Atatürk Ordumuzu Anlatıyor
İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemikten…, diğeri sizler, ölümsüz olan.
Mustafa Kemal Atatürk
1- Kuvvet mutlaka her türlü emre itaat EDEN, tam disipline sahip ordu halinde bulunandır. Ülkeyi ve milleti zarara uğratmayacak kuvvet, ancak odur. Halbuki bizim için kuvvet kaynağı, millettir. Milleti zarara uğratan ve nefretini kazanan bir kuvvet, elbette maksadın derhal kaybedilmesini icap ettirecek bir kuvvettir. Biz ülkenin her cephesinde ve merkezinde bu niteliklere sahip bir ordu kurmakla meşgul olduk. Elhamdülillah bugünden başarı eserlerini görmekteyiz ve daha göreceğiz. Fakat Batı cephesinde işte Kuvayı Milliye diyoruz, Halbuki hepimiz Kuvayı Milliye’yiz. Ordu Kuvayı Milliye’dir.
2- Ordu, Türk Ordusu!... İşte bütün ulusun göğsünü güven ve gurur duyguları ile kabartan şanlı ad. Hatırlıyorum, yıl 1937… Onu kısa aralıklarla iki kez, büyük kütleler halinde yakından gördüm. Trakya ve Ege büyük manevralarında... Disiplinini, enerjisini, subaylarının vukuflu gayretini, büyük komutan ve generallerimizin yüksek sevk ve idare yeteneklerini gördüm; derin övünç duydum, takdir ettim. Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve yeteneğinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz Türk topraklarının ve Türkiye idealini gerçekleştirmek için yapmakta olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkânsız güvencesidir.
3– Türkiye Cumhuriyeti yalnız iki şeye güvenir: biri millet kararı, diğeri en zor koşullar içinde dünyanın takdirlerine hakkıyla layık olan ordumuzun kahramanlığı… Bizim ordularımız gerçekten kahramanlığına güvenilir ordulardır. Bu ordular tarihte eşi görülmemiş kahramanlıklar, fedakârlıklar göstermiştir; şanlı zaferler kazanmıştır. Millet ve ülkenin minnet ve şükranına hak kazanmıştır.
4- Türk ordusunun bir birliği dengini mutlaka mağlup eder; iki mislini durdurur ve yerinden kımıldatmaz.
5– Arkadaşlar! Türkiye en zayıf sanıldığı bir zamanda en kuvvetli olduğunu kanıtlamıştır, ordusu sayesinde… Ordumuz vatanın içinde zafer kazanmıştır. Bu olay Türkiye’nin olağanüstü hayatiyetine, yüce azmine ve ölümsüz varlığına en belirgin kanıttır. Düşmanın vatan içine girmiş olması düşman lehine birçok nedenleri ve etkenleri doğurur. Bütün bunları göğüsleyerek düşmanı vatan içinde yenilgiye uğratmak, mahvetmek başlı başına bir varlık, büyük bir kuvvet eseridir. Vatan içinde yenilginin âkibeti SON derece tehlikelidir, ağırdır. Bu gerçeği doğrulayan yakın ve uzak tarihî örnekler çoktur.
6- Türkiye Cumhuriyeti’nin Silahlı Kuvvetleri’nin ulusal savunma kavramı aslında müdafaai hukuk, yani hakları savunma öğretisidir. Türk Silahlı Kuvvetleri ulusun iradesinin bir savunma aracıdır. Görevi bu iradenin emrettiği şekilde ulusal çıkarları korumak ve savunmaktır. Bunların başında da tam bağımsızlık ve özgürlük gelir.
7- Türkiye Devleti’nin bağımsızlığı kutsaldır. O sonsuza kadar güvende olmalıdır, dokunulmaz olmalıdır. Devletin bağımsızlığının, millet hayatının biricik bekçisi ise kahraman ordumuzdur. Dolayısıyla askerî teşkilatımızın özel itina ile düzenlenmesi ve yüceltilmesi en önemli esaslardandır.
8- Millî Mücadele yılları….Düşmanlarımız canice emellerinde devam ettiği sürece, bütün Anadolu’nun silahlı direniş göstermesi ve bu direnişte ordunun esas teşkil etmesi doğaldı. Büyük Millet Meclisi’nin, büyük mücadelede başarılı olacağına kesinlikle emindim. Bunun temini için sebepler ve etkenler, araçlar mevcuttu. Bu sebeplerin ve etkenlerin başında en etkilisi ordumuzdu. Ordumuz hayat ve onur mücadelesinde milletin ve onun gayelerinin biricik dayanağıydı.
9- Ordunun kendisine düşen bu yüce görevinde hakkıyla başarılı olabilmesi için lazım gelen niteliklerin birincisi, demir gibi bir inzibattır. Orduda inzibatın biricik tecelli aracı aydın, kahraman, fedakâr subaylardır. Bugün ordumuzun subayları saydığım niteliklere tümüyle sahiptir. Fakat buna bir şey eklemek lazımdır ki, şu içinde bulunduğu fevkalade durum ve koşulların heyecanlarıyla, gayeleriyle yetişecek olan genç subaylarımız bize bağımsızlık için daha kuvvetli umutlar bahşedeceklerdir.
10- 1933 Şubat’ında ve Cumhuriyet’in 15. Yılı dolayısıyla yayımladığım mesajlarda ordumuzun vatanı ve milleti her türlü düşmana karşı koruma görevini şöyle dile getirdim: Ben bir Türk askeri, bir Türk kumandanı olarak, büyük Türk ordusu, sana diyorum ki, bunca uyutucu, bunca avutucu, bunca göz kamaştırıcı görünüşlere gözlerimizi aldırmaksızın silahlarımızı sıkı tutalım. Silahlarımızı büyük Türk ulusunu ezmek isteyenlerin gözlerine gezleyelim. Bunda amaç düşman olsun. Bu amaca giden kurşun Türk’ün ülkü kurşunudur. Türk ordusu, ulusun ülküsüne kurban vermiş, kurban veren kahraman Türk ordusu! Ben sana söyledim, gidiş yolunu sana gösteriyorum, ülkü yönünü. Yürü Türk ordusu, buyruğum budur.
11- Zaferleri ve geçmişi insanlık tarihiyle başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu! Ülkeni, en bunalımlı ve zor anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden, düşman istilasından nasıl korumuş ve kurtarmışsan, Cumhuriyet'in bugünkü feyizli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silah ve araçlarıyla donanmış olduğun halde, görevini aynı bağlılıkla yapacağına hiç kuşkum yoktur. Bugün, Cumhuriyet'in 15. yılını durmadan artan büyük bir gönenç ve kudret içinde idrak eden büyük Türk milletinin huzurunda, kahraman ordu, sana kalbî şükranlarımı beyan ve ifade ederken, büyük ulusumuzun iftihar duygularına da tercüman oluyorum.
12- Türk vatanının ve Türklük camiasının şan ve şerefini iç ve dış her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan görevini her an ifaya hazır ve âmade olduğuna, benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve güvenimiz vardır. Büyük ulusumuzun orduya bahşettiği en son sistem fabrikalar ve silahlarla bir kat daha kuvvetlenerek büyük bir nefis feragatiyle ve hayatı küçümseyerek her türlü görevi ifaya hazır olduğunuza eminim. Bu kanaatle kara, deniz, hava ordularımızın kahraman ve deneyimli komutanları ile subay ve erlerini selamlar ve takdirlerimi bütün ulus önünde beyan ederim. Cumhuriyet Bayramı'nın 15. yıldönümü kutlu olsun!
13- Şunu da eklemek isterim ki, Türkiye Cumhuriyeti orduları Türkiye Cumhuriyeti’nin gasp olunmuş haklarını elde etmeye muktedirdir. O vatanın ve rejimin koruyucusu olmakla kalmayıp, en geniş ve gerçek anlamıyla bir barış etkenidir, bir eğitim ve öğretim ocağıdır.
14- Savaş nedir, ne zaman gereklidir, sonuçları nelerdir, nasıl yapılır… Bu ve benzeri konulardaki görüşlerimi de çeşitli vesilelerle açıkladım, aşağıda tekrarlıyorum:
15- Muharebe sürekli mücadele halinde bulunan görünmez kuvvetlerin göze görünür şekil ve suret almasıdır.
16- Tarih 6 Mayıs1922… Büyük Millet Meclisi’nde Başkumandanlık Kanunu’nun uzatılması görüşülüyordu. “Bugün ülkeyi yaşatacak savaş değildir” dediler. Ben de onlara dedim ki, efendiler, bugün milleti yaşatacak olan yalnız savaştır, başka bir çare yoktur. Ne yazık ki, bu sebeple bütün kudretimizi, bütün kaynaklarımızı, bütün varlığımızı orduya vereceğiz; savaş yapacak bir iktidarda olduğumuzu dünyaya tanıtacağız ve işte ancak ondan sonradır ki milleti insan gibi yaşatmak mümkün olacaktır.
17- Harp, muharebe, nihayet meydan muharebesi yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir; milletlerin çarpışmasıdır. Meydan muharebesi milletlerin bütün varlıkları ile, bilim ve teknoloji alanındaki düzeyleriyle, ahlâklarıyla, kültürleriyle, kısaca bütün maddî ve manevî kudret ve faziletleriyle, her türlü araçlarıyla çarpıştığı bir sınav alanıdır. Bu alanda, çarpışan milletlerin gerçek kuvvet ve değerleri ölçülür. Sonuç yalnız fizik kuvvetin değil, bütün kuvvetlerin, özellikle ahlâkî ve kültürel kuvvetin üstünlüğünü kanıtlama derecesine vardırır.
18- Bu nedenle meydan muharebesinde yenilen taraf, millet ve ülke olarak, bütün maddî ve manevî varlığı ile yenilmiş sayılır. Böyle bir akıbetin ne kadar feci olabileceğini tahmin edersiniz. Mahv ve yok olmak, yalnız harp alanında bulunan orduyla sınırlı kalmaz. Asıl o ordunun mensup olduğu millet, feci akıbetlere uğrar. Tarih, başlarındaki hükümdarların, hırslı politikacıların birtakım hayalî emellerle, aracı konumuna düşen istilacı orduların, istilacı milletlerin uğradığı bu tür feci akıbetlerle doludur. Türk vatanını fethetmek düşüncesini, Türk’ü esir etmek hayalini genel, ortak bir düşünce haline koymaya çalışanların da layık oldukları akıbetten kurtulamamış olduklarını gözlerimizle gördük.
19- Bir ülkeyi zapt ve işgal etmek, o ülkenin sahiplerine hâkim olmak için yeterli değildir. Bir milletin ruhu zapt olunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hâkim olmanın imkânı yoktur. Halbuki yüzyılların doğurmuş olduğu bir millî ruha, güçlü ve daimi bir millî iradeye hiçbir kuvvet karşı duramaz. Mahkûm olmak istemeyen bir milleti, esareti altında tutmaya muktedir olacak kadar kuvvetli despotlar artık bu dünya yüzünde kalmamıştır. Türk milleti son mücadeleleriyle, özellikle Dumlupınar’da kazandığı zaferle, gösterdiği azim ve irade ile malum olan bu hakikatleri bir defa daha tarihin bağrına çelik kalemle kazımış bulunuyor.
20- Efendiler, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi ve onun son safhası olan 30 Ağustos Muharebesi, Türk tarihinin en önemli bir dönüm noktasını oluşturur. Millî tarihimiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu ve bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir yön vermekte kesin etkili bir meydan muharebesi hatırlamıyorum. Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli 30 Ağustos Muharebesi ile sağlamlaştırıldı. Sonsuz hayatı orada taçlandırıldı. O sahada akan Türk kanları, o semada uçan şehit ruhları devlet ve cumhuriyetimizin ebedi muhafızları oldu. Orada diktiğimiz “Şehit Asker” anıtı, işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, fedakâr ve kahraman Türk milletini temsil eder. O anıt Türk vatanına göz dikeceklere, Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, hücumunu, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.
21- Ben, ne olursa olsun, şu ve bu sebeple milleti savaşa sürüklemek yanlısı olmadım. Savaş zorunlu ve yaşamsal olmalıdır. Gerçek kanaatim şudur: Ben milleti savaşa götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. “Öldüreceğiz” diyenlere karşı, “ölmeyeceğiz” diye savaşa girebiliriz. Millet hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça, savaş bir cinayettir.
22– Savaşta kesin sonuç daima taarruzla alınır; fakat savunma ile yerine getirilen birçok görev de vardır. Bu noktada bütün arkadaşlarımın dikkatlerini bir hususa çekmek isterim. Kesin sonuç talep edilen zamana gelmeden önce, hakiki ve ciddi taarruz zamanından önce birliklerin savaş değerlerini azaltmaktan, adet olarak eksilmesine sebep olmaktan kaçınmak lazımdır. Bunun için taarruz, savunma, işgal muharebesi ve kesin muharebenin mahiyeti, uygulanacağı zaman ve durumun seçilmesi hususunda arkadaşların zaten mevcut olan melekeleri korunmalıdır. Buna teorik ve pratik iştigallerimizde çok dikkat etmeliyiz. Bir de alınan görev ile sarf olunacak askerî faaliyetin ciddi bir ilgisi vardır. Bunun için görev verenlerin, görev alanların kullanacağı aracı, askerî faaliyeti belirlemede tereddüde düşmelerine sebep olmamaları gerekir. Maksatta açıklık çok önemlidir.
23- Tarihte yarılmamış ve yarılmayan cephe yoktur. Cepheler delinebilir; buna karşı önlem, delinen kısmı derhal kapamaktan ibarettir. Bu ise, cephe üzerindeki kuvvetlerden başka geride, ihtiyatta, kuvvetli kademeler bulundurmakla mümkündür.
24- Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.
25- Millî Mücadele yıllarında Büyük Millet Meclisi’nde yaptığım konuşmalarda, bazı görüşme ve yazışmalarımda ordumuzun bir halk ordu olduğu, ordunun para olmasa da olacağı, zafere ve kurtuluşa yurtsever, özverili subay ve kumandanlarımız sayesinde ulaşılacağı hususları üzerinde durdum, açıklamalar yaptım. Dedim ki:
26- Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin ordusu; istilalar yapmak, saltanatlar yıkmak veya saltanatlar kurmak için şunun veya bunun elinde ihtiras aleti olmaktan uzaktır. İnsanca ve bağımsız yaşamaktan başka gayesi olmayan milletin aynı ülkü ile duygulanan, yalnız onun emrine tabi, sadık öz evlatlarından meydana gelen saygıdeğer ve kuvvetli bir topluluktur.
27- Eski ordumuz Mütareke’den sonra silahsızlandırılarak dağıtılmıştır. Bu ordu sultanın ordusu idi; onun iradesini yerine getirir, yalnızca onu tanırdı. Yeni orduyu tamamen yeni prensipler ve temeller üzerine kurduk. Bu ordu, eski ordunun, halkın davasına, vatan savunmasına sadık kalmış kısımlarından ve emekçi köylü kitleleri arasından toplanan kişilerden oluşturulmuştur. Biz yeni orduyu kurarken, yalnızca bir tek amaç güttük. O da, bu ordunun sultan ordusu değil, halk ordusu olmasıdır; ayrı ayrı şahısların değil, bütün bir halkın çıkarlarını savunmasıdır. Bu amacı, gerçekleştirebilmek için elimden gelen her önlemi almaktayım.
28- Biz ordumuzun varlığını sahip olduğumuz parayla kıyaslayamayız. “Paramız vardır ordu yaparız; paramız bitti, ordu dağıldı”, benim için böyle bir sorun yoktur. Efendiler, para vardır, para yoktur, ister olsun, ister olmasın, ordu vardır. Bunu bir örnek ile arz etmek isterim. Bendeniz ilk defa bu işe başladığım zaman, en akıllı ve düşünen arkadaşlarım bana sordular: “yahu paramız var mıdır?” Yoktur. “Silahımız var mıdır?” Yoktur, yoktur dedim. “Ne yapacaksın” dediler; “ordu olacak ve bu millet bağımsızlığını kurtaracaktır” dedim. Dolayısıyla hepsi oldu ve daha olacaktır.
29- Sakarya Meydan Muharebesi’nin ardından askerlerime şöyle seslendim: Kurtuluş için yaptığımız bu savaştan çok daha önce sizi başka muharebe meydanlarında da tanımıştım. Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle, hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi pek kalbinle düşmanı nihayet alt EDEN büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi kendime en aziz bir borç bilirim. Sizin gibi kumandanları, subayları ve neferleri olan bir milletle düşmanın elleri altında köle olmak mümkün değildir.
30- Hamiyetli ve fedakâr kumandanlara ve başkanlara sahip oldukça, bu millet için kurtuluş ve mutluluk muhakkaktır.
31– Ülkemiz ve milletimiz ne zaman felaketlere maruz kaldıysa, hiç şüphesiz ki, bütün vatan evlatları en büyük özveriye katlanmaktan çekinmemiştir. Yalnız bu memleket evlatlarını vatanın savunması için ölüme sevk etmek sorumluluğunu üzerine alan ve aynı zamanda onların ilerisinde göğsünü düşman kurşunlarına gerenler, subaylardır, kumandanlardır.
32- İçinde yaşadığımız ve büyüklüğünü nitelendirmekten âciz bulunduğum bugünkü Milli Mücadele ve o mücadele ile kazanılan muazzam zafer, yarın birçok menkıbe ve efsaneleriyle milli tarihimizin sayfalarında yaşayacaktır. Hiç kimse inkâr etmez ki, bu zaferde, bu muazzam milli galibiyette herkesten ziyade –âciz bir bireyi olmaktan iftihar duyduğum- Mektebi Harbiye ve onun emektar talim heyetinin büyük, pek büyük bir hakkı vardır. Bu aziz kurumdan yetişen gençlerdi ki, dünyanın geçici cazibesine küçümseyerek baktı ve İnönü’lere, Sakarya’lara koşarak fikir muharebesi, subay muharebesi yaptı. Ve işte o gençliğin ateşli ve nurlu kanı idi ki, azgın ve zalim düşmanı Anadolu’nun kutsal ocağında boğdu.
33- Üzerinde durduğum bir husus de askerin, mesleğinde ilerleme ümidinin kırılmaması gerektiği konusu oldu. 6 Mart 1922’de Büyük Millet Meclisi’nde yaptığım bir konuşmada buna şöyle değindim: Hepimiz insanız, subaylar insandır, kumandanlar insandır. Yaptıkları fedakârlıklara karşılık mutlaka bir hakları vardır. Bu, askerlikte esastır. Her askerde mutlaka ileri gitmek eğilimi vardır. Her askerde bir azim olmak lazımdır. Çünkü bir adım atan asker büyük hizmet yapar. Küçük rütbe ile büyük rütbe kazananların, yapabildikleri görevler alanı bir değildir. Dolayısıyla askerlere bu yolun daima açık olduğunu göstermek ve bildirmek lazımdır. Bilhassa Napolyon bile ordusunun şevk ve heyecanını ve özellikle muharebe meydanlarındaki faaliyetlerini artırmak için derdi ki: “Her askerin çantasının üzerinde müşir vardır.” Nefer de bunu böyle düşünmek zorundadır. Nerede kaldı ki, subaylara ve kumandanlara diyeceğiz ki, bu olmadıkça olmaz. Bu tabiatıyla olamaz ve ordunun maneviyatı, disiplini bakımından kesinlikle zararlıdır.
34- Arkadaşlar, bütün tarih bize gösteriyor ki, milletler yüksek hedeflerine ulaşmak istediği zaman, bu feveranları karşısında üniformalı çocuklarını bulmuşlardır. Tarihin bu genelliği içinde yüksek bir istisna bizim tarihimizde, Türk tarihinde görülür. Bilirsiniz ki, Türk milleti ne zaman yükselmek için adım atmak istemişse bu adımların önünde daima önder olarak, yüksek millî ideali gerçekleştiren hareketlerin öncüsü olarak kendi kahraman çocuklarından meydana gelen ordusunu görmüştür. Bunun içindir ki, Türk milleti, tehlikelere karşı elinde kılıç yürümeye hazır kahraman çocuklarına derin güven beslemiştir. Ve bu güveni daima besleyecektir. Bundan sonra da Türk milletinin yüce ülküsünün elde edilmesi için kahraman asker evlâtları hep önde gidecektir.
35- Bugün Türk Milleti, başardığı her hayatî şeyin kahramanı olarak kendi ordusunu, ordusuna kumanda EDEN öz evlâtlarından meydana gelen subaylar heyetini, yüksek kumanda heyetini görmektedir. Millet ve kahraman evlâtlarından meydana gelen ordu, o kadar birbiriyle birleşmiştir ki, dünyada ve tarihte bunun örneği enderdir. Bu millî tecelli ile övünebiliriz.
36- Arkadaşlar, ordudan bahsederken bu ülkenin gerçek sahibi olan Türk milletinin aydın evlatlarından da bahsediyorum. Bu evlatlar içinde şüphe yok ki, yarının kahramanlarını yetiştiren eğiticilerimiz vardır. Gerekirse derhal kisvesini değiştirerek, gereken yerde başını veren ve ordu ile beraber yürüyen öğretmen arkadaşlarımız da vardır. Ben yüksek ordumuzun subaylarından ve onlarla Türk’ün aydın evlatlarından söz ettiğim zaman, düşüncesiyle, vicdanıyla, bilimiyle onlarla beraber olan ulusal kahramanlığa katılmaya hazır Türk gençlerinden söz ediyorum. Türk milleti ordusunu çok sever, onu kendi ülküsünün koruyucusu kabul eder.
37- Devletin yüksek bünyesinin sarsılmaz temeli olan ve millî ülküyü, millî varlığı ve devrimi kollayan ve koruyan Cumhuriyet ordusunun ve onun fedakâr ve değerli mensuplarının daima saygı ve şeref konumunda tutulmasına özellikle itina ederiz, edilmelidir.
_____________________
KAYNAK: Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, İst.; Attila İlhan,Hangi Atatürk, Bilgi Yayınevi,Ank., 1999.
Prof. Dr. Cihan DURA, 29 Kasım 2014