“Batının İnsanlık Suçları ve Ermeni İddiaları” üzerine bir konferans vermek amacıyla İsveç Türk Düşünce ve Kültür derneğinin davetlisi olarak Stockholm’a gelen Sefa Yürükel; “Batının kökeninde soykırımlar yatar” dedi.
Konferansın açılışını yapan dernek başkanı Abdullah Gürgün; “Şimdiye kadar Ermeni iddiaları üzerine konferanslar düzenledik. Bu akşam farklı bir yaklaşım sergileyerek, Batının insanlık suçları üzerinde duracağız. Böylece ‘Vahşi Batı’nın halkları nasıl birbirlerine düşman ederek kırdırdığına tanık olacağız” diyerek sözü Sefa Yürükel’e bıraktı.
Sefa Yürükel konuşmasını üç bölüm altında ele alarak anlatmaya çalışacağını belirterek; “Herşeyden önce soykırım kavramını iyi bilinmesi gerekir . Dolaysıyla bu kavram çok özeldir ve herşey soykırım kavramı altında incelenemez. İnsanlar katliamlar ve facialarla bu kavramı karıştırıyorlar. İkinci bölümde 1946 taslağından 1948 Birleşmiş Milletler sözleşmeleri ve bu sözleşmelere bağlı olarak çeşitli karşılaştırmalar yaparak Ermeni sorunu üzerinde duracağım. Son bölümde de neler yapabiliriz konusunu ele alacağım” diyerek sözlerine başladı.
Soykırım suçlarıyla ilgili çalışmaların 1930’lu yıllardan itibaren gündeme gelmeye başladığına değinerek;”Tarihteki itilaflar ve özellikle savaşlarda yaşanan olaylarda ortaya çıkan belirsizlikler nedeniyle savaş suçları kavramına tam bir açıklık getirilemiyordu. Savaşlarda sivil halka yönelik yapılan öldürme eylemlerini cezalandırmakta zorluklar yaşanıyordu. Bu konu üzerinde uluslararası hukukta kesin bir tanım yoktu. Polanya kökenli ve uluslararası hukuk uzmanı Rafael Lemkin bir ölçüde de geçmişte Yahudilere uygulanan durumlardan yola çıkarak soykırım (Genocide) kavramını ortaya attı. Yunanca Geno(soy) ve Latince cide(kırım) sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuştur. Lemkin ilki 1932 yılında Madrid’de ve sonuncusu 1938 yılında Amsterdam’da yapılan hukuk konferanslarında bu kavramı dile getirdi. II.Dünya Savaşı sonrası Rafael Lemkin’e bu konu somut bir çalışma yapılması için görev verildi. Çünkü o tarihte soykırım kavramı ve hukuku olmadığı için Hitler Nürnberg mahkemesinde, ‘İnsanlığa karşı işlenen suçlar’dan yargılandı. Nürnberg Mahkemesi soykırım mahkemesi değildir. Bu yanlış bilinir. Dolaysıyla soykırım hukuk yoksa, cezası da olmaz. Yasalar yürürlüğe girdikten sonra suç işlenmişse, yasa geçerlidir. Bu bir hukuk kuralıdır. Soykırım suçu 1948 yılında yapılan sözleşmeden sonra oluşacak suçlar için geçerlidir ve bu tür suçlarda zaman aşımı yoktur. Örneğin Ermenilerin Azerbaycan Karabağ bölgesinde yaptıkları bir soykırımdır ama hem Azeri hem de Türkiye bunu zaman zaman katliam ya facia diye dillendiriyor. Katliam ve facia farklıdır, soykırım farklıdır. Bu kavramlar gelişigüzel kullanılamazlar” dedi.
SÖZLEŞMEYE GİRMEYEN İKİ SOYKIRIM TÜRÜ
Sefa Yürükel, bir olayın soykırım olabilmesi için dört ana maddesinin var olması gerektiği ifade ederek; “bu maddelere geçmeden önce Lemkinler’in 1946 yılında hazırladığı soykırım taslağı vardır. Bu taslak daha sonra 1948 Birleşmiş Milletler Soykırımları Önleme Sözleşmesi’nin özünü oluşturmuştur. Fakat bu taslağın iki önemli maddesi sözleşmeye konmamıştır. Bunlar kültürel soykırımlar ve siyasal soykırımlar. Bunun nedeni Birleşmiş Milletlerde beş daimi üye devlet (ABD, İngiltere, Rusya, Fransa, Çin) ve bunların veto hakkı olmasıdır. Rusya Stalin döneminde insanları yerlerinden yurtlarından etmiş binlercesini öldürmüştür. Bu siyasal soykırıma örnektir. Ruslar bu kavrama karşı çıkıyorlar, Diğer veto hakkına sahip olan devletlerse, kültürel soykırıma karşı çıkıyorlar. Bu bağlamda kültürel soykırım ne demektir: Bir ülkenin yaşantı, giyiniş, düşünce şekline, folklorüne, müziğine, diline, dinine müdahale ederek değiştirme ve yok etmedir. Kendi gelenek ve görenekleri bunun üstüne kurmadır. İngiltere, Fransa, ABD bunları dünyanın her yerinde yaptıkları için bu maddeyi sözleşmeye konulmasına karşı çıkıyorlar. Bu şu demektir, biz gelecekte de kültürel soykırımlar yapacağız demektir. Bugün böyle değil mi? Böylece bir uzlaşma sağlıyorlar; Rusya siyasal soykırımları ve diğerleri de kültürel soykırımları koydurtmuyorlar. ABD 1948 sözleşmesinin 2. Maddesine şerh koyuyor. Onlara göre, bir olayın soykırım sayılabilmesi için bir ulusun ya da etnik grubun kısmen değil, toptan ortadan kaldırılması gerekir. Çünkü gelecekte yapacaklarını garanti altına almak istiyorlar” sözleriyle ifade etti.
SOYKIRIMIN DÖRT ANA MADDESİ
Soykırım suçunun oluşabilmesi için dört aşamadan geçmesi gerkiyor. Bu aşamaları Yürükel,
- I. Bir grubun bilinçli olarak başka bir grubu hedef seçilmesi (bu grubun ulusal, etniksel ya da dinsel olması)
II. Bu işin planlı, proğramlı olması
III. Bunun sistemli olarak uygulanması
IV. Bu konuda deliller yani ölüler olması gerekiyor.
Bu tanıma uymayan olaylar soykırım olarak kabul edilmiyor. Günümüzde Birleşmiş Milletlere bağlı Güvenlik Kurulu’nun bir olayı soykırım mı, değil mi diye araştırırıken raportörler kullanır. Bu raportörler sadece hukukçulardan oluşmaz çok yönlü bir araştırma grubu vardır. Ama beş daimi üye ülkeden herhangi birinin veto etmemesi gerekir. Bugün İsrail en soykırımcı tipik bir devlettir ve Filistinlilere günlük soykırım yapmaktadır ama İsrail bu suçtaan yargılanamamaktadır. Arkasında veto hakkına sahip olan ABD vardır” diyerek soykırım gerçeğine parmak bastı.
Soykırım tanımın arkasından Sefa Yürükel, ABD başta olmak üzere Batılıların 1500’lu yıllardan itibaren dünyanın çeşitli bölgelerinde yaptıkları soykırımları ele alarak açıklamalarda bulundu. Sömürgecilik dönemlerinde uygulanan soykırımların bugün unutturulmaya çalışıldığına dikkat çekti. Günümüzde sürdürülmekte olan soykırımların bir tür kamuflaj hareketleriyle göz ardı ettirilmeye çalışıldığını söyledi. İspanyolların Güney Amerika’da, ABD’nin Kuzey Amerika’da yerli halkları nasıl yok ettiklerini dile getirerek, Fransa ve İngiltere’nin sömürgecilik dönemlerindeki uygulamalarını örnekler vererek, kıyaslamalar yaparak uzun uzun anlattı. Norveç ve İsveç’in Laponlara (Samerler) ve engellilere 1979 yılına kadar uyguladıkları kısırlaştırma işlemlerini de bir soykırım olarak niteledi. Bir halkın ve grubun çoğalmasını engellendiğini söyledi. Avusturalya’da Aborjinler’e uygulanan soykırımları hatırlattı. Bu açıklamalarından yola çıkarak; “Bugünkü Avrupa’nın tarihi soykırımlar tarihi üzerine kurulmuştur” dedi.
Bir başka açıdan soykırım tanımının emperyalizmden soyutlanamayacağını dile getirerek; ”Bir ülke başka bir ülkenin kendi çıkarı için yeraltı ya da yerüstü kaynaklarını ele geçirmek için o yöredeki halk üzerinde baskı uygulayarak terk zorlanıyorsa bu da bir soykırımdır. Bugün Amerika’nın Irak’ta, Afganistan’da ve geçmişte uzakdoğu’da yaptıkları birer örnektir” dedi.
Sefa Yürükel, Ermenilerin Karabağ dağlık bölgesinde 1988 – 89’dan itibaren sistemli bir soykırımın uygulandığını ve Hocaali’nin son yer olduğunu belirterek;” bugün sanki soykırım sadece Hocaali’de yapılmış demek yanlıştır” dedi. Ermeni askerleri ve çeteleriyle birlikte olayın içinde yer almış kişilerin yaptıkları vahşeti kendi yazdıklarından örnekler vererek anlattı. Dünyanın bu olayı soykırım olarak görmediğini anlamakta güçlük çektiğini söyledi. Aynı şeyin Kıbrıs’taki Türkler içinde geçerli olduğunu vurguladı.
ERMENİ İDDİALARI
Emperyalistlerin Osmanlı toprağı üzerindeki emelleri ve kendi aralarındaki paylaşım sorunları bilinen bir gerçektir. Batı misyonerleriyle birlikte 1800’lu yıllardan itibaren girmeye başlamıştır. Amaçları bu topraklarda yaşayan Hıristiyan ahaliyi kendilerine bağlamak ve gerektiğinde kendi devletine karşı kullanmak. Ermeniler Osmanlı’nın kendilerine soykırım uyguladığını ısrarla bugünde savunmaktadırlar.
Misyonerler yaptıkları başarılı çalışmalar neticesinde Anadolu toprakları içerisinde yaşayan Ermenileri üçe böldüler:
- a) Gregorjan
b) Katolik
c) Protestan
I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle kendilerine vaad edilen bağımsız Ermenistan sözüne kanan Ermeniler, Rus, Fransız ve İngilizlerin yanında kendi devleti olan Osmanlı’ya başkaldırdılar. 120 bin Ermeni genci eğitilerek Rus ordularıyla birlikte Osmanlı’ya karşı savaştı. Ermenler paramiliter birlikler kurdular. Çukurova’da (Kilikya) aynı şekilde Fransız askeri elbiseleri giyerek Müslüman köylerini basarak binlercesini vahşice öldürdüler. Ermeni çeteleri Osmanlı ordusunun stratejik ve lojistik bölgelerine ve alanlarına saldırılar düzenlediler, onları arkalarından vurdular. Köylerine akıl almaz saldırılar yaparak halkı öldürdüler. Bütün bunları kendi yazdıkları kitaplarda okumak olanaklıdır diyen Yürükel;”Osmanlı tehcir kararını çok ani olarak aldı ve uyguladı. Bunu yaparken göç ettirilen insanların malları kayıt altına alındı (geri döndüklerinde verilmek üzere), önemli ve değerli mallarını yanlarına almalarına izin verildi. Gidecekleri yerler tespit edilerek gerekli hazırlıklar yapıldı. Ortada bir savaş var. Elbette arzu edilmeyen olaylar meydana gelebiliyor. Bütün bunlara rağmen tehcir esnasında hataları ya da kasıtları bulunan görevliler yargılanarak gerekli cezalara çarptırıldılar. Bu hiçbir biçimde soykırım tanımlarına uymayan bir durumdur. Osmanlı soykırım yapmamıştır. Ermeniler batılı emperyalist güçlerin oyununa gelmiştir. Batı bu oyunu hâlâ sürdürmektedir” biçiminde geniş açıklamalar yaptı.
Bu arada Kurtuluş Savaşı’na da değinen Yürükel; “Eğer Ermeni tehciri yaşanmasaydı; Mustafa Kemal, Havza, Erzurum ve Sıvas toplantılarını yapamazdı. Çünkü o bölgeler ayrılıkçı güçlerden arındırılarak güvenlikli bölgeler haline dönüştürülmüştü. O dönemin İçişleri Bakanı olan Talat Paşa yurtsever bir insandı. Ona haksızlık yapılıyor. Atatürk onun yurtseverliğini zaman zaman dile getirdi” tezini savundu.
Konferansın sonunda sorulan soruları yanıtlayarak konuşmasını bitirdi.
http://www.harbigazete.com/haber/113/av ... yatar.html