Atatürk ve Batı
Türkiye’de Atatürk’e karşıtlık, onun ölümüyle başlayan ve Batıyla dolaysız ilişkisi olan bir süreçtir. Batıya bağlanma Atatürk’ten kopuşu, Atatürk’ten kopuş da Batıya bağlanmayı hızlandırmıştır. Birbirini etkileyen bu ikili sürecin kaçınılmaz sonucu, Atatürkçülüğün; politikadan ekonomiye, yönetim işleyişinden kültüre, dilden tarihe dek uygulamadan kaldırılması olmuştur.
Tanzimatçılık
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Ankara’da düzenlediği, “AB’ne Giriş Sürecinde Din–Siyaset İlişkileri Şurası” toplantısında konuşan Hollanda Leiden Üniversitesi Profesörü Alexander de Groot, şunları söyledi: “Atatürk dürüst bir devlet adamı bir Türktü. O da süper bir tanzimatçıydı; tek başına tanzimatçı odur. Yaptığı rehberlikte tanzimatçılık yolunu izlemiştir. Türkiye’nin trajik kaderi tanzimatçılıktır, başka bir çıkışı yoktur. Çıkış yine tanzimatçılıkla olacaktır”. 1
Alexander de Groot’un, yargısı yalnızca, Atatürk ve Tanzimatçılık konularında bilgisi olmayan bir Batılının çarpık görüşleri değildir. Bu sözler, Batıda ve Türkiye’de uzun yıllar sürdürülen bilinçli ve tasarlı bir tutumun en özlü anlatımıdır. Bilinen bir gerçektir ki Atatürk, Türk Devrimi’ni, Batıyla çatışarak ve Batıya karşın gerçekleştirmiştir; kurtuluştan sonra ödün vermeden yaptığı ilk iş, Tanzimat dönemi uygulamalarını tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırmak ve bunu Lozan’da Batılılara kabul ettirmek olmuştu.
Batının Tutumu
Batıya karşı gerçekleştirdiği anti–emperyalist devrimle, dünyanın hemen tüm yoksul ülkelerine örnek olan Kemalizmin, tanzimatçılık düzeyine indirgenerek düşünsel yapısının, devrimci özünün ve ulusal ereklerinin çarpıtılması, kalıcılığı olan bir Batı politikasıdır. Bu politika Türkiye’de, başta devlet kurumları olmak üzere toplumsal yaşamın her alanında uygulanmış ve Kemalizm içi boş bir kavram durumuna getirilmiştir.
Atatürk’ü, “yüzünü Batıya döndüren kararlı bir batılılaşmacı”, “AB oluşumunu hedef alan bir reformist” olarak gösteren açıklamalar; Batıdaki sahte Atatürk “övgüleri”, kişilere bağlı, nedensiz ve kendiliğinden dile getirilmiş sözler değildir. Alexander de Groot, Atatürk’ü bilmediği için onu tanzimatçı olarak gösteren, bilgisi eksik bir kişi değildir. Atatürk ve Atatürkçülük, küreselleşme çöküntüsünün yaşandığı özellikle bugün, Batı için önem verilen bir çekincedir. Örgütlenmesine ve eyleme dönüşmesine asla izin verilmemelidir, bu nedenle çarpıtılmalıdır.
Türkiye'de Durum
Türkiye’de Kemalizme karşıtlık, Atatürk’ün ölümüyle başlayan ve Batıyla dolaysız ilişkisi olan bir süreçtir. Batıya bağlanma Kemalizmden kopuşu, Kemalizmden kopuş da Batıya bağlanmayı hızlandırmıştır. Birbirini etkileyen bu ikili sürecin kaçınılmaz sonucu, Kemalizm’in; politikadan ekonomiye, yönetim işleyişinden kültüre, dilden tarihe dek uygulamadan kaldırılması olmuştur.
Yürütülmekte olan ABD, NATO, IMF, GB ve AB politikaları hep Atatürkçülük adınadır. “Türkiye’yi Avrupa ile bütünleştirecek olan güç 1919 ruhudur”, “AB’ne giriş ulu önder Atatürk’ün Türkiye’ye gösterdiği Batılılaşma hedefinin zorunlu bir sonucudur”, “Gümrük Birliği Protokolü Atatürk’ün eseridir”; resmi çevrelerde ve medyada söylenenler bunlardır. Üstelik bunlar yalnızca söylenmiş söz değil, her dönemde sürdürülen bir devlet politikasıdır.
Kasıtlı Çarpıtma
Atatürkçülüğü düşünce ve eylem olarak, Batıyla bütünleşmeyi amaçlayan bir devinim olarak görmek ve göstermek, bilgisizlikten kaynaklanmıyorsa kasıtlı bir amaç taşıyor demektir. Atatürk, Batılılaşmak gibi bir tanım kullanmamıştır. Bu tanım, Atatürk’ün anlayış ve eylemiyle yapısal bir uyumsuzluk içerir. Atatürkçülüğü Batılılaşmacı bir devinim olarak görmek, varlığı Batıyla savaşım içinde oluşan ve 20.yüzyıl dünyasına biçim veren bu devinime yapılabilecek büyük haksızlık ve düşüngüsel (ideolojik) hakarettir.
“Muasır medeniyet” (dönemin uygarlık düzeyi) olarak tanımlanan ilerleme anlayışı, “Batılılaşmak” değil, Batıya karşın kalkınmak ve güçlenmektir. Atatürk’ün uygarlaşma anlayışı, Türklerin tarihsel ve toplumsal değerlerinin korunması ve yeniliğe her zaman açık bu değerlerin yaşatılıp geliştirilmesi üzerine kuruludur. Bu amaç için yalnızca Batıdakiler değil, onunla birlikte dünyanın her yerindeki bilimsel nitelikli çağdaş gelişmeler izlenecek ve bu gelişmelerden yararlanılacaktır. Nutukta bu anlayışını açıkça dile getirir ve şunları söyler: “Biz Batı medeniyetini taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz”. 2
Batıyı Bilmek
Mustafa Kemal Atatürk, Batının ne olduğunu, ne yapmak istediğini ve Türkiye için ne anlama geldiğini iyi bilir; bu nedenle ölene dek onunla bağımlılık doğuracak herhangi bir ilişki kurmaz, anlaşma yapmaz.
Batının eriştiği toplumsal düzeyi, ekonomik ve kültürel gelişkinliği, incelenmesi ve gerektiğinde yararlanılması gereken örnekler olarak görür ancak öykünmeci ve tek yanlı bir bağımlılığa asla izin vermez. Ulusal bağımsızlık konusunda ödünsüzdür. “Çağdaş uygarlık düzeyini yakalamak ve geçmek” olarak dile getirdiği anlayış, uygarlığı ve toplumsal gelişmeyi tanımlar. Çağdaşlaşmadan yanadır, “Batıcı” değildir. 10.Yıl Nutkunda; “Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız” 3 der (Tümcenin başındaki “ulusal kültürümüz” sözcüğü özellikle günümüzde hep atlanır).
Tam bağımsızlığa dayalı anlayışını, yaşadığı sürece, Devlet politikası durumuna getirmiştir. Batıyla ilgili görüşleri çok açıktır. Büyük Taarruz’un hazırlıklarının sürdüğü günlerde, 3 Mart 1922’de Batının saldırgan devletleri için şunları söylüyordu: “İstilacı ve saldırgan devletler yerküresini kendilerinin malikhanesi ve insanlığı kendi hırslarını tatmin için çalışmaya mecbur esirler saymaktadırlar. Sonuç olarak Dünya iki guruba ayrılmaktadır. Birincisi Doğu ki, kendi varlığını, bağımsızlığını artık kavramıştır, bu bilinçle el ele vermiştir. Diğer bir gurup daha var ki bunlar, sırf kendi hırslarını tatmin için çalışmaktadır. Bunların amacı zulüm ve baskı olduğu için, onları lanetle anmakta kendimizi haklı görüyoruz”. 4
Emperyalizme Karşıtlık
Kemalizm, gerçekleştirdiği anti–emperyalist savaşımla yoksul uluslara kurtuluş yolunu göstermiş, bu ülkeleri sömürge durumuna getiren Batılı devletlere büyük zarar vermiştir. Bu nedenle Batı, bir ulusal bağımsızlık düşünce ve eylemi olan Kemalizmi kendisi için her zaman tehlike olarak görmüş, Kemalizmin etkisini başta Türkiye olmak üzere tüm dünyada ortadan kaldırmaya çalışmıştır.
Ezilen ulusların kurtuluş yolunu gösteren Kemalizmle, varlığı bu ulusların sömürülmesine bağlı olan Batı emperyalizmi arasında yapısal bir karşıtlık vardır ve bu gerçeği en iyi kuşkusuz Mustafa Kemal biliyor ve şunları söylüyordu: “Biz Batı emperyalizmine karşı, yalnızca kendi kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batılı emperyalistlerin, bütün güçleri ve bilinen bütün imkanlarıyla, Türk ulusunu emperyalizmin aracı olarak kullanmak istemelerine engel oluyoruz. Bununla bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz”. 5
Bu sözlerden bir yıl sonra 1921 yılında, silah gereksiniminin üst düzeye çıktığı savaş günlerinde ise şunları söylüyordu: “İlkbahara kadar üç ay içinde bu silahları elde edemezsek, diplomasi kanallarıyla bir çözüm yolu aramak zorunda kalacağız. Bunu arzu etmiyorum. Biliyorum ki Batı ile uyuşma Türkiye’nin kaçınılmaz olarak köleleştirilmesi anlamına gelecektir”. 6
Batının, ulusal bağımsızlık hareketlerine ve ilk örnek olan Türk Kurtuluş Savaşı’na olan karşıtlığını en iyi gören kuşkusuz Mustafa Kemal’in kendisidir. Önderlik ettiği devinimin; kapsamını, tarihsel derinliğini, yoksul uluslar üzerindeki etkisini ve bu etkinin Batı için taşıdığı önemi bilmektedir. Bu nedenle Batıyla kurulan ilişkilerde hep ölçülü davranmış ve onunla bağımlılık doğuracak bir ilişkiye girmemiştir. Olanaksızlıkların çaresizliğiyle, Batının manda ve himayesini kabul etmek isteyenler için 1919 yılında; “Ahmaklar memleketi Amerikan mandasına, İngiliz koruyuculuğuna bırakmakla kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar” 7 deyip manda önerilerini kesin bir biçimde reddediyordu.
Atatürk, Türkiye-Batı ilişkilerini nasıl ele aldığını ve nasıl değerlendirdiğini pek çok konuşmasında açıklamıştır. Bu açıklamaların en çarpıcı olanlarından birini, 29 Ekim 1930 yılında Ankara Türk Ocağındaki Cumhuriyet Bayramı kutlamasında yapmıştır. Amerikan Associated Press Muhabiri Miss Ring, Atatürk’e; Türkiye’nin ne zaman Batılılaşacağını, Amerikanlaşacağını sorduğunda şu yanıtı almıştı: “Türkiye bir maymun değildir. Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır. Türkiye yalnızca özleşecektir”. 8
Tam Bağımsızlık
Kemalizm’de tam bağımsızlık ulus devlet varlığının temel koşuludur. Tam bağımsız tutum ve davranış, yalnızca Kurtuluş Savaşı süresince değil, zaferden sonra da ödünsüz sürdürülmüştür. Gerçek bağımsızlığın, ekonomik bağımsızlığa bağlı olduğu ve bu işi başarmanın, askeri başarıdan çok daha güç olduğu bilinciyle hareket edilmiştir. Ulusal bağımsızlık konusunda, ortalama çözümler, ödün vermeye dayalı uzlaşmalar hiçbir koşulda kabul edilmez. Sorun, sürekli devrim anlayışı ve bu anlayışa uygun yöntemlerle ele alınmış ve çözülmüştür.
Tam bağımsızlığa gösterilen duyarlılık, dar kapsamlı bir ulusçuluğa değil, Batı egemenliğine ve onun kaynağı kapitalist emperyalizme olan karşıtlığa dayalıdır. Emperyalist işleyiş, özünden kavranmış ve bu kavrayış, uygulanabilir izlence (program) ve eylemlerle somut gerçekliğe dönüştürülmüştür.
Mustafa Kemal, 1921 yılında Meclis’te şunları söylüyordu: “Toplumsal doktrin açısından biz yaşamını, bağımsızlığını kurtarmak için çalışan emekçileriz, yoksul bir halkız. Efendiler! Halkçılık, toplumsal düzenini emeğine, haklarına dayandırmak isteyen bir toplumsal doktrindir. Efendiler, biz bu hakkımızı korumak, bağımsızlığımızı güven altına almak için, Meclisçe, Milletçe bizi yok etmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletçe savaşı uygun gören bir doktrini izleyen insanlarız”. 9
Atatürk, Türk toplumunun yapısını, sınıfsal özelliklerini ve kitlelerin gelişme isteklerini bilime ve gerçeklere uygun olarak incelemiş ve savaşımını bu incelemenin sonuçlarına dayandırmıştır. Evrensel değerlerden yararlanmasına karşın, Türk toplumunun özgün yapısı ve tarihsel özelliklerini hiçbir dönemde gözden uzak tutmamış ve başka ülkelerdeki uygulamaları öykünmeye çalışmamıştır. 1923 yılında; “Hiçbir ulus, başka bir ulusun taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir ulus, ne taklit ettiği ulusun aynısı olabilir; ne de kendi dahilinde kalabilir. Bunun sonucu kuşkusuz ki hüsrandır” 10 derken kuracağı yeni devletin hangi anlayış ile örgütleneceğini açıklamış oluyordu.
Atatürk, “Batılılaşma”, “Batıyla bütünleşme”, “Batılı gibi olmak” gibi sözcüklerle ileri sürülen düşüncelere en ufak bir yakınlık duymadığı gibi, bu tür anlayışlara karşı yaşamı boyunca savaşım vermiştir. Atatürk, özdeğerlerden ödün vermeden kalkınıp güçlenmek ve ileri bir uygarlık düzeyine ulaşmak ile “Avrupa’yı taklit etmek”, “Avrupalılaşmak” ya da “Avrupalı olmak” gibi boyuneğici (teslimiyetçi) davranışlar arasına, net ve ayırıcı bir çizgi çizmiştir. 6 Mart 1922 günü TBMM’nde şunları söylüyordu: “Durumu düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan öğüt almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım düşünceler belirdi. Oysa hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların öğütleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir”. 11
Kemalist Düşünce ve Eylem
Kemalist düşünce ve eylem; ülkeyi ve halkı tanıma, ona güvenme, dünya siyaseti ve bölgesel sorunları kavrama, bağımsız ideoloji, kararlı anti–emperyalist tavır, özgüven ve tam bağımsızlıkta ödünsüzlük, ulusal birliği sağlama becerisi, askeri ve siyasi örgütlenme yeteneği ile oluşmuştur. Temelinde sömürgeciliğe ve emperyalizme karşıtlık vardır. Kapsamı ve niteliğinin zorunlu bir sonucu olarak Tanzimatçılık, Batıcılık gibi yaklaşımlarla birlikte olması mümkün değildir; Kemalizm, Tanzimatçılığın anti–tezidir.
Batıya bağlanmayı amaçlayan Tanzimat ve onun günümüzdeki süreği (devamı) olan Avrupa Birliği ile Kemalizm arasındaki ayrım, uyduculuk ve mandacılıkla tam bağımsızlık arasındaki kalın ve kaba bir çizgiden başka bir şey değildir. Kendisini Atatürkçü olarak tanımlamasına karşın AB’ni savunan ve ona katılmak için egemenlik haklarından, ulusal bağımsızlıktan ödün verilebileceğini söyleyenler, Atatürk’ün şu sözlerinin ne anlama geldiğini en azından kendileri için yanıtlamalıdır: “Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir ulusun bireyi olmalıyım. Bu nedenle ulusal bağımsızlık bence bir yaşam sorunudur. Ulus ve ülkenin yararları gerektiğinde tüm insanlığı oluşturan uluslardan her biriyle uygarlık gereği olan dostluğa dayalı ilişkilere büyük bir duyarlılıkla değer veririm. Ancak, benim ulusumu tutsak etmek isteyen herhangi bir ulusun, bu isteğinden vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım”. 12
1919–1938 arasındaki 19 yıllık Atatürk döneminin öncesi ve sonrası, “Batıya yanaşma”, “Batıyla birlikte olma” ve “Batıya bağlanma” anlayışının belirleyici olduğu bağımlılık dönemleridir. 1923–1938 arasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti; gümrüklerinin sahibiydi, deniz ve limanlarına egemendi; gümrük dizgesi ulusaldı, vergilerini ve resimlerini ulusal çıkarlara göre saptayabiliyordu yatırımlarını özgürce belirleyebiliyordu, iç ve dış siyasette hiçbir ülkeye bağımlılığı yoktu; ülke yabancılar için açık bir pazar olmaktan kurtarılmıştı. 13
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Türk halkı için taşıdığı anlamı, 1923 Ocağında yaptığı konuşmada şöyle dile getirmişti: “Bu devlet sizin. Devlet sizsiniz. Bu devletin geleceğine ne sultanların, ne halifelerin, ne de başka hiçbir kimsenin müdahaleye hakkı yoktur. Bütün yetki sizindir. Biz, sonuçta sizin iradenizi yerine getirmekle, sizin çıkarlarınıza hizmet etmekle görevli olan kişileriz”. 14
Yaratılan Yeni Düzen
1919–1938 arasındaki Kemalist uygulamalarla; kendine yeten, sorun ve gönenci paylaşmayı amaçlayan, bağımsız ve özgür olarak barış içinde yaşayan ve geleceğe umutla bakan bir toplum yaratılmıştı. Atatürk döneminin gerçeği, Tanzimat ya da AB–IMF Batıcılığından çok başka bir şeydi. Atatürk bu gerçeği 1935 yılında şöyle açıklamıştı: “Akdeniz’i Karadeniz’e demirle bağladık. Anadolu’da özel şirketler elindeki bütün demiryollarını satın aldık. Birçok ülke dünya ekonomik bunalımı karşısında sarsılmış ve umutsuzluğa düşmüşken, biz bu kapsamlı yıkım karşısında asla irkilmedik. Yurdun ekonomisini yeni bir düzene yöneltmiş bulunuyoruz. Ulusal ticareti düzenleyerek iç pazarı harekete geçirip, kendimizi korumayı başardık. Asıl önde tuttuğumuz iş, geniş bir endüstri programını gerçekleştirmeye başlamak oldu. Görüyorsunuz ki yepyeni bir planlı ekonomi düzeni kurmakla uğraşıyoruz”. 15
1 “AB Atatürkçülükle Bağdaşır mı?” Metin Aydoğan, Gazete Müdafaa-i Hukuk, 03.11.2000, sayı 25
2 “Nutuk II”, sf. 700, ak. Suat İlhan, “Avrupa Birliğine Neden Hayır”, Otüken Yay., 2000, sf.95
3 “Cumhuriyet Bayrağı Altında” C.Atuf Kansu, Bilgi Kit., Kasım 1998, sf.91
4 “Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleyişleri” Kaynak Yay., sf.144
5 “Reis Paşa Doğru Görmüştü”, Atilla İlhan Cumhuriyet, 18.02.2002
6 “Milli Kurtuluş Tarihi”, Doğan Avcıoğlu, İstanbul Matbaası ,1974, 2.Cilt, sf.846
7 “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu, İst. Mat., 1974, 1.Cilt, sf.265
8 “Türkiye; 29 Ekim 1930, Türkiye; Mart 2002” Turgay Tüfekçi, Orkun Dergisi, Mart 2002, Sayı 49, sf.4
9 “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu, İst. Mat., 1974, 2.Cilt, sf.731
10 “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” 2.Cilt, ak. Hüseyin Cevizoğlu, “Atatürkçülük” , Ufuk Ajans Yay., sf.59
11 “Uyanın Artık”, Prof.Dr. Ç.Yetkin, Gazete Müdafaa-i Hukuk, 15.12.2000, Sayı: 31
12 “Atatürk’le Bir Ömür” Sabiha Gökçen, Altın Kitapları, sf.179
13 “Yeni Dünya Düzeni Kemalizm Ve Türkiye”, Metin Aydoğan, Umay Yay., 12.Baskı , 2004, sf.802– 803
14 “Başlangıçtan Atatürk’e Türk halkı Eylemleri ve Devrimler” Prof.Dr. Çetin Yetkin, Ümit Yayıncılık, 1996, sf.354
15 “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları”, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara 1982, sf.8
16 “Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi”, Bilsay Kuruç, Bilgi Yay., 1987, sf.18–19
Metin AYDOĞAN, 25 Temmuz 2015