Atatürkçü Öğretiye Göre Düşünmek ve Sonuç Çıkarmak Üzerine Bir Uygulama
İdeal düşünme ve eylem; bilinçlilik, düzen ve süreklilik ister. İnsanın kafasında doğru bulduğu, hazır bir fikir sistemi olmalı; kişi o sistemin verilerini, terimlerini, ilintilerini, sonuçlarını kullanarak fikir üretmeli, konuşmalı ve iş yapmalıdır. Elbette bir Atatürkçü de böyle olmalı… O zaman soralım: Atatürkçünün düşünce sistemi nedir? Tabii Atatürk öğretisidir. Atatürkçülüğün ilkeleri, kavramları, ilişkileri ve sonuçlarıdır; sadece bunlar kullanılarak yapılan muhakeme süreçleridir. Öyle ki, bir kavramla, bir önerme veya bir sonuçla karşılaştıklarında Atatürkçüler ondan genellikle aynı şeyi anlamalıdır.
Bu yazımda, işte böyle bir yönteme basit bir örnek vermek istiyorum. Başka bir deyişle yorum ve değerlendirmelerimi, sadece Atatürkçü öğretinin doğruları, kavram ve görüşlerine dayandırmaya çalışacağım. Üzerinde uygulama yapacağım olay, “köy enstitülerinin kapatılması”dır. Sorumuz şudur: Köy enstitülerinin, İsmet İnönü (CHP) hükümetleri zamanında başlayıp Adnan Menderes (DP) hükümetleri zamanında tamamlanan kapatılma süreci (1946-1954); ülkemizde nelerin önünü kesmiş, neleri yok etmiştir? Buna karşılık nelerin önünü açmış, neleri getirmiştir?
Önce şunu belirtmeliyim ki, köy enstitüleri dünyada uygulanan eğitim sistemlerinden sadece biridir. Bu bakımdan, kapatılmaları; yaygın ve çağdaş eğitim uygulamalarından herhangi birine son verilmesi durumuyla aynı sonuçları verecektir. Ancak nüfusun büyük bir bölümünü oluşturan köylü nüfusa yönelik olması, elbette etkilerde belli ölçüde farklılığa yol açabilecektir.
Kapatma olayı Atatürkçülüğün 10 ilkesi esas alınarak yorumlanabilir ve değerlendirilebilir. Niyetim de aslında buydu. Ancak böyle bir girişim çok geniş kapsamlı bir inceleme gerektirdiği için konuyu sınırlandırdım ve sorunu sadece en temel ilkelerden biri olan “Millî Egemenlik ilkesi” açısından ele aldım.
Analizime başlıyorum.
Köy enstitülerinin kapatılması ülkemizde nelerin önünü kesip nelere zarar vermiştir, neleri yok etmiştir?
-Bu uygulama birinci olarak köy gençlerinin pozitif bilimlerle yetiştirilmesini, onlara aynı nitelikte yetenekler kazandırılmasını önlemiştir. Daha da önemlisi, aynı nitelikteki kazanımların, köylerde yaşayan büyük halkı kitlelerine ulaşmasını da engellemiştir. Oysa doğal yeteneklerini serbestçe geliştirebilmesi, bireyin ilk haklarındandır.
-Millî İrade milletin arzu ve emellerinden oluşur. Bunların kaynakları ise, insan ihtiyaçlarıdır. Bu ihtiyaçlar, en basiti olarak beslenmeden başlar, sosyal ihtiyaçlara, insanın kendini gerçekleştirme ihtiyacına kadar uzanır. Bir toplumun üyeleri bu son ihtiyaçları ne kadar hissederse o kadar iyidir. Köy enstitülerinin kapatılması, bu yükselişin önüne set çekmiş, Millî irade bileşiminin gelişmesini durdurmuştur.
-Milleti yönetmede prensip, milletin ortak fikir ve eğilimlerine tabi olmaktır. Köy enstitülerini kapatanlar, halkın başta gelen bir eğiliminin de cehaletten kurtulmak olduğunu görmediler mi? Bu kuruluşları kapatarak, Millî İrade’ye aykırı şekilde hareket etmiş oldukları açıkça görülüyor. Oysa, bir Meclis, bir devlet adamı, bir milletvekili veya yönetici; halkın kalbinde, vicdanında, beyninde var olan gerçek duygu ve düşüncelere nüfuz etmek, onları bilmek zorundadır. Devlet yönetiminde doğru yolda yürümenin biricik esası Millî İrade’dir. Köy enstitülerini kapatan hükümetler, bunu yapmakla doğru yoldan sapmış oldular. Atatürk, bakın, ne diyor: Ey Milletim, egemenliğini geçici de olsa tevdi edeceğin meclislere bile gereğinden fazla güvenme; çünkü meclisler de doğru yoldan sapabilir!
-Her pozitif eğitim halkın bilincini açar, genişletir, yükseltir. Bu mahiyette bir eğitim sistemi olan köy enstitülerinin kapatılması; halkın “makro dünya” düzeyinde, kişisel sorun ve tutumları aşarak, ulusal-kamu düzeyinde düşünmesini, tercihler ve iş yapmasını zorlaştırmıştır.
-En önemlisi, Millî Egemenlik açısından ciddi sorunlar ortaya çıkmıştır. Çünkü, bilgilenme ve bilinçlenmeye son verildiğinden, halkın, bireylerin Millî Egemenliğe sahip çıkması da olanaksız hale getirilmiştir. Oysa esas olan, halkın, bugününü ve geleceğini, bu gücü kullanarak kendisinin yönetmesidir.
-Bireylerin eğitim ve yetenek düzeyi düşük kalınca, maddî ve manevî güçleri de az olur. Bu hal ise doğrudan Millî Egemenliğin pekişmesini önler. Çünkü Millî Egemenlik bireysel güçlerin bir bileşkesidir.
-Egemenliği zayıf olunca, başta kırsalda yaşayanlar olmak üzere halkımız, iradelerinin yerine getirilmesini takip bakımından yetersiz kalmıştır.
-Toplumsal nitelikte birçok yüce değer gibi egemenliğin idraki de eğitimle olur. Öyle ki, eğitimsiz halk, egemenliğini gerektiği şekilde elinde tutamaz. Tutmayınca da, iradesini kullanamaz. İstismar edilir, ihtiyaçları karşılanmaz, sefil olur, felaketlere uğrar, özgürlükten, uygarlıktan, birçok başarıdan yoksun kalır.
Sonuç şudur ki, ilgili hükümetler görevlerini ifada kusur göstermişlerdir. Şu bakımdan ki, kendilerine milletin talihi bırakılmış olan insanlar; milletin kudretini yalnız ve ancak yine milletin gerçek ve elde edilebilir çıkarları yolunda kullanmakla yükümlüdürler.
Yukarda belirttiğim hususlar, kapatmanın sadece “Millî Egemenlik” açısından sonuçlardır. Daha Tam Bağımsızlık, Milliyetçilik, Halkçılık, Devrimcilik,… gibi başka ilkeler de var. Düşünün o zaman, köy enstitülerinin kapatılmasının ne kadar kapsamlı ve çeşitli etkilere yol açtığını!... Bunlara birkaç örnek vererek yazımı bitirmek isterim: Eğer köy enstitüleri ABD’nin talebi üzerine kapatıldıysa, bu; Atatürkçülüğün Tam Bağımsızlık ilkesinin çiğnenmesi demektir. Sonra, alan dinci ve hurafeci eğitime bırakılarak, Laiklik ilkesi tehlikeye atılmıştır. Aydınların köylü nüfusla temasının zayıflatılması Halkçılık ilkesine aykırıdır. Kapatmanın Bilimcilik ilkesi ile ne kadar uyuşmaz olduğunu söylemeye bile gerek yoktur.
Prof. Dr. Cihan DURA, 7 Nisan 2016