Atatürk Anlatıyor: Türkiye'de Devletçilik
İki Mustafa Kemal vardır: Biri benim, et ve kemikten, geçici Mustafa Kemal... Diğeri Ölümsüz Mustafa Kemal… Onu "ben" kelimesiyle anlatamam; o, ben değildir, o bizdir! O, ülkemizin her köşesinde yeni fikir ve yeni hayat için, büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasıyım sadece. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sensin; o Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan Mustafa Kemal, yaşaması ve başarılı olması gereken, Ölümsüz Mustafa Kemal sizlersiniz!
Bu yazıda Mustafa Kemal Türkiye’de devletçilik hakkındaki görüşlerini anlatıyor. Ölümsüz Mustafa Kemal güncelliyor, tamamlıyor, düzenliyor.
1- Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler olarak ben ve arkadaşlarım, demokrasi esasından ayrılmadan “ılımlı devletçilik” prensibine göre yürümeyi içinde bulunduğumuz durum, koşul ve zorunluluklara uygun bulduk. Ancak özel kesimi dışlamadık, tersine bireysel faaliyeti destekledik. Ekonomide esas olan, özel girişimdi. Üretimin artması için özel girişimi gerekli görüyorduk. Ulusal ekonomi yapımız yücelirken, her Türkün alın terinin değerlenmesini gözden kaçırmıyorduk. Devletçi siyasetimiz, kişisel benliği silmek değil, gerçekleştirmek yolundaydı. Kişi kendi özlüğüne, bilgisine, yararlılığına dayanırsa, ulus da dünyanın en dirlikli, en ülkülü, en kültürlü devletini kurabilir, diyorduk.
2- Bir ülkümüz vardı bizim; o ülkü az zamanda milleti gönence, ülkeyi bayındırlığa kavuşturmaktı. Bunun içindir ki, milletin genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerde, özellikle ekonomik alanda devleti fiilen ilgili kılmak önemli bir prensibimiz oldu. Ekonomi işlerinde devletin ilgisi eylemli yapıcılıktı, özel girişimi teşvikti, yapılanları düzenleyip kontrol etmekti.
3- Türkiye’nin her yerinde fabrikalar görmek istiyorduk; ekilmiş tarlalar, düzgün yollar, elektrikle donanmış köyler, küçük, fakat canlı tertemiz, sağlıklı insanların yaşayabileceği evler, büyük yemyeşil ormanlar görmek istiyorduk. Gürbüz çocukların, iyi giyimli çocukların yüzleri sararmamış, dalakları şiş olmayan çocukların okuduğu okullar görmek istiyorduk. İstanbul’da ne medeniyet varsa, Ankara’ya da ne medeniyet getirmeye çalışıyorsak, İzmir’i nasıl bayındır kılıyorsak, yurdumuzun her tarafını aynı uygarlığa kavuşturalım istiyorduk. Ve bunu çok ama çok çabuk yapmak istiyorduk. Ne var ki, bu büyük ülküyü bireycilikle, liberalizmle gerçekleştiremezdik; devletçilikle gerçekleştirebilirdik. İşte bunun içindir ki, özellikle ekonomik alanda, milletin genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerle devleti fiilen ilgili kıldık. Yepyeni bir güdümlü ekonomi düzeni kurmaya çalıştık.
4- Bizim uyguladığımız devletçilik sistemi sosyalistlerin fikirlerinden alınmış bir sistem değildi. Bizim devletçiliğimiz Türkiye’ye özgüydü. Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuştu. Mayıs 1935’de yaptığım bir görüşmede, Amerikalı gazeteci Gladys Baker’a açıkladığım, 1937 TBMM açış konuşmamda belirttiğim gibi: Türkiye’nin uyguladığı devletçilik sistemi 19. Yüzyıl’dan beri sosyalizm teorisyenlerinin ileri sürdüğü fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye özgü bir sistemdir. Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Bireylerin özel girişimlerini ve kişisel faaliyetlerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin ve geniş bir ülkenin bütün ihtiyaçlarını, birçok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak ülke ekonomisini devletin eline alması. Kesin zorunluluk olmadıkça piyasalara karışmamak, bununla birlikte hiçbir piyasayı da başıboş bırakmamak. Türkiye Cumhuriyeti devleti, Türkiye vatanında yüzyıllardan beri bireysel ve özel girişimlerle yapılamamış olan şeyleri bir an önce yapmak istedi ve kısa bir zamanda yapmayı başardı. Bizim takip ettiğimiz bu yol, görüldüğü gibi liberalizmden başka bir şeydir.
5- Ben, Mustafa Kemal Atatürk, neden devlet üstlensin istedim büyük işleri? Çünkü cumhuriyetimiz henüz çok gençti. Geçmişten kendine miras kalan bütün hayatî işler, zamanın gereklerini tatmin edecek derecede değildi. Ben ve arkadaşlarım siyaset ve düşünce hayatında olduğu gibi ekonomik işlerde de, bireylerin girişimlerinin sonucunu beklemenin doğru olmadığını düşünüyorduk. Hükümet önemli ve büyük işleri, ulusal kaynaklara ve devletin tüm teşkilat ve kuvvetine dayanarak, mümkün olduğu kadar üzerine almalıydı. Diğer bazı devletlerin ikinci derecede sayıp bireylerin girişimlerine bırakılmasında sakınca görmedikleri işlerden birçoğu bizim için yaşamsaldı ve birinci derecede önemli olan devlet görevleri arasında sayılmalıydı.
6- Bizim partimizin programı da bir yönüyle demokratik, halkçı bir program olmakla beraber, ekonomik yönden devletçiydi. Bu bakımdan partimize dayanan Cumhuriyet hükümetinin yurttaşların hayatıyla, geleceğiyle ve gönenciyle her açıdan ilgili olması doğaldı. Halkımız tabiat olarak devletçidir ki, her türlü ihtiyacı devletten talep etmek için kendisinde bir hak görür. Bu bakımdan milletimizin tabiatı ile partimizin programı arasında tam bir uyum vardı. Bu yönden yürürken, başarılı olacağımıza kuşkumuz yoktu.
7- 1922 sonları… Savaş bitmiş, bağımsızlık mücadelemizi kazanmıştık. Hedefimiz artık ülkemizi kalkındırmaktı. Ancak planlı ve programlı olarak yapmalıydık bunu; 6 Aralık 1922’de gazetecilerimize söylediğim gibi: Kurtuluş ve bağımsızlık için yaptığımız mücadeleyi tamamlamak ve Cenabı Hakk’ın milletimize yaratılıştan verdiği yeteneği en yüksek derecede geliştirmek ve ülkemize bahş ettiği bütün kuvvet ve servet kaynaklarından en yüksek şekilde istifade ederek zayıflık sebeplerimizi gidermek için bundan böyle hiçbir fırsat ve zamanı kaçırmayarak çalışmaya mecburuz. Ancak bu çalışmalar yıllarca takip ve takip edilecek bir programa dayanmazsa neticesizliğe mahkûmdur. Uzak görüşlü olduğu kadar milletimizin acil ihtiyaçlarına çare bulacak bir programa dayanmayan reform girişimleri kişisel ve keyfi olmaktan kurtulamaz. Bu gibi girişimler sahipleri olan şahısların değişmesi ile, hatta kişisel nüfuzunun azalması ile söner gider. Öbür taraftan herhangi bir programın uzun bir çalışma devrine rehber olması için, ülkede bütün yurtseverlerin ona yardımcı olması gerekir. Gerçekten büyük bir yurtseverler kitlesinin reform emellerini içermeyen bir programın başarılı ve devamlı olması beklenemez.
8- Ben, Atatürk, hep söyledim, hep vurguladım, dedim ki: “Büyük davamız en uygar ve en gönençli millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu, Türk milletinin dinamik idealidir”. Ve ekledim: “Bu yolda başarı ancak yasal bir planla ve en akılcı bir şekilde çalışmakla sağlanabilir.” Ben iyi düzenlenmiş işleri severim. Bilim ilkemin gereğidir plan; halkçılık, devletçilik ilkemin gereğidir. Bunun içindir ki ekonomik faaliyetlerimizin, ekonomi politikası görüşümüz çerçevesinde, bir plan dahilinde yönlendirilmesini istedim. Hükümetlerimiz bütün gayretini bu tarz çalışmaya adasın, istedim.
9- Ve çalışma arkadaşlarıma şunları söyledim: Yapılacak işlerin bütünüyle ve birlikte irdelenmesi, iki taraflı ve karşılıklı bir ana programın lüzumunu gösterir. Bir yandan devletin gelirlerini artıracağız, öte yandan hükümetin her organının gelişmesini sağlayacağız. İşte bunun için, bir çalışma planı yapın. Planda bugünkü bilgiye ve geleceğin genel görünümüne göre, işlerimizin her meclis dönemi sonunda hangi hedeflere varacağını esas hatlarıyla belirleyin. Ana programımızın uygulama hızı, bütün devlet işlerinde halkın hissedebileceği minimum bir ölçüde olsun. Bu hız, safha safha görülecek gelişmelere ve geniş imkânlara uyacak fiilî bir çoğalışla artsın.
10- Plan, daima plan… Çünkü bir devletin yönetimi bilime dayanmalıdır. Bilim ise sıra ister, düzen ister, plan ister. Liberalizmde bu yoktur; o mantığın değil, hırsın düzenidir, getirdiği ancak kargaşadır. Büyük bir ülke planlama olmadan yönetilemez. Aksi halde ağır maliyetlerle karşılaşırız, çok kaynak kaybederiz, büyük sıkıntılar çekeriz. Öyleyse planlı çalışın, tarımda, madencilikte, sanayide, bayındırlık işlerimizde, ulaştırmada, her alanda… Özel girişimi engellemeden, planlamanın erdemlerinden yararlanın, daha fazla yararlanmanın yollarını arayın.
11- Ey yolun doğrusunu arayan! Ekonomik sistem konusunda uyanık ol; sakın emperyalistlerin telkinlerine, işbirlikçilerin yalanlarına kanma. Yalnız kendi çıkarlarını düşünür onlar. Yüzüne iyilikle bakarlar kötülük yapmak için; seninle dost gibi konuşurlar, hilelerinin farkına varmayasın diye. Gerçek gridir, aşırılık tehlikelidir; sentezdedir en iyi çözüm. Önce dayanışma olmalıdır bir toplumda, bir ekonomide, önce devletçilik!... Ancak, rekabetten de faydalanmalıdır, iyi olan yönleri bakımından.
12- Her şeyden önde Büyük Ülkümüz gelir: Milletimiz gönençli olacak, Türkiye bayındır olacak!... Ben ve arkadaşlarım durmadık, dinlenmedik, hep Büyük Ülkü için çalıştık. Çok işler yaptık, ancak her şeyi yapamadık. Çünkü insan ömrü yapılacak işlerin büyüklüğü karşısında çok cüce… İnsan ömrü çok büyük işleri başarabilecek kadar uzun değil. Doğal olarak, eserin tamamlanmasını sonraki kuşaklara bıraktık. Ne var ki sonu getirilemedi, diğerleri gibi Devletçilik İlkemden de sapıldı. İç ve dış bedhahlara uyulup yanlış yollara gidildi. Oysa çoğu kalkınmış ülke devletçilikle çıkmıştır yola. Sen, yolun doğrusunu arayan! İlkeme sahip çık, kalkınmamızı gerçekleştirecek en gerekli araçtır o. Bayrak yap Devletçiliği. Mücadeleyi bırakma.
13- Yukarda belirttim, benim devletçiliğim bize özgüdür. Türkiye’nin koşullarıyla, halkımın ihtiyaçlarıyla yoğurdum onu. Liberalizm ise Batı’ya özgüdür, yapıca bizden farklı olan Batı toplumlarının dünya görüşüdür. Onların koşullarıyla, onların ihtiyaçlarıyla biçimlenmiştir. Dolayısıyla yalnız onlara hizmet eder, bir de aramızdaki bir avuç ortaklarına... Evrensel değildir, bilimsel değildir. Yapılabilecek hataların en büyüğüdür Liberalizmi alıp, bizim toplumumuza giydirmek. Bize uymaz o, karşılamaz milletimizin ihtiyaçlarını, yılların ihmallerini gideremez. Tersine, sorunları daha da ağırlaştırır, öyle de olmuştur. Sanayileşmemiz engellenmiş, gerçek sorunlarımız çözümsüz kalmıştır.
Prof. Dr. Cihan DURA, 19 Ağustos 2015