ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE PARTİSİ
Tam böyle olmasa da, bu anlamda ve bu çatı altında bir ‘Siyasal Parti’ kurulmalıdır diyorum.
Yani Atatürkçü Düşünce Dernekleri partileşmeye başlamalıdırlar artık.
Çünkü bu en kolay ve kestirme ‘yol’dan başkası kalmadı denilebilir.
Tüzüğü/programı yavaş yavaş oluşturulabilir.
Yavaş ve emin adımlarla; tartışılarak yani.
Ancak bazı olmazsa olmazlarının altı çizilebilir.
Öncelikle, nasıl ADD’lere üye olmak için herhangi partiye üye olup olmadığı sorgulanmıyor idiyse, bu kez çubuğu tersine büküp, herhangi bir partiye üye olanlar artık ADD’ler içinde görev alamaz olmalıdırlar.
Partili üyeler de, üye yenilemesi anında partiyle ilişiklerinin kesildiğini gösteren belgeyi sunmalıdırlar.
O kadarı yetmez, bir ADD’linin herhangi bir partiye ‘yakınlığı’ sezildiği anda, derhal disiplin kurulunca sorgulanmalıdır.
Çünkü, Atatürkçü Düşünce Partisi, varolan ve olacak partilerin birer ‘virüs’, ülkeyi batırmakta yarışan ‘lanetlik’ birer ‘tarikat’ olduğunu önkabul olarak koymalıdırlar.
Oralarda bilinen ve sevilen ve iyiniyetlerinden kuşku duyulmayanlar olsa bile, onlar da, lider-mider dahi olsalar, bu yandan medet ummamalıdırlar.
Varolan siyasal partilerin, programlarından vazgeçtik, ki çağdaş bir programlarının olmadığı söylenebilir, tüzükleri ile dinî tarikatların yazılmamış tüzükleri arasında zerre-i miskal fark yoktur.
Ya gerçekten Atatürkçüsündür, az-çok okumuşsundur, ya da eski askerler gibi fiyaka satmak için yeniden okuma gereği duymuşsundur ama yetmez.
Parti kurulur kurulmaz, var olan üyeler gerçek bir ‘Atatürk İlkeleri’ bazında yeniden eğitileceklerdir.
Ama, sonradan olma Atatürkçü’lere asla ve kat’a ders veya konferans verdirilmemelidir.
Bu sonuncular ve benzerleri yarım yüzyıl Atatürk anlatıp bir türlü anlayamamış olanlardır da ondan.
Kuşkusuz bu, kendiliğinden (spontane) gelişen ‘çözüm önerisi’ henüz çok hamdır.
Ancak geliştirilmesinden başka seçenek de görülmemektedir.
Süheyl Batum’un başkanlığında pekâlâ başlatılabilir.
Belki Ahmet Taner Kışlalı ve arkadaşları da ileride böyle olmasını düşünmüş olabilirler.
Ancak ne var ki, son birkaçı ve özellikle Tansel Çölaşan hanımefendi, orayı tam bir ‘çiftlik’ gibi yönetegeldi.
Zaman zaman otlaktaki koyunları/kuzuları ya da kaz ve tavukları, ah ne kadar da çoklar diye izlemekle keyiflendi durdu diyelim.
Bıraktırıldığı iyi oldu.
Sözü uzatmadan, içeride kırk yıllık ‘Dernekçi’ büyük ve küçüklerimizin söylenmelerine kulak asılmaması gerektiğini belirtelim.
Onlar da ipi sağa-sola çekmeye çalışacaklardır.
Hayır.
Tüm sapkın önerilere hayır denilmelidir başta.
Oturup, bakın bir öneri var üzerinde düşünelim denilmelidir.
Bu öneri herhangi bir öneri gibi değil, Türkiye’nin çıkmazına yönelik bir ‘önerme’ olarak ele alınmalıdır.
Son tümceden olarak, Türkiye’nin çıkmaza girme nedenlerinin başında varolan siyasal partiler ve yöneticileri gelmektedir.
Bunlar yeri geldiğinde Atatürkçü, yeri geldiğinde Abdülhamitçi, kimi zaman Marksist, kimi zaman Leninist, kimi zaman Hz Ali’ci, Ömerci, Osmancı, Maocu ya da Fetöcü, Suud bin Abdullahçı, Abdulah Gülcü ya da Dr Recepçi falan olmaktadırlar.
Ve her eylemlerinde herbirinden birer damla bulunabilmektedir.
Ancak hiçbir zaman, Genç-Türkçü, Kuvayı Milliyeci, Kemalist, giderek Atatürkçü herhangi bir ‘düşünce’ ve ‘girişim’leri olmamıştır.
Ya sap gibi Anıtkabir’de dikilirler ya da saman gibi altlarından su kaçırırlar.
Saman altından su yürütürler de denilebilir.
Şimdi Sap ve Samanı ayırmak zamanıdır.
Varolan tüm siyasal partiler ‘düşünce’ planında ‘iflas’ etmişlerdir.
Zaman ‘düşünce üretme’ zamanıdır.
Ne var ki, ‘düşün düşün yoktur işin’ türü bir düşünme değil, ama alafrangasıyla Teorik/Pratik ya da tam Fransızcasıyla Praksis olarak düşünme.
Düşünme ama düşünceyi hemen uygulamaya koyma.
Uygulamadaki gelişmelere göre yeniden düşünme ve ilah..
Haydi Atatürkçüler, çözüm önerisi çözüm önerisi diyordunuz, alın size bir ‘öneri’.
Ve ben bir adım öne atarak bu bir ‘önerme’dir diyorum.
Var mısınız yok musunuz?
Var olamak mı istiyorsunuz yoksa göz göre göre yok olmayı mı bekliyorsnuz?
Seçim sizin.
Habip Hamza Erdem