Badem Bıyıklı General

Badem Bıyıklı General

İletigönderen Oğuz Kağan » Cum Tem 03, 2009 23:43

Badem Bıyıklı General


“Kağıt parçası” olayının dün itibarıyla geldiği noktaya baktığımızda, birilerinin “generalliğe terfi edecek 9 Albay” konusunda Taraf’ın meşhur manşetinden çok önce kafa yormaya başladıklarını anlıyoruz. Bu subaylara “Ergenekon şüphelisi” damgası vurarak terfilerini önlemeye çalışan kim veya kimlerse, Ağustos ayındaki kritik YAŞ dengelerine el atmış olanlar da onlardır. Yani, Taraf’a o manşeti attıranlardır.

Dün Beşiktaş Adliyesi’nin önünde heyecanlı bir bekleyiş vardı. “Ağustos ayındaki YAŞ toplantısında generalliğe terfileri beklenen 9 kurmay albay” Ergenekon savcıları tarafından “şüpheli sıfatıyla” ifadeleri alınmak üzere Adliye’ye çağrılmışlardı.

Sabah saatlerinde gelmediler. “Belki öğlen tatilinden sonra” diye umutlanıldı ama öğleden sonra da gelen giden olmadı. Gün, Avukat Vural Ergül’ün jestiyle kapandı. Gazetecilerin güneşin alnında boş yere beklediklerini gören Avukat Ergül, “İmza nasıl kolonlanır, kimlerin imzası kolonlanabilir” konusunda Adliye önünde güzel bir reality show gerçekleştirdi. Savcı Zekeriya Öz’ün Ergenekon iddianamelerindeki imzasını kopyalayan Ergül, bunu fotoşop marifetiyle bir güzel “İrtica İle Mücadele Eylem Planı”nın altına yapıştırmıştı. Bu haliyle bir “kağıt parçasından” başka bir şey olmayan “belgeyi” gazetecilerin burnuna tutup “Bakın, bu yöntemle Fatih Ürek’in, Kuşum Aydın’ın, Fethullah Gülen’in ve Tayyip Erdoğan’ın imzalarını bile istediğiniz kağıdın üstüne yapıştırabilirsiniz” dedi.

Yaptığı sahte belge hiç de fena durmuyordu.

Saydığı isimler de öyle…

Albaylar gelmedi.

Heyecanla bekleyenler Ergenekon sanığı avukatının “korsan eylemiyle” yetinmek zorunda kaldılar. Tabii şimdi biz, “Albayların gelmeyişinin Erdoğan-Başbuğ görüşmesiyle ilgisi, âlâkası var mı?” diye sormuyoruz; kesin yoktur! Yoktur ama Genelkurmay Başkanı Başbuğ şu soruyu Başbakan’a mutlaka sormuş olmalıdır:

“Sayın Başbakan, ben sizin bu ‘kâğıt parçası’ konusundaki düşüncenizi, tavrınızı pek anlamış değilim. Urfa’da belgeyi baştan doğru kabul edip TSK’yı suçladınız. Benimle görüştükten sonra fikrinizi değiştirmiş gibi göründünüz ve Meclis’te TSK’nın yapmakta olduğu soruşturmaya güvendiğinizi belirttiniz. Askeri Savcılık soruşturmayı tamamladı, bu kez ‘İşin aslını sivil yargı ortaya çıkaracak’ diye konuşmaya başladınız. Ben iyi anlatamıyorum galiba Sayın Başbakan..Oysa, basın toplantımda bu kağıt parçasının ancak yeni deliller gelirse tekrar soruşturulabileceğini ve bunu da yine askeri yargının yapabileceğini üstüne basa basa söylemiştim. Meğer siz gece yarısı kanunu da değiştirip bizi “kadük” bırakmışsınız, haberimiz yok. Sayın Başbakan, siz TSK’nın böyle bir belge hazırladığına mı inanıyorsunuz, yoksa Askeri Savcılığın kararına mı? Siz neye inanıyorsunuz Sayın Başbakan? Neden Mehmet Altan’a da, bana da ‘sen de haklısın, sen de haklısın” diyorsunuz? Mehmet Altan’ı Genelkurmay Başkanı yapıp bu çelişkili durumdan kurtulmayı düşünmez misiniz?”

Tabii Başbakan’ın ne söylediğini tahmin etmeye imkân yok. Başbuğ’a yine “Haklısınız, askeri yargıya saygımız sonsuz” dedikten sonra görüşme biter bitmez Ergenekon Savcısı’nı arayıp “Zeko, çek dokuzunu da karakola, gelmezlerse derdest ettir” demiş olabilir…

(Konumuzla direkt âlâkası olmayan bir soru: Yarın öbür gün bir gizli tanık, “Bombaları Genelkurmay Başkanı’ndan aldım’ diye ifade verirse ne olacak? Teröriste “Sayın”; emekli orgenerallere, Yargıtay Onursal Başkanlarına, gazetecilere, rektörlere “terörist” diyecek kadar kafası karışmış/ karıştırılmış bir Başbakan bu kaosun içinden nasıl çıkacak?)

Görünen o ki Başbakan, “darbe ihtimalinin” önlenemez cazibesinden kendini alamıyor. Başbuğ’un anlattıkları o an için inandırıcı gibi gelse de, artık kendisine bile diş gösterecek kadar palazlanmış olan “yandaş medyanın” yönlendirmelerine kapılıyor. “Darbe tehlikesinden” beslenmeye alışmış olan bünye başka türlü bir tepkiye izin vermiyor. Ya da belki artık çok yalnızlaşmış bir adam olarak, olup bitenlerin farkında değil. Hiç kimse kendisine olayların gerçek boyutunu anlatmadığı, anlatamadığı için kendi yarattığı bir dünyada yaşıyor ..Evet, bu da mümkündür. Bu bağlamda örneğin, Başbuğ’un “Bu tertibi düzenleyenleri ortaya çıkaracağız” şeklindeki yaklaşımını “Ordu içinde cuntacı tasfiyesi başlatacağız” diye anlıyor olabilir. Böyle anlarda, Başbuğ’un kendisine samimi davranmadığını, kapalı kapılar ardında ayrı, kameralar önünde ayrı konuştuğunu düşünüyor olabilir. “Gol atmayı” siyaset yöntemi haline getirdiği için de “Madem o beni kandırıyor, ben de gece yarısı yasayı değiştirtirim” psikolojisiyle hareket edebilir. Bu konuda çevresinden çok teşvik gördüğünden ise emin olalım..

“Belge” olayının bir taşla çok sayıda kuş vurmaya yönelik yapısı gün geçtikçe daha net ortaya çıkıyor. Dört başı mamur provokasyonlar örgütleme konusunda aşırı profesyonelleşmiş olan cemaat-yabancı servisler-kurgulanmış medya saçayağı son zamanlarda şöyle bir yönteme başvuruyor : Gerçekleşmesini istedikleri veya istemedikleri bir olayı, önceden karşı tarafa yükleyerek haber yapıyorlar (Örnek: Star, Zaman, Bugün ve Taraf’ta aynı anda yayımlanan “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Ergenekon Savcılarını görevden alacak” haberi. Oysa, ne HSYK’nın gündeminde böyle bir konu vardır, ne de böyle bir hazırlık yapılmıştır. Haber tamamen imalattır. Amaç, HSYK’yı daha baştan baskı altı almak, Ergenekon savcıları hakkında bırakın görevden almayı, en basit bir tasarrufu bile engellemektir.)

Aynı şekilde, “Belge doğru çıkarsa, Genelkurmay Başkanı istifa etmelidir” demiş bulunan Deniz Baykal’ın bu sözlerini de aynı gazeteler, “Baykal, Başbuğ’u istifa ettirerek YAŞ dengeleri ile oynamaya, darbeci subaylara terfi aldırmaya çalışıyor” diye yorumladılar. Baykal’ın böyle bir amacı tabii ki yoktu ama “Kağıt parçası” olayının dün itibarıyla geldiği noktaya baktığımızda, birilerinin “generalliğe terfi edecek 9 Albay” konusunda Taraf’ın meşhur manşetinden çok önce kafa yormaya başladıklarını anlıyoruz. Bu subaylara “Ergenekon şüphelisi” damgası vurarak terfilerini önlemeye çalışan kim veya kimlerse, Ağustos ayındaki kritik YAŞ dengelerine el atmış olanlar da onlardır. Yani, Taraf’a o manşeti attıranlardır.

Erdoğan’ın ağzından çıkan “Polis rejimin güvencesidir” sözüyle birlikte düşündüğümüzde, sıranın ordunun içini tanzim etmeye geldiğini görebiliriz. Badem bıyıklı; şöyle dişler sarı ve seyrek, kırmızı dudaklar meydanda… Affedersiniz popo hayli büyükçe, genizden gelen ince bir sesle konuşan ve her lafa "İnşâllah" diye başlayan...(Mümkünse kısa paçalı şalvar pantolonun altından beyaz çorap da görünmelidir).

Her konuda şımarık şımarık kafa şişiren, son model jeep’lere binen, bayanlarla yüzlerine bakmadan konuşan ve elleri buram buram terleyen generaller…


Fatma Sibel YÜKSEK - Açık İstihbarat
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x