Babacan ve yol ayrımı
2002’den 2015’e kadar hep Bakanlar Kurulu’nda yer alan Ali Babacan’ın, Erdoğan’ın Merkez Bankası Başkanı Çetinkaya’yı görevden almasının hemen ardından istifa etmesi, yeni parti için açıktan harekete geçme zamanlaması tesadüf değil. Anlamak için filmi biraz geri saralım.
Dış etkiler bir başka yazının konusu, önce içteki tabloyu anımsayalım. AKP aslında 2001 Krizi’nin ürünüydü. Toplumda kriz nedeniyle mevcut partilere ve siyasetçilere dönük tepkinin arttığı, merkez partilere güvenin aşındığı bir dönemde halk seçeneksizdi.
Krizden sonra Kemal Derviş getirildi/gönderildi, hatırlarsınız. Ülkenin önüne özelleştirme; ekonomi yönetiminde sermaye temsilinin garanti altına alınması, yani kararlardan halkın dışlanması için üst kurulların oluşturulması, “Merkez Bankası’nın siyasetten arındırılması” gibi konuları içeren bir paket koydu. Yasaları hızla geçirildi, “milli mutabakat” sayıldı.
Bu arada siyasal İslam da iktidar için yol ayrımına gelmişti. Ya sadece muhafazakâr Anadolu burjuvazisinin sözcüsü olacaklar ya da uluslararası alana açılmış, finansla iç içe geçmiş büyük sermaye ile (ve ABD ile) çeşitli tavizlerle işbirliği yolu bulup iktidara gelebileceklerdi. İkincisini seçtiler.
Nitekim 2002’de seçim oldu, krizden canı yanmış halkın desteğiyle AKP kazandı. Derviş’in koltuğuna Ali Babacan oturdu bu kez. Bir tür “otomatik pilot” benzetmesi yapılıyordu. Derviş programından sapılmayacak, özelleştirmeler tam gaz sürdürülecek, ekonomi “siyasetten arındırılacak”tı. Yapıldı. Böylece kriz, sermayenin ve ABD’nin siyasal İslamı kendi denetimine alması, yoksul halk kesimlerinin öfkesinin söndürülmesi ve programın demokratik araçlarla (seçim) sürdürülmesi yoluyla aşılmıştı. Siyasal İslam ise yönetme ve destekçi sınıflarını zenginleştirme olanağına kavuşmuştu.
Babacan, bu geniş “neoliberal blok” sayesinde iktidarın en ayrıcalıklı bakanı oldu yıllarca. Her iki sermaye kesiminin koalisyonunu Ali Babacan temsil ediyordu, değiştirilmesi teklif bile edilemeyen isimdi. Dönemin şartlarının da etkisiyle finans kesiminin kârları artıyor, sıcak para ülkeye akıyor, özelleştirmelerle yeni gruplar, yandaşlar serpiliyor, kredi genişlemesine dayalı tüketim ekonomisi sayesinde “orta sınıf” borçlanarak büyüyordu. Yani Babacan sadece birey değil, bir programdı.
Dağılmanın başlangıcı
Aslında ittifak 2008 krizinden sonra sarsılmaya başladı. “Teğet geçen” kriz, kâr oranlarını düşürdü; devletten beslenme yarışı hızlandı. İvme giderek “bağımsız kurullar”dan denetimsiz ihalelere, imarinşaat rantıyla büyüyen “yandaş” sermayeye doğru kaydı. Ama özellikle 2015’ten itibaren Erdoğan’ın Merkez Bankası’nın para politikasına dönük eleştirilerinin dozunu artırması kırılmaydı. Nitekim 2015 Kasım seçimleri sonunda Babacan ilk kez Bakanlar Kurulu’nda yer almadı. Ve şimdi Erdoğan’ın Merkez Bankası Başkanı’nı görevden alması, sermaye içi ittifak tabutuna son çivi oldu. “Merkez Bankası bağımsızlığı” üstünden, tekelci finansal sermaye ile imar-inşaat rantına sıkışmış Saray sermayesi arasındaki ittifak siyasal olarak da çatlama yoluna girdi.
Saray ve Damat programı, ekonomi yönetimini büsbütün tekelleştirdi böylece. Derviş-Babacan programı da bloktan iyice dışlanmış oldu. İşte istifayı da, yeni partiyi de hızlandıran bu son gelişme. Demek ki öncelikle siyasal değil, ekonomik/sınıfsal nitelikli bir itiraz bu.
Bu arada, AKP içi çatlakların “bölgesel koalisyonlar” açısından da etkileri olacak. Parti içi muhalefeti temsil eden üç önemli ismin AKP’nin kale olarak gördüğü İç-Orta Anadolu kökenli olmaları, bu bölgede özellikle yükselip dünyayla bütünleşmek isteyen, son krizle çarkları durma, borçları zirve noktasına ilerleyen sermaye kesimlerinin sözcülüğünü üstlenen şehirlerden çıkmaları da dikkatle not edilmeli. Memleketleri ve ilişkileri bakımından Babacan Ankara, Davutoğlu Konya ve Abdullah Gül Kayseri siyasetinde ağırlığı olan isimler. Çıkış ve itiraz noktaları farklı olsa da, zaten kıyı ve sınır bölgelerde yerel iktidarı büyük oranda kaybeden, metropol belediyelerinden neredeyse silinen ve Karadeniz özelinde de İmamoğlu’nun yükselişiyle baş etmesi gerekecek olan AKP’nin elinde kalan sınırlı bölgesel üstünlük alanları da şimdi bir başka meydan okumayla karşı karşıya.
İktidar için zor zamanlar. “Biz ne yapmalıyız” sorusuyla devam.
Deniz YILDIRIM, 10 Temmuz 2019