AVRUPA’DA TÜRKLER (IX)
‘Beni seven peşimden gelsin !’
II. Mehmet, henüz 22 yaşındayken, Manisa’da bulunan babası II.Mahmut’un ölüm haberini aldığında, ilk haykırdığı tümce ‘beni seven peşimden gelsin’ oldu.
II.Murat’ın prenses Servie’den olup daha meme emmekte olan küçük oğlu Ahmet’in ileride sorun çıkarma olasılığına karşı, onu boğdurarak işe başladı II.Mehmet.
II.Mehmet (1451-1480)
Yayımladığı ‘kanunname’de, ‘Önce Devlet’ (necesssité de d’Etat) diyecek ve kendisinden sonra gelen tüm padişahlar, Devlet’in önceliği zorunluluğuyla tüm kardeşlerini şu ya da bu biçimde ortadan kaldıracaklardı.
Örneğin III.Mehmet, gözlerinin önünde, ondokuz kardeşini boğdurarak torbalarla denize attıracaktı.
III.Mehmet (1595-1603)
Yine de, II.Mehmet’in sanat, edebiyat ve bilime önem verdiğini görüyoruz. Örneğin Venedik’ten Jean Belin’i saraya çağırarak kendi portresini yaptırabilmiştir.
Devlet’in güçlü bir ‘ordu’ya dayanması gerektiğini gören II.Mehmet, ‘top’ ve topçuluğa önem verip top dökümü için gerekli giderleri yapmaktan çekinmemiştir.
Öte yandan Doğu Roma İmparatorluğu sadece İstanbul ve çevresi olup, son günlerini yaşamakta idi. Daha Bayezid döneminde alınabilecek durumda iken Timur bozgunu İstanbul’un alınışını tam yarım yüzyıl ertelemiş oldu.
İstanbul’un alınışı ve ‘Mutlakiyet’
330’da Konstantin tarafından yedi tepe üzerine kurulan kent, bir incinin de ötesinde, Rusların Tsargrad yani ‘Kentler kralı’ (ville Royale) dedikleri kadar ‘güzel’ bir kent idi. İranlılar’ın ‘Konstaninya’ (Constantiniah) diye çağırdıkları İstanbul için Yunanlıların ‘kente gidiyorum’ derken, sadece ‘bu kenti’ kasttetikleri söylenir.
Sözcüğün tam anlamıyla ‘eşsiz’ bir güzelliğe sahip olduğu kabul edilmektedir.
Yani, Elazığlıların ‘İndim şeher yoluna’ diye çağırdıkları türküdeki ‘şeher’, “İstanbul’a gidiyorum’un sıradanlaştırılmasından başka bir şey değildir. (Yeri değilse bile, yine de söylenebilir; duyduğum kadarıyla şimdiki İstanbul’a bendenizin hiç mi hiç gelme isteği bulunmamaktadır. İstanbul artık kurtarılamayacak kadar bozulmuş bir kent olarak, tam anlamıyla Arap görgüsüzlüğünün somutlaştırıldığı bir yer olmuştur. Ve hâlâ kimi ‘mega projeler’(!)’in düşünülüyor olmasını da, ‘estetik’ yoksunu bedevilere özgü bir tutum olarak tanımlamak gerekebilir).
II. Murat Çandarlı Halil Paşa’yı önce kazasker (1430) ve ardından sadrazam olarak atadığı zaman (1436) ‘Devlet’in tüm önemli işlerini de sadrazam yönetmekteydi. Ve II. Mehmet bir bakıma Çandarlı Halil Paşa’nın denetiminde ‘Devlet’i öğrendi.
Ancak İstanbul’un alınışından sonra ‘Fatih’ artık ‘tek adam’ olmaya yöneldi. Zaten ilk işi de Çandarlı’nın ‘boynunu vurmak’ oldu.
O arada, Karaman Seferi’nin ardından yeniçerilere ‘cülus bahşişi’ vererek, bir başka ‘yeni gelenek’ yaratmış oldu. Böylece Ordu’nun Devlet yönetiminde bir ‘ağırlığı’ doğuyor ve padişah da büyük ölçüde ‘ordunun istekleri’ni gözetmek zorunda kalıyordu.
Osmanlı Sultanlığı’nın Bursa ve Edirne’den sonra Başkenti olacak İstanbul, 1923 yılında işlevini Ankara’ya bırakacaktır. Ve II. Mehmet döneminde Osmanlı Devleti batı sınırını Adriyatik’e dayandırıp Kırım Hanlığı’nı da kendisine bağlayarak Karadeniz’in egemenliğini ele geçirecekti.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem