Atatürk Anlatıyor: Batı'da Türk Düşmanlığı
İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemikten…, diğeri sizler, ölümsüz olan.
Mustafa Kemal Atatürk
1- Batı’da tarihî bir Türk düşmanlığı vardır, bugün de devam etmektedir. Diplomaside “Şark Meselesi” olarak karşımıza çıkar. Millî Mücadele yıllarında yaptığım kimi konuşmalarımda bu konuya da değindim, şunları söyledim:
2– Yüzyıllardan beri düşmanlarımız, Avrupa milletleri arasında Türklere karşı kin ve düşmanlık fikirleri telkin etmişlerdir. Batı zihinlerine yerleşmiş olan bu fikirler, özel bir zihniyet vücuda getirmiştir. Bu zihniyet hâlâ her şeye ve tüm olaylara rağmen mevcuttur. Avrupa’da hâlâ Türk’ün her türlü ilerlemeye düşman olduğu, manen ve fikren gelişmeye yeteneksiz olduğu sanılmaktadır. Bu büyük bir hatadır. Yanıtımı basitleştirmek için size şu örneği vereceğim: Varsayınız ki, karşınızda iki adam var; bunlardan biri zengin ve emrine her türlü araç hazır; diğeri ise yoksul ve elinde hiçbir araç mevcut değil. Bu araç yokluğundan başka ikincinin manevî ruhunun da diğerinden hiç farkı ve geriliği yoktur. İşte Avrupa ile Türkiye birbirine karşı bu durumdadır.
3- O Avrupa ki entrikacıdır, bize her vesile ile cinayet isnat eder. Medeni özellikleri tekeli altına almıştır. Bizi geri olmaya mahkûm bir kavim olarak tanır. Bununla yetinmez, yıkımımızı çabuklaştırmak için, ne yapmak lazımsa yapmıştır, yapar. Batı ve Doğu zihinlerinde birbiriyle çatışan iki ilke söz konusu olduğu zaman, bunun en önemli kaynağını bulmak için Avrupa’ya bakmalı. İşte Avrupa’da sürekli olarak mücadele ettiğimiz böyle bir zihniyet mevcuttur.
4- Yabancıların bize yönelttiği iki iftirayı, zalimlik ve yeteneksizlik iftiralarını Ankara’ya ilk gelişimde, eşraf ve ileri gelenlere yaptığım konuşmada yanıtladım. Yanlış olduğunu ortaya koydum. Şöyle çürüttüm:
5- Yabancılar kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarını sağlamak için, aleyhimizde icat ettikleri iki görüşü uygulamaya başladılar. Bu görüşlerden birincisi, sözde milletimizin, Müslüman olmayan unsurları eşitlik ve adalet ilkesine uygun olarak yönetmeye muktedir olmadığı… İkincisi de sözde milletimizin, tamamiyle yetenekten yoksun olduğundan bayındır olan yerlere girip oraları harabeye çevirdiği... Birincisi ile millete zalimlik isnat ediyorlar, ikincisi ile yeteneksizlik… Eğer bu iki görüş gerçekten varit olsa idi, milletimizin bağımsız yaşamaya hakkı olduğu iddia edilemezdi. Gerçekten zulüm, uygarlıkla bağdaştırılamaz. Yeteneksizlik de affedilecek bir şey değildir. Çünkü milletler işgal ettikleri arazinin gerçek sahibi olmakla beraber, insanlığın vekilleri olarak da o arazide bulunurlar. O arazinin servet kaynaklarından kendileri istifade eder ve dolayısıyla bütün insanlığı istifade ettirmekle yükümlüdürler. Bu prensibe göre bundan aciz olan milletlerin, beka ve bağımsızlık hakkına layık olmamaları lazım gelir. Halbuki bu görüşler bizim hakkımızda kesinlikle varit değildir. Her ikisi de tümüyle iftiradır. Milletimizin yeteneksiz olmadığı tarihte ve mantık bakımından sabittir.
6- Milletimiz, küçük bir aşiretten vatanında bağımsız bir devlet kurduktan başka, Batı dünyasına, düşman içine girdi ve orada çok büyük güçlükler içinde bir imparatorluk kurdu. Ve bu imparatorluğu da altı yüz yıldan beri büyük bir şevket ve azametle devam ettirdi. Bunu başaran bir millet, elbette yüksek siyasî ve idarî niteliklere sahiptir. Böyle bir durum yalnız kılıç kuvvetiyle elde edilemezdi. Dünyaca bilinmektedir ki, Osmanlı Devleti pek geniş olan ülkesinde bir sınırından diğerine ordusunu olağanüstü hızla ve tamamen donatılmış olarak naklederdi. Ve bu orduyu aylarca ve belki de yıllarca besler ve idare ederdi. Böyle bir hareket yalnız ordu teşkilatının değil, bütün idarî bölümlerin olağanüstü mükemmelliğine ve kendilerinin yetenekli olduğuna kanıttır.
7- Milletimizin zalim olduğu iddiasına gelince, bu da sadece iftiradan, katıksız bir yalandan başka bir şey değildir. Oysa hiçbir millet, yabancı unsurların inanç ve âdetlerine bizim milletimizden fazla saygı göstermemiştir. Hatta denilebilir ki başkalarının dinine ve milliyetine saygılı olan tek millet bizim milletimizdir. Fatih İstanbul’da bulduğu dinî ve millî teşkilâtı olduğu gibi bıraktı. Rum Patriği, Bulgar eksarhı ve Ermeni kategigosu gibi Hristiyan dinî başkanları ayrıcalık sahibi oldu. Kendilerine her türlü serbestlik verildi. İstanbul’un fethinden beri, Müslüman olmayanların mazhar oldukları bu geniş ayrıcalıklar, milletimizin din ve siyaset bakımından dünyanın en hoşgörülü ve cömert bir milleti olduğunu ispatlayan en açık kanıttır. Ülkemizde yaşayan Müslüman olmayan unsurların başına ne gelmişse, kendilerinin, yabancı entrikalara kapılarak ve ayrıcalıklarını kötüye kullanarak vahşice takip ettikleri ayrılma siyaseti sonucudur.
8– Dört yıl sonra Cumhuriyet’in ilanı vesilesiyle yaptığım konuşmada ise bu görüşlerimin kanıtlandığını vurguladım: Yüzyıllardan beri Doğu’da mağdur ve mazlum olan milletimiz, Türk milleti, gerçekte yaratılıştan sahip olduğu hasletlerden yoksun kabul ediliyordu. Son yıllarda milletimizin fiilen gösterdiği yetenek, eğilim, idrak, kendi hakkında kötü zanda bulunanların ne kadar gafil ve ne kadar incelemeden uzak, görünüşe aldanan insanlar olduğunu pek güzel kanıtladı. Milletimiz sahip olduğu nitelikleri ve liyakatini, hükümetimin yeni adıyla uygarlık dünyasına daha çok kolaylıkla göstermeyi başaracaktır.
9- Ben halkımı bütün varlığıyla seven, onunla bir araya gelmeye, karşılıklı konuşmaya can atan bir lider oldum. Bu konuşmalarımdan biri de, 2 Şubat 1922’de verdiğim, saatler süren İzmir nutkumdur. O konuşmamda değindiğim pek çok konudan biri de, Batı’nın milletimiz hakkındaki kötü zannıdır, Şark meselesidir. Bu meselenin tarihî boyutunu ortaya koydum, ne yapmamız gerektiğini açıkladım:
10- Efendiler! Babalarınızdan, dedelerinizden, her tanıdığımızdan işittiğiniz, kitaplarda okuduğunuz ve adına da Şark meselesi denilen bir şey vardır. Bu Şark meselesi, belki başlangıçta yaptığım bazı safhalarla intikal temin olunur bir görüştür. Fakat bütün o kapsamlı anlamlardan gözümüzü ayırarak bugünkü değil, dünkü duruma gelecek olursak, doğrudan doğruya anlaşılması lazım gelen şey, Osmanlı devletinin yıkılması, tarihten, coğrafyadan, haritadan çıkarılması, silinmesi için Batı’nın duyduğu şiddetli arzu idi. Çünkü Batı öyle bir zihniyet hâsıl etmişti ki Osmanlı Devletini yıkmakla, Osmanlı Devletini meydana getiren aslî unsur da kendiliğinden yıkılmış olacaktır. Tabii çok esaslı olarak aldandıkları bir şeydi. Ancak, birincisinde başarılı oldu. Osmanlı Devletini yıktı ve tarihe geçirdi. Fakat ikincisinde başarılı olamadı, olamaz ve olamayacaktır. Ancak bunda da gafildirler. Zira bu Şark Meselesi adı altında Osmanlı Devletini ve Türk unsurunu, devletler kuran, büyük imparatorluklar yaratma kuvvet ve kudretinde bulunan Türk Milletini mutlaka mahvetmek hususunda var olan kanaat pek derindir. Bugünkü Avrupa diplomatlarının kafalarında hâsıl olmuş bir görüş de değildir. Bundan önce, çok ve çok öncekileri zamanında yerleşmiştir.
11- Bu adeta babadan evlada irsî olarak intikal eden bir zihniyet, bir âdet, bir gelenek olmuştur. Onun için Batı’nın bu gelenekten vazgeçmesi, bu miras alınmış zihniyeti değiştirmesi, bozması, itiraf etmek lazımdır ki, o kadar kolaylıkla mümkün olmamıştır ve olmayacaktır. Batı hâlâ bir gerçeği görmek ve itiraf etmek istemiyor: O da eski Osmanlı devletinin mahv ve yıkılmış olduğunu ve yeni Türkiye Devletinin ortaya çıktığını… Ve öyle bir Türkiye ki, kendi aslına özgü tazeliği ile, imanı ile, azmi ve kudreti ile meydana çıkmıştır. Ve bütün bu niteliklerini şimdiye kadar kendine zulmedenlere, gadredenlere karşı intikamını alabilmek için kullanacaktır.
12- Arkadaşlar; intikamdan söz ettiğim zaman sanılmasın ki Osmanlı Devletinin çeşitli devirlerinde olduğu gibi şuraya, buraya hücumlar yaparak birtakım insanların, birtakım milletlerin yurtlarına tecavüz etmek suretiyle intikam alacağız. Hayır!… Yeni Türkiye’nin ve hükümetinin ve bunu yaratan, yapan milletin bugünkü ülküsü bu değildir. Yalnız, intikamını zalimlerin zulmünü yıkıncaya kadar kalp ve vicdanından çıkarmayacaktır. Bu dünya bizim kalp ve vicdanımızda düşmanlık duygusu bırakmak istemiyorsa, bizim hakkımızdaki kalp ve vicdanındaki zulmü çıkarsın. Zulüm duygusu baki kaldıkça, intikam duygusu devam edecektir. Bir şairimizin söylediği güzel bir şey vardır ki, içimizde bilenler vardır: Garbın cebin-i zalimi affetmedim seni, /Türküm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi. İşte efendiler, tek bir kişi kalsak bile düşmanlarımızın kalbinden zulmü çıkaracağız. Ve o zaman diyeceğiz ki, kalbimizde intikam kalmamıştır. Prensibimiz bu olacaktır.
Prof. Dr. Cihan DURA, 22 Aralık 2014