AVRUPA’DA TÜRKLER (VII)
Anadolu, Türk ve Türkiye
Arap coğrafyacı Edrisî’nin notları, Yaşayan Doğu Dilleri Özel Okulu öğretmenlerinden P. Amédée Jaubert tarafından Fransızca’ya çevrilip basıldıktan sonra (1836), Batılıların hep ‘küçük Asya’ (Asie Mineur) dedikleri Anadolu’ya, Natos veya Natolie denilmeye başlanıyor (1).
Bir başka söylentiye göre, bir başka Arap gezgin Abou- Abdallah Ben Batouta, doğduğu kent Tanger’den, haç görevini yerine getirmek üzere, bugünkü Suriye’nin Lazkiye limanına geliyor. Henüz 23 yaşında, (Sağa doğru inecekken nasılsa sola dönüp biraz geri geliyor ve) 1327’de kara yoluyla bugünkü Antalya’ya ulaşıyor.
İbn Battûta’nın en önemli özelliği, Doğu’ya ilişkin izlenimlerini bir Batı diliyle yazmış olmasıdır. Ne var ki, Batılıların Adalia (veya Alaïya) dedikleri ‘Eski Antalya’ ve sonradan Satalièh denilen ‘Yeni Antalya’ya geldiğinde, Satalièh’e eski deyiş Attalea’yı Arap ağzına göre Anadolia’ya diye yazıyor.
İbn Battûta (1304-1377)
Ibn Battûta’nın, haç ziyaretinden vazgeçtiği ya da biraz daha olgunlaşmayı beklediği anlaşılıyor. Çünkü, Eğirdir (Akridur), Tavas (Taouaso), Muğla (Mogla) ve (Milasso) demeden geziyor. Giderek tüm Anadolia’yı gezmiş olduğunu, o dönemde bu küçük beyliklerin yöneticileri ile kentlerin özelliklerini yazmasından anlıyoruz.
Hegel, ‘ulus’ (nation) teriminin nasci’den geldiğini ileri sürüyordu. İbn Battûta’dan önce Küçük Asya’ya Natos denildiğini biliyoruz. Burada (nation) söcüğünün Latince Natus’den (Natus-doğmak ve onis- ırk, tür ve nüfus) değil de Natos’dan gelmediğine ilişkin bir kanıt var mıdır bilemiyorum. Kaldı ki, ‘nation’ sözcüğünün tarihi de 12. Yüzyılla başlıyor. Ve zaten nasci de ‘doğmak demek’ (2).
En azından, Asie Mineur’de doğmakta olan bir şeyler vardır.
Avrupa’ya göre ‘güneşin doğduğu yer’ olabilir örneğin.
Ancak, daha 13ncü yüzyılın ilk yarısında, ve daha Osmanoğulları’nın adının duyulmadığı bir dönemde, Anadolu’ya Türkiye demek bir alışkanlık olmaya başlıyor (1240-50) (3).
Kaldı ki, Türk adı 4ncü yüzyıl sonu veya 5nci yüzyılın başından itibaren Anadolu’da duyulmaya başlanıyor. En azından ‘karşı koyulacak güç’ olarak biliniyor.
Öylesine ‘uçuk’ tezler ileri sürmek değil niyetim. Ancak, daha önce de belirttiğim gibi, Türklerin belirgin özelliklerinden bir de, din ve dil ayırımı gözetmeksizin çeşitli kavimlerle ‘geçinebilir’ olmalarıdır.
Bu ‘safkan Türkler’ için olduğu kadar, aynı soydan Moğollar için de geçerlidir.
Örneğin, Bayezid’in yıldırımını söndüren Timur, 1403 tarihinde Fransa Kralı VI. Charles’a yazdığı mektupta, Fransız tüccarların Konya yöresinden aldıkları alun (Alüminyum ve fosfat karışımı) madeni için, önceki dönemde olduğu gibi güven içinde devam edebileceklerini bildirmektedir.
Yani, yakıp-yıkan Moğollar da ‘ticaret’ sözkonusu olduğunda ‘kural’cıdırlar.
Bourgogne Dükü Philippe le Bon’un isteği üzerine hem kutsal toprakları (Kudüs) gezmek ve hem de Anadolu’da olup biteni gözlemlemek üzere gönderilen Bertrandon adlı bir gezginin anlatımları da önemli.
Bertrandon de la Brocquière (1400-1459)
Kuşkusuz Türklerin nasıl tandır ekmeğini dürüm yaparak yoğurda bandıklarını değil ama, nasıl ‘güzel insan’lar (beaux hommes) oldukları ve sürekli bağda bahçede yaşamalarına karşın ‘gezgin’ (göçer) oldukları ve bulundukları toprağın bey (seigneur)’ine saygılı oldukları önemli. Ve savaş zamanında bağlı oldukları bey’in hizmetine silahlarıyla katıldıklarını yazması da önemli.
Ancak barış zamanı, örneğin bir beyin düzenlediği şahinle av partisine onbin Türkmen’in katılabiliyor.
Şu farkla ki; Avrupa’daki gibi ‘paralı asker’ (légion) değil ama, yurt tuttukları toprak için savaşan bir ‘halk tipi’ bunlar.
Kuşkusuz başlarındaki bey’lerin de ‘bey’leri olup, onların ne dolaplar çevirdiklerinden bu ‘güzel insan’ların haberi olmayabilir ve zaten olmasına da olanak yoktur. Her ne kadar “Türk gibi kuvvetli” sözünü duyduğunu belirtiyorsa da, Bertrandon, Türklerin orta boyda, ‘güler yüzlü’ ve tasasız insanlar olduklarını yazıyor.
Bir bakıma, dönemin ‘istihbarat’ı olarak düzenlenen bu gezi, Batı’nın Anadolu’ya yerleşik bu halk hakkında bilgi edinmeyi amaçlamakta ve Batı’nın Türkler’den kaygı duymaya başladıklarının bir göstergesi olmaktadır.
Nasıl olmasın?
Dönem II.Murat dönemi olup, II. Mehmet’in iktidarı yakındır.
II. Mehmet Constantionople’u fethetmekle kalmayacak, Trabzon’un ‘anahtarı’nı da teslim alacaktır.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem
(1) Daha sonra bu çalışma Société de Géographie de Paris tarafından Recueil de Voyages et de Mémoires başlığıyla yayımlanacaktır. M.VIVIEN DE SAINT-MARTIN, Description historique et géographique de l’Asie Mineure, Librairie de la société de géographie, Paris, 1852, p.469
(2) O arada, ‘ulus’ sözcüğünün, Büyük Moğol Cengiz’den sonra kullanılmaya başlanmış (1206 Büyük Kurultayı) olduğunu belirtelim.
(3) A.g.e, s. 494
(4) Bertrandon de la Brocquière, Voyage d'outremer et retour de Jérusalem en France par la voie de terre pendant le cours des années 1432 et 1433