ATATÜRK ve ATATÜRKÇÜLÜK
ADD Genel Başkanı Hüsnü Bozkurt anlattı.
Dinlerken insanın tüyleri diken diken oluyordu.
Cumhuriyet’in henüz kurulduğu 1923 yılında ve henüz 19 yaşında Tıbbiye ögrencisi Mahmut Sadi.
Çünkü henüz soyadı yasası çıkmamış ve Irmak soyadını almamış parlak bir genç.
Devlet bursu ile yurtdışına gitmek için başvuran 150 aday arasından seçilen 11 öğrenciden biri oluyor.
Anlatımına göre, “Sadi, oğlum elin memleketinde ne yer ne içersin, Alamanlarla nasıl geçinirsin?” falan diye Sirkeci garında bir aşağı bir yukarı volta atarken; bir postacı “Mahmut Sadi, Mahmut Sadi !” diye ünleyerek onu buluyor.
Bir telgrafınız var diyor ve o da açıp bakıyor.
“Mahmut Sadi efendi” diye başlıyor telgraf; “Yurtdışına gidecek, bilgi ve görgünüzü artırmış olarak dönüğünüzde, o bilgileri ülkemizin gelişmesi uğrunda kullanacağınızdan emin olarak size iyi yolculuklar dilerim” babında bir metin.
İmza Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk.
Konya’nın Seydişehir kasabasından İstanbul’a gelen 19 yaşındaki Mahmut Sadi’nin, Artık Berlin’e değil tren, koşarak gideceğini tahmin etmemek olası mıdır?
Nitekim o da gidiyor ve doktorasını verdikten sonra “burada kal” ısrarlarına karşın, dönüp genç Cumhuriyet’in hizmetine giriyor.
1943 yılında Konya Milletvekili oluyor, kuşkusuz Atatürkçü.
1945 yılında Türkiye’nin ilk Çalışma Bakanı oluyor, Atatürkçü.
1974 yılında kontenjandan Senatör, hâlâ Atatürkçü.
17 Kasım 1974 tarihinde partiler üstü hükûmeti kurmakla görevlendiriliyor, yani Başbakan ve Atatürkçü.
Ancak ve ne var ki, 450 milletvekilinden yalnızca 18'inin oyunu alabiliyor.
Dolayısıyla güvenoyu alamamış bir Başbakan olarak 31 Mart 1975 tarihine kadar Başbakan kalıyor.
O dönemleri yaşamış bir genç olarak nice Nihat Erim’ler nice Sadi Irmak’lar gördük diyelim.
Hepsi de ‘Atatürkçü’ idiler.
12 Mart karanlığından gelelim 12 Eylül zifiri karanlığına...
15 Ekim 1981 tarihinde oluşturulan Danışma Meclisi’ne Konya Milletvekili olarak çağrılıyor.
Çünkü 12 Eylülcü’ler de Atatürkçü, Doğramacı/Aldıkaçtı Anayasası’nı hazırlayanlar da Atatürkçü!...
Bir ara bu Danışma Meclisi yani benim bugünler için önerdiğim ‘Kurucu Meclis’in başkanlığını da yapıyor.
Kuşkusuz her zaman ve her yerde Atatürkçü.
‘Toplumumuzun bunalımlardan korunması ve mutluluğu için Atatürk Yolu’ diyen kitapları da yok değil.
Şimdi dönüp Türkiye’nin son elli ve hatta yetmiş yılına baktığımda, bu ülkenin başına ne gelmişse ‘Bu tür Atatürkçü’lerden gelmiştir diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Kenan Evren de Atatürkçü idi Alpaslan Türkeş de..
Demirel de, Tansu Çiller de, Mesut Yılmaz da..
Bir Necmettin Erbakan değildi bir de Dr Recep.
Ancak onlar da, zaman zaman Anıtkabir’de ‘Sap gibi’ ayakta duruyorlardı.
Yani ‘zoraki Atatürkçü’...
Deniyor ki, bu ülkenin yüzde sekseni mi doksanı mı ne ‘Atatürkçü’dür.
Gerçekten de, nereye baksan, hani denir ya elini sallasan Atatürkçü’ye değiyor.
Ben de diyorum ki; Tanrı bizi ‘bu tür Atatürkçü’lerden korusun!
Anıtkabir’de ‘sap gibi’ ayakta duruluyor ya, inanın işte o zaman Atatürk’ün kemikleri sızlıyordur.
O ‘Mahmut Sadi’ye git Alamaya’ya ilim öğren fen öğren de gel diyen Atatürk var dı ya, yetmişli-seksenli yıllarda Başbakan Sadi Irmak’ı görse, ‘sana emeğimi helâl etmiyorum’ derdi.
Kaldı ki, Sadi Irmak ve benzerleri İlim de öğrendiler Fen de.
Ama ‘Atatürkçülük’ü kavrayamadılar.
Yani ‘Kemalizm’i...
Şimdiki sade suya tirit Atatürkçü’lerin ise ne İlim ve ne Fen’e ilgileri var.
Demek ki ‘beterin de beteri’ var imiş.
Bunlarınki ‘Atatürkçülük’ değil, düpedüz ‘soytarılık’.
Düşün şu Atatürk’ün yakasından artık, ‘bre ahmaklar’ diyesim geliyor.
Ve tam da böyle diyorum.