Atatürk Anlatıyor: Dayanışma ve İşbölümü / Prof. Dr. Cihan DURA

Atatürk Anlatıyor: Dayanışma ve İşbölümü / Prof. Dr. Cihan DURA

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzt Mar 09, 2015 16:40

Atatürk Anlatıyor: Dayanışma ve İşbölümü

İki Mustafa Kemal vardır: Biri benim, et ve kemikten, geçici Mustafa Kemal... Diğeri Ölümsüz Mustafa Kemal… Onu "ben" kelimesiyle anlatamam; o, ben değildir, o bizdir! O, ülkemizin her köşesinde yeni fikir ve yeni hayat için, büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasıyım sadece. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sensin; o Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan Mustafa Kemal, yaşaması ve başarılı olması gereken, Ölümsüz Mustafa Kemal sizlersiniz!

Bu yazıda Mustafa Kemal “dayanışma ve işbölümü"nü anlatıyor. Ölümsüz Mustafa Kemal tamamlıyor, güncelliyor, bütünleştiriyor ve düzenliyor.

1- Hatırlıyorum, 1930’a komşu yıllardı. Halkçılık İlkesini işliyordum. Halkımızın sınıfsal yapısı, çalışma zümreleri, dayanışma kavramı, dayanışmanın faydaları hakkında, çeşitli vesileleri değerlendirerek şu açıklamaları yapmıştım:

2- Bizim prensibimiz Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan meydana gelmiş bir toplum olarak değil, fakat bireysel ve toplumsal hayat için işbölümü itibariyle çeşitli çalışma erbabına ayrılmış bir toplum olarak görmektir. Çünkü çeşitli meslek erbabının çıkarları birbirine karışmış olduğundan, onları sınıflara ayırmak imkânı yoktur ve tamamı halktan ibarettir. Bu nedenle bizim halkımız yazgısı ortak, çıkarları ortak bir toplumdur. Çıkarları birbirinden farklı sınıflardan değil, aksine varlıkları ve çalışmaları birbirine gerekli olan sınıflardan oluşur.

3- Küçük çiftçiler, küçük sanayi erbabı ve esnaf, amele ve işçi, serbest meslek erbabı, sanayi erbabı ile büyük arazi ve iş sahipleri ve tüccarlar… Türk toplumunu oluşturan başlıca çalışma topluluklarıdır bunlar. Her birinin çalışması da diğerinin ve bütün toplumun hayat ve mutluluğu için zorunludur. Bu prensiple hedeflediğimiz amaç, sınıf mücadelesi yerine toplumsal düzen ve dayanışmayı sağlamak ve birbirini bozmayacak şekilde menfaatlerde denge ve ahenk sağlamaktır. Sınıflar arasında menfaat çatışması alınacak önlemlerle bertaraf edilmelidir. Menfaatler yetenek, marifet ve çalışma derecesiyle orantılı olmalıdır.

4- Dayanışmanın uygulamaları çoktur. Fakat bu uygulamalar her yerde benimsenmiş değildir, çok da eleştirilere uğramaktadır. Özellikle dayanışma savının uygulamalarını, bireyin sorumluluk duygusunu zayıflatan veya yok eden bir hareket olarak görenler vardır. Diyorlar ki, aczimizi, kusurumuzu, ayıplarımızı toplumun üstüne atmak, bireysel sorumluluğu kaldırmak demektir. Halbuki ahlak kanunun temeli bireysel sorumluluktur. Bu eleştiriler zorla ve hukuki bir şekilde toplumsal borç fikrini bir yana bıraktırmaya yeterli olabilir. Dayanışmanın, ahlaka esas olacağı da sağlam bir iddia olmayabilir.

5– Ne var ki, dayanışmanın pratik olarak şunları da öğrettiği bilinmektedir: Başkasına olan bir iyilik bize de iyiliktir. Başkasına olan kötülük bize de kötülüktür. Bu sebeple iyiliği sevmek kötülükten kaçınmak lazımdır. Yaptığımız işler etrafımızda sevinçler ve acılar halinde akisler uyandırır. Bu hal bize vicdani görevlerimizi duyurur. Dayanışma bizi başkaları için hoşgörülü yapar. Çünkü başkalarının kusurlarında bizim de istemeyerek çoklukla birlikte suçlu olduğumuzu gösterir. Özetle dayanışma “herkes kendi için” yerine, “herkes herkes için” prensibini koyar. Bu düşünce toplumsaldır, ulusaldır, geniş ve yüksek anlamıyla insanîdir.

6– Biliyoruz ki, insanlar tek başına, bireysel olarak çalışırsa, başarılı olamazlar. Çünkü Allah insanları öyle bir muhtaçlıkla yaratmıştır ki, her insan diğer insanlarla birlikte çalışmak zorundadır. Bu ortaklık adeta bir ilahî gereksinim olunca, amaçları birleştirmenin ne kadar zorunlu olduğu kolayca anlaşılır. Çalışan bir insanın ortaya koyduğu iş ancak toplum sayesinde faydalı ve değerli olur, giderek mükemmelleşir. Ancak toplum sayesindedir ki, kendisiyle diğer çalışanlar arasında sürekli bir mübadele, bir alışveriş olur.

7- Nasıl bir insanın yaşamsal, kimi maddî, kimi manevi ihtiyaçları varsa, bir toplumun da ortak ihtiyaçları vardır. Dünyada kimse tek başına karşılayamaz ihtiyaçlarını. Toplum üyelerinden her biri belli bir iş yapar, bir şey yapar. Bütün bu iş ve şeyler bireylerin ve toplumun ihtiyaçlarını karşılar. Demek oluyor ki bir toplumun ve onun üyelerinin işleri, bireyler arasında bölünmüştür. Buna işbölümü denir. Bugünkü büyük sanayi çağında iş bölümü çok ileri gitmiştir. Her ülkede binlerce faaliyet dalı vardır. İş bölümü maddî işlerde olduğu kadar düşünsel, siyasal, idarî işlerde de artmıştır.

8- İş bölümünü geliştiren başlıca sebep nüfus çokluğudur. Sanat ve mesleklerin çokluğu, bunların ayrı ayrı bireyler tarafından yapılması yani işbölümü sayesinde, hayat koşulları katlanılabilir olmaktadır. Büyük uzmanlaşmalar, yeni buluşlar, ilerlemeler de işbölümü sayesinde olmaktadır. İşbölümü insanlar arasında var olan doğal ve tarihsel bağlara yeni birçok güçlü bağlar ekler. Bu yeni bağlar; insanlara birbirlerinin eksiklerini tamamlatan, yalnız bugünü değil, yarını da güvenceye alan bağlardır.

9– Ve sen, ey akıl sahibi! Bir an için kendine dön, yaptığın işlere bak, incele onları ve düşün: Ne kadar çok insanın katkısı var o işlerde, değil mi? Güzel buluyorsun, faydalı buluyorsun eserlerini… Fakat düşün, eğer diğer insanların katkıları olmasaydı, o olgunluğa erişebilirler miydi? Öyleyse o insanları takdir et, saygıyla an ve daha fazla işbirliği yap onlarla, birlikte çalışmanın yeni yollarını ara. Daha büyük işler, daha büyük başarılar mı istiyorsun? Öyleyse daha bir şevkle el ele ver yurttaşlarınla, birleştirin amaçlarınızı, birlikte çalışın. Aranızdaki iş ilişkilerini artırın. Sizi ancak bu ortaklık geliştirir, daha iyiye, daha gelişmiş bir topluma götürür. Öyle ki, toplumda mevcut olan işbölümünde yerinizi en iyi şekilde alın, kendinizi iyi yetiştirerek, çok çalışarak, sevgiyle çalışarak... Mesleğinizde faydalı, iyi bir uzman olmayı hedefleyin. Öyle ki sevilen, aranan, örnek gösterilen biri olun.

10- Halkımızın bütün bireyleri birbirinin yardımcısıdır, birbirinin koruyucusudur. Biri öbürünün çalışmasının sonuçlarına muhtaçtır. Ekonomik hayatta da böyledir: Tarım, ticaret, sanayi faaliyetleri, bayındırlık işleri, … birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmayan bir bütündür. Çiftçiler, sanatkârlar, tüccarlar ve işçiler,… bunların hangisi diğerine karşı olabilir? Çiftçinin sanatkâra, sanatkârın çiftçiye, çiftçinin tüccara ve bunların hepsine, birbirine ve işçiye muhtaç olduğunu kim inkâr edebilir? Bütün bu saydığım sınıflar aynı zamanda zengin olup hayatın gerçek lezzetini tadabilmelidir ki, çalışmak için kuvvet bulabilsinler.

11- Tarih 19 Ocak 1923… İzmit’teyim, sevgili halkıma hitap ediyorum. Lozan Konferansı’ndan ekonomiye birçok konuya değindim, açıklamalar yaptım. Bir konu da kurmayı düşündüğüm siyasal parti ile ilgiliydi. Partinin bir sınıf partisi olmayacağını, bütün halkımızı kucaklayacağını söylerken, gerekçem toplumsal dayanışma ve ekonomik işbölümü olgusu idi. Bu vesile ile, o zamanki Türkiye’de gözlemlediğim çalışma sınıflarını da belirtmiş ve açıklamış oldum, şunları söyledim: Arkadaşlar, bilirsiniz ki, siyasi teşkilat, yani partiler ekonomik amaçlara dayanarak kurulur. Başka amaçla kurulan partiler, gerçek partiler değildir. Onlar hırs ve menfaat partileridir. Biz öyle bir parti yapacağız ki, ayrım yapmadan bütün milletin menfaatini ve mutluluğunu temin etmeyi görev bilsin.

12- Bizim milletimizin esas unsuru köylüdür, çiftçidir, çobandır. O halde bunlar bir sınıftır, dayanmaya değer bir sınıftır. Onun karşıtı hangi sınıflar olabilir? Köylünün karşısında kim düşünülebilir? Büyük arazi ve çiftlik sahipleri… Şimdi, çiftlik ve büyük arazi sahipleri bundan kaygı duyabilir mi? Bizim ülkemizde menfaatine zarar verilecek büyük arazi ve çiftlik sahipleri yoktur. Olsa olsa onların arazisi diğer çiftçi ve köylülerinkine oranla daha büyükçedir, kendileri de daha zengincedir. Bundan dolayı onların çiftliklerini ortadan kaldırmak, arazilerini bölmektense, köylülerin arazisini genişletmeye çalışmalıyız. Köylülerin evlerini, köylerini bayındır kılmalıyız.

13- Köylülerden başka kimler vardır? Kasabalarda, şehirlerde sanayiciler vardır. Köylü sınıfı esastır. Bunlara çıkar sağlanırsa, sanayicilerin menfaati ihlal edilir mi? Elbette hayır, imkân yoktur buna. Çünkü bir defa sanayiciler halk için de lazımdır. Birbirinden ayrılamaz bunlar, birbirine lazımdır. Aksine sanayicileri desteklemek gerekir, yükseltmek gerekir. Halkçılık bakış açısından, onların da hakkını vermek lazımdır.

14- Sonra kasabalarda küçük tüccarlar vardır. Bu küçük tüccarlar da yine köylümüz için, halk için gerekli olan bir sınıftır. Bunları da ortadan kaldırmak bir yana, korumak ve daha çok zengin yapmak zorundayız. Ülkemizin genel çıkarlarının gereğidir bu.

15- Küçük tüccarların üzerinde kimler vardır? Büyük tüccarlar, büyük sermaye sahipleri… Ülkemiz, insanlarımız daha çok zengin olmaya muhtaçtır ve bu, hakkıdır onların. Bu sebeple onların servetine göz dikmeyeceğiz, hatta küçük tüccarları da onların düzeyine çıkarmaya çalışacağız. Hep birlikte daha çok zengin olacağız.

16- Yine dedim ki, ülkemizde birçok milyoner olsun, milyarder olsun. O zengin insanlar başlı başına bu ülkede bankalar, demiryolları, fabrikalar yapsınlar; sanayi kuruluşları, şirketler kursunlar. Yabancıların sermayesine muhtaç bırakmasınlar bizi. Bundan dolayı onları düşman görmek bir yana, daha çok zengin etmek ülkemizin hakikî çıkarları gereğindendir. O halde onlar da halktır, onlar da bu topluluğun içindedir.

17- Geriye ne kalıyor? İşçi… Bu ülke işçiye muhtaçtır. Bu ülkenin, yalnız mevcut sanayi kuruluşlarında değil, ilerde yapacağı birçok sanayi kuruluşunda da çalışacak insana ihtiyacı vardır. İşçi bize lazımdır. Himaye edeceğiz onu, koruyacağız, daha mutlu bir duruma getireceğiz. Diğer taraftan işçi ile tarlasında çalışan köylünün farkı mı vardır? Aynı durumdadır onlar. Bundan dolayı onlar da halktır.

18- Başka bir sınıf bulamazsınız. Yalnız aydınlar dediğimiz, bilim adamları dediğimiz insanlar vardır. Aydınlar olsun, bilim adamları olsun, bunlar başlı başına kendi çıkarlarını düşünen bir sınıf olabilir mi? Elbette olamaz. O halde ayrıca ve başlı başına bilim adamları ve aydın sınıfları yoktur, ancak aydınlara ve bilim adamlarına düşen çok yüksek bir görev vardır. Bu görev halkın içine girmektir, onlara önderlik etmek, onları aydınlatmaktır, yol göstermek ve başarılı kılmaktır.

19– 1930 yılında yaptığım bir konuşmada da insanlar arasındaki bağlara dikkat çektim, anlamları üzerinde durdum. Dedim ki: Bilim toplumların büyüklüğünün sırrını insanlara açmıştır; Bu sır insanların birbiriyle olan bağlarıdır. İnsanlar birbirine bağlıdır; çünkü bir vücudun, bir sosyal vücudun üyeleridir onlar. Bu bağlar her zaman ve her yerde geçerlidir. Doğaldır, toplumsaldır, ekonomiktir.

20- İşte bu bağlardan doğal ve toplumsal bağların çok önemli bir yönü, bize öğrettiği bir değer üzerinde durmak isterim. Şöyle ki, bugün yaşamakta olan insanlar dünyamızdan artık göçüp gitmiş olanların kültürel mirasçılarıdır. Çünkü herkes sahip olduğu şeyin ve hatta kendi kişisel varlığının en büyük kısmını atalara ve aynı zaman diliminde yaşadığı insanlara borçludur. Bu, özellikle işbölümü ve kültürel miras nedeniyle böyledir. O zaman, yani eğer her yerde, insanın insana karşı bir borcu varsa, bütün borçlar gibi bunun da ödenmesi gerekmez mi? Ancak kim tarafından? Servet kazananlar tarafından elbette…, insanlar arasındaki doğal ve sosyal bağdan yararlanarak servet kazananlar tarafından! Çünkü eğer gelmiş geçmiş, adı bilinmeyen, birbirine bağlı binlerce insan olmasaydı, zaten bu servet olmazdı. Peki, kime ödenmeli? Doğal ve toplumsal bağdan zarar görenlere elbette! Bu alacaklıların şahıs olarak bilinmelerine imkân yoktur gerçi. Fakat temsilcileri vardır onların: Devlet veya sosyal yardım kurumları… Nasıl ödenmeli? Bir defa devlete vergi, özellikle artan vergi olarak… Sonra bağış ve yardım kurumlarına da verilebilir kendiliğinden.

21- Bu söylediklerimden, insanların birbirine bağlı ve birbirine yardımcı olmalarından, geçmişin ve bugünün nimetlerinden hepsinin aynı derecede istifade edememiş ve edememekte oldukları anlaşılır. Bu eşitsizliği gidermek için, bir kısım insanlardan, diğer bir kısım insanlar için tazminat isteniyor sanki. Bu farklı faydalanmanın sebebi nedir peki? Şüphesiz başlıca neden, insanların, nitelik ve yetenekleri bakımından birbirine benzememeleridir.

22– Öyleyse, ey mürşidi bilim olan! İçinde yaşadığın toplumu düşün zaman zaman. Canlandır gözünde yurttaşlarını, sizleri birbirine bağlayan o güçlü bağları. Milyonlarca insan, katrilyonlarca bağ! Ne kadar çok ve çeşitli, ne kadar etkileyici ve güven verici değil mi? Ve anla ki, siz ancak birbiriniz sayesinde varsınız, birbirinize muhtaçsınız, borçlusunuz; ancak birlikte olunca güçlüsünüz. Sık sık hatırla bu görkemli tabloyu, değerini bil ve ona göre davran. Gel gör ki bu kadarla da bitmiyor…, borcunuz geçmişe uzanıyor, ta atalarınıza… Bu bağdan kaynaklanan borcunu da severek öde kazandığından. Eşitliğin kurulmasına katkıda bulun.


Prof. Dr. Cihan DURA, 5 Mart 2015
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Cihan DURA

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x