Atatürk yaşasaydı İsrail olmazdı!
Her gün, Gizlenen bir Atatürk le karşılaşıyoruz..
Yıl 1926dır.
Daha önce (1924) Mekkeyi ele geçirip Hz. Peygamber(s.a.v)in kızı Fatımanın doğduğu ev ile Peygamberin namazgâhını tahrip edip, ilk Müslümanların Mekkeli müşriklerden gizlice toplandıkları Erkâmın evi kapısına kilit vuran Vehhabiler, Medineye yöneldiler. Vehhabi Faysal, Arabistanın en fanatik Vehhabilerinden olan Faysal Dervişi Medine üzerine gönderdi.
Mesele uzun...
Netice olarak on ay kadar süren bir kuşatmadan, Vehhabi kuşatmasından sonra direnemez hale gelen Medine, düştü. Fanatik Vehhabi kadı Abdullah bin Büleyhid, Medinede şirk ve bidat odağı olarak değerlendirdiği mezar ve türbe taşlarını yerle bir etmeye başladı. Baki Kabristanı da bu yıkımdan nasibini aldı. Sıra Hz. Muhammed Aleyhisselamın türbesine gelmişti ki, İbni Suud buna mâni oldu.
İşte tam bu noktada biz, bizden gizlenmiş bir Atatürkle daha karşılaşıyoruz. Devamını, ARTde anlatan Nevzat Yalçıntaştan dinleyelim.
Bir gün, Dışişleri Bakanlık Arşivinde araştırmalar yapan Münir Bey telefonla Yalçıntaşı arar:
- İlginç bir belgeyle karşılaştım, bunu size mutlaka göstermem lâzım!
O sırada der Yalçıntaş, Benim çalıştığım Başbakanlık binası ile Dışişleri binası aynı yerdeydi. Münir Bey atlayıp geldi. Çok heyecanlıydı
Yalçıntaş da Münir Beyin gösterdiği belgeyi görünce çok şaşırır. Belge, bir Telgraf metni dir. Henüz kurulan Suudi Devleti kralına gönderilmiştir. Altında Atatürkün imzası vardır ve şöyle demektedir:
- Hazreti Muhammedin mezarının yıkılacağını derin bir üzüntüyle öğrendim. Bu kutsal emanete asla dokunamazsınız. Bir tek taşının bile zarar gördüğünü duyarsam, orduyu aşağıya gönderirim!
İşte Türk milletinden gizlenen Atatürk bu.
Laik ve Atatürkçü geçinenler de bu Atatürkü Türk milletinden gizliyorlar, Suudi dostları, Büyük Ortadoğu Projesi taşeronları da.. Birilerine göre Atatürkün Allah(c.c.) ve Muhammed(s.a.v)le hiç alakası yok, ötekilere göre ise Atatürk Deccal!, Vatikanın elini öpenler ve Ankaranın şerrinden Brükselin şefaatine sığınıp, Süpürmeyin kullanın diyenler ise mücahit..
Yani her iki taraf da Atatürkü dinsiz göstermek, yani milletten koparmak için ittifak halindeler de, farkında değiller; yahut da farkındalar da, biz bu işlerin farkında değiliz?!
1937 yılında Bombay Chronicle gazetesinde rahmetli Atatürkün 1937 yılında TBMMde yaptığı bir konuşma bakınız nasıl haberleştiriliyordu:
Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz, vakıa birkaç sene Araplardan uzak kaldık, fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için İslâmiyetin mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzu altına girmesine mâni olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki, buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz!
Yani, Müslüman yurdunda Yahudi devleti kurdurtmayacağız, diyordu rahmetli.
Devam ediyordu:
Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslâmiyete lâkayd olmakla itham edildik. Fakat bu ithamlara rağmen Peygamberin son arzusu, yani mukaddes toprakların daima İslâmiyet hâkimiyetinde kalmasını temin için, hemen bugün kanlarımızı dökmeye hazırız. Ceddimizin Selâhiddin-i Eyyûbi idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarla mücadele ettikleri toprakların, yabancı hâkimiyeti ve nüfuzu altında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, -Allahın inayetiyle- kuvvetliyiz..
İşte Gizlenen Atatürkümüz bu..
Bu kararlılığı da öldürülme sebebi oldu.
Yani o, Allah-u âlem, şehittir.
Öyle olmasaydı son sözleri, Ve aleykümselam olur muydu..
O, öldü yahut öldürüldü, Türkiyeye bir haller oldu.
Ne haller olduğunu da Hindistanın kurucusu Mahatma Gandi çok güzel özetler:
-Biz Türkiye Cumhuriyetini, dünyanın en güçlü devletlerini dize getiren bir büyük devlet olarak tanıdık. Türk Milletinin emperyalistlere karşı verdiği mücadeleden ilham da aldık. Fakat Atatürk öldükten sonra Türkiye küçük bir Balkan devleti derekesine düştü!
İnsanın içi yanıyor...
Kaynak
..