Atatürk’ün "Savaşsız Anlaşma" Yöntemi ve Hatay Sorunu
“Biz bu işin barışçı yoldan çözülmesini istiyoruz. Böylece Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin, dünyadaki sıkıntıların çözüm yöntemi olarak iddia ettiği ‘savaşsız anlaşmanın' en güzel örneğini göstermiş oluruz…” (Atatürk, 31 Aralık 1936)
BOP, siyasal İslam, İhvancılık,“Şam'da namaz kılma” hayali, “Yeni Türkiye” söylemi ve Başkanlık Sistemi derken Türkiye, kelimenin tam anlamıyla “Ortadoğu bataklığına” saplanmış durumda. Geçtiğimiz hafta, İdlib'deki saldırıda 34 Mehmetçiğimiz daha şehit oldu. Son bir ayda şehit sayımız 54'e çıktı.
Hatırlayacaksınız, geçen hafta SÖZCÜ'de Atatürk'ün Milli Mücadele'deki Suriye politikasını ve Emir Faysal'la ilişkisini anlatmıştım. Bu hafta ise Atatürk'ün Cumhuriyet döneminde -üstelik Hatay sorununun gölgesindeki- Suriye politikasını ve Suriye Başbakanı Cemil Mardam'la yaptığı görüşmeyi anlatacağım.
Atatürk'ün, “şahsi meselem” dediği Hatay sorununu çözerken izlediği Suriye politikasından alınacak çok dersler var.
HATAY SORUNU
30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandı.
1 Aralık 1918'de Fransız kuvvetleri Hatay'ı işgal etti.
28 Ocak 1920'de ilan edilen Misak-ı Milli'de Hatay'a da yer verildi.
20 Ekim 1921'de Fransa ile yapılan Ankara Antlaşması ile Hatay, Türk dilinin ve kültürünün yaşatılması, Türk bayrağına benzer bir bayrak belirlenmesi, Türk gemilerinin İskenderun limanından yararlanması gibi şartlarla Fransa mandasında Suriye'ye bırakıldı. (7. Madde ve imza protokolü). (1) Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nın kendi dinamiği içinde Hatay'ı bırakmak zorunda kalsa da anlaşmaya koydurduğu maddelerle Hatay'ı geri almak için gereken altyapıyı da hazırladı.
24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması, Ankara Antlaşması'nı esas aldı. Hatay sınırlarımız dışında kaldı.
1921 Ankara ve 1923 Lozan antlaşmalarına göre Fransa, Hatay'da “özerk bir yönetim” kurdu. Ancak Fransa antlaşmalara uymayarak Hatay'ı Suriye'nin bir parçası gibi sömürge mantığıyla yönetmeye başladı.
Atatürk'ün barışçı çözümü: “Savaşsız Anlaşma”
Atatürk, Hatay sorununu savaşsız, silahsız, akıllı ve ince diplomasiyle barışçı yollarla çözmek istiyordu.
Cumhurbaşkanı Atatürk, 31 Aralık 1936'da Başbakan İsmet İnönü'ye gönderdiği bir notta aynen şöyle diyordu: “Türkiye Cumhuriyeti, çok haklı olduğu bu davada asla saldırgan konumda bulunmayı kabul etmez. Biz, bu işin barışçı yoldan çözülmesini istiyoruz. Böylece Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin, dünyadaki sıkıntıların çözüm yöntemi olarak iddia ettiği ‘savaşsız anlaşma' en güzel örneğini göstermiş olur. (…) Bu bizim istediğimiz yoldur. Ve fakat Fransızlar bizi aldatma yoluna saparlarsa, onların hiç de ummayacakları derecede ciddi davranmamız zaruridir. Bu ciddiyetin icap ettirdiği son tedbirler -ki askeri olacaktır- buna girişmeden önce Fransa ve Milletler Cemiyeti'nin nüfuzlu devletleri açıkça ve kesin olarak haberdar edilmelidir… ” (2)
Görüldüğü gibi Atatürkçü dış politikanın önceliği “savaş” değil “diplomasi”dir. Atatürk'ün tabiriyle, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, dünyadaki sıkıntıların çözüm yöntemi olarak ‘savaşsız anlaşma' yöntemini” savunmaktadır. Atatürk, “haklı olunan davada asla saldırgan konumda olamayız” demektedir. Atatürkçü dış politikada tüm diplomatik yollar denendikten sonra son çare olarak askeri müdahale gündeme gelmelidir.
Atatürk, Hatay konusunda ince diplomasiye dayalı barışçı çözümden hiç vazgeçmedi. Bu amaçla öncelikle en uygun zamanda, II. Dünya Savaşı arifesinde, 1936'da Fransa'ya bir nota verip Hatay'ın bağımsızlığını istedi. Aynı yıl konuyu Milletler Cemiyeti'ne taşıdı. Sonra 21-27 Ocak 1937'de Kurun Gazetesi'nde Asım Us imzasıyla Fransa'yı ve Milletler Cemiyeti'ni uyaran ve işi ağırdan alan İnönü hükümetini eleştiren yazılar kaleme aldı. Daha sonra da 19 Mayıs 1938'de hasta yatağından kalktı, Hatay'ın burnunun dibindeki Mersin ve Adana'ya gitti, oradaki askeri birliklerin resmigeçidini başından sonuna kadar ayakta izledi. Gazeteler, Atatürk'ün çizmelerini giyip savaş meydanına ineceğini yazdı.
“Hatay için Türkiye'yi savaşa sokmam”
Atatürk, Hatay sorununu, kendi ifadesiyle “savaşsız anlaşma” yöntemiyle çözmek istiyordu. Caydırıcılık için orduyu da hazır bekletmesine rağmen, Hatay için Türkiye Cumhuriyeti'ni savaşa sokmayı düşünmüyordu. Gerekirse kendisi bireysel olarak Hatay davası için mücadele edecekti.
O günlerde Hasan Rıza Soyak, Atatürk'e, “Silaha sarılmaktan başka çare kalmazsa ne yaparsınız?” diye sordu. Atatürk bu soruya şöyle cevap verdi:
“Hatay'a şahsi davam olarak bakıyorum. Sözünü ettiğim bir durumda tutacağım yolu çoktan kararlaştırmış bulunuyorum: Cumhurbaşkanlığı'ndan ve milletvekilliğinden istifa edeceğim, serbest bir Türk vatandaşı olarak bu işte çalışan arkadaşlarla birlikte Hatay topraklarına geçeceğim. Bildiğin gibi bunun emin yolları var. Oradaki mücahitlerle ve anavatandan bize katılacak kuvvetlerle sorunu yerinde ve içten halledeceğim. İsterse Türkiye Hükümeti, beni ve arkadaşlarımı asi ilan eder, hakkımda soruşturma da açar. Ben Fransızların, Suriye ve Lübnan'a kolayca bağımsızlık vereceklerini sanmıyorum. Biz hareketimizi onlara da yayarak Suriye ve Lübnan'ın gerçek bağımsızlıklarını da sağlayabiliriz. Ama göreceksin, dava yakında istediğimiz gibi çözülecektir.” (3)
Görüldüğü gibi Atatürk, “şahsi davası” olarak gördüğü Hatay'ı gerekirse “şahsi mücadeleyle” anavatana katmayı deneyecekti. Hatay için Türkiye'yi ateşe atmayı düşünmüyordu. Falih Rıfkı Atay'ın “Çankaya”da yazdığına göre “Ben bir sancak için Türkiye'yi savaşa sokmam” demişti. (4) Ayrıca sadece Hatay'ın değil, Suriye ve Lübnan'ın da bağımsız olmasını istiyordu. Bu nedenle kardeş Suriye ile değil, Suriye'yi de kontrol edip sömüren emperyalist Fransa ile mücadele etmekten söz ediyordu.
ATATÜRK VE SURiYE'NiN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ:
Atatürk'ün Suriye Başbakanı'na söyledikleri
Atatürk, Hatay sorununun iyice gündemde olduğu günlerde, 21/22 Aralık 1937 akşamı Suriye Başbakanı Cemil Mardam'la Ankara'da Karpiç Lokantası'nda bir görüşme yaptı. O görüşmede Cumhurbaşkanı Atatürk, Suriye Başbakan'ı Cemil Mardam'a şunları söyledi:
“Türkiye Cumhuriyeti gayet açık konuşmak mecburiyetindedir. Ben söylüyorum ki, İslam âlemi ve Suriye milleti ve devleti, tamamıyla ve katiyen bağımsız olmalıdır. Bunu burada söylediğim gibi Fransızların ve bütün dünyanın önünde tekrar etmek benim için şeref ve zevktir. (…)”
“Ben Kemal Atatürk söylüyorum ki, (…) Fransızlar akıllarını başlarına alsınlar. Benim için diplomasi meçhuldür. Benim için realite vardır. Bu olacak mı? Olmayacak mı? Benim makul olarak söylediğim şey olmalıdır. Çünkü ben makul olmayan şeyi hayatımda asla düşünmedim. (…)”
“Hatay meselesi benim şahsım için yeni bir mesele değildir. Mösyö Franklin Bouillon ile çok uzun görüştükten sonra ben birtakım özel şartlar ile Hatay'ı bıraktım. Bırakmayabilirdim, fakat bıraktım. İki şey için bıraktım. Bunu açıkça söyleyeyim: Bir kere Suriye mevcudiyetini az çok kuvvetli bir hale koymak için; ikincisi, bir gün Türkiye ve Suriye birbirini anlayacaklardır. Bir gün makûs hareketler ortadan kalkacaktır. Biz, Suriyelilerle kolaylıkla anlaşırız diye bıraktım. (…)”
“Yapamam! Hepimiz Müslümanız! Yemin ederim ki, namusum üzerine söylerim ki (Hatay'ı) bırakmam! Çok temenni ederim ki, Fransız hükümeti aklını başına toplasın. Namusum üzerine söylüyorum bırakmam. Kendileri bilirler!”
“Fakat daima Türkiye Cumhuriyeti'nin arzu ettiği şey Suriye'nin bağımsız bir İslam devleti olmasıdır. İsterlerse Suriyeliler bizimle dost olurlar veya olmazlar. Bu onların bileceği bir şeydir. Fakat her halde bağımsız bir Suriye İslam devleti kurulmalıdır. Fakat Fransızlar bunu istemiyorlar. Suriye'yi kıskıvrak ellerine almak istiyorlar. (…) Fransızlar Suriyelileri adam yapmak istiyorlarmış! Fakat evvela kendileri adam olsunlar. (…)”
“Fransızlarla, İngilizlerle, herkesle dost olalım. Fakat benliğimizi kaybetmeyelim. Onlar da artık bizim varlığımızı, kıymetimizi anlasınlar, bağımsızlığa hürmet etsinler. Onlar bizi köle olarak kabul ederlerse bundan Sayın Suriye Başvekili elbet memnun olmaz. Emir altında olamayız. (…)”
“Hatay meselesi benim için namus meselesidir. Bunun için en büyük tehlikeyi bile göze aldım. Mesele Suriye ile aramızda kalınca binbir dostluk yolları ile uyuşuruz. (…) Bunu yapacağım. Fransızlara veremem. Açık söylüyorum. Eğer ekselans yarın Suriye'ye Şam'a dönerlerse benim bütün Suriyelilere ve bütün dostlarımıza selamımı söylesinler ve açık olarak desinler ki, ben ve hükümetim sizin tam bağımsızlığınızı istiyoruz. Eğer Fransızlar mani olurlarsa onlara da söyleyecek sözlerimiz vardır. Ona da kefilim. Suriyelilerin ordusu yoktur. Fakat bizim ordumuz kâfi. Söz veriyorum: İcap ederse girerim ve sonra yine çıkarım. Temenni ederim ki buna mecbur olmayalım. Katiyen bırakmam. (Fransızlar) Suriye'yi terk etmek istemiyorlar, fakat terk edeceklerdir…”
“Türkiye Cumhuriyeti Suriye'nin samimi dostudur. Biz Suriye'nin tam ve kesin bağımsızlığını, refah ve ikbalini isteriz. Dönüşünüzde bunu Suriyelilere lütfen bir muhabbet eseri olarak götürünüz…” (5)
Anlaşılan o ki, Atatürk, o gece Suriye Başbakanı Cemil Mardam'a Hatay'ı ne kadar çok istediğini ve eninde sonunda mutlaka alacağını çok etkili bir dille anlattı. Atatürk, Hatay meselesinde Suriye'yi değil, Suriye'yi manda altında tutan Fransa'yı hedef aldı. Hatay'ın anavatana katılması kadar, Suriye'nin bağımsız olmasına da vurgu yaptı.
Atatürk'ün diplomatik çabaları sonuç verdi. Fransa geri adım attı. 1938'de Hatay Cumhuriyeti kuruldu. 1939'da da Hatay anavatana katıldı.
Cumhurbaşkanı Atatürk, 27 Ocak 1937'de Başbakan İsmet İnönü'ye gönderdiği bir telgrafta Hatay sorununu “barışçı yolla çözdüklerini” belirtti. “Türkiye Cumhuriyeti'nin bu siyaset kavrayışının dünyada barış ve huzur isteyen ve bunun doğal sonucu hakseverliği fazilet bilen bütün dünya milletlerince takdirle karşılanacağını” ve Türkiye Cumhuriyeti'nin “dostlarını rencide etmeden” Hatay sorununu Milletler Cemiyeti Konseyi'nde çözmüş olmasının “insanlık namına isabetli bir hareket olduğunu” yazdı. (6)
Demem o ki, Atatürk, Hatay'ı savaşsız, silahsız biçimde tek bir Mehmetçiğin burnu kanamadan, kendi ifadesiyle “savaşsız anlaşma” yöntemiyle yeniden vatan toprağı yapmayı başardı.
Atatürk'ün bu “savaşsız anlaşma” yönteminden alınacak ne büyük dersler var.
Kaynaklar Dipnotlar:
1- İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Antlaşmaları, C.1, Ankara, 2000, s. 50-60.
2- Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.28, s. 369-371.
3- Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, C.2, İstanbul, 1973, s. 606-608.
4- Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, s. 566.
5- Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.30, s. 119-123.
6- Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 29, s. 142
Sinan MEYDAN, 2 Mart 2020
https://twitter.com/smeydan