AVRUPA’DA TÜRKLER (II)

AVRUPA’DA TÜRKLER (II)

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Pzt Nis 04, 2016 5:06

AVRUPA’DA TÜRKLER (II)
Fransa ve Türkiye
Le Botry’ye göre, bağımsızlık ve halkların dokunulmazlığı konusunda duyarlı olan Fransa, I. François’dan (1494-1547) buyana Türkiye’yle dostluk (alliance) ilişkisi içerisindedir.
Fransız ozan ve tarihçi Alphonse de Lamartine (1790-1869)’e göre “Osmanlı İmparatorluğu coğrafî, askerî, denizcilik ve politik olarak bir milyon km² (cent mille lieues carrés)lik bir alanda yerleşik olup, (herhangi bir nedenle dağılacak olursa) yerini ancak Rusya doldurabilecektir”. [Histoire de la Turquie (1853-1854)]
Yani henüz 1850’li yıllarda, Rusya olacağına Türkiye olsun gibi bir anlayış vardı.
Oysa daha önceleri, yani 19ncu yüzyılın başında, Napolyon’un mareşallerinden Davout (Davoust-D’Avout) “Ah, diyecekti, Rusya’ya karşı olarak İstanbul’da bir Türk gücünün olduğunu bilseydim!”.
Ancak tarihsel olaylar herzaman insan iradesine bağlı olarak gelişmezler.
Türklerin eksiği de bunu çoğu zaman ‘yazgılarının önceden yazılmış olması’na bağlamalarıdır. O nedenledir ki, Fransız, İngiliz ve Rus deniz kuvvetleri, Yunan bağımsızlık savaşı dolayısıyla Osmanlı donanmasını Navarin’de (1827) telef etmeleri üzerine, II.Mahmut (1808-1839), “Biz Avrupa’yı Ruslara karşı korumaya çalışırken, onlar Ruslarla bir olup bize saldırıyorlar, lâ hevle ve lâ kuvvete illa bilahil aliyyil azim...” diyecektir. (Yazar La illa Allah! diye yazıyor, kuşkusuz Arapçası benimki kadar kuvvetli olmadığından ancak o kadarını yazabilmiş!)
Oysa Fransa, Türkiye ile Rusya’nın çatışmasından yana değil, tersine Fransa, İngiltere ve Türkiye’nin ‘doğal bağlaşıklığı’ndan yanadır.
Dünya Savaşı’na gidilirken Türkiye, Fransa ve İngiltere’den uzaklaşacak ve Avrupa’nın ‘Hasta Adamı’ olacaktır. İşte bu konuma nasıl geldiğinin nedenleri üzerinde durulmalıdır.
Nereden gelmişlerdi ve ne bırakacaklar?
Öyle görünüyor ki Osmanlı İmparatorluğu beşyüzyıldır Avrupa’dadır ancak ‘geldikleri gibi gidecekler’.
Bu askerî ‘Türk egemenliği’, ne bir ‘yasal birlik’ ne de bir ‘dil birliği’ sağladı. Egemenlikleri altındaki halkların dillerine, dinlerine, din adamlarına ve geleneklerine karışmadılar.
Egemenlikleri altındaki bölgelerde, yönetsel birimlerinin adı gibi sadece bir Sancak (bayrak) dalgalandırdılar. Sanki sadece birer ‘askerî kamp’ gibi duruyorlardı.
Kaldı ki, Türkiye’de iktidara gelmek için de Türk olmak gerekmiyor, yetenekli olmak yetiyordu. Pargalı İbrahim buna iyi bir örnek oluşturmaktadır.
Balkan savaşlarından tanıdığımız Nazım (Paşa) Çerkez, Kamil Ermeni ve Mahmut Şevket Arap kökenli değil midir ? Gerçek Türk neredeyse bir söylence (mythe), imparatorluk bir kurgu (fiction)’dan ibarettir.
Le Botry’nin buraya kadar sıralanan görüşleri, geçen yüzyılın başında, artık ‘İmparatorluk kavramı’nın nasıl yabancılaştığını ve nasıl yerini yeni bir kavramsallaştırmaya bırakacağının göstergesi olması bakımından ilginçtir.
O arada, sayılan ‘etnik köken’lerin çözümleme açısından hiçbir önemi yoktur. Önemli olan yeni bir ‘Devlet’ ve ‘toplum’ örgütlenmesinin eşiğinde olunduğudur. Yazarın kimi küçümseyici deyimlerine de duygusal bir tutumla karşı çıkmak yerine, genel olarak ‘Batı’nın Doğuya bakışı’ olarak değerlendirmek gerekmektedir.
Türklerin kökeni
Türk adına, Beşinci yüzyılda Çin kaynaklarında rastlıyoruz: Tukyu (Toukioue).
Altıncı yüzyılda Yunanlılar Turkua (Touirkoï)’dan sözediyorlar. M.S 569’da, Bizans İmparatoru, Kiptchak, Oïgour, Kankli, Kalatch ve Karluk’ların Turkua’sına bir elçi gönderiyor.
Bu beş Oymak (kabile-aşiret →tribu)’ın fiziksel yapıları ve diyalekleri Çin ve Rus Türkisatan’ından (Turkestan) gelen Hun, Mogol ve Macar adıyla bilinen altaik göçebelere benzemektedir. Orta-Asya’dan gelmektedirler.
Kuzey Kutbu’nun buzul denizlerinden Kun-Lun dağları (Kouen-Loun) ve İran’a; Sibirya’nın ucundan (Kolyma) Rusya ortalarına, Makedonya ve Litvanya’ya değin bu ‘dil’e rastlamaktayız.
Hindistan Djats’ları, İran ve Afganistan Hazar ve Cemşidleri de aynı ‘dil’e bağlıdır.
Doğu’da Yakutlar, Sibirya Tatarları, Soïoles’ler, Tarantchis’ler, Yégours’lar; ortada Kırgızlar, Uzbekler, Başkirler, Rusya Tatarları; güney-batıda Türkler (Osmanlılar), Türkiye Tatarları ve Dobruca Tatarları yeralmaktadır.
Moğol ve Osmanlı Türklerinin tarihlerini inceleyen İran kronikörlerine göre, Türkler, dünya imparatorluğunu altı oğlu arasında paylaştıran, söylencesel Turan halklarını yöneten Oğuzlardan gelmektedirler.
Gerçekte ise, Türklerin Hazar Denizi’nden Çin’e uzanan bir bölgeye yayıldıkları söylenebilir.
Aynı soydan (hord de race) gelen Cengiz Han onları parçalamıştır. Ve Türkler Cengiz Han’ın baskısıyla Avrupa’ya doğru yönelmişlerdir. Cengiz Han’ın imparatorluğu oğulları arasında parçalanınca, bu kez Türkler yeniden Orta-Asya’da egemen olmaya başlamışlardır.
Barbar fetih ruhu
Türkler de Moğollar gibi güçlü süvariler olup, barbar savaşçı ve talancı bir anlayışa sahiptirler.
“Atlı bir Türk babasını bile tanımaz!”
“Ata binen her Türk büyük şef olduğuna inanır!”
“Kimler babanın çadırını devirmişse, sen de onlarla çalış!”
Biraz abartılı da olsa, Türklerin farklı dinlerden olanlarla birlikte çalışabilecekleri anlatılmaya çalışmıştır.
Beş ögeye çok önem verirler: Orta bölgelerde, Toprak (ya da Sarı imparator); doğuda Ağaç (ya da Mavi imparator); güneyde Metal (ya da Kızıl imparator); batıda Ateş (ya da Beyaz imparator) ve kuzeyde Su (ya da Kara imparator).
Açıktır ki, doğanın güçlerinin sembollerine yönelik kimi eski metafizik yorumlamalardır.
Bodizm’den, manişeizm’e, hristiyanlığa, nasturiliğe ve islama göre değişik biçimler alabilir.
Türkler, daha sonra Bağdat halifelerinin buyruğuna, bir bakıma paralı asker gibi giriyorlar ve zamanla onları da egemenlikleri altına alıyorlar. Ardından, hızla Arap imparatorlukları Türklerin buyruğuna giriyorlar.
Türklerin Avrupa macerası bundan sonra başlıyor.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1635
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Habip Hamza ERDEM

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x