Atatürk: Tek Bir Şeye Çok İhtiyacımız Var, Çalışkan Olmak!
Çalışma bireysel ve toplumsal bir zorunluluktur. Maddi servet insanın şahsı için gereklidir. Çünkü insanın zorunlu ihtiyaçları vardır. Bunlar sağlanmadıkça insan yaşayamaz. İnsanın düşünsel, ahlaki ihtiyaçları da vardır. Bunlar sağlanmadıkça, insanlık ve ahlak bağımsızlığı korunamaz, insan gibi yaşanamaz; insanın maneviyatı kararır. Servet, aile ve devlet noktasından da lâzımdır. Çünkü yarından emin olmayan bir insan, bir aile kurmayı düşünemez yahut yaşama vasıtalarından yoksun aileler kurulur. Yaşama vasıtaları olmayan ailelerden oluşan bir devlet varlığı da sağlam olmaz. Bir insan için mutluluk denilen şey, bu saydığımız koşulların sağlanmasındadır.
Şüphesiz, herkes aynı sağlığa, aynı mizaç ve yeteneğe sahip değildir. Fakat, herkes aynı hayat yasasına tâbidir: Çalışmadan hiçbir şey kazanılamaz. Herkes, belirli bir şekil ve sınır dahilinde, bir taraftan yeteneğinin, kuvvetinin, köken ve çevresinin etkisi altındadır, diğer taraftan da ihtiyaçlarının esiridir. İşte insan, bu zıt koşullar içinde faydalı bir sonuç elde etmeye çalışmak zorundadır. Faydalı bir sonuçtan bahsediyoruz, evet, çünkü sonuçsuz uğraşmak, çalışma sayılmaz. Hiçbir şey yapmamak veyahut sonuçsuz, anlamsız şeyler yapmak, çalışma kanununa karşı büyük kabahattir.
Tip olarak en ilkel, çıplak ve her şeyden yoksun bir insanı alalım. Bu tür bir insan için, mirastan söz edemeyiz. Zira aldığımız örnek, ailesiz, sabit konutsuz, ilkel bir insandır. Bu noktada, kazanmanın doğal kanunlarını arayacak olursak, yalnız tek bir esas görülür: Çalışmak… Bundan başka çare yoktur. İnsan, doğal olarak şahsına sahiptir; bu özellik, insanı bütün dünyaya sahip kılabilir. Yani, insan, zekâsı, sanatı, iradesi sayesinde, bütün unsurlara boyun eğdirebilir. Bu, bize çalışmanın yüksek değerini, ahlâkî niteliğini ve her şeyden kutsal olan bir hakkı, çalışmak hakkını gösterir. Çalışma, insanların maddi kuvvetlerini geliştirir ve hayat için elzem olan şeyleri temin eder. Çalışmaksızın, düşünsel gelişme ve ahlakça olgunlaşma da mümkün değildir. Çalışmak genel kanundur. Kazanç sahipleri; zenginler dahi, bu kanunun dışında kalamazlar; mevcut servetlerini millî servetin artmasına yardım edecek şekilde kullanmalıdırlar. Bir zengin, bedenî çalışmadan vareste kalabilir; fakat bu takdirde, faaliyetini fikir uğraşına yöneltmelidir.
Bizim en büyük eksikliğimiz, dolayısıyla en fazla yapmamız gereken şey, Allah’ın da bir emri olan çalışmaktır. Bu kusurumuzu, Büyük Zafer’in ardından 1923’ün ilk aylarında yaptığım konuşmalarda şöyle ifade etmiştim: Ulusal hedef belli olmuştur. Ona götürecek yolları bulmak zor değildir; önemli olan, çetin olan, o yollar üzerinde çalışmaktır. Denebilir ki, hiçbir şeye muhtaç değiliz, yalnız tek bir şeye çok ihtiyacımız var: Çalışkan olmak! Toplumsal marazlarımızı incelersek asıl olarak bundan başka, bundan önemli bir maraz bulamayız, maraz budur. O halde ilk işimiz bu hastalığı esaslı şekilde tedavi etmektir. Milleti çalışkan yapmaktır. Servet ve onun doğal sonucu olan refah ve mutluluk yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır.
Geçmişte biz, bütün İslam topluluğu zulüm gördü, esaret altında kaldı. Düşmanlar bizi tutsaklık zinciri altında bırakmak istediler. Fakat milletimiz azmi ve yurtseverliğiyle bu zincirleri parçaladı, bağımsızlığını elde etti. İslam topluluğunun uğradığı zulüm ve sefaletin elbette birçok sebepleri vardır. İslam dünyası dini hakikat dairesinde Allah’ın emrini yapmış olsaydı, bu akibetlere maruz kalmazdı: Allah'ın emri çok çalışmaktır.
Kurtulmak için, yaşamak için çalışmak zorundayız. Bu sebeple her birimizin hakkı vardır, yetkisi vardır. Bir hak ancak çalışmak sayesinde kazanılır. Yoksa sırt üstü yatıp çalışmadan yaşamak isteyenin, bizim toplumumuzda yeri yoktur, bir hakkı da yoktur. Dinimiz de çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını bildirir. Öyleyse çalışacaksın, çalıştıracaksın, adam gibi yaşamak için, gerilikten kurtulmak için. Bir hakkı ancak çalışarak elde edeceksin. Çalışmadan yaşayanları, çıkar sağlayıp zenginleşenleri milletin de, insanlığın da düşmanı bilecek, onlarla mücadele edeceksin.
Türkiye, yurdumuz… zenginler ülkesi olmalı, çalışkanlar ülkesi olmalı! Böyle bir çağda, böyle bir devir içinde olmalıyız milletçe. Böyle bir devri yüceltmeli, böyle bir devrin tarihini yazmalıyız. En büyük makam, en büyük hak kimindir böyle bir devirde? Çalışkanlarındır elbet!
Çalışmak ve daima başarıyı aramak… Bu olmalı temel bir ilken hayatta. Hayat demek mücadele demektir, çarpışma demektir. Hayatta başarı mücadelede başarılı olmakla mümkündür. Güven kendine, yürekten inan başarılı olacağına. Zafer, “zafer benimdir” diyebilenindir. Başarı “başaracağım” diye başlayanın ve “başardım” diyebilenindir. Ancak başarılarında gururu yenmeyi bil, başarısızlıkta ümitsizliğe direnmeyi. Bir başarı elinden kaçabilir, birileri seni geçebilir. Bundan dolayı kimseye kızma. Eğer elinden geleni yaptıysan, kendine de kızma. Asıl önemli olan gayrettir. İnsanın elinde olan ve onu memnun etmesi gereken, ancak gayrettir.
Her şeyde en iyiyi, fakat kuvvetinle uyumlu olanı ara. Cüret et ve tehlikeyi göze al. Bil ki insan her yeni girişiminde özel bir zevk duyar, kendi kuvvetini ve değerini anlar. Çalışmak zekânı, yeteneklerini, bedensel güçlerini kullanıp geliştirme, ahlâkça olgunlaşma imkânı sağlar. Çalışarak her şeyi kontrol edebilir, dünyaya sahip olabilirsin. Değerini bil, kutsal bir hak olarak gör onu. Bir toplumsal görevdir çalışmak aynı zamanda.
Çalışmaktan asla yılma. Büyük bir kusurdur tembellik, bütün kötülüklerin anasıdır. Çalışmak ilk isteksizlik ve sıkıntıya direndikten sonra, en büyük mutluluğu verir insana. Yaptığın işin, elinin altında ya da kafanda mükemmelleştiğini gördükçe, öyle büyük bir haz duyacaksın ki! Bu haz bütün zahmetleri, bütün yorgunlukları unutturacaktır sana. Öyleyse, ömrünce o kutsal zevkin, o tatlı yorgunluğun peşinde koş!
Her gün, sabah, akşam, gece, ne zaman vakit bulabilirsen, bir çeyrek, yarım saat, ne kadar vakit ayırabilirsen, kendi içine çekil; o gün yaptığın işleri gözünün önünden ve düşüncelerinin tartısından geçir. Ne yaptığını, ne ettiğini her gün bir kez sor kendine. Bilincinden alacağın yanıtların ne kadar faydalı olduğunu hayretler içinde göreceksin.
Her zoraki çalışma insana sert ve ağır gelir. İnsanın çalışmaktan hoşlanması ve zevk alması için mesleğini yeteneklerine uygun ve kuvvetiyle orantılı olarak seçmiş olması lazımdır. Dolayısıyla, gençlikte en önemli sorun, meslek seçimidir. Kişisel mutluluk ve aynı zamanda toplumsal çıkar buna bağlıdır. Herkes, yeteneği ile orantılı mevkide bulunmalıdır. Çoğunlukla bir mesleğin görünürdeki faydalarına kapılan bir genç, o görevin zorluklarıyla orantılı bir şekilde kuvvetlerini temin edememiş ise, aşırı derecede ve faydasız çalışmaya mecbur olur. Ya hiç başarılı olamaz veya aşağı bir derecede kalır, kendinden de memnun olmaz. Bundan fazla olarak, başkasının daha iyi işgal edeceği bir mevkiyi tutmakla haksızlık etmiş olur. Gençler kıskançlıktan ve başkalarının elde ettikleri parlak sonuçların kuruntusundan sakınmalıdır, ihtiyatlılık ve toplumsal görev kaygısı bunu gerektirir.
Biri, subay üniformasının sırmaları hoşuna gittiği için asker olmak ister, bir diğeri de, bir yazarın veya bir ressamın kazandığı servet ve şöhret gözlerini kamaştırdığından, zekâ ve öğrenimini dikkate almadan yazar veya sanatkâr olmak isterse, bu gibi hareketlerin sonucu çoğunlukla hayal kırıklığıdır. Diğer bir bakımdan bu gibiler, toplum için kaybolmuş kuvvetlerdir; bunlar, daha iyi idare olunsalardı, kendilerinin hayatı temin edilmiş ve insanlığın mutluluğu arttırılmış olurdu. Herhalde makul olan şudur: Herkes kendi yeteneğine göre bir iş tutmalıdır. Her işte insanın değeri belli olur. İşini iyi yapanın bulunduğu durum ne olursa olsun, o iyi adam olabilir. İnsan, kendine göre bir mesleğe girmeyip de diğerine girmekle özgürlüğünü sınırlar ve sanıldığından fazla geleceğini yanlış belirler. Zira, sapılan bir yol kolayca terk olunamaz; her mesleğin icapları, âdetleri ve inançları vardır. Bunlara, insan zorunlu olarak tâbi olur.
Evet, her meslek bazı yetenekler ve özel nitelikler ister. Bu, şüphesizdir. Fakat bazı ortak erdemler vardır ki, bunlar aynı zamanda kişinin başarısı ve kendisine verilmiş işlerin iyi gitmesi için lazımdır. En aşağı dereceden en yukarıya kadar genel koşullar aynıdır: Üstlere karşı ihtimam, doğruluk, hatırşinaslık; astlara karşı güleryüzlülük ve kabul edilen işte gayret, doğruluk, ketumluk... Bu gibi erdemler olmaksızın, ne arkadaşlar arasında iyi ilişkiler olur, ne de iş başarılı olur. İnsana düşen işini sevmek, elinden geleni tam yapmaktır. Eğer görevini cesaretle, sadakatle ve namusuyla yaptıysa, elinden geleni yapmış demektir. Eğer işinde üst ise, astlarını yakından tanımalı, aralarına girerek iç dünyalarını öğrenmelidir, daha güvenle emir verilebilir bu sayede. Onlarla konuşmalı, onları serbest söz söylemeye alıştırmalıdır. Meslek görevi, yalnız şahsın başarı ve güvenliğini değil, belki daha ziyade topluluğun refahını ilgilendirir.
İtiraf edelim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan ziyade çalışmaya mecburuz. Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Her işte hedefe kısa ve kestirme yoldan gitmek iyidir; ancak o yol akla uygun, mantıklı olmalı, özellikle bilimsel olmalı. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknikten, her türlü medeni icatlardan en yüksek derecede istifade etmek zorunludur. Hepimiz itirafa mecburuz ki, bu hususlarda hatalarımız çok büyüktür.
Son olarak ekleyeyim ki, insanlar bireysel olarak çalışırsa her zaman başarılı olamaz. Kişi aynı hedefi paylaşanlarla bir araya gelmeli, işbirliği yapmalı. Biz işbirliğine çok muhtaç bir toplumuz. Bütün yurttaşlar, hepimiz el ele vererek çalışmaya, bundan elde edilecek sonuçlara öylesine muhtacız ki!
Prof. Dr. Cihan DURA, 20 Ağustos 2016