Av Olmaya Devam Ediyoruz Bir haber…
Bana şu sözü hatırlattı:
“Türkiye dahil birçok ülkede yatırım için fırsat kolluyoruz. İyi bir avcı silahı dolu bekler. Yukardan ne zaman kuş geçeceği belli olmaz. Biz de öyle yapıyoruz.” Kim söylemiş, ne zaman ve neden söylemiş?
Önce haberi okuyalım.
Sorunun cevabını geniş geniş vereceğim, değerli okur.
*** YABANCININ GÖZÜ ANADOLU'DA Türkiye'de şirket avına çıkan yabancılar rotayı Anadolu'daki KOBİ'lere çevirdi. İtalyan Caprari, Konyalı Polmot'a ortak olurken İspanyol SAICA ise Eskişehir'de üretim yapan OMK Oluklu Mukavva'nın tamamını satın aldı. Türkiye'de holdinglerle işbirliğine giden, şirket alıp, ortaklık yapan yabancının yeni gözdesi Anadolu oldu. Bursa, Eskişehir, Konya gibi ekonominin gelişen kentlerinde arayışa giren Avrupalılar, Anadolu'da şirket avına çıktı. Büyüme potansiyeli taşıyan KOBİ'leri yakın takibe alan yabancılar, peş peşe satın alma ve ortaklık anlaşması imzalıyor.
Özellikle, küresel ekonomik krizden çıkış sinyali veren İtalya, İspanya gibi ülkelere ait şirketler, KOBİ'lerle masaya oturuyor. Atık su, enerji gibi alanlara yönelik pompa üreten İtalyan şirket Caprari S.p.A, Konyalı Polmot Motor Makine'ye ortak oldu. Konyalı şirketten yüzde 50 hisse alan Caprari, Türkiye'deki varlığını da artırmayı hedefliyor. Caprari'nin ortak olduğu Polmot ise Konya'da 16 bin metrekarelik alanda üretim yapıyor.
Avrupa'nın en önemli kağıt, mukavva ve ambalaj üreticilerinden olan İspanyol Industrias Celulosa Aragonesa CIF (SAICA) şirketi de Türkiye'ye KOBİ alarak adım atmaya karar verdi.
70 yıllık geçmişi olan İspanyol şirket, Eskişehir'de üretim yapan OMK Oluklu Mukavva ve Kutu Ambalaj Sanayi'nin tamamını almak için görüşmelere başladı. Eskişehir'deki 50 bin metrekarelik alanda üretim yapan OMK, yıllık 19 bin tonluk üretim kapasitesine sahip.
Son dönemde Anadolu'da İspanyol şirketlerin yatırımları dikkat çekiyor. Çelik sektörüne yönelik adımlar atan İspanyol şirketler arasında yer alan Bamesa, Bursa'nın Orhangazi ilçesinde tesis kurdu. İspanya'nın en önemli çelik konstrüksiyon şirketlerinden Schwartz Houtmont, yurtdışındaki ilk üretim tesisini Bursa'da inşa etti.
Son olarak listeye Madrid merkezli Gonvarri MS eklendi ve Türk metal şirketi ÇEPAŞ'ın yüzde 40'lık hissesini satın aldı.
■Kerim Ülker, Sabah, (4.2.2014)
*** Ne demişti biri: “Türkiye dahil birçok ülkede yatırım için fırsat kolluyoruz. İyi bir avcı silahı dolu bekler. Yukardan ne zaman kuş geçeceği belli olmaz. Biz de öyle yapıyoruz.”
Kim, neden söylemiş? Yanıtı bundan beş yıl önce yazdığım aşağıdaki makalede…
Birlikte okuyalım değerli okur.
SİLAH ELDE BEKLEYENLER Çocukluğumda öğrendiğim bir özdeyişi hiç unutmadım. Cenap Şehabettin’e aitti. Şöyledir: “Altından kendini gözet, zehiri hiçbir zaman teneke kupa içinde sunmazlar.” Aklıma şimdi geliveren başka sözler de var. İlki Germen destanı Edda’dan: Birine kötülük yapacaksan eğer, yüzüne iyilikle bak, onunla dostça konuş. Öyle ki hilenin farkına varmasın, yanılsın. Öbürü bir Yahudi atasözü: Kesik görmek istediğin eli öp. Düşünüyorum da, bu deyişlerin en geçerli olduğu alan ekonomi, örneğin yabancı sermaye alanı... Bakın, yabancı şirketlerin CEO’ları, icra kurulu başkanları, sorumlu üst yöneticileri, ticaret ataşeleri; gözüne Türkiye’nin zengin kaynaklarını, geniş pazarlarını kestirince, nasıl da dilleniyor - avcılığın ilk koşullarından biri avı korumak, sevmekmiş ya- ne tatlı konuşuyor, ne inciler döktürüyorlar. Tabiî bunları duyan bizler de ayılıp bayılıyor, havalara uçuyor, kendimizden geçiyoruz. İşte o sözler, o methiyeler: -Türkiye stratejik ülke... Orta Asya’ya yönelik şemsiye...-Türkiye güçlü büyüme hızını koruyor. Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip.-Türk ekonomisinin geleceği hiç bu kadar parlak olmadı. -Türkiye’nin geleceğinden çok umutluyuz. Türkiye Doğu Avrupa’da çok büyük bir Pazar... Yalnız Doğu ile Batı arasında köprü olmasından dolayı değil, Avrupa Birliği ile adaylık sürecinden dolayı da Türkiye’ye büyük önem veriyoruz. -Türkiye’nin geleceğine çok güveniyoruz, Türkiye’ye inanıyoruz. -Türkiye bize enerji ve iyimserlik aşılıyor. Türkiye, bölgenin en önemli pazarlarından biri haline gelecek. -Uluslararası oyuncuların Türk bankalarına artan ilgisi, sektörün doğru yolda olduğunun bir göstergesi... Türkiye’ye inancımız her zaman sonsuz. -İstikrarlı büyüyen bir Türkiye’de banka sahibi olmak büyük yarar sağlayacak. -"Türkiye üç kıtanın kesişme noktasında. Bu da daha geniş bir stratejide merkez olması anlamına geliyor. 10 yıldır bu bölgede sabırla araştırma yapıyorduk. Türkiye'de birçok cephede bir Rönesans yaşandığını görüyoruz ve 10 yıl içinde gelişmekte olan ekonomilerin önde gelenlerinden biri olacağını düşünüyoruz. -Türkiye'nin bu bölgede ana enerji koridoru olacağını öngörüyoruz. Türkiye'de yatırım yapmanın cazibesini inkâr edemeyiz. Türkiye, temiz ve güvenilir enerji için hedef noktamız.-Çok güzel büyüme öyküsü yazdınız. Herkes Türkiye'ye gelmek istiyor. Türkiye çok hızlı bir şekilde gelişiyor ve büyüyor. Çok büyük bir gelişme fırsatı var Türkiye'de. -Akdeniz'deki en büyük güvencemiz Türkiye. Türkiye sayesinde Akdeniz havzasında gücümüzü pekiştirme fırsatını yakaladık. Türkiye'de bankacılık sektörü pek çok ülkede olduğundan daha kârlı… -Türkiye'de ciddî avantajlar var. Bazı Doğu Avrupa ülkeleri ile birlikte Türkiye geleceğin Almanya'sı ve İtalya'sı olacak, olmaya da başladı. Türkiye bir başarı öyküsü. Şimdi, çok daha önemli bir tespit için burada duralım;. Bakınız, yukarda verdiğim son sözün sahibi, Electrolux’un Türkiye Genel Müdürü Nevio Pollesel daha neler söylemiş: -Türkiye dahil birçok ülkede yatırım için fırsat kolluyoruz. İyi bir avcı silahı dolu bekler. Yukardan ne zaman kuş geçeceği belli olmaz. Biz de öyle yapıyoruz. Görüyor musunuz, farkına varmadan nasıl da ağzından kaçırmış, kendisinin ve kendisi gibi olanların gerçek niyetini... Başka bir deyişle Türkiye’ye uzattığı altın kupada zehir sunduğunu... keseceği eli öptüğünü... o tatlı sözleri kalbindeki kötülüğü gizlemek için söylediğini... açıkçası kendilerinin avcı, bizimse av olduğumuzu!... Doğru mudur bu söylediği? Ne yazık ki öyle, ne yazık ki Nevio Pollesel doğruyu söylüyor. Açıkladığı gerçeği sade bir vatandaş bile biliyor. Türkiye özellikle AKP kadrolarının, milletvekillerinin çıkardığı yasalarla bir avlak alanına döndü. Kanıt mı istiyorsunuz? O kadar çok ki!... Bugün Türkiye’deki yabancı sermaye iştirakli şirket sayısının 15 000’i geçtiği ifade ediliyor. Ancak ben daha somut kanıtlar vermek istiyorum. Aşağıdaki gözlemlerim son birkaç ay içinde gerçekleşen, tesadüfî şekilde belirlediğim “silahı dolu avcılar” ve “avlanma” örnekleri.I) OECD'nin bir raporuna göre Türkiye 2006 yılında 20 milyar dolar yabancı sermaye girişi ile rekor kırmış. Son 10 yılda ise 42 milyar dolar yatırım gelmiş Türkiye’ye. Demek ki sadece son on yılda yabancılar Türkiye ekonomisinde 42 milyar dolarlık bir servet oluşturmuş oluyor. Öyle bir tüketim potansiyeli oluşturuluyor ki ülkemizde, yabancıları coşturuyor, kendinden geçiriyor. İstedikleri tam bu olduğu için Almanı, Avusturyalısı, Hollandalısı,... Anadolu’ya âdeta akın ediyor. 17 ilde toplam 2.1 milyon metrekarelik projeler, alışveriş merkezleri kuruyorlar, toplam değeri 1.2 milyar doların üzerinde. 149 alışveriş merkezinde yabancıların toplam payı yüzde 25. Önümüzdeki yıllarda devreye girecek olan merkezlerle birlikte yabancıların payı yüzde 50’yi bulacak. Bankacılığın yüzde 48’i, sigortacılığın yüzde 70’den fazlası yabancıların elinde, otomotiv sanayii de öyle. Sabah grubunun satışıyla medya sektöründe yabancılaşma yüzde 50 barajını aşmış olacak. İMKB’ye tam anlamıyla yabancılar hâkim. Kısacası Türkiye’ye ortak oluyor yabancılar. AKP iktidarı ile birlikte av sezonu açıldı, safariler başladı ya, envai çeşit millet, İspanyollar, İtalyanlar, hattâ Pakistanlılar bile Türkiye’de. İspanyol firmaları da var; bunlar yol, havaalanı, liman gibi altyapı projelerinde iddialı. Sadece bu alanlarda değil, işletme ve yönetimde de ortaklığa talipler. Aynı zamanda çevre, elektrik, otomasyon, lojistik sektör ve turizmle ilgili projeleri var. İtalyan firmaları İGDAŞ başta olmak üzere elektrik dağıtım özelleştirmeleri, altyapı projeleri, bankacılık sektörüne ilgi duymakta. İtalyanların Türkiye’deki yatırımları 4.5 milyar doları aşmış bulunuyor. İtalyan Ticaret Ataşesi Roberto Lango, Türkiye’deki otoyol özelleştirmeleriyle ilgili olarak izlenecek yol haritalarını hazırlamak üzere İtalyan Medio Credito ve Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’nın işbirliği anlaşması imzaladığını açıklamış; bu konuda Ulaştırma Bakanlığı’na danışmanlık yapacaklarını söylemiş. Bakıyorum da ne kadar da çokmuş silah elde bekleyenler: Türkiye safarisine çıkanlar arasında Pakistanlı bile var! Bu ülkenin en büyük özel sektör bankası MCB Bank, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilen Adabank ve Türk Ticaret Bankası’na gözünü kestirmiş. TMSF’nin yakında satışa çıkaracağı Sabah-atv ihalesi ise sürek avına döndü, daha şimdiden beş yabancı şirket şartname almış bulunuyor: Yunan Antenna, Alman ProSiebenSat.1, RTL Grubu, ABD merkezli medya devi News Corp ve Çek Central Europe Media Enterprise. Sürek avına özel sermayeli yatırım fonları Carlyle Group ve KKR de katılabilirmiş. Talipler arasında iki de millî avcı var: Fiba Grubu ile İpek-Koza Grubu. Sabah ve atv reklam pastasından yüzde 20 pay alıyor. İngiliz de silahını TEKEL bıldırcınına doğrultmuş, bekliyor. İngiliz ekonomi gazetesi Financial Times’de haber başlığı: “Birleşik Kraliyet gruplarının gözü Türk sigara şirketinde”... British American Tobacco (BAT) ve Imperial Tobacco şirketleri Tekel Sigara için teklif verecek. BAT: “Tekel’i her zaman gözledik. Şimdi de yaptığımız bu.” Imperial Tobacco: “Tekel, bizim göz koyduğumuz bir şirket. Tekel ihalesi ile de yakından ilgileniyoruz”.Dev enerji şirketlerinden Amerika merkezli, 5 kıtada, 28 ülkede çalışan AES, 600 milyon dolarlık yatırımla, tam teçhizatlı olarak Türkiye pazarına -daha doğrusu avlağına- giriş yaptı. AES Türkiye'yi bölgedeki çalışmalar için merkez -siz bunu “ateş hattı” anlayın- olarak seçti. AES dağıtım özelleştirmelerine de katılacak. Portekizli otoyol işletmecisi Brisa Autoestradas de Portugal SA da usta bir avcı olduğunu kanıtlamış durumda. Şu sebeple ki Türkiye’deki cazip yatırım fırsatlarını yakından kolluyormuş. Brisa'nın uluslararası operasyonlardan sorumlu üst yöneticisi Luis Delgado ve ekibi silahını, Türkiye'de özelleştirme kapsamına alınan köprü ve otoyollara, yeni ücretli otoyollar kurulması olasılığına doğrultmuş, tetikte bekliyor. Ancak Brisa’nın işi biraz zor gibi. Otoyollarımızı hedef seçmiş bir avcı daha var: İtalyan Atlantia CEO’su Giovanni Castellucci!... Otoyol ve köprü özelleştirmesinde danışmanlık hizmetini Türkiye Sınaî Kalkınma Bankası A.Ş. veriyor. Bakalım, Türkiye’deki “retriever”ler sayesinde hangi “iyi”avcı muradına erecek. Bakın, bakın, Ruslar ve Kazaklar da yatmış sipere : Rus Alfa Grubu'nun Telekom yatırım fonu ve Turkcell'in ortaklarından Altimo'nun CEO'su -siz “baş avcısı” anlayın- Alexey Reznikovich, Türkiye’de cazip bulduğu “av türleri” olarak emlak, altyapı, perakende ve bankacılık sektörlerini saymış. Kazaklar da Halkbank’ı indirmek için tetikte. Kazak dostlarımız Türkiye’yi iyi bir avlak alanı olarak görüyor, özelleştirmeler ve şirket satın almaları ile yakından ilgileniyorlar. Ancak Halkbank pek “çantada keklik” olmayacak gibi. Çünkü Halkbank’da Kuveytli avcıların da gözü var. Banka 2008’de özelleştirilecek.Deniz taşımacılığı şirketi UN Ro-Ro’nun yüzde 97.6’sını satın alan Amerikan Kohlberg Kravis Roberts & Co.’nun ortağı John Pfeffer, anlaşılan ava doymamış, elektrik dağıtım ihaleleri dahil diğer özelleştirmelerle ve yeni şirket satın almaları ile de ilgileniyormuş.Öte yandan hedefi tam onikiden vuranlar da var; örnek: Arcelormittal ve Vaillant. Dünyanın en büyük çelik üreticisi ArcelorMittal grubu Türkiye'deki çelik sektöründe faaliyette bulunan Rozak A.Ş’nin yüzde 51 oranındaki hissesini almayı planlıyordu. “Geçen kuş”u kaçırmadı, 12 Ekim itibariyle Rozak’ın yüzde 51 hissesini satın almayı başardı. TÜRK Demirdöküm Fabrikaları AŞ’nin yüzde 72.56’sının Fransız Vaillant’a devri ise 5 Ekim 2007 tarihinde tamamlandı.II) Peki Türkiye’nin “kuş”ları böyle patır patır düşerken, ekonomimizi yönetenler ne yapıyordu acaba? · Türkiye'nin dev şirketleri zalim avcıların ayağına kadar gidiyor, 10 yabancı yatırımcıyla buluşuyordu. Ekim 2007 başında İstanbul Sheraton Otel'de Sardis Menkul Değerler tarafından düzenlenen organizasyonda, aralarında Koç Holding, Sabancı Holding, Doğan Holding ile Petkim, Tüpraş, Kordsa, Turkcell, Çelebi, Alkim, Net Holding ve Aygaz’ın da bulunduğu 14 Türk şirketi, yabancı yatırımcılarla bir araya geliyordu. Bire bir toplantılarda - yönettikleri fonların değeri 200 milyar doları bulan -yabancı yatırımcılara şirketlerini anlatıyor; istedikleri şirketin hisselerine borsada yatırım yapabileceklerini kulaklarına fısıldıyorlardı. · Maliye Bakanımız, kendinden geçmiş, “gelsin paralar” diyerek sanki zil takıp oynuyordu: “Herkes yatırım için Türkiye’ye geliyor. Avrupa’da bir araya geldiğimiz yabancı yatırımcılar Türkiye’yi övüyor, ülkemize keyifle bakıyorlar. Dünyada önemli sayıda yatırımcı ve bunların sahip olduğu büyük miktarda paralar var. Eskiden Türkiye’ye gelmeyen yabancı sermaye bugün 20 milyar dolarları aştı.” · Çiçeği burnunda Sanayi Bakanımız da avlanacak yeni kuşlar salıyordu avlağa. Bakanlık koltuğuna kurulur kurulmaz bakın ne işlere soyunmuş, kendisi anlatıyor: “Sanayi Bakanlığı’nın tüm fabrikaları satılacak. Bir tane bile kalmayacak. 30 yıl çalıştım, 2 fabrika sahibi olabildim. Sonra baktım 1 günde 38 fabrikam olmuş. 23’ü şeker fabrikası... Hepsini Özelleştirme İdaresi’ne devrettim. Sanayi Bakanlığı’nın sanayici olması beni çok rahatsız ediyordu. Göreve gelir gelmez bunun alt yapısını hazırladım. Hemen devir işlemlerini başlattım.” · Ve “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti devletinin Başbakanı... O ne yapıyordu peki? O da emperyalizmin paraya doymaz aç kurtları için yeni av partileri düzenliyordu: New York’ta ABD’nin dev şirketleri ve Türk şirket yöneticileriyle bir araya geldi, Türkiye’ye yatırım yapma çağrısında bulundu. Toplantıda ortak portföyleri toplam 1 trilyon doları geçtiği belirtilen Amerikan Bear Sterns, Goldmen Sachs, Soros Management, Swiss RE, News Corporation, Aetna and Apollo, Alternetiv Assets ile Akfen Holding TAV, Tekofaks, Atasay Grup ve Doğuş Grup gibi Amerikan ve Türk şirketlerinin temsilcileri hazır bulundu. R. T. Erdoğan bundan önce de Coca Cola İcra Kurulu Başkanı Muhtar Kent’in davetinde Amerikalı işadamlarıyla bir araya gelerek Türkiye’ye yatırım çağrısında bulunmuş ve “Bize güvenin, Türkiye’ye yatırım yapmak -siz “safari düzenlemek” olarak anlayın- isteyenler bir zorlukla karşılaşmayacak” sözü vermişti. Bu yemeğe de dünya basın devi Rupert Murdoch, Goldman Sachs şirketi temsilcisi Gizman Abbas, Allen şirketi temsilcisi Herbert Allen, Fox Business Network temsilcisi Courtney Dolan, Citibank Temsilcisi Alan Macdonald, Coca Cola İcra Kurulu Başkanı Muhtar Kent ile Türkiye’den işadamları Tuncay Özilhan ve Ferit Şahenk de katılmıştı. Başbakan Erdoğan 'ın masasına oturan Murdoch ne demiş biliyor musunuz: "Sayın Başbakan, gerçekten de çok yakışıklıymışsınız." Bense içim yanarak, Devlet Başkanı Suharto’yu ve onun, vaktiyle ulus ötesi şirketlere avlak olarak açtığı Endonezya’yı hatırladım. Ulus-ötesi şirketlerin dünya kaynaklarını paylaşma yarışında Endonezya çarpıcı bir örnektir. Bu ülke 1960’ların sonunda ulus-ötesi şirketlerin talanına sahne oldu. Önce ülkenin başındaki kişi, Suharto ayarlandı. Endonezya’nın doğal kaynakları masaya yatırıldı. Emperyalizmin dev şirketleri bu kaynaklar üzerine leş kargaları gibi üşüştüler: Rockfeller ve Rothschild’lerin petrol şirketleri, İngiliz Kraliyet ailesi kartelinin şirketleri, General Motors, British American Tobacco, US Steel, Freeport McMoran, Alcao, Inco, BHP Billiton, Rio Tinto... Sözde Endonezya kalkındırılacaktı. Nerede... böyle parlak laflar, başta sözde aydınlar, ülkenin halkını uyutmaya yönelik. Suharto’nun ilk işlerinden biri, -Türkiye’de A.K.P.’nin çıkardığı yasaya benzer- bir maden yasası çıkarmak olmuştur. Peki, sonra neler oldu Endonezya’da? İşte sayıyorum: Freeport şirketi Batı Papua’nın bakır madenlerine el koydu. Alcoa, Endonezya’nın boksit rezervlerinin tamamını ele geçirdi. İnco şirketi, nikel madenlerine; BHP Billiton, Rio Tinto, BP Amoco kömür kaynaklarına el koydu. Bütün doğal kaynaklar ulus-ötesi maden şirketlerinin kontrolüne ve mülkiyetine geçti. Peki Endonezya kalkındı mı? Ne gezer : Ne ekonomik gelişme var, ne istihdam artışı... Suharto’nun yaptığını şimdi de Türkiye’de yüzde 47 destekli Recep Tayip Erdoğan ve onun adamları yaptı ve yapıyor.III) İşte 2002 sonrasında Türkiye’nin bugün geldiği nokta bu... Bunlar birer gerçek..., acı gerçekler... Yazılıyor, çiziliyor. Ama hiçbir etkisi yok. Hükümet yine bildiğini okuyor. Birkaç bağrı yanık vatansever dışında kimsenin umurunda değil, kimse üzerinde durmuyor, kimse ders almıyor. En iyi niyetliler, “ben görevimi yapıyorum ya, gayrisi beni ilgilendirmez” diyor. Oysa toplum hayatında her şey birbirine bağlıdır, dışarda olup bitenler dönüp dolaşıp elbet kendisini de etkileyecektir. Ülkelerin işgali artık topla tüfekle olmuyor; antlaşmalarla, raporlarla, projelerle, bunların arkasına gizlenen ekonomik silahlarla oluyor. Atatürk Osmanlı ordusu hakkında ne demişti: Tanzimat döneminden sonra yabancı sermaye ülkemizde müstesna bir yere sahip oldu ve denilebilir ki, devlet ve hükümet yabancı sermayenin jandarmalığından başka bir şey yapmadı. Bugün de aynı koşullara doğru hızla yol alıyoruz. Sınırlar açıldı, kale kapıları açıldı: “Haricî bedhahlar” rahatça giriyor ülkemize, sipere yatıp silahları dolu bekliyorlar, uygun kuşu görünce de basıyorlar tetiğe.... Bu olup biten, gerçek bir savaştır ve her Türk vatandaşını ilgilendirir, sivilini de ilgilendirir, askerini de!... Evet tekrar ediyorum: Türkiye resmen yeniden işgal ediliyor. Cumhuriyetimiz size emanet edilmiş değil miydi? Orada sus pus oturanlar, evet siz! Siz artık düşünemiyor musunuz, basiretiniz mi bağlandı?Siz bu yüzde 47 destekli AKP yönetiminin demokrasi mi olduğunu sanıyorsunuz? Bakın, siz orada böyle gevşemiş, siesta yaparken, demokrasi masalları ile uyutulurken, Atatürk’ün 80 yıl önce kovduğu işgalciler, ellerinde dolu silahlar, geri dönmüş bulunuyorlar ve her türlü marifetlerini icradan hiç geri durmuyorlar. Oyun bitmiyor, her gün yeni perdelerle devam ediyor.A) CEO’lar, icra kurulu başkanları, sorumlu üst yöneticiler, ticaret ataşeleri,... biri gidip öbürü geliyor. İşlerini çok iyi biliyorlar, methiyelerin, yağlamaların, pohpohlamaların ardı arkası kesilmiyor: -Türkiye’deki iş ortamından heyecan duyuyoruz, pazar çok cazip. - Türkiye çok güçlü bir piyasa, büyüyen ve umut vadeden bir pazar. Türkiye’de genişlemek için yollar arıyoruz.- 15 yıl öncesine oranla çok daha açıksınız. Ekonomi de iyiye gidiyor. Hem üretim, hem de satış için büyük potansiyel taşıyan iyi bir pazarsınız. En parlak 10 pazarımız içindesiniz. - Türkiye’nin geleceği geçmişinden daha da parlak olacak. Yabancı yatırımcıya yaratılan ortamdaki iyileştirmeler bizi çok etkiliyor. AKP hükümetine teşekkür ediyoruz. -Türkiye önümüzdeki yıl, yükselen Avrupa piyasalarının lokomotifi, yabancı sermayenin 'yıldız ülkesi' olacak.-Bundan böyle yatırım planlarında önceliğimiz Türkiye'de... İhracat köprümüz Türkiye olacak. Dikkat ettiniz mi, sık sık “pazarsınız, iyi pazarsınız” diyorlar. Onlar ihracat yapacak, biz bakacağız! Böyle açık da konuşabiliyorlar. Ve ben Atatürk’ün o altın değerindeki sözlerinden birini daha hatırlıyorum: Biz yalnız tüketimde değil üretimde de dünyanın bir parçası olmak istiyoruz. Çoktan unutuldu Turgut Özal’dan bu yana, kalkınmanın bu altın anahtarı.B) Av devam ediyor: Silahını kapan Türkiye’de... Önce gelenler, hedeflerini birer birer vuruyor.1) işte silahını kapıp Türkiye’ye gelenlerle ilgili son gözlemler: · Moody's'e göre ticari emlakta Türkiye tam bir hedef haline geldi. ·Türkiye’ye 1 milyar Euro gayrimenkul yatırım yapmayı planlayan Hollandalı Redevco’nun CEO’su Jaap Gillis konuşuyor: Projelerimiz ticari gayrimenkullerle sınırlı değil. Konut projelerine de sıcak bakıyoruz. Türkiye pazarına girmek için buradayız. Jaap Gillis’in çok tecrübeli bir avcı olduğu anlaşılıyor şu bakımdan ki Redevco 140 yıl önce kurulmuş ve 800’den fazla emlak sahibi imiş. ·Dünyanın önde gelen varlık yönetimi şirketlerinden, dünya genelinde yaklaşık 669 milyar dolarlık fon yöneten Franklin Templeton'un Yönetici Direktörü Mark Mobius, “çantada keklik”çilerden, şöyle diyor: Türkiye'deki 3.5 milyar dolarlık yatırımımızdan iyi para kazanacağız.. Mobius’un ilgilendiği “kuş”lar, Halk Bankası ile Vakıfbank. ·173 ülkede 1.5 milyar izleyiciye ulaşan Discovery Communications’un CEO’su David Zaslav: "Türkiye’de genişlemek için yollar arıyoruz. İstediklerimizi elde etmek için satın alma ve birleşme yollarını deneyeceğiz”. ·Sigara tüketiminde 1990'larda 75 milyar paket olan Türkiye pazarı şimdilerde 120 milyar pakete çıkmış durumda. Pazarın parasal büyüklüğü 10 milyar dolar. Eskiden bu pazarın yüzde 100’ü Tekel'in iken, şimdilerde Tekel'in pazar payı yüzde 30’lara düşmüş bulunuyor. Amerikan Philip Morris'in payı yüzde 42 dolayında. Aslında yabancıların ilgi duyduğu Tekel'in üretim tesisleri değil. Tersine ihaleyi kazanan mevcut tesisleri kapatacak. İşçileri çıkaracak. Önemli olan pazarın yüzde 30’unu satın almak. JTI pazarın yüzde 30’unu satın alırsa, mevcut yüzde 10 pazar payı da eklendiğinde Philip Morris ile eşit pazar payına ulaşacak. İki büyük oyuncudan biri haline gelecek (Elif Dağlı). ·İngiliz-Türk ortaklığı ile kurulan gayrimenkul yatırım grubu Milestone Capital Partners, Türkiye’de 500 milyon dolarlık yatırım hedefliyor. Milestone, Türkiye’de konut sektörü başta olmak üzeri arazi geliştirme projelerinden kentsel dönüşüm yatırımlarına kadar birçok alanda yatırımcılara ihtiyaç duydukları hizmetleri, gerek kendi bünyesindeki gerekse dışardan oluşturduğu kaynaklar yardımı ile sağlayacakmış. Milestone, faaliyetlerine Beylikdüzü’nde büyük bir arazi yatırımı ile başladı. Daha sonra Koray İnşaat’ın bir projesine iştirak eden şirket Türkiye’de gayrimenkul alanında yüksek standartta projeler yapmak için açık fon tipi yatırımlara imza atacak. ·İngiliz gayrimenkul geliştirme devi Urban Exposure, Türkiye’ye yatırıma geldi. 2) Sıra hedefini vuranlarda, “uygun kuşlar”ı indirenlerde: ·Hollandalı Wavin B.V. firması Sabancı Holding’in, Türkiye'nin önde gelen plastik boru üreticisi Pilsa'daki yüzde 51.22 hissesini 82 milyon dolara satın aldı. · Suudi Arabistan'ın en büyük gıda kuruluşları arasında yer alan Savola Group iştiraklerinden Afia, Türkiye'nin köklü yağ firmalarından Yudum Gıda'nın tamamını satın aldı. Yudum Gıda Sanayi ve Ticaret gıda piyasasında Yudum, Sırma, Brillo ve Cielo markalarıyla faaliyet gösteriyordu. En çok bilinen yağ markaları arasında yer alan Yudum, 1878'lerde zeytinyağı ve sabun üretimi ile faaliyete başlayan Komili ailesi tarafından kurulmuştu. · Yabancı kurşununu yiyip patır patır düşen diğer kuşlar o kadar çok ki, sadece bazılarını saymakla yetiniyorum: -Kuveyt National Bank, Turkish Bank'ın yüzde 40'ını 160 milyon dolara aldı. -Antalya Beldibi’ndeki 7 yıldızlı Sungate Otel’i, 340 milyon dolar bedelle Rusya’nın en büyük inşaat ve emlak şirketlerinden Mirax Grubu satın aldı. ,Büyükhanlılar’ın Opus’unu Citigroup satın aldı. -Planet Fransız Ingenico’nun oldu. -Türkiye Genel Sigorta’nın yüzde 80’i 452 milyon dolara İspanyol Mapfre’ye satıldı. -Lehman Brothers, MNG Yatırım'ı aldı. -Zapmedya’ya İngiliz ortak. -Asırlık Şenocak Brezilyalılara satılıyor. -Garanti Sigorta'nın yeni adı Eureko oldu. -Boyner Mağazacılık'ın %30'u Citigroup’un. -Petkim'i kaybetti, şimdi gözü elektrikte. -Petkim Azerilerin. -Rus Alfa Grubu'na ait Velios şirketi, 41 yıldır faaliyet gösteren AFM sinemalarının yüzde 52’sini 29 milyon dolara satın aldı. -2015’te tüm bankalarımız yabancıların olacak!C) Peki bu arada Türkiye’yi yönetenler ne yapıyor? Ne yapacaklar ki, meydan boş ya, yine bildiklerini okumaya, avlanmaları, safarileri savunmaya ve genişletmeye devam ediyorlar. -Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İtalyan Sanayicileri Genel Birliği'nde düzenlenen 'Türkiye-İtalya İş Forumu'nda bu sefer de İtalyan işadamlarını Türkiye'ye daha fazla yatırım yapmaya -siz, “silah elde avlanmaya” anlayın- davet ediyor ve kendilerine her türlü kolaylığın sağlandığını, Türkiye safarilerinde İtalyan avcıları görmek istediğini, yaptıkları ‘reformlar’la Türkiye’yi tam bir avlak alanına çevirdiklerini bakın nasıl veciz bir şekilde ifade ediyor : "Türkiye'nin sunduğu fırsatlardan yararlanmak isteyen siz işadamlarına her türlü kolaylığın, desteğin gösterileceği sözünü burada huzurlarınızda ifade ederim. Türkiye'ye gelen uluslararası sermaye içinde İtalyan işadamlarının paylarının daha da artmasını bir başbakan olarak temenni ediyorum, bekliyorum. Biz yatırım ortamını iyileştirmek konusunda özellikle son beş yılda devrim niteliğinde reformlar gerçekleştirdik. Sizler ülkelerimiz arasıdaki dostluk köprüsünün mimarlarısınız. Önümüzdeki süreçte de bu katkılarınızın devam edeceğine inanıyorum. Çünkü sizler bizi yakından tanıdınız. Bizim aramızda bir laf vardır, 'insanın ciğerini okumak' derler. Sizler, Türkiye'nin ciğerini okudunuz, onun damarlarına girdiniz. Bunu en iyi şekilde bilen insanlar konumundasınız. İnanıyorum ki, Türkiye'ye bu süreçte gerekli desteği vereceksiniz." -Maliye Bakanı K. Unakıtan, incilerine bir inci daha ekliyor, “para, para, para” diyor: “Yabancı sermaye geliyor ama hazırı alıyor” diyorlar. Bırakın gelsin, bu kadar para giriyor ya memlekete. Bu para uçmayacak herhalde, başka yollardan yine yatırımlara dönecek”. (Bu inciyi yanıtsız bırakmak olmaz: İyi de Unakıtan, o para kadar -hattâ daha fazlası- millî servetimizden eksiliyor, yabancıların servetine ekleniyor; sonuç: sıfıra sıfır, elde var sıfır! Sen ne biçim hesap kitap adamısın? Ne katma değer, ne istihdam artışı var. Kazanan, yabancı oluyor; çünkü fazladan pazarımızı da ele geçiriyor. Türkiye’nin yönetiminde söz sahibi oluyor.) - Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Özak, Unakıtan’ı da geçiyor, bakın hele şu incilere: Türkiye özelleştirme ve yabancı sermayede rekorlar kırıyor. Burada temel politikamız kazan-kazan ilişkisidir. “Yabancı şirket" gibi bir yaklaşım artık söz konusu olmamalı. "Yabancı şirket” demeyelim artık, bizim şirketlerimiz bunlar. (“Bizim şirketlerimiz”miş; maşallah, Bakan Bey iktisat teorisine önemli bir katkıda bulunmuş oluyor bu tanımlamasıyla.) -Doğuş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk ise Alman Krone CEO’su, lutfedip kendisiyle yemek yiyince çok duygulanmış, neredeyse hüngür hüngür ağlayacak: “Bugüne kadar hep biz gittik. Türkiye’yi anlattık, ‘Gelin burada yatırım yapın’ diye savaştık, adamları ikna etmeye çalıştık. Bu sefer teklif onlardan geldi. 4-5 nesildir Alman sanayicisi olan bu ünlü grubun yöneticileri bizimle yemek yemek istedi. Kabul ettik geldiler. Yemekler yenirken konuya girdiler. Türkiye’de yatırım yapma isteklerini bize aktardılar. İşte bu Türk ekonomisinin dönüşüm sürecinin bence en güzel örneklerinden biridir. Ben şahsen bu gelişme karşısında çok duygulandım. Gelecek 4-5 senede ülkenin iyi yerlere gideceğini, iyi şeyler olacağını görüyorum. Bu hükümetin Türkiye’nin geleceğine imza atacağına inanıyorum. Türkiye artık dünyada konuşulan bir ülke. Bu bir avantaj. Son 4 yıldır yapılanlar, alınan kararlar Türkiye’yi artık konuşulan ülke haline getirdi. Türkiye’de artık sıfırdan yatırımlar başlayacak. Dünya örneklerine bakıldığında bu gelişimi görüyorsunuz. Bizim gibi yapısal dönüşüm yaşayan ülkelerde yabancı sermaye ilk önce finans, hizmet sektörüne geliyor. Daha sonra özelleştirmeler yoluyla ülkeye yatırım yapıyor. Bundan sonraki adım da sıfırdan yatırım.” Alman Krone firması 35 milyon euroluk yatırımla İzmir’de fabrika kurmak üzere Doğuş Otomotiv ile anlaştı. Tire’de kurulacak yeni fabrikanın yüzde 49’u Doğuş Grubu’na, yüzde 51’i ise Krone’ye ait olacak. (F. Şahenk’e de iki çift lafım var: Osmanlı’da da senin bu değindiğin süreç işlemişti, sonuç ne oldu? “Türkiye dünyada konuşulan ülke oldu” diye öğünüyorsun. Konuşulur tabiî, ülkeni av alanına çevirirsen, elbet konuşulur.)*** Sevgili okur, artık benden bir sonuç bekliyorsun değil mi? Yukarda yazdıklarım o kadar somut, o kadar taze ve ibret verici ki eminim gerekli neticeye çoktan ulaşmışsındır. Ama ben yine de bu yazıya bir sonuç yazmak zorundayım ve bunun için de en uygunu bir Lafonten masalı ve onun düşündürdükleri olacak. Politikacılarımız, yöneticilerimiz, bilim adamlarımız, sivil ve asker aydınlarımız, hepimiz bu öyküyü de çocukluğumuzda öğrenmiştik; kuşkusuz Recep Tayip de, Kemal Unakıtan ve diğer bakan da, Ferit Şahenk de... Ne..., yoksa bir şey öğrenmemiş miyiz? Neyse, işte o masal, Sabahattin Eyuboğlu’nun Türkçesinden: Bay karga konmuş bir dala, koca bir peynir ağzında. Tilki kokuyu alıp gelmiş, “Günaydın, Sayın Karga” demiş. “Bu ne güzellik böyle, bakmaya doyamıyorum size. Şu tüylere bakın, pırıl pırıl. Sesiniz bilmiyorum nasıl; o da renginiz kadar güzelse, ne yalan söyleyeyim, ormanda güzel yoktur üstünüze.” Karga bu sözlere bitmiş, “Şuna bir gak diyeyim de ses görsün” demiş.“Gak” der demez de peynir düşmüş, tilki yutmuş. “Sen, kapkara bayım” demiş dönüp kargaya, “şu sözümü hiç unutma, kaptırdığın peynire değer: Her dalkavuk menfaati için yüzüne güler, pohpohlar, över; peynirini kapar, yer. Karganın aklı başına gelmiş gelmesine de... İş işten geçtikten sonra. Evet “iş işten geçtikten sonra”! Peki, iş işten ne zaman geçmiş olacak, sevgili okur? Yanıtım şöyle: Torunlarımız tarihin sararmış sayfalarını karıştırdıkları ve aşağıdaki uyarılara rastlayıp dehşetle okudukları zaman... O sayfaları bir kez dahi açıp okumayan, her nasılsa okuyup da ders çıkarmamış olan, elinde yetki olup da gereğini yapmamış olan -asker ya da sivil- babalarına ve dedelerine beddualar etmeye başladıkları zaman!... İşte o uyarılar..., Atatürk’ten: Geçmişte ülkemiz ekonomik teşkilat ve muhit itibariyle kuvvetli bir halde bulunmuyordu. Özel sermaye de serbest rekabete dayanabilecek dereceye erişememişti. Tanzimat'ın açtığı serbest ticaret devri, Avrupa rekabetine karşı kendisini savunamayan ekonomimizi bir de kapitülasyon zincirleri ile bağladı. Teşkilât ve ferdî kıymet (bireysel değer) bakımından bizden çok kuvvetli olanlar, ülkemizde bir de fazladan olarak ayrıcalıklı konumda bulunuyorlardı. Temettü (kazanç) vergisi vermiyorlardı, gümrüklerimizi ellerinde tutuyorlardı, istedikleri zaman, istedikleri malı istedikleri şartlar altında memleketimize sokuyorlardı. Bütün ekonomik sektörlerimizin, bu sayede mutlak surette egemeni olmuşlardı. Bize karşı yapılan bu rekabet gerçekten çok gayri meşru, gerçekten çok kahredici idi. Rakiplerimiz bu surette gelişmeye elverişli sanayiimizi mahvettiler, tarımımıza da zarar verdiler. İktisadi ve mali gelişmemizin ve ilerlememizin önüne geçtiler. Tanzimat döneminden sonra yabancı sermaye ülkemizde müstesna bir yere sahip oldu ve denilebilir ki, devlet ve hükümet yabancı sermayenin jandarmalığından başka bir şey yapmadı. Devlet, bağımsızlığını çoktan yitirmişti. Osmanlı ülkesi yabancıların serbest bir sömürgesinden başka bir şey değildi ve Osmanlı içindeki Türk ulusu da bütünüyle tutsak bir duruma gelmişti. Bu uyarılardan habersiz olan, okuyup da anlamayan, gereğince değerlendiremeyen o kadar çok okumuş, hem de yüksek, çok yüksek makamlarda olan o kadar çok yetkili insanımız var ki!... O yönetici ve yetki sahipleri ki bizim en büyük talihsizliğimizdir; ölçüsüz yabancı sermaye girişi gibi belaları, bilfiil katılarak ya da olup bitene seyirci kalarak başımıza saran “bedhahlar”dır. Gelecekte çocuklarının, torunlarının beddualarını alacak olan bu şahıslar için -belki bir işe yarar diye- daha açık yazma gereği duyuyorum. Şunları demek istiyor Atatürk: -Eğer ülkeni yabancıya, hele hele Avrupalı’ya açıyorsan, ekonomini savunabilecek, pazarlarını ve kaynaklarını başkalarına kaptırmayacak güç ve yetenekte olmalısın. Özellikle iki nokta çok önemli: Örgütlenme ve bireysel değer! Bu ikisi bakımından onlarla eşit durumda olmalısın. Değilsen, kesinlikle sokma yabancıyı içeri! -Senden çok daha avantajlı konumda olan Avrupalı’nın, ulusal ekonominde ayrıcalıklı duruma geçmesine, ekonomik sektörlere egemen olmasına izin verme. Sen daha yeni yeni uluslaşıyorsun. Onun adaleleri demir gibi, seninki ise daha yumuşak. Bir tüy sıklet, bir ağır sıkletle dövüşebilir mi? Öyleyse bu “kahredici” rekabete girmemelisin. Sokmamalısın yabancıyı ölçüsüzce ülkene. Yoksa, ezilir, sömürgeleşir, her şeyini yitirir; “nakavt” olur, tutsak olursun. -Sen korkunç bir hatâ işliyorsun: Gerekli koşulların hiçbirini yerine getirmeden, aç kurtlar gibi saldıran, dolu silahlarla gelen, paraya doymaz kapitalistlere ülkeni açıyorsun. Oysa kural çok basit: Önce güçlen, sonra rekabete gir! Tarihe bak, dünyanın bütün gelişmiş ülkeleri böyle yaptı. Yazık... Hâlâ anlamıyorlar, hâlâ bön bön bakıyorlar, hâlâ susuyorlar. Bu aziz millete en büyük kötülüğü yapıyorlar. Benimse kara kara umutsuzluk bulutları çöküyor üzerime... Çünkü “ekonomi demek her şey demektir.” Çünkü tam bir kahtı rical dönemi yaşıyoruz gerçekten. KAYNAK: Cihan Dura, Derin Komplo: Türkiye’nin Yeniden İşgali, İleri Yayınları, İst., 2008, ss.552-563 6 Kasım 2008http://www.cihandura.com/eski/index.php?option=com_content&task=view&id=255&Itemid=60 Prof. Dr. Cihan DURA , 4 Şubat 2014