan sonradır ki atılın ortaya.
Prof. Dr. Cihan DURA, 25 Şubat 2015