AVRUPA’DA TÜRKLER (VI)

AVRUPA’DA TÜRKLER (VI)

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Cum Nis 08, 2016 15:23

AVRUPA’DA TÜRKLER (VI)
Anadolu’da köylü ayaklanması
Çelebi Mehmet yönünü Avrupa’ya döndüğünde, ilk işi, Venedikliler tarafından yakılan Gelibolu’daki donanmayı canlandırmak olacaktı. Ne ki, belki de Osmanlı’nın ‘en tehlikeli’ ayaklanması buna engel olacaktı.
Simav’lı Bedreddin, Musa’nın ortadan kaldırılmasından sonra, Musa’nın Kazasker’i olmasına karşın, bir bakıma emekli maaşıyla İznik’e gönderilmişti. Çünkü hukuk ve felsefe alanındaki bilge kişiliğiyle tanınmaktaydı.
Ancak Bedreddin’in taraftarı olmasına karşın görüşlerini yaşama geçirmesi için bir tutamağı da olması gerekiyordu. O da, İzmir Karaburun’da yaşayan bir Türk dayanak olabilirdi: Börklüce Mustafa.
Börklüce Mustafa, lider anlamında Dede-Sultan ünvanıyla anılıyordu. Daha sonra Baba Sultan da denilecek ve günümüze kadar gelen ‘Baba’ teriminin kökeninde bu saygınlık yeredecektir. Ne ki, nasıl Batı’nın Kont, Baron ve Dük ünvanları günümüz mayfatik örgütlerinde kullanılıyorsa, ‘Baba’ ünvanı da benzer bir ‘işlev’ üstlenecektir.
Bedreddin’in ikinci adamı da bir yahudi olan Torlak Kemal idi (Kemali-Houbdin). Ki, Asya’da dolaşarak yandaş kazanan dervişlerin başı idi.
Dönemin yoksulluk ve eşitsizlik ortamında, ‘eşitlik’ düşüncesinin en uç örneğini savunan bu öğreti, sosyalizm düşüncesinin de Doğu’daki ‘öncü’sü sayılabilir: “Yarin yanağından gayrı her yerde her şeyde hep beraber olabilmek”.
Din ayırımı gözetmeksizin, yani müslüman, hristiyan ya da yahudi olsun olmasın, ‘herkes’i ‘her şeyde ve hep beraber’ olmaya çağıran bir öğreti. Yeter ki, Tanrı’yı ‘göklere çıkarmak’ gayreti gösterilmesin. O nedenle, hristiyan ya da yahudi tutucular da ‘zındık’ (impie) sayılacaktı. [ J.De Hammer, Histoire de l’Empire Ottoman, Paris, 1835, T.II, p.181]
Geçerken belirtmekte yarar olabilir: Şeyh Bedreddin’in özellikle Rumeli Bektaşiliği içinde hala çok tutulmasının, günümüzdeki ‘alevicilik’le uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Şeyh yaşıyor olsaydı, bugünkü kimi akımlar için ‘onlar benden değil’ diyebilirdi.
Kaldı ki, Bedreddin öğretisi, bilimsel sosyalizm açısından bakıldığında, ‘yoksullukta eşitlik’ anlayışı olarak değerlendirilebilir. Yine de kendisinden sonra türeyen çoğu sosyalist öğretiden çok öndedir.

Şeyh Bedrettin (1359-1420)
Çelebi Mehmet, Saruhan valisi (ki Sırp kralının oğludur) Sisman’a Börklüce üzerine yürümesini emreder. Sisman, 6 000 mürîdin savunduğu Spil (Stylarios) dağına saldırır ama tüm askerleri öldürülür. Ayaklanmacıların bu başarısı, Anadolu’da köylü ayaklanması diyelim, halk arasında geniş yankı bulur ve Bedreddinîlik yaygınlaşmaya başlar.
Din ayırımı gözetmeksizin savunulan bu ‘eşitlik’ düşüncesi İslâm’ın o gün olduğu gibi bugünkü kaba yorumlarına ‘ters düşmekte’dir: Ayaklar baş olmak istemektedirler!
Peki ama, ayakların kendi başlarına ‘başbuğ’ olmak istemeleri biçiminde anlaşılıp bir ‘yeni düzen’ kurulabilir miydi? Ne var ki, Tarih bu tür ‘niyet’lerle yazılmadığı gibi dönemin ‘maddî koşulları’da bu tür bir ‘düzen’e olanak vermemektedir.
Baş açık, ‘tek tip’ yalın bir giyim; beyaz köynek.. Daha sonra Avrupa’lı halklarda bu beyaz kumaşın, Korsikalıların başlarına bağladıkları ‘beyaz mendil’ biçimini aldığı söylenebilir. Bu bir ‘giyim’ olmaktan çok bir ‘özgürlük’ sembolüdür. Bugün selefî müslümanların başlarına bağladıkları ‘türban’ nasıl bir ‘özgürlük’ sembolü ise, öyle...

II.Murat (1421 -1444)
Çelebi Mehmet, Saruhan ve Aydın valiliğine atadığı yeni vali Ali Bey’e, bölgede yaygınlaşan bu ‘yıkıcı akım’dan temizlemesi buyruğunu verir. O da yetmez, henüz 12 yaşına basmış olan oğlu Murat (II.Murat)’ın yanına vezirlerinden Bayezid Paşa’yı da vererek bölgeye gönderir.
“Bedreddin yiğitleri şehzade ordusunun karşısına çıktılar
Dikişsiz ak libaslı
baş açık
yalnayak ve yalın kılıçtılar.
Mübalağa cenk olundu.
Aydın’ın Türk köylüleri,
Sakızlı Rum gemiciler,
Yahudi esnafları,
on bin mulhid yoldaşı Börklüce Mustafanın
düşman ormanına on bin balta gibi daldı.
Bayrakları al, yeşil,
kalkanları kakma, tulgası tunç
saflar
pare pare edildi ama,
boşanan yağmur içinde gün inerken akşama
on binler iki bin kaldı.
Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yarin yanağından gayri her şeyde
her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini..
Yenildiler.
Yenenler, yenilenlerin
dikişsiz ak gömleğine sildiler
kılıçlarının kanını.
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi
hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların
eşildi nallarıyla.
Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların
zaruri neticesi bu!
deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
o, bu dilden anlamaz pek.
O, "hey gidi kambur felek,
hey gidi kahpe devran hey",
der.
Ve teker teker,
bir an içinde,
omuzlarında dilim dilim kirbaç izleri,
yüzleri kan içinde
geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak
geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlupları..
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1635
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Habip Hamza ERDEM

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x