Atatürkçü Öğretiye Göre Düşünmek ve Sonuç Çıkarmak Üzerine Bir Uygulama (1-2) / Prof. Dr. Cihan DURA

Atatürkçü Öğretiye Göre Düşünmek ve Sonuç Çıkarmak Üzerine Bir Uygulama (1-2) / Prof. Dr. Cihan DURA

İletigönderen Oğuz Kağan » Prş Nis 07, 2016 16:48

Atatürkçü Öğretiye Göre Düşünmek ve Sonuç Çıkarmak Üzerine Bir Uygulama

İdeal düşünme ve eylem; bilinçlilik, düzen ve süreklilik ister. İnsanın kafasında doğru bulduğu, hazır bir fikir sistemi olmalı; kişi o sistemin verilerini, terimlerini, ilintilerini, sonuçlarını kullanarak fikir üretmeli, konuşmalı ve iş yapmalıdır. Elbette bir Atatürkçü de böyle olmalı… O zaman soralım: Atatürkçünün düşünce sistemi nedir? Tabii Atatürk öğretisidir. Atatürkçülüğün ilkeleri, kavramları, ilişkileri ve sonuçlarıdır; sadece bunlar kullanılarak yapılan muhakeme süreçleridir. Öyle ki, bir kavramla, bir önerme veya bir sonuçla karşılaştıklarında Atatürkçüler ondan genellikle aynı şeyi anlamalıdır.

Bu yazımda, işte böyle bir yönteme basit bir örnek vermek istiyorum. Başka bir deyişle yorum ve değerlendirmelerimi, sadece Atatürkçü öğretinin doğruları, kavram ve görüşlerine dayandırmaya çalışacağım. Üzerinde uygulama yapacağım olay, “köy enstitülerinin kapatılması”dır. Sorumuz şudur: Köy enstitülerinin, İsmet İnönü (CHP) hükümetleri zamanında başlayıp Adnan Menderes (DP) hükümetleri zamanında tamamlanan kapatılma süreci (1946-1954); ülkemizde nelerin önünü kesmiş, neleri yok etmiştir? Buna karşılık nelerin önünü açmış, neleri getirmiştir?

Önce şunu belirtmeliyim ki, köy enstitüleri dünyada uygulanan eğitim sistemlerinden sadece biridir. Bu bakımdan, kapatılmaları; yaygın ve çağdaş eğitim uygulamalarından herhangi birine son verilmesi durumuyla aynı sonuçları verecektir. Ancak nüfusun büyük bir bölümünü oluşturan köylü nüfusa yönelik olması, elbette etkilerde belli ölçüde farklılığa yol açabilecektir.

Kapatma olayı Atatürkçülüğün 10 ilkesi esas alınarak yorumlanabilir ve değerlendirilebilir. Niyetim de aslında buydu. Ancak böyle bir girişim çok geniş kapsamlı bir inceleme gerektirdiği için konuyu sınırlandırdım ve sorunu sadece en temel ilkelerden biri olan “Millî Egemenlik ilkesi” açısından ele aldım.

Analizime başlıyorum.

Köy enstitülerinin kapatılması ülkemizde nelerin önünü kesip nelere zarar vermiştir, neleri yok etmiştir?

-Bu uygulama birinci olarak köy gençlerinin pozitif bilimlerle yetiştirilmesini, onlara aynı nitelikte yetenekler kazandırılmasını önlemiştir. Daha da önemlisi, aynı nitelikteki kazanımların, köylerde yaşayan büyük halkı kitlelerine ulaşmasını da engellemiştir. Oysa doğal yeteneklerini serbestçe geliştirebilmesi, bireyin ilk haklarındandır.

-Millî İrade milletin arzu ve emellerinden oluşur. Bunların kaynakları ise, insan ihtiyaçlarıdır. Bu ihtiyaçlar, en basiti olarak beslenmeden başlar, sosyal ihtiyaçlara, insanın kendini gerçekleştirme ihtiyacına kadar uzanır. Bir toplumun üyeleri bu son ihtiyaçları ne kadar hissederse o kadar iyidir. Köy enstitülerinin kapatılması, bu yükselişin önüne set çekmiş, Millî irade bileşiminin gelişmesini durdurmuştur.

-Milleti yönetmede prensip, milletin ortak fikir ve eğilimlerine tabi olmaktır. Köy enstitülerini kapatanlar, halkın başta gelen bir eğiliminin de cehaletten kurtulmak olduğunu görmediler mi? Bu kuruluşları kapatarak, Millî İrade’ye aykırı şekilde hareket etmiş oldukları açıkça görülüyor. Oysa, bir Meclis, bir devlet adamı, bir milletvekili veya yönetici; halkın kalbinde, vicdanında, beyninde var olan gerçek duygu ve düşüncelere nüfuz etmek, onları bilmek zorundadır. Devlet yönetiminde doğru yolda yürümenin biricik esası Millî İrade’dir. Köy enstitülerini kapatan hükümetler, bunu yapmakla doğru yoldan sapmış oldular. Atatürk, bakın, ne diyor: Ey Milletim, egemenliğini geçici de olsa tevdi edeceğin meclislere bile gereğinden fazla güvenme; çünkü meclisler de doğru yoldan sapabilir!

-Her pozitif eğitim halkın bilincini açar, genişletir, yükseltir. Bu mahiyette bir eğitim sistemi olan köy enstitülerinin kapatılması; halkın “makro dünya” düzeyinde, kişisel sorun ve tutumları aşarak, ulusal-kamu düzeyinde düşünmesini, tercihler ve iş yapmasını zorlaştırmıştır.

-En önemlisi, Millî Egemenlik açısından ciddi sorunlar ortaya çıkmıştır. Çünkü, bilgilenme ve bilinçlenmeye son verildiğinden, halkın, bireylerin Millî Egemenliğe sahip çıkması da olanaksız hale getirilmiştir. Oysa esas olan, halkın, bugününü ve geleceğini, bu gücü kullanarak kendisinin yönetmesidir.

-Bireylerin eğitim ve yetenek düzeyi düşük kalınca, maddî ve manevî güçleri de az olur. Bu hal ise doğrudan Millî Egemenliğin pekişmesini önler. Çünkü Millî Egemenlik bireysel güçlerin bir bileşkesidir.

-Egemenliği zayıf olunca, başta kırsalda yaşayanlar olmak üzere halkımız, iradelerinin yerine getirilmesini takip bakımından yetersiz kalmıştır.

-Toplumsal nitelikte birçok yüce değer gibi egemenliğin idraki de eğitimle olur. Öyle ki, eğitimsiz halk, egemenliğini gerektiği şekilde elinde tutamaz. Tutmayınca da, iradesini kullanamaz. İstismar edilir, ihtiyaçları karşılanmaz, sefil olur, felaketlere uğrar, özgürlükten, uygarlıktan, birçok başarıdan yoksun kalır.

Sonuç şudur ki, ilgili hükümetler görevlerini ifada kusur göstermişlerdir. Şu bakımdan ki, kendilerine milletin talihi bırakılmış olan insanlar; milletin kudretini yalnız ve ancak yine milletin gerçek ve elde edilebilir çıkarları yolunda kullanmakla yükümlüdürler.

Yukarda belirttiğim hususlar, kapatmanın sadece “Millî Egemenlik” açısından sonuçlardır. Daha Tam Bağımsızlık, Milliyetçilik, Halkçılık, Devrimcilik,… gibi başka ilkeler de var. Düşünün o zaman, köy enstitülerinin kapatılmasının ne kadar kapsamlı ve çeşitli etkilere yol açtığını!... Bunlara birkaç örnek vererek yazımı bitirmek isterim: Eğer köy enstitüleri ABD’nin talebi üzerine kapatıldıysa, bu; Atatürkçülüğün Tam Bağımsızlık ilkesinin çiğnenmesi demektir. Sonra, alan dinci ve hurafeci eğitime bırakılarak, Laiklik ilkesi tehlikeye atılmıştır. Aydınların köylü nüfusla temasının zayıflatılması Halkçılık ilkesine aykırıdır. Kapatmanın Bilimcilik ilkesi ile ne kadar uyuşmaz olduğunu söylemeye bile gerek yoktur.

Prof. Dr. Cihan DURA, 7 Nisan 2016
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Atatürkçü Öğretiye Göre Düşünmek ve Sonuç Çıkarmak Üzerine Bir Uygulama / Prof. Dr. Cihan DURA

İletigönderen Oğuz Kağan » Cmt Nis 16, 2016 17:14

Atatürkçü Öğretiye Göre Düşünmek ve Sonuç Çıkarmak Üzerine Uygulamalar -2

İdeal düşünme ve eylem; bilinçlilik, düzen ve süreklilik ister. İnsanın kafasında doğru bulduğu, hazır bir fikir sistemi olmalıdır. Bir Atatürkçünün düşünme sistemi Atatürk öğretisidir. Atatürkçülüğün ilkeleri, kavramları, ilişkileri ve sonuçlarıdır; sadece bunlar kullanılarak yapılan muhakeme süreçleridir. Öyle ki, bir kavramla, bir önerme veya bir sonuçla karşılaştıklarında Atatürkçüler ondan genellikle aynı şeyi anlamalıdır. Herhangi bir olayı, sorunu aynı araçları kullanarak yorumlamalıdır.

Bu yazımda, Atatürkçü düşünme yöntemine ikinci bir örnek vermek istiyorum 1 . Başka bir deyişle, bir olay hakkındaki yorum ve değerlendirmelerimi, sadece Atatürkçü öğretinin doğrularını, kavram ve görüşlerini kullanarak yapmaya çalışacağım.

Üzerinde uygulama yapacağım olay şudur: Tarih 4 Nisan 2016… Başkanlık sisteminin savunulduğu bir TV programında, AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu “Aslında şimdiki sistem bizim daha çok işimize yarar. Yasama bizde, yürütme bizde, yargı bizde, her şey bizde” diyor. Yanında oturan Anayasa profesörü Burhan Kuzu ise gülümseyerek dinliyor, hiçbir itirazda bulunmuyor.

Yanıt arayacağım soru şudur: Bir milletvekilinin “Yasama bizde, yürütme bizde, yargı bizde, her şey bizde” demesi, Atatürkçülüğün 10 ilkesi açısından ne anlama gelmektedir ve nasıl yorumlanabilir? Bununla beraber, böyle bir girişim çok geniş ve hacimli bir çalışma gerektirdiği için incelememi en temel ilkelerden biri olan “Millî Egemenlik ilkesi” ile sınırlandırıyorum.

Yorumuma geçiyorum.

-“Üç erk de bizdedir” diyen bir milletvekili, ne yazık ki, Millî İrade’nin ne olduğunu bilmiyordur, onun ne olduğunu hiç anlamamıştır. Bu söz; hükümetinin, Millî İrade yerine kendi iradesini koymuş olduğunu da düşündürür. Millî İrade yerine başka bir irade geçmiş, Millî İrade felç olmuştur. Diğer yandan, halkın da kendi egemenliğine tam sahip olmadığı anlamına gelir. Böyle bir tutum, bir felakettir ve yaygınlığı ölçüsünde millete mahvoluşu, yok oluşu getirir.

-“Üç erk de bizdedir” demek, aynı zamanda Millî Egemenlik hakkındaki cehaletin ve bu kutsal gücü tanımazlığın bir ifadesidir. Çünkü Millî Egemenlik bölünemez, katılım kabul etmez. Sözün sahibi, Millî Egemenliğin bu niteliklerinden habersizdir. Haberdar olsa bile, o takdirde ihlal etmiştir. Kendisinin veya üyesi bulunduğu partinin, Millî Egemenliğe ortak olduğunu itiraf etmiştir. Oysa Millî Egemenlik ortak kabul etmez. Böyle bir uygulama devletimize de büyük zarar verir. Çünkü Millî Egemenlik –Tam Bağımsızlıkla birlikte- Türkiye Cumhuriyeti’nin iki taşıyıcı sütunundan biridir.

-Milletimiz, egemenliğini Türkiye Cumhuriyeti Devleti eliyle kullanır. Devlet teşkilatının üç temel organı Millet Meclisi, Hükümet ve Yargı’dır. Bu üç kuvvet yalnızca millet içindir ve yalnız millete aittir. Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin oyları ile oluşur. Millet, Meclis’e egemenliğini değil, sadece onu kullanma yetkisini’ni devretmiştir. Bu durumda Meclis, milletin sadece temsilcisidir, emanetçisidir. “Üç erk bizde” demek, bu yapıya, demokrasi prensibine karşı durmaktan başka bir şey değildir.

Öte yandan, seçilmiş bir meclisin bile sakıncası vardır: Meclis, emanet aldığı egemenliği millet iradesine aykırı şekilde kullanabilir. Atatürk bu tehlikeyi şöyle haber vermiştir: Ey Milletim, egemenliğini geçici de olsa tevdi edeceğin meclislere bile gereğinden fazla güvenme. Çünkü meclisler de doğru yoldan sapabilir, despotluk yapabilir. Üstelik bu, kişisel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Vekiller ve temsil edilenler arasında temel sorunlar üzerinde anlaşmazlık çıkabilir. Öyle kararları olabilir ki meclislerin, milletin hayatına giderilmesi imkânsız zararlar verebilir. Ensari Bey sarf etmiş olduğu talihsiz sözlerle, bu sakıncanın gerçekliğinin bir kanıtını vermiş oluyor.

-Sonra, nasıl yasama hakkı milletimize aitse, yönetim hakkı da millete aittir. Bu erk de belirli bir süre için meşru hükümete emanet edilmiştir. Dolayısıyla, sadece bir emanetçi olan Ensari Bey “hükümet bizdedir” diyemez.

-Yargı yetkisi ise millet adına, usuller ve yasalar çerçevesinde bağımsız mahkemeler tarafından kullanılır. Eğer “Mahkemeler bağımsız” ise, o zaman Yargı erki nasıl oluyor da bir partinin elinde olabiliyor?

-Birey olarak milletvekiline gelince, Seçilmiş olsa bile, bir milletvekili istediği her şeyi yapmakta serbest değildir. Görevini yaparken, vekilin kendi iradesi silinir, yerini Millet İradesi alır. Yalnızca bunun gereklerini yapar. Çünkü ancak bu koşulla seçilmiştir.

Bir milletvekili ancak milletin verdiği yetki ve görevler çerçevesinde çalışır. Seçilmiş olmakla egemenlik onun eline geçmiş değildir, sadece görevlendirilmiştir; bütün yapacağı, egemenliği Millî İrade sınırları içinde kullanmaktan ibarettir.

Milletvekili ülkenin yüksek çıkarlarını her türlü düşüncenin, kişisel çıkarlarının da üstünde tutmalıdır. Yüksek karakterli olmalıdır; bilgili, dürüst, güvenilir, yurtsever olmalıdır. Adı geçen milletvekili ise, bu ölçütler açısından, hiç de ümit verici bir görümüm arz etmiyor. Eğer bu nitelikte milletvekillerinin sayısı fazla ise, bu son derecede üzücüdür. Öte yandan seçmen de kusurlu hareket etmiştir. Çünkü Meclis’e vekil olarak liyakatli, kendisine sadık kimseleri gönderememiştir.

Peki, ne yapmalıdır? Adı geçen milletvekilinin tutum ve anlayışı yeni değildir, geçmişte de görülmüş, büyük ıstıraplara ve çöküşlere sebep olmuştur. Atatürk’ün ifadesiyle: “Tarihimiz boyunca kaçırılan fırsatların ve ülkenin maruz kaldığı acı sonuçların biricik sebebi; ülke ve millet işlerinin daima sınırlı sayıda bazı şahısların elinde oyuncak olması, millî egemenliğin daima ihmal edilmiş ve atıl bırakılmış olmasıdır. Millî egemenliğe karşı yapılacak en küçük bir saldırı büyük bir dirençle karşılanmalıdır. Halk millî egemenliği kuvvetle benimsemeli ve ülkede biricik egemen ve etkenin, yalnız kendisi olduğunu bilmeli ve ona göre hareket etmelidir.”


 1  İlk örnek için şu yazıma bakınız: “Atatürkçü Öğretiye Göre Düşünmek Ve Sonuç Çıkarmak Üzerine Bir Uygulama”, http://cihandura.com/amac-ve-esaslar/988-koey-ensttuelernn-kapatilmasinin-mlli-egemenlk-lkes-acisindan-anlami.html

Prof. Dr. Cihan DURA, 13 Nisan 2016
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!


Şu dizine dön: Cihan DURA

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 3 konuk

x