Atatürk: Her Devrime Karşı Bir Tepki Olur
İki Mustafa Kemal vardır: Biri benim, et ve kemikten, geçici Mustafa Kemal... Diğeri Ölümsüz Mustafa Kemal… Onu "ben" kelimesiyle anlatamam; o, ben değildir, o bizdir! O, ülkemizin her köşesinde yeni fikir ve yeni hayat için, büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasıyım sadece. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sensin; o Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan Mustafa Kemal, yaşaması ve başarılı olması gereken, Ölümsüz Mustafa Kemal sizlersiniz!
Bu yazıda Mustafa Kemal Atatürk “karşı-devrim” hakkındaki düşüncelerini anlatıyor. Ölümsüz Mustafa Kemal düzenliyor, güncelliyor, tamamlıyor.
* * *
1- Her devrim bir karşı hareket getirir. Bu bizde de beklenirdi. Yıl 1923… Devrimimizi ve onu bekleyen tehlikeleri yaptığım konuşmalarda halkıma anlattım, şunları söyledim: Ülkemiz üç buçuk yıllık bir zamana sığdırılması imkânı olmayan çok büyük bir devrimin yapıcısı olmuştur. Gerçekten, yüzyıllardan beri tabi olmaya alıştığımız bir yönetim şeklinin dışına çıkarak dünyada benzeri bulunmayan bir devlet kurduk. Fakat bu yeniliğin mutlaka bir karşı hareketi gerektireceğini hatırımızdan çıkarmamalıyız. Bu harekete özel terimiyle “irtica” derler. Yaptığımız işlere ve aldığımız sonuçlara göre, bu gibi irtica hareketleri her zaman beklenebilir. Fransızlar Büyük İnkılap’ta başarılı olabilmek için neredeyse yüz yıl çalışmıştır. Biz ise inkılabımızın üçüncü yılındayız. Kimse iddia edemez ki, bu inkılap da bir tepkiye maruz kalmayacaktır ve bunu her zaman olabilir görmek ihtiyatlı bir hareket olur.
2- Geçen üç yılın akıttığı kanların yetmesi için, tepkileri doğduğu yerde boğmak lazımdır. Kan ile yapılan inkılaplar daha sağlam olur. Kansız inkılap ebedileştirilemez. Fakat biz bu inkılaba ulaşmak için gereği kadar kan döktük. Bu kanlarımız, yalnız muharebe meydanlarında değil, aynı zamanda ülke içinde de döküldü. Biliyorsunuz ki, Hendek’te, Bolu’da, Konya’da, Yozgat’ta ve diğer yerlerimizde birçok isyanlar oldu. Ve bunların hepsi bastırıldı. Temenni edilir ki, bu dökülen kanlar kâfi gelsin ve bundan sonra kan dökülmesin. Mutlu inkılabımızın aleyhinde fikir ve duygu taşıyanları aydınlatmak ve uyarmak, aydınlara düşen ulusal görevlerin en önemlisidir, birincisidir.
3- Bugün Lozan Konferansı’nda ve dünyada yeni Türkiye’nin bir kredisi varsa o da eski şekli kaldırmaktan, yok etmekten ileri gelmektedir. Bizim inkılabımız, Meşrutiyet inkılabı ve ondan önce yapılan inkılaplar gibi olsaydı kimse önem vermezdi. Biz gerçek bir devrim yaptık ve devrimimizde devam ediyoruz. Biliyorsunuz ki, ülkenin birçok yeri bilerek veya bilmeyerek isyan etti. Biz de asilere hadlerini bildirdik, isyanları bastırdık. Şimdiye kadar yaptıklarımız ancak ondan sonra teessüs edebilmiştir ve biliyorsunuz ki, Fransa Büyük İnkılabı hemen yüz yıl devam etmiştir. Üç yılda esaslı bir inkılabın son bulacağını kabul etmek hata olur. Belki zaman zaman, şöyle veya böyle bir şeyler olacaktır! Her yeni devrime karşı bir tepki olur. Bunu beklemek lazımdır. Bu olmaz değildir. Mutlaka yakında olacak bir şeydir. Her açıdan olabilir. Kamuoyunu onların yalan, yanlış saptırmalarına kaptırmamak, halkı aydınlatmak lazımdır. İnancımızda kararlı, başarıda ümitli oldukça zafer bizimdir. Fakat “hocaları memnun edeyim, İslam âlemini memnun edeyim, hepsini memnun edeyim” dersek, mümkündür, hepsi memnun olur ama biz maksadımızdan uzak kalmış oluruz. İdarei maslahatçılar, durumu idare edenler esaslı devrim yapamaz. Bugünkü sefalet ve rezalet içinde esasen kimseyi memnun etmenin imkânı yoktur. Ülke bayındır, millet zengin olduğu zaman herkes memnun ve hoşnut olur efendim.
4- Yeni olana düşmanlık insanlık tarihinde eskidir, köklüdür; nitekim Osmanlı’da da böyle olmuştur, pek çok örneği vardır. Gerçekten, XVI. Yüzyıl Avrupa’sında büyük gelişmeler kaydedilirken, Osmanlı İmparatorluğu; İslam’ın felsefesinden habersiz bağnazların şiddetle karşı çıkması yüzünden, matbaa gibi mükemmel bir eğitim aracından yoksun kalmıştır, hem de 250 yıl boyunca, Kur’an’ın “oku” emrine rağmen!... Bu bağnazlar XIX. Yüzyıl’da bile karantinaya, yazı tahtasına, fes ve çeket pantolon giymeye, eğitim görmüş genç subaylara, akla gelen her yeniliğe karşı çıkmıştır. Örneklerini tarihimizde içiniz burkularak okursunuz: Kabakçı Mustafa ayaklanması, 31 Mart olayı, Şeyh Sait isyanı, Menemen’de Kubilay faciası gibi.
5- Bir örnek daha vereyim: Gerçekleştirdiğimiz ilk devrim olan şapka devrimi… Derhal karşı çıktılar, eleştirmeye başladılar. Fesin, sarığın, takkenin dinsel ve ulusal birer başlık olduğuna inandırmak istediler. Bu, aslında gelecekte bütün devrimlerimize yönelecek yıkıcı, yaygın bir çabanın başlangıcıydı. Kimi aydınlarımızın önem vermediği bu geriye doğru yöneliş, kuşkusuz çok iyi hesaplanmış bir savaş planının ilk hedefleriydi ve onlar için bir “cihat”tı. Oysa İslam dininde ne ibadet sırasında, ne de günlük yaşamda özel bir giysi gereği yoktur. Kaldı ki, sarık bir Hint modasıdır, fesin kökeni ise eski Yunan’a dayanır.
6- Kısacası, biz Devrim yolunda kolay yürümedik, çok engelle karşılaştık. Daha Millî Mücadele yıllarında başlamıştı bunlar, sonra da sürdü, günümüze kadar devam etti. Vurgulamam gerekir ki bu engellemeler halkımızdan gelmiyordu; çıkarlarını tehlikede gören birtakım şahıslardan geliyordu; dincilerden, gözünü hırs bürümüş politikacılardan geliyordu. Halkım, o saf kitle çok temiz kalpli, çok asil ruhludur; ilerlemeye çok yeteneklidir, yenilik yanlısıdır. Karşısındakilerin içtenlikle kendilerine hizmet ettiklerine bir defa kani olursa, her türlü hareketi derhal kabule hazırdır. İcraatımızda engeller, biliyordum, hiçbir zaman bu yoğun tabakadan gelmeyecekti.
7- Yıl 1925 ve 1929… ağustos ve ekim ayları… İnebolu Türk Ocağı’nda, Kastamonu Cumhuriyet Halk Fırkası’nda, Balıkesir ve Eskişehir’de yaptığım konuşmalarda, yurttaşlarımı devrim düşmanlığı hakkında aydınlattım. Milletin ilerlemesini durdurmaya çalışanlar olduğuna dikkat çektim. Bunların akıl ve mantıktan yoksun, halkın sağduyusundan uzak oldukları için bu yola gittiklerini, ancak hüsrana uğrayacaklarını, çünkü bilincin gözünün daima ileriye baktığını, halkımızın yeniliğe uzun adımlarla yürümeye devam edeceğini belirttim. Fesat zümrelerinin ezilmeye mahkûm olduğunu vurguladım; şunları söyledim:
8- Çankırı’da, Kastamonu’da, Ankara’dan İnebolu’ya kadar bütün bu üç yüz elli kilometrelik yol boyunca, bugün burada içten huzurlarıyla şeref duyduğum saygıdeğer İnebolulularda gördüğüm aydınlanma, yüksek zihniyet ve gelişme derecesi gerçekten övünmeye, önemle zikre değerdir. Güzel kalpli arkadaşlar! Bu açık gerçeğin aksini iddia edenlerin de varlığını düşündükçe elem duyuyorum. Bu gibiler millete, milletin eğilimine, milletin yüksek emellerine ne kadar yabancıdırlar. Bu gibiler kendi gafletlerini genel sanmak derin gafletindedirler. Kendi dar zihniyetlerini ölçü tutarak milleti her türlü ilerlemeden, her türlü yüksek yenilikten yoksun bırakmaya kalkışıyorlar. Milletin uygarlık ve insanlık yolundaki uzun adımlarını durdurmak için âdeta çırpınıyorlar. Fakat o gibiler niçin düşünmüyor ki, buna artık imkân kalmamıştır.
9- Adımlarını, attığımız uygarlık ve yenilik adımlarına uydurmak istemeyen bu kimseler ne bedbahttırlar. Bu gibiler hâlâ milleti aldatacaklarını ümit ediyorlarsa, ümitlerinin, kendilerinin hüsranlarından başka bir sonuç vermeyeceğine şimdiden emin olabilirler. Hep birlikte toplumumuzun her gün yeni bir mutlu aşamaya yükseldiğini görmekle çok bahtiyarız.
10- Yenileşme adımlarımızı felce uğratmaya yeltenen beyinsizlerin, hükümlerini verirken, kendi yarım yamalak bilimlerine, çürük mantıklarına, yetersiz akıllarına dayandıklarını sanıyorum. O zavallı benciller böyle yapacaklarına halkın sağduyusuna başvursalardı, ondan feyiz ve ilham alsalardı, kendilerini bugün gülünecek ve utanılacak durumda bırakan bu kadar iğrenç hatalara düşmezlerdi. Fakat sağduyunun, akıl ve mantığın, marifetin üstünde önem sahibi olduğunu takdir etmek yalancı âlimlerin işine gelmez.
11- Arkadaşlar! Milletimizin sağlam bir bilince sahip olduğuna, kahramanı olduğu büyük ve fiilî eserlerden ve olaylardan sonra kimsenin şüphe etmeye hakkı kalmamıştır. Bilinç daima ileriye ve yeniliğe götürür ve gerileme kabul etmez bir haslet olduğuna göre, Türkiye Cumhuriyeti halkı, ileriye ve yeniliğe uzun adımlarla yürümeye devam edecektir. Bilince hastalık bulaşmadıkça geriye gitmek veya durmak hatıra bile gelmez. Yüzyıllardan beri harcanmış iğrenç çaba ve gayretler zaman zaman milleti uykuya daldırmış olmakla beraber, milletin bilincini felce uğratmayı asla başaramamışlardır. Bu hakikat milletin bugün gösterdiği bilinçli eserlerle kendiliğinden ortadadır. Eğer bilinçte hastalık olsaydı, onu bugünkü sağlamlığında canlandırmak hiçbir gücün elinden beklenemezdi.
12- Türk milletinin toplumsal düzenini ihlale yönelik didinmeler boğulmaya mahkûmdur. Türk milleti kendinin ve ülkesinin yüksek çıkarları aleyhine çalışmak isteyen fesatçı, sefil, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin hezeyanlarındaki gizli ve kirli emellerini anlayamayacak ve onlara müsamaha edecek bir topluluk değildir. O şimdiye kadar olduğu gibi doğru yolu görür. Onu yolundan saptırmak isteyenler ezilmeye, kahredilmeye mahkûmdur. Bunda köylü, işçi ve özellikle kahraman ordumuz candan beraberdir. Buna de kimsenin şüphesi olmasın.
13– Ve İzmir suikastı girişiminden sonra söylediklerim, tarih 20 Haziran 1926… Beni öldürürlerse vatandaşlarımın intikamımı alacaklarından eminim. Ben ölürsem, soylu milletimizin beraber yürümekte olduğumuz yoldan asla ayrılmayacağına eminim, bu konuda içim rahattır. Hasımlarımız düşünebildikleri menfur çarelere istedikleri kadar başvursunlar. Onların boğazlanırcasına hareketleri bizim devrim hareketimizi söndüremez. Onların kendilerini hüsrana, zaman zaman milleti ıstıraba uğratan akılsızlıklarına acıyorum. Cumhuriyet hükümetimizin demir pençesi ve yüksek İstiklal Mahkemesi’nin adalet eli duruma tamamen hâkim bulunuyor. Yaşasın Millet! Yaşasın devrimimiz!
14- Başarılarımızın semerelerini yitirmemeliydik, yaşadığımız felaketleri yeniden yaşamamalıydık. Bunun için, etkili önlemler almalıydık. Düşmanlar Cumhuriyetimize karşı ayağa kalktığında, bütün cumhuriyetçiler aynı safta toplanmalıydık. Biliyorduk ki, bozguncular her zaman olacaktı, devrim düşmanlarına hep birlikte ve şiddetle karşılık vermeliydik. Yenilik yolunda bir an durmamalı, gericileri ezip geçmeli, hurafeleri zihinlerden çıkarmalıydık. 1923’de, 1925’de yaptığım kimi konuşmalarda milletvekillerinin, aydınların, halkımın dikkatlerini bu yaşamsal noktalara çektim; şunları söyledim:
15– Bugüne kadar kazandığımız başarılar, bize ancak ilerleme ve uygarlığa doğru bir yol açmıştır; yoksa ilerleme ve uygarlığa henüz ulaştırmış değildir. Bize ve torunlarımıza düşen görev, bu yol üzerinde tereddütsüz ilerlemektir. Şurasını hatırdan çıkarmamalıdır ki, bunca özverinin semeresini elimizden kaçırmamak ve geçen musibet ve felaketlerin bir daha dönmesini imkânsız kılacak önlemleri almak, bizim için her günün düşüncesi olmalıdır. Fakat emin olalım ki, bunun için kuru bir dikkat ve uyanıklık, safça bir kıskançlık yeterli değildir.
16- Politika dünyasında birçok oyunlar görülür. Fakat kutsal bir ülkünün tecellisi olan Cumhuriyet yönetimine, çağdaş harekete karşı cehalet, bağnazlık ve her türlü düşmanlık ayağa kalktığı zaman, özellikle yenilikçi ve cumhuriyetçi olanların yeri, gerçekten yenilikçi ve cumhuriyetçi olanların yanıdır; yoksa gericilerin umut ve faaliyet kaynağı olan taraf değil.
17- Bütün iyi niyete, gösterilen bütün sebata, azim ve dayanıklılığa, ortaya konan bütün birlik ve dayanışmaya rağmen, yine en güzel, en isabetli, en doğru zihniyetleri ve ülküleri bozmaya çalışacak insanlara tesadüf edilecektir. Öylelerine bütün millet bireyleri çok şiddetli karşılık vermelidir. Hepimiz için öylelerine karşı kahredici bir birlik kitlesi halinde ortaya çıkmamız, en zorunlu bir vicdani gerekliliktir. Zira bu hususta fesatlık yapacak insanlara müsamaha göstermek, âlicenaplık göstermek terbiye eseri değil, belki bir milletin mutluluğuna, şerefine, namusuna göz dikmiş insanlara müsamahadır ki, hiçbir zaman, hiçbir birey buna izin edemez. Hiç kimse buna müsaade etmek hakkına sahip değildir.
18– Halk gönençli, bağımsız, zengin olmak istiyor. Komşularının refahını gördüğü halde, fakir olmak pek ağırdır. Gerici fikirler besleyenler belli bir sınıfa dayanabileceklerini sanıyorlar. Bu kesinlikle bir kuruntudur, bir zandır. İlerleme yolumuzun önüne dikilmek isteyenleri ezip geçeceğiz. Yenilik vadisinde duracak değiliz. Dünya müthiş bir akımla ilerliyor. Biz bu ahengin dışında kalabilir miyiz?
19- Devrim gerçeğini kabul edemeyen zihniyetleri darmadağın etmek zorunludur. Şimdiye kadar milletin beynini paslandıran, uyuşturan bu zihniyette bulunanlar olmuştur. Her halde zihinlerde mevcut bütün hurafeler tamamen kovulacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyne hakikat nurlarını nüfuz ettirmek imkânsızdır.
20- Ben Devrim’e karşı hareketler olacağı hususunda bizden sonra gelenleri uyardım. Ne yapmaları gerektiğini de söyledim: Halkı kazanın, bunun için de onu eğitin, aydınlatın, bilinçlendirin dedim. Devrim’in ancak halk benimser, sahip çıkarsa yaşayacağını söyledim. Gençliği yönlendirin, devrimci ruhla yetiştirin, öyle ki devrimlerin korkusuz bekçisi olsun dedim. Ne yazık ki, başaramadılar! İşi oluruna bıraktılar, cehaletten veya kişisel çıkarları uğruna.
21- Bizi eteğimizden çeken, yolumuzdan alıkoyan en büyük engel, oy avcısı çirkin politikacılarla onların değnekçisi birtakım sermaye çevreleri oldu. Aşırı sağ, Devrim’le kurulan rejimi yıkıp onun yerine ortaçağdan kalma geleneksel ümmet dönemini geri getirmek isteyenlerin toplandığı cepheydi. Amaçlarına kavuşmak için demokratik yolları da, gerekirse zor kullanmayı da mübah saydılar. Sağ cepheyi meydana getiren kalabalık arasında küçük bir azınlık, elde ettiği ekonomik “ayrıcalıklar”ı korumak amacıyla büyük kitlenin bir gün uyanıvermesinden ödü kopar. Bunu önlemek uğruna gericilik akımlarını alabildiğine körüklediler. Benim ilkelerime düşmandır. Çünkü uygulandıkları takdirde devrim ilkelerinin büyük kitleyi er geç aydınlığa kavuşturacağını biliyorlardı. Anayasa’yı da, yürürlükteki yasaları da çiğneyerek her fırsatta halkı kışkırtmaktan çekinmediler. Çocuklarımızın pozitif ilköğretimden geçip gözlerinin açılmasını istemediler. Kur’an kursları adı altında onları körleştirmeye çalıştılar, çalışıyorlar.
22- Ve siz, ey “ben Atatürkçüyüm” diyenler! Siz de örgütlü, kaynaşık, güçlü bir kitle haline gelemediniz. Düşman ilerledi, siz yerinizde saydınız. Uzağı göremediniz. Gerekli önlemleri almadınız. Şimdi ise yenilmiş, güçsüz, çaresiz görüyorsunuz kendinizi. Korkulan oldu, diyorsunuz, karşı karşıyayız sonunda karşı-devrimle! Hayır, durum ve koşullar ne olursa olsun, teslim olmak yok, baş eğmek yok. Karamsarlık yok, ben hiçbir zaman karamsarlık bilmedim. Direneceksiniz, mücadele edeceksiniz. Haklı olan biziz. Doğru bizdedir, iyi bizde, güzel bizdedir. Davranın, bir araya gelin, sıklaştırın saflarınızı, örgütlenin, canınızı verircesine sahip çıkın devrimlerimize. İnanın, biz kazanacağız, son zafer bizim olacaktır yine.
Prof. Dr. Cihan DURA, 23 Nisan 2016