Atatürk'ten uzaklaşanlar nerede buluşurlar?
Milletçe 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutladık. Önce bilincimizde ve yüreğimizde, sonra evlerimizin balkonlarında, salonlarında ve sosyal medyada. Caddelerde, meydanlarda olamasak da; bando takımlarına eşlik edemesek de; Anıtkabir’e koşamasak da; katılım yüksekti. Coşku da öyle.
Devleti yönetenler, yüksek bürokrasi, eskilerin deyimiyle “rical-i devlet”, alışık olduğumuz üzere, sıradan ve yavan bir protokol görevi olarak geçiştirdi kutlamaları. Salgın hastalık nedeniyle alınan önlemler de gerekçe gösterildi. Törenlerde sadece, protokol üyeleri arasında fiziksel mesafe yoktu. Atatürk’le aralarındaki düşünsel ve siyasal mesafeyi de korudular. Bu mesafe konuşmalarına, mesajlarına yansıdı.
Önceki gün bir kez daha gördük; Atatürk’ün önderlik ettiği Cumhuriyet Devrimi’nin kazanımlarının toplumsallaşması, siyasallaşması, her önemli olayla, değerinin daha çok farkına varılması, Türkiye’yi birleştiriyor. Bütünleştiriyor. En temel, en büyük, en ortak değerlerden biri olarak, milli bilinci pekiştiriyor. Devlet uzaklaştıkça, millet sarılıyor. Devlet dışladıkça, millet sahipleniyor. Dikkat çekici. Olumlu. Önemli.
İktidar bloku ve ‘sol’ partiler
İktidar bloku, medyası, bürokrasisi ve doğurduğu partilerle (Gelecek, DEVA), Atatürk’le mesafesini korumakta kararlı olduğunu gösterdi. Bir, iki istisna hariç, “sosyalist” partiler de aynı tutumda ısrar ettiler. Bu bağlamda, gerekçeleri farklı olsa da, solda geçinen ve soldan geçinen bu partiler ile iktidar ve doğurduğu partiler, Atatürk’e koydukları mesafe nedeniyle, aynı noktada buluştular. Bu “sosyalist” partiler, Atatürk’ün adını anmadan, ulusal egemenlik bayramı kutladılar. Yayın organları da öyle. Bu tavırlarıyla da, külliyede veya Meclis’te metin yazarlığı yapabileceklerini, iktidar medyasında editör olarak çalışabileceklerini gösterdiler. Eli nasırlı emekçilerle, yoksul köylülerle, sahipsiz memurlarla buluşmaya niyetlerinin olmadığını kanıtladılar.
Sıklıkla vurguluyoruz. Aydınlanma Devrimi’nin ilke ve değerlerini içselleştirmeden; Cumhuriyetçi olmadan; solcu, sosyalist, komünist, devrimci olunmaz. Solcu olmak, öncelikle ve özellikle emekten, eşitlikten, aydınlanmadan, bağımsızlıktan yana olmayı, emperyalizme karşı savaşmayı gerektirir. Ülkemizde Atatürk’le arasına mesafe koyan bir devrimcilik, Rusya’da Lenin’le, Çin’de Mao’yla, Küba’da Castro’yla kavgalı bir komünistliğe benzer. Böyle bir solculuğun varacağı yer, AB kuyrukçuluğu, neo-liberalizm, Soros fonlaması bir sivil toplumculuk, FETÖ destekçiliği, PKK terör örgütü şakşakçılığı, NATO sevicilik olur.
Öyle de olmaktadır. “Emeğin Avrupa’sını kuruyoruz” diyen sendikanın “devrimci” başkanları, nasıl ki son 30 yıldır, bir yandan Avrupa sendikalarından fon almak, bir yandan da ana muhalefet partisinden milletvekili olmak için çırpınıyorlar, Atatürk’ü anmadan 23 Nisan’ı kutlayan “sol” partilerin yöneticileri de, HDP’den bir vekillik kapmak için yarışmaktadırlar. Etnikçiliği devrimcilik, mezhepçiliği sosyalizm, hemşericiliği komünistlik sanmanın sonucudur bu. İdeolojik berraklıktan, politik tutarlılıktan, sınıf bilincinden uzak olmanın yansımasıdır. Ne Nâzım Hikmet, ne Mehmet Ali Aybar, ne Deniz Gezmiş, ne Uğur Mumcu ile ilgisi vardır.
Oysa siyasette kuraldır. Kararlılık ve tutarlılık, inandırıcılığı getirir. İnandırıcılık da büyümeyi sağlar. 100. yıl kutlamaları, bu dersi bir kez daha vermiştir.
Barış DOSTER, 25 Nisan 2020