Atatürkçü Olmak, O'nun Yöntemini Eyleme Geçirmektir!
"Atatürkçü olmak nedir? Kısacası, Atatürk'ün ulusal kurtuluş hareketini yöntemini eyleme geçirmektir. Atatürk sevgisiyle, Atatürkçü olmayı birbirinden ayırmalı. Atatürk sevgisi sıcak bir duygu halinde kalabilir. Atatürkçü olmak ise bir duygu değil sadece bir eylemdir. Atatürkçü olmak, O'nun sözlerini yenilemek, resimlerini duvara asmak, anıtlarında çelenklerle gözyaşı dökmek, O'nun anılarıyla ah çekmek değildir. Atatürkçü olmak, O'nun yöntemini eyleme geçirmektir.
Atatürkçü olmak, bir savaş vermek, Türkiye'nin tarihsel çatışmasını yenmek demektir. O'nun eyleminin adı nedir? Ulusal kurtuluş hareketidir. Ulusal kurtuluş hareketinin özündeki tarihsel felsefeyi kavramadıkça, bu kurtuluş hareketinin bilincine ermedikçe, EYLEMCİ ve SAVAŞÇI, yani gerçek bir Atatürkçü olamayız. Atatürkçü olmak demek, ulusal kurtuluş savaşçısı olmak demektir. Sönmüş ateşi alevlendirmek, Türkiye'yi yeniden bir kurtuluş savaşıyla ısıtmak, diriltmek, harekete geçirmek demektir." Ceyhun Atıf Kansu
Gerçek Atatürkçü, beynimdeki hiç sönmeyen ışık doktor Ceyhun Amca'mı rahmet, sevgi ve saygıyla anıyorum. Işıklar içinde yatsın.
Atatürk devrimcidir. Düşünsel boyuttaki tüm devrimlerini hayata geçirerek, eylemselleştirmiştir. Aynı zamanda Kemalist Düşünce'nin devrimcilik ilkesi "sürekli devrimcilik" ilkesinin bir yansımasıdır. Sürekli devrimcilik ise eylemi gerektirir.
Kemalizm'de bir ulusal amaç, sömürü düzenine son vermek ve emperyalizme karşı direnç göstermek vardır. Ulusal amacı ve Türk milletinin çağdaşlaşma sürecini başlatmak düşüncede kalmamış , Osmanlı'dan arta kalan tarihsel çatışma yenilerek başarıya ulaşmış, eylemler zincirinin birer halkalarıdır.
"ADD saygındı" Bu cümleye aslında kocaman bir ünlem koymak ve üzerinde uzun, uzun düşünmek gerekmektedir. Sadece ve sadece ülke politikasını değiştiren bir iktidar mı ADD'nin saygınlığını yitirmesine neden olmuştur?
Yoksa?.. Hiç kimse ve hiç kimse ADD'nin saygınlığını kurumsal olarak yitirdiğini düşünmek gibi bir yanılgının içine düşmemelidir. ADD'nin bu devletin kurucusu büyük önderin soyadını taşıdığını unutulmamalıdır. Sadece o soyadı bile kurumun saygınlığını yitirmemesi için geçerlidir.
Tam dört yüz altmış beş enstrümandan oluşan çok büyük bir orkestra düşünün. Başka şeflerle Atatürkçü Düşünce'yi başarılı bir şekilde icra eden bu orkestra, ancak yeni şefin idaresi altında, ulusal senfoniyi bile yorumlayamaz hale gelmiş/getirilmiştir. Bu durumu başka sebeplere bağlamak elbette ki ne mantığa ne de akla sığmayacaktır.
***
Düşünceyi eylemle yayma taraftarı olmayan ve Atatürkçü Düşünce'yi eylemsel (!) yönüyle algılayamayan Sn. Çölaşan röportajında söyledikleri ile ne yazık ki, beyinlerde soru işaretine/işaretlerine neden olmuştur.
"Atatürkçü Düşünce Derneği’nde sizin döneminizle Şener Eruygur’un başkan olduğu önceki dönemi kıyaslayacak olursak, sizle başlayan süreçte derneğin etkisini yitirmesinden ve etkinliklerde kısılmadan söz edebilir miyiz?
Bu sansasyonenel bir soru. Ben bunu kabul etmiyorum.
Bakın, her dönemin kendi koşulları içerisinde değerlendirilmesi gerekir. Burada eylem önceki döneme göre çok daha fazla. Tarzı değişti. O zaman üç tane büyük miting yapıldı ama Türkiye’nin konjonktürü uygundu. O mitinglerin finansmanını ADD tek başına sağlamıyordu. Orada çok büyük finansman kaynakları vardı. O finansman kaynakları artık ADD’de yok. Böyle bir durumda etkin olabilmek için biz yerele dağılıyoruz. Olsaydı eğer, geçtiğimiz günlerde 4+4+4 eğitim sistemine tepki olarak büyük bir miting düzenlerdik. Zaten 4+4+4 eğitim sistemine CHP’nin Tandoğan meydanında yaptığı protestonun alt yapısını biz hazırladık. 30’a yakın sivil toplum örgütüyle beraber Cumhuriyet, Hürriyet ve Sözcü gazetelerine 4+4+4 eğitim sistemine tepki koyan ilan verdik. Biz ADD’de ortak bir taban oluşturup onu geliştiriyoruz. Yerel mitinglerimiz oluyor, ulusal medya bize yer vermediği için yerel televizyon kanallarının programlarına katılıyoruz. Kişisel olarak, yerel medyada 100’ün üzerinde söyleşim oldu. Yerel gazetelerde yer alıyoruz. Bu bir taktiktir. Tepede kalıp panellerle sınırlı sayıda kişiye ulaşmaktansa yerelde yer alıp halka ulaşmak çok daha önemli. Yani derneğin bir önceki döneme göre etkinliği değil stratejisi değişti."
Sn. Çölaşan için üç gazeteye ilan vermek son derece önemli ve yeterlidir. Kendi ifadelerinden bu anlam çıkmaktadır.
Her şeyden önce Kemalizm ve/veya Atatürkçü düşünce, yarı sömürge durumuna düşmüş bir milletin başkaldırma eylemidir. Türk aydınlanmasının temelinin ve Cumhuriyet'in kuruluş ilkelerinin var oluş prensibi Atatürkçü Düşüncedir.
*Sömürgeciliğe karşı TAM BAĞIMSIZLIK...
*Şeriatçılığa ve gericiliğe karşı LAİKLİK
*Monarşiye karşı "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" anlayışı ve CUMHURİYETÇİLİK
*Geri kalmışlığa karşı DEVRİMCİLİK...
*Ümmetçiliğe karşı MİLLİYETÇİLİK
*Sınıfların üstünlüğüne karşı HALKÇILIK...
Bu nedenle ADD'nin staretejisinin değişmesi mümkün değildir. Strateji kuruluş ilkeleridir. Bu röportajı okuduktan sonra, Sn. Eminağaoğlu'nun istifa dilekçesinde, aslında binlerce satırla ifade edilenden daha güçlü ve daha anlamlı o tek cümlenin derinliğinde gizli kalanlar açığa çıkmaktadır. "Kurucu ilkeleri yaşama geçiren etkin irade olmadığından..."
Kurucu ilkeleri yaşama geçiren etkin irade yoktur.
Süslü söylevler, bölge toplantıları (Bu toplantılar seçime hazırlık toplantıları olarak düzenlenmektedir), konferanslar, dar salonlara sığdırılan ve belirli bir zümreye hitap etmekten öteye geçemeyen etkinlikler... Yerel gazetelerde çıkan yazılar...
Atatürk "Hangi sınıf? Hepimiz halktan ibaretiz." demiştir. Eğer siz halkla bütünleşemiyorsanız, halkla bütünleşip Atatürkçü düşünceyi ve Atatürk'ü Türk milletine sahiplendiremiyorsanız, elbette "Biz özünde eylem topluğu değiliz." yanlışını dile getirirsiniz.
Sn.Çölaşan'ın ve yönetiminin, halkla bütünleşme yolunda son derece başarısız olduğu gözlenmektedir. Mustafa Kemal'in "Halkçılık" ilkesi göz ardı edilmiştir. Halkla omuz, omuza yürümezseniz, salonlardan dışarı çıkmaz, kendinizi yerel gazetelerin köşelerine hapsederseniz halkla Atatürk'ü kucaklaştırmanız mümkün değildir. En önemlisi onları sevmeden, Atatürk'ü anlatmanız da imkansızdır.
Bu eksiklik nedeniyle, ADD ve Atatürkçü düşünce elitlerin ve hatta "Ben Atatürkçü'yüm" diyen alaca karanlık aydınlarının hegemonyası altındadır ki bu son derece tehlikeli bir durumdur. Halktan kopuk bir ADD, var olduğunu iddia edemez.
***
"Güncel bir konuya değinmek istiyorum. 4+4+4 eğitim sistemiyle sizce hükümet neyi amaçlıyor?
Burada sorun eğitimin kalitesinin düşürülmesi. Resmi rakamlara göre 8 yıllık eğitimde okullaşma oranı yüzde 67’lerden yüzde 98’e kadar çıkmış. Kız çocuklarının okullaşması yine benzer biçimde yüksek oranda artış göstermiş. Özellikle kırsal kesimde okumayan kız çocuklarının başına gelen intiharlara, küçük yaşta evliliklere hiç dikkat edilmiyor. Oysa kız çocuklarının okutulması ne kadar önemli bir konu. Sen hükümet olarak kalkıyorsun, başarıldığı anlaşılan bir sistemi, ister 28 Şubat ister 30 Şubat getirsin, kaldırıyorsun. Neden sürdürülmüyor? Çünkü bu aydınlanmadan, kız çocuklarının okumasından ve eğitim süresinin artışından mutlu değiller."
Sn. Çölaşan'ın 4+4+4 kesintili eğitim sistemine bakış açısında dar çerçeve şaşırtıcı bir benzerlikle iktidarın söylemleriyle örtüşmektedir. Kamu spotlarını izleyecek olursanız, başta 15 yaşındaki bir lise öğrencisi ile evlenen Cumhurbaşkanı olmak üzere, Başbakan ve Milli Eğitim Bakanı tek bir noktayı özellikle vurgulamakta ve ana amaçlarının da üzerini örtmektedirler.
"Kız çocuklarını okula gönderin."
Sn. Çölaşan için de sorun aynıdır...Kız çocuklarının okutulması... Bu yasayı sadece kız çocuklarını okula gitmekten alıkoyan bir sistem olarak algılamak son derece yanlış ve hatta yanlışın ötesinde de vahimdir. Erdoğan, 4+4+4'ün TBMM'de yasalaştığı gün, AKP'li milletvekillerine, "Bu gece sabaha kadar uyumayın. Allah'a hamd edin." demiştir. Neden? Çünkü eğitim birliğini kökten çökerten bu değişiklik, şikayet ettikleri Cumhuriyet rejimine karşı, oluşturulan bir siyasi projedir.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu bir devrim yasasıdır.Tevhid-i Tedrisat ile çok önemli bir adım atılmış, eğitimde çok seslilik kaldırılmış, tüm eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmıştır.
Amaç ne dinsel eğitimdir ne de kızların okula gönderilmemesi... Amaç, sivil toplum örgütleri ve sözde halkın katılımıyla (!), hazırlıkları yapılan AB-D anayasasının referandum öncesi hazırlıklarıdır. Eğitim birliğinin yok edilmesiyle, ülkenin bölünme sürecine doğru yol alacağı da bilinen bir gerçektir.
Kademeli eğitim sistemi ile eğitim, öğretim ve dil birliği parçalanmak istenmektedir. Bu sürecin asıl hedefi ise dil, kültür, tarih ve yurt birliğini yok ederek ulus devleti yıkmaktır.
Sanırım, Sn. Çölaşan yoğun çalışmaları nedeniyle (!), bu çok büyük ve asıl tehlikeyi gözden kaçırmıştır.
***
"Bir konuşmanızda “Yeni anayasa cumhuriyetin sonu olacak.” diyorsunuz. Yeni anayasaya ilişkin başlıca kaygılarınız nelerdir?
Türkiye’nin 12 Eylül anayasasının değişmesi gereksinimi vardır. Ama bugün için değil. Çünkü bunu kim yapacak diye bakmanız gerekir. 12 Eylül sürecinin nimetlerinden yararlanarak iktidara gelmiş; anayasa değiştirilmeden de rahatlıkla değiştirilebilecek olan hiçbir yasayı değiştirmemiş; AB adıyla, demokrasi adıyla diktatörlük kuracak yeni yasalar çıkarmış; kadrolaşmış, etnik, dini ayrımcılıktan nemalanan bir iktidarın dayatmasıyla anayasa yapılıyor.
Halkın gündeminde anayasa yok. Sokağa çıkın bakın, vatandaşın derdini, açlığını, sefaletini, yoksulluğunu hangi anayasa çözecek. Öyleyse anayasayı halkın istediği filan da yok. Hükümete geldiğinden beri anayasa diyen iktidardan başka anayasa isteyen yok.
Yeni anayasada Atatürk, devrim yasaları, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık sözleri olmayacak. Onların bütün sorunları zaten Atatürk. Bunları artık muhalefet de dillendirmiyor."
82 anayasasında tam 17 kez değişiklik yapılarak, yanlış hatırlamıyorsam tam 174 madde zaten değiştirilmiştir. Gene Sn. Çölaşan'ın asıl sorunu görmezden geldiğini, ifade etmek gereksinimi ne yazık ki ortadadır. Hedef ulus devletin yıkılması, Türklük kavramının yok edilmesidir. Küresel çetelerin baronları Türkleri, haritadan silmek istemektedir.
Sn. Çölaşan, tek bir noktada haklıdır. Halk aş, iş ve ekmek peşindedir. Onların gündeminde Y-Anayasa yoktur. Ancak Y-Anayasacılar onların değerlerini, özellikle dini duygularını öne çıkararak olası referandum sürecine doğru hamleler yapmaktadır. ADD Genel Başkanı bu süreci "ES" geçmektedir.
Herşeyden önce bu anayasa değişikliği bir emperyalist dayatmadır. Üstelik değişiklikle ilgili hazırlıklar bugün başlamış da değildir. Bir önceki dönemde hazırlanan taslak ABD ve AB'nin onayına sunulmuştur.
Amaç, Genişletilmiş Orta Doğu Projesi gereğince, ulus devletin bölünmesidir. Bu bölünme ile de Amerika ve İngiltere'nin Ortadoğu'daki jandarması İsrail'in bölgedeki hakimiyetinin artırılması, eyaletlere bölünmüş Türkiye'nin kolayca sömürülmesi hedef tahtasındaki ana noktadır.
Dikkat edilirse, yeni anayasa çalışmalarında vatandaşlık kavramı konusunda da bir dönemece gelinmiştir. "Türkiyelilik" kavramı sık, sık dile getirilerek, bu dönemecin keskin ve ülkeyi uçuruma sürükleyecek bir viraja dönüştürülmesi planlanmış gözükmektedir.
Ayrıca Anayasa'mızın "Değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez" ilk üç maddesinin hedefte olduğu da bilinen bir gerçektir.
ADD Genel Başkan'ından ilgili röportajda bu konudaki farkındalığını dile getirmesini beklemek, elbette hakkımızdır. Ancak Sn. Çölaşan'ın bu konuda da gerekenleri ifade etmediğinin altını çizmek gerekmektedir.
Anayasa çalışmalarının amacı ne demokratikleşme ne de sivilleşmedir. Hedef ulus devlettir. Sivilleşme ve demokratikleşmeyi kalkan olarak kullanıp, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü hedef alan Y-Anayasa çalışmaları Sn. Çölaşan tarafından böylesine basitçe geçiştirilmemelidir.
Çünkü bir devrim ilkesi olan Milliyetçilik/Ulusçuluk, Atatürk'ün anti-emperyalist duruşunun bir özelliği ve hatta zorunlu bir sonucu olarak, ülkenin, Türk milletinin bağımsızlığının ve bütünlüğünün, milletin kayıtsız, şartsız egemenliğinin tüm kavramların üstünde görmektedir.
***
"Dersim, Cumhuriyet'in doğuda teşkilatını kurması ve kendini kabul ettirmesidir."
Kimse kusura bakmasın ama bu ifade akıllara ziyan bir ifadedir. Bu söylem, ADD Genel Başkanı'na hiç yakışmamıştır. Dersim Mebusu Diyap Ağa'nın da şüphesiz kemikleri sızlamıştır.
"Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki bağrında yetişerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki asli cevheri tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin" (Mustafa Kemal Atatürk)
Bu söylem demokratik kitle örgütleri için de geçerlidir. ADD Kurultay delegelerinin dikkatine önemle sunulur.
Figen ÖZEN, 24 Nisan 2012