‘BATININ DELİ GÖMLEĞİ’NDE TÜRKİYE!
Yeniden Merhaba!
İSRAİL ve ABD’nin Ankara Büyükelçiliklerinin hükümete aktif müdahalesiyle TRT’deki işimden edildiğimi biliyorsunuz…Bu bilgi, bana TRT üst yönetimi tarafından iletilmişti. Bugün, haftalık yazılara başlarken, nedense (!) bunu bir daha hatırlatma ihtiyacı duydum. Sınırlar Arasında programının Filistin Bir Bıçaktır, Kalbinize saplanır bölümünde anlattığım Gazze’ye bu hükümet tarafından yayın yasağı konulmuş son anda bir kısmı yayınlanmıştı. Muhammed ve Duvarlar bölümü de binbir güçlükle yayına girebilmişti. Sonra TRT kapılarına İsrailli yetkililer dayanmıştı! O gün bugün işsiziz. Üzerinden 2 yıl geçti..
Madem ambargoluyuz, sesimizi sitemizden duyuralım, sizlerle daha sık buluşalım istedik.. Yurt içi kavuşmalar bitti, masa başına döndük. Bugün 15 haziran!
*****
Bugün Attila ağabey, 85 yaşında…
Attila ağabey (İLHAN) , 85 yıl önce bugün doğmuştu. Son dakikaya kadar büyük bir disiplinle ve KENDİSİ İÇİN HİÇ BİR SEY İSTEMEDEN çalıştı! Üretti..Büyük bir ışık huzmesi yarattı.. 2004’de TRT de 10 yıl boyunca yaptığı sohbetlere son verildi. 2005’de ölmeden 1 ay önce Cumhuriyetteki köşesinden ayrılmıştı. Kimbilir neden?
Bugün artık kitaplarında yaşıyor.. Kitapları bugün yazılmış gibi geleceğe yol gösteriyor.. 2004 -2005 köşe yazılarını Attila İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı internet sitesinden okuyabilirsiniz. Her biri bugün yazılmış gibi…
Attila abi bu milletin yetiştirdiği, Atatürk’ü en iyi anlamış ve ANLATMIŞ düşünürlerden biridir.
Tek cümleyle Atatürk’ü şöyle özetlerdi: ‘Kemalizm, sürekli devrimciliktir!’
Pek (!) Atatürkçü geçinenler, ağzından Atatürk’ü bir an olsun düşürmeyenler bu görüşü ‘muhataralı’ (tartışılabilir) saymışlardır….
Şöyle diyordu:
- ‘Türk devriminin nihai amacı, hiç de yeni Tanzimatçı aydınların savunduğu gibi, Batıya katılmak, batının içinde kaybolmak değildir! Tam tersine, bu devrim, tarih felsefesini de, medeniyet anlayışını da, Batıya karşı, çağdaş, fakat ULUSAL MERKEZLİ olarak tasarlamış, geliştirmeye çalışmıştır. Bu bir!
Tarih ve medeniyetini çağdaş ama ulusal bir temel üzerine kurmayı tasarlamış Müdafaa-i Hukuk Doktrininin dış politikasını –hele hele—savunmasını, ‘yabancı’ üstelik batılı bir dış politika ve savunma algısı içinde ‘eritmeye kalkışması’ İMKAN HARİCİDİR! Bu da iki!’
(Ufkun Arkasını Görebilmek 1997)
Türkiye uzun bir zamandır, Mustafa Kemal’in ölümünden beri Batının kültür politikasını, ekonomik sultasını, savunma şemsiyesini üzerine DELİ GÖMLEĞİ giyer gibi giymiştir..
‘DELİ GÖMLEĞİ’ Attila ağabey’in duruma koyduğu teşhisdir. Şöyle demişti:
- ‘Türkiyenin kuruluş felsefesi ve ilkelerine ters düşen bir dış politika ve savunma ortaklığı içinde çırpındığı açıkça görülüyor. Aynen deli gömleği giydirilmiş, akıllı bir adamın, çırpınışı gibi!’.
Sistem ve ‘Eksen’!
Bu çırpınış 70 yıldır sürüyor. Türkiye, iki birbirine tamamen zıt politikayı uzlaştırabileceğini sanıyor. Bugün bazı yazar çizer esnafının, ‘Eksenden kaydık mı kaymadık mı’ gibi sığ tartışmalarına 97 de şu vevabı vermişti:
- ‘Türkiye, ulusal çıkarlarını savunmakla, Batıya yani SİSTEM’e ‘entegre’ olmayı uzlaştırabileceğini sandı! Sizce hem Washington’a bakıp ‘hizaya gelmek’, hem de Avrasya’da nüfuz sahibi, ‘BAĞIMSIZ bir güç olmak mümkün mü?’
Attila ağabeyin 85. doğum günü! Ondan ayrılalı 5 yıl oldu. Bugün hayatta olsa, gırtlağına kadar SİSTEM’e batanların ‘eksen’lerini irdelerdi..
‘Batının Deli Gömleği’ içinde çırpınan Türkiye özellikle bugünlerde değil ‘eksenden kaymak’, emperyalizmin Türkiye’yi konuşlandırdığı eksenin tam ortasındadır.
Sistemle pek içli dışlı yazar çizerler son tartışmalara gülüp geçiyor ve son gelişmeleri, şimdiye kadar , ‘tek eksende yapılan siyasetin birkaç eksen üzerinde geliştirildiği’ şeklinde yorumluyorlar..
Türkiye, bugün Küresel çetenin yol haritasında iz sürüyor. Dışişleri bakanı Davutoğlu’nun danışmanlığını yaptığını söyleyen CFR yetkilisi, CIA strateji uzmanı Stephen Larrabee, geçen hafta verdiği röportajda, ‘Erdoğan hükümeti, Ortadoğu’da büyük rol oynamak istiyor ve bunu beceriyor’ demiş. (Aydınlık dergisi 13 haziran 2010)
Larrabee, bu hükümetin ‘Ortadoğu’daki rolünü kabul ettirmeyi’ başardığının da altını çizmiş.
Bu ROL, Arap dünyasında bir Erdoğan rüzgarı estirmeyi gerektiriyordu. Bu rüzgar Arap halklarının saçlarını dalgalandıracaktı. Kimdir bu Arap halkları. Suriyeli, Ürdünlü, Lübnanlılar. Büyük çoğunluğu Filistinlilerden oluşan ve İngiliz yapması sınırlarla birbirinden ayrılmış ülkelerde yaşayanlar.. Onların kalbinin yarısının Filistinde attığı biliniyor. Onlar açlık ve sefalet içinde en küçük bir esintiye hasret, yaratılan rüzgarlarla oyalanırken, Arap kralları, Şeyhleri, Amerikanın yüzyıllık Ortadoğu hayalleri için taşları yerine koymaya başlıyorlar.
Manşeti gördünüz:
- ‘Ortadoğu Birliği kuruldu!
‘ Türkiye- Suriye- Ürdün- Lübnan Türk Arap İşbirliği Forumu için toplandılar. Avrupa Birliğinin 1951 de temelinin atıldığı oluşuma benzer bir oluşuma imza attılar!’
(Hürriyet 11 haziran 2010)
Bu Türkiye’nin EKSEN’e tam olarak oturduğunun kanıtı.
Mehmet Akif şiirleri, ‘Türk Arapsız Yasayamaz!’ teranesi, ‘eksen’in kenar süsleri...
Zamanı geldi. Küresel çete ‘Ortadoğu Federasyonu’nu kuruyor.
Tek Dünya devleti ve Ortadoğu Federasyonu
Onlar bunu 2. Dünya savaşının bitiminde projelendirmişlerdi.Emperyalizm, el uzatmadık yer bırakmayacaktı.. Tek kutup olacak, tek dilli, tek kültürlü, tek bir merkezden yönetilen bir dünya devletini kotarılacaktı.
Cengiz Özakıncı ABD’yi yöneten güçlerin 1946’dan beri ‘tek dünya devleti’ne giden yolda Ortadoğu Federasyonu’nunu dillendirdiklerini belgeliyor. (Türkiyenin Siyasi intiharı- Yeni Osmanlı Tuzağı)
- ‘…Bir Ortadoğu Federasyonu yalnızca SSCB’yi yıkmak için değil, aynı zamanda tek dünya devleti kurulması için de gerekliydi… William Bullitt 1946’da ortaya koyduğu stratejiyi anımsamak gerekiyor. Şöyle diyordu:
‘..… Avrupa federasyonu, Ortadoğu federasyonu, Asya Federasyonu vb gibi bölgesel birlik ve birleşmeler kurma yolu BM anayasasına aykırı değildir: Beklediğimiz tarihi an gelince (Rusya komünizmden uzaklaşınca), bu iğreti adım, yerini dünya Federasyonu girişimine bırakabilir. Ulusal egemenlik sorunları bütün insanlığın yaşamıyla ilgili bu büyük dava içinde erir gider. Dünya hükümetini kurmak ve onu en yeni ve gelişmiş silahlarla bir otorite konumuna getirmek baş davamız olur. Ulusların yazgısı, insanlığın hakları hep bu otoriteye bağlanır.’
Türkiye’de General Cafer Tayyar Eğilmez, bu görüşü, 1951 yılında seslendirmiştir. ‘NATO’nun Türkiye’ye verdiği görevin, Ortadoğu İslam Federasyonu’nu kurmak’ olduğunu şu sözlerle açıklamıştır:
‘NATO’ya alınmamızın asıl amacı Ortadoğu cephesinin kurulmasıdır..Bütün bir Türk ve İslam camiasının federasyon biçiminde birleştirilmesidir..’
Bu görüş, Türkiye NATO’ya girdiği günden beri tartışılan ve İsrail’den Avrupa Birliğine kadar geniş bir yelpazede dillendirilen bir görüştür.
2005 Yılında, aynı plan, Büyük Ortadoğu Projesi olarak adlandırılmış ve başbakan Erdoğan bu oluşumun ‘eşbaşkanı’ olarak atanmıştır.
Küresel güçler , hedefe doğru yürürken çeşitli merhaleler saptamışlardır..
Önce Ortadoğu’daki ülkelerin yöneticileri Washington’a bağlanmışlardır.
Küresel şirketlerin örümcek ağları içinde kanları emilmiştir.
Açlık ve yoksulluk içinde kıvranan halklar, etnik ve dini kaosun içine atılmışlardır.
Ulus devletin modasının geçtiği ve federalizmin çağdaşlığı fikri işlenmiştir.
Ve son aşamada ‘yeniden Osmanlıcılık’devreye sokulmuştur.
Bugün izlediğimiz trajedi, ‘açılım’ edebiyatı, her gün verdiğimiz şehitler, Türk Arap forumları, Gazze’ye gönderilen gemiler, dünyayı sömüren çokuluslu şirketlerin hergün İstanbul Ankara arasında mekik dokuyuşları ve Pennsilvanya’dan verilen mesajlar , Cumhurbaşkanımızın Kayserileri Kalvinist * yapması (!) hep bu EKSEN’de değerlendirilmelidir..
Attila ağabeyi anarken sözün buralara gelmemesi imkansızdı. Attila İlhan, yaşamını, Türkiye’yi Türkiye yapanlar, ve onu tanınmaz hale getirenleri anlatmaya belgelemeye adamıştı. Türkiye’nin onlarca yıldır emperyalizmin rotasına oturtulmaya uğraşıldığını ama her seferinde hedefe ulaşılamadığını anlatırdı. Bunu Cumhuriyetin sağlam atılmış temellerine, ve bunu sonuna kadar sahiplenmiş millete bağlardı. Bu o kadar böyleydi ki Menderes, Demirel, Ecevit, Özal ABD ile hemhal olmuşken, bir anda genetik hafızalarından etkilenip Sistem’e ters adımlar atabilmişler ve sistem tarafından cezalandırılmışlardı. Türkiye’nin zorlu yolunu ve yolcularını ve ardındaki büyük oyunu en açık anlatan yazarlardan biriydi. ‘Bu ülkeyi hep aydınlar batırmış, halk kurtarmıştır!’ derdi.. Bir 15 Haziran’da daha onu anarken özellikle Batının Deli Gömleği ve Hangi Küreselleşme’yi bugünlerde okuyun derim. . İşin ekonomik , siyasi ve kültürel boyutunu mükemmel örneklerle ortaya koymuştur.
Teşekkür ederiz Attila ağabey, Ruhun Şad Olsun! Hakkını ancak senin kadar çok çalışarak ödeyebileceğiz.
*14 Haziran 2010 Hürriyet Gazetesi: Cumhurbaşkanı Gül, 4. Geleneksel Kayserililer Brunch’ında (kelimelerin birbiriyle ilişkisi müthiş!) : ‘ Kayserililer hayırseverlikte birbiriyle yarışıyor. Bu dünyanın ilgisini çekiyor. Kaysrililer Kalvinistler olarak tanınmaya başladı’ dedi.
John Calvin Papalığa muhalefet sonucu kurulan Protestan mezhebinin 2. büyük ismidir ve Fransız bir dinbilimcidir. . Avrupada reformist düşünceler yaymış,. Kapitalist zihniyetin babalarından biri olarak tanımlanmıştır.
Banu AVAR, 15 Haziran 2010
http://www.banuavar.com.tr/?pg=articles&id=42
Elmek: banuavar@superonline.com
GM Not: