Atatürk İç ve Dış Düşmanları Anlatıyor (1)
Milli Mücadele’de İç Ve Dış Bedhahlar Millet Aleyhine Çalıştılar
Acı bir hakikattir ki Millî Mücadele yıllarında ülkemizde külliyetli yabancı parası ve birçok propaganda dolaşıyordu. Bundaki gaye, pek açıktır ki, millî hareketi sonuçsuz bırakmak, millî emelleri felce uğratmak, Yunan, Ermeni emellerini ve vatanın bazı önemli kısımlarını işgal gayelerini kolaylaştırmaktı. Bununla beraber her devirde, her ülkede ve her zaman ortaya çıktığı gibi, bizde de yürek ve sinirleri zayıf, anlayışsız insanlarla birlikte, vatansız ve aynı zamanda kişisel gönenç ve çıkarını vatan ve milletin zararında arayan sefiller de vardı. Doğu işlerini çevirmekte ve zayıf noktaları arayıp bulmakta pek becerikli olan düşmanlarımız, ülkemizde bunu adeta bir teşkilat haline getirmişlerdi. Hayat hakkı ve bağımsızlığı için çalışan milletin, maksadındaki temizliğe ve ciddiyete karşılık, merkezî hükümet mülkî ve askeri yöneticilere yapmış olduğu gizli tebliğlerle millî birliği kırmak, ülkenin ve milletin kurtuluşuna yönelen millî girişimleri sonuçsuz bırakmak, kısacası millete karşı hasım vaziyeti almak tarafını tutuyordu. Fakat mukaddesatının kurtuluş gayesiyle çırpınan bütün millet, bu azim ve mücadelesinde her türlü engeli muhakkak ve mutlaka yıkıp süpürecekti.
Yabancılarla El Ele Millet Aleyhine Çalışan İç Bedhahlar İki Gruptu
Millî Mücadele’de iç bedhahlar karşımıza iki düşman zümre olarak çıktı. Bunlardan biri şahsî çıkarlarına genel çıkarları feda eden hükümet; ikincisi de tükenmemizi bekleyen birtakım iç düşmanlarımızdı. O (iç) bedhahlar ki Milletin kudret ve iradesini takdirden acizdiler. Düşmanlarla vatan ve millet aleyhinde haince tertip ve hareketlerde bulundular. Birtakım budalaların ahmakça kuruntuya dayalı vaatlerine kapıldılar, milletimiz ve vatanımız için zararlı olan yabancılara vicdanlarını satarak alçaklıklar yaptılar. Onlara dedim ki yaptıklarınızın milletçe uygulanacak sorumluluğunu göz önünde tutunuz. Güvendiğiniz kişilerin ve kuvvetin sonunu öğrendiğiniz zaman, kendi sonunuzla karşılaştırmayı unutmayınız.
Bağımsızlığımızı Hedef Alan Düşmanla Mücadeleye Kararlıydık
Millî Mücadele’de bizim takip ettiğimiz asıl maksat, ülkemizi parçalanmaktan kurtarmak, devlet ve milletimizin bağımsızlığını elde etmekti. Bu maksadın elde edilmesini engelleyebilecek düşmanlarımız, İngilizlerdi. İngilizlerle çıkarlarını birleştirmeye çalışan Fransızlar da sayılabilir. Düşmanlarla uğraşmak için sonuna kadar ve her türlü vasıtaya başvurarak çalışmaya azmetmiştik.
Yabancılar Örgütlenmeye Başlayan Milletimizi Kabullendiler
Mütareke’den sonra milletimiz, yazgısına boyun eğer bir halde bulunuyor, varlığımızı imhaya istekli düşmanlar acı darbeler indiriyor, ülkemiz parçalanmaya aday bulunuyordu. Ancak ne mutlu ki, bazı olaylar, milletimize saklık ve uyanış getirdi. Millet bireylerimiz yer yer birbirini aramaya, bulmaya başladı. Bunun sonucu olarak, teşkilat meydana geldi. Devletimizin bağımsızlığını mahvetmeye çalışan yabancılar, milletimizde böyle bir ruhun ortaya çıkacağını beklemiyorlardı. Burada yaşayan insanları, duyarsız yaratıklardan ibaret sanıyorlardı."Böyle bir milletin kalıcılık hakkı olamaz!" kararlarını almada, bir millet mevcudiyeti göz önüne alınmadı, milletimizin olaylar ve darbeler neticesi olarak yer yer örgütlenmesine önem vermemişlerdir. Bu önem verilmeyen parçaların, savunmak istedikleri ve verdikleri karar ve bütün milletin kabul ettiği esas nokta “Kuvayı Milliye’nin esas, Milli İrade’nin egemen olması”dır. Teşkilatın ruhu budur. Bu amaçla teşkilat yayılmaya başlayınca, yabancılar, dikkatlerini Türkiye'ye çevirmeye başladı, asıl mahiyetine inanmadı; çeşitli memurlar, heyetler gönderdiler; bizde bir hayat hissi keşfettiler ve onu, yakından temas ile incelemeye başladılar.
Milletimizi Önce Hakir Gören Batı Sonunda Türk Milletini Tanıdı
Ve sonuçta anladılar ki miskin bir millet değildir o, altıyüz yıl ve daha öncesinden beri egemenliğini kanıtlamış, efendilik yapmış bu millet, onların tasavvur ettiği gibi esir bir millet değildir. Dolayısıyla yabancılar tamamen kani olmalıdır ki Türkiye ve Türkiye'de yaşayan millet, başlı başına, bütün dünya milletleri içinde, etkili bir varlığa sahiptir, ortadan kaldırılamaz. Allah’a hamdolsun, devletimizin ve milletimizin bağımsızlığı, tartışma konusu olmaktan artık çok uzaktır, bağımsızlığımıza her şekilde saygı gösterilmesi bir vakıadır. Ancak bu bizim için yeterli değildir; maksat ve gayemizi temin edemez, bunun maddî olarak karara bağlandığını da görmek zorundayız.
Bağımsızlığımız İçin Mücadele Edeceğiz, Asla Yılgınlığa Düşmeyeceğiz
Arkadaşlar, biz bir maksat takip ediyoruz: Milletin, devletin bağımsızlığını muhafaza etmek, Bağımsız olarak milletimizin belli sınırlar içindeki bütünlüğünü muhafaza etmek... Bunun içine namus ve şeref de dahildir. Bunun için savaşıyoruz. Efendiler, ülkemizin ellide biri değil tamamı tahrip edilse, tamamı ateşler içinde bırakılsa, biz bu toprakların üstünde bir tepeye çıkacağız ve orada savunmaya devam edeceğiz. Dolayısıyla, iki karış yer işgal edilmiş, üç beş köy tahrip edilmiş diye burada feryada gerek yoktur. Ben size açık söyleyeyim: Efendiler, bazı yerler işgal edilmiştir ve bunun üç misli daha işgal edilebilir. Fakat bu işgal asla bizim imanımızı sarsmayacaktır.
31 Temmuz 1920… Afyonkarahisar Kolordu Dairesi…
Subaylar! İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermiştir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve bağışına borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerde doğal olarak ve yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvetle, mücadele ile saklı bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve tutsak durumundadır. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp edilir.
Bağımsızlık İçin Kuvvetli Olmalıdır, Kuvvet Ordudur
Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lâzımdır. Bağımsız olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için varlığını ispat etmek gerekir. Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve mutluluk kaynağı; bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin gerekliliğine olan vicdanî imanıdır.
Düşman Önce Ordumuzu, Onun Onurunu Yok Etmeye Çalıştı
İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek doğal olarak önce onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke koşullarının uygulanması ile silâhlarımızı, cephanelerimizi, bütün savunma araçlarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra, kumandanlarımıza ve subaylarımıza saldırmaya, taarruza başladılar. Askerlik onurunu yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından yoksun bırakmaya teşebbüs ettiler. Bir taraftan da savunmasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de onuruna, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar. Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lâzımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engel ve zorluk kalmaz. Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz duruma göre subaylarımıza düşen görevin mahiyeti, önemi ve değeri kendiliğinden meydana çıkar.
Ordunun Ruhu Subaylardır
Milletimiz, hür ve bağımsız yaşamak gereğine tam bir iman ile kani olmuş ve buna katî azimle karar vermiştir. Zaman zaman şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması hiçbir zaman milletimizin genel kanaatine, hakiki imanına sekte vurmamıştır ve vuramayacaktır. Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lâzım olduğunu söylediğim kaynak mevcuttur, o kaynak milletin vicdanî imanıdır. Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar sayesinde vücut bulur. Bilinen bir askeri gerçek, felsefi gerçektir: “ordunun ruhu subaylardadır”. O halde ancak subaylarımızdır ki düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu onaracak ve canlandıracak, ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir.
Bağımsızlığımız İhlal Edilirse Vebali Subaylara Ait Olacaktır
Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin gerçekleşmesini ordudan, ordunun ruhunu oluşturan subaylardan bekler, işte subayların yüce görevi budur. Allah göstermesin, milletin bağımsızlığı ihlâl edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. Subaylar izah ettiğim yüce, kutsal ve bütün açılardan üzerlerine düşen görev itibariyle, bütün varlıklarıyla ve bütün dikkat ve sezgileriyle, giriştiğimiz kutsal bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak zorundadırlar.
Fakat Arkadaşlar Ölmeyeceğiz
Kişisel ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak zorundadırlar. Çünkü düşmanlarımız herkesten önce onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık onurunu, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan; hayatta iken düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır: Şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği o şerefi ayaklar altına almaktır. Dolayısıyla subay için “ya istiklâl, ya ölüm” vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!
Kaynak: Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 3,4,5,9, Kaynak Yayınları.
Prof. Dr. Cihan DURA, 5 Mart 2013