Bağımsızlık ve Hukuk Devleti Olmadan Demokrasi Olmaz!

Bağımsızlık ve Hukuk Devleti Olmadan Demokrasi Olmaz!

İletigönderen İrfan Tuna » Prş Şub 18, 2010 14:35



5 Mayıs 2009

KİM, NE KADAR DEMOKRAT?

İrfan Tuna


Gerçek bir demokrasinin, iki önemli koşulu var.

Bunlardan birincisi, ulusal bağımsızlık ve egemenliktir.

Ülke olarak bağımsızlığınızı ve egemenliğinizi yitirmişseniz… Ülkenizin kaynaklarını nasıl kullanacağınıza siz karar veremiyorsanız… Hangi yasaların çıkarılacağına, hangi politikaların uygulanacağına ulusal yararlarınız değil de, ülkenizin dışındaki başka merkezler kendi çıkarlarına göre karar veriyorsa… Uygulanan politikalarda üreticinizin, işçinizin, köylünüzün, esnafınızın, emeklinizin, yurttaşınızın, ülkenizin yararları değil de, o politikaları dayatan merkezlerin çıkarları ön planda tutuluyorsa… Yaşamsal kurumlarınız çökertiliyor, emekçileriniz, üreten güçleriniz mağdur ediliyorsa… Topraklarınızı ihtiyaçlarınıza göre ekemiyorsanız… Çiftçinizi ulusal yararlarınızı gözeterek destekleyemiyorsanız… Ülkeniz dışındaki emperyalist merkezlerin dayatmalarıyla ülkenizin varlıkları küresel eşkıyalara her türlü ayrıcalıklar ve kolaylıklar sağlanarak haraç mezat satılıyorsa… Ülkeniz göz göre göre soyuluyorsa, soyduruluyorsa… Çağdaş bir ülke olabilmek için, ortaçağ kalıntısı aşiretleri, tarikatları, toprak ağalığını tasfiye edemiyorsanız… Ülkeniz, ülkenizin dışındaki emperyalist merkezlerin talimatlarıyla yönetiliyorsa… Bağımsızlığın ve egemenliğin olmadığı böylesi bir düzene demokrasi denebilir mi?

Ulusal bağımsızlığın ve egemenliğin olmadığı böyle bir ülkede, çok partili bir düzen olmasının görüntüden başka ne anlamı vardır?

Üstelik, seçimler bir görüntüyse, hangi partinin iş başına gelip hangi partinin iktidardan gideceğine de gerçekte ülke dışındaki emperyalist merkezler karar veriyorsa… ‘İktidar’ yolu Washington’dan geçiyorsa, iş başına gelecek partiler ve politikacılar her seçim öncesinde Kâbe’yi ziyaret eder gibi ABD’yi ziyaret edip oradaki mafya şeflerinin önünde görücüye çıkıyor, onlardan icazet alıyorsa… ABD’deki mafyanın her dediğini yapmaya söz veren partilerin ve politikacıların iktidar yolu, bol paralı seçim ve medya kampanyalarıyla, düzmece anketlerle ‘seçmen’ yönlendirilerek açılıyor; emperyalist sömürüye karşı ülkesini savunan partilerin iktidar yoluna engeller çıkarılıyorsa… Böylesi bir düzende seçim rüşvetleriyle, sandık hileleriyle elde edilen seçmen çoğunluğuna ‘milli irade’ denebilir mi?

ABD ve AB talimatlarıyla ülke yönetmeye demokrasi denebilir mi?

* * *

Gerçek bir demokrasi için olması gereken ikinci önemli koşul, hukuk devletidir, hukukun üstünlüğüdür. Yasama ve yürütmenin bağımsız yargı tarafından denetlenebilmesi ve yürütmenin, bağımsız yargı önünde hesap verebilmesidir.

Yargı, bir hukuk devletinde olması gerektiği gibi, yasama ve yürütmenin üzerinde değilse… Meclis’in çıkardığı yasalar ve Hükümet’in uygulamaları hukuka uygunluk açısından bağımsız yüksek yargı tarafından denetlenemiyorsa… Yargı darbesiyle, yargı bağımsızlığını yitirmiş, denetlemesi ve hesap sorması gereken yasama ve yürütmenin emrine sokulmuşsa… Hükümet ve Meclis yargı tarafından denetlenemiyorsa, tam tersine Hükümet ve Meclis yargının üzerine çıkmışsa, yargıyı istediği gibi yönlendiriyorsa., astığını asıyor, kestiğini kesiyorsa… Hukuk devletinin ortadan kalktığı, yargının bağımsızlığını yitirerek yasama ve yürütmenin kontrolü altına girdiği bu faşist düzene demokrasi denebilir mi?

Nitekim darbe olarak adlandırılan şey de budur. Yani, yargının bağımsızlığını yitirmesidir. Yasama, yürütme ve yargı gücünün tek merkezde toplanmasıdır.

* * *

Peki, darbeleri askerler mi yapar her zaman?

Elbette hayır.

Dünyanın en kanlı Amerikancı darbelerini yapan askeri faşistler olduğu gibi, en az onlar kadar kanlı olan sivil faşistler de oldu. Örneğin, Hitler de, Mussolini de sivildi ve her ikisi de dünyanın en kanlı faşist diktatörüydü…

Örneğin, ülkemizde 1950’de seçimle işbaşına gelen ve sivil bir yönetim olan Demokrat Parti yönetimi, 1960 yılına gelinceye kadar bir yandan ülkemizin bağımsızlığını ve egemenliğini ABD’ye teslim etti, diğer yandan adım adım faşist bir diktatörlük kurma yolunda ilerledi. 27 Mayıs Devrimi’nden kısa bir süre önce de Tahkikat Komisyonu kurarak yargı bağımsızlığını tümden ortadan kaldıran son faşist adımını attı. Tahkikat Komisyonu uygulaması, bir hukuk devletinin en önemli koşulu olan, yasama ve yürütme üzerindeki yargı denetimini ortadan kaldıran gerçek bir SİVİL DARBEDİR. (Yasama ve yürütme üzerindeki yargı denetimini ortadan kaldırmayı, Anayasa Mahkemesi’ni etkisizleştirmeyi amaçlayan benzer bir SİVİL DARBEYE günümüzde AKP Hükümeti de hazırlanmaktadır.)

Demokrat Parti’nin Tahkikat Komisyonu’yla gerçekleştirdiği sivil faşist darbeyi 27 Mayıs Devrimi ordu-millet işbirliğiyle tersine çevirdi. 27 Mayıs’ın ülkemize kazandırdığı 1961 Anayasası, bir hukuk devleti için en gerekli olan yargı bağımsızlığını güvence altına aldı, Anayasa Mahkemesi’ni kurdu. Pek çoklarının askeri darbe diyerek, 12 Mart ve 12 Eylül’le aynı kefeye koyduğu 27 Mayıs Devrimi’nin ülkemize kazandırdığı 1961 Anayasası, sosyal devlet ilkesi, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, sendikal haklar, grev hakkı gibi ileri demokratik hak ve özgürlükler getirdi… 1961 Anayasası’nın ülkemize kazandırdığı ileri demokratik hak ve özgürlükler, 12 Mart 1971 darbesiyle biraz budandı, 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle tümden ortadan kaldırıldı…

Demokrat Parti, sivil bir iktidardı ama halkın özgürlüğünü, ülkenin bağımsızlığını budadı…27 Mayıs, ordu-millet işbirliğiyle gerçekleşen bir devrimdi, getirdiği çağdaş haklarla ülkemizi özgürlük rotasına soktu… 12 Mart Amerikancı bir askeri darbeydi, 27 Mayıs’ın kazandırdığı özgürlükleri ve asker-sivil tüm yurtseverleri budadı… 12 Eylül en kanlı Amerikancı askeri faşist darbeydi, 27 Mayıs’tan kalan özgürlüklerin kırıntısını bile bırakmadı… Ne ilginçtir 1982 Anayasası’nı hazırlayan Anayasa Komisyonu’nun başındaki Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı, Nazlı Ilıcakların Tercüman Gazetesi’nin o günün parasıyla 80 bin lira aylıklı Yönetim Kurulu İkinci Başkanı’ydı. (Uğur Mumcu-Dilinin Kantarı, 16 Eylül 1982, Cumhuriyet)

* * *

Darbeler konusunda şu gerçek de unutulmamalı. Geçmişte dünyanın dört bir yanında askeri faşist darbeler gerçekleştiren ABD emperyalizmi, günümüzde artık askeri darbe yaptırmak yerine, adını ‘demokrasi projesi’ koyduğu Soros destekli sivil darbeler yaptırıyor, yaptırmaya çalışıyor… Çevremiz bu rengârenk sivil darbelerin çöplüğüne döndü.

Bu nedenle, askeri olan her şeyin, her zaman faşist olmadığını; sivil olan her şeyin de her zaman demokrat olmadığını unutmayın.

Faşist olmanın da, demokrat olmanın da ölçütü; asker ve sivil olmak değildir.

İster asker olun, ister sivil olun; ulusal bağımsızlığınıza ve egemenliğinize ne kadar sahip çıkıyorsanız; iş başına gelmiş partilerin ve politikacıların bağımsız yargı önünde hesap vermelerini ve denetlenmelerini ne kadar istiyorsanız o kadar demokratsınız demektir…

Gerçek bir demokrasi ve demokratlık için; ölçü de, ölçüt de budur. Bu ölçüye ve ölçüte kimin, ne kadar uyduğuna siz karar verin…


Not: Bu yazımın bir bölümü, 4 Nisan 2010 tarihli Yeniçağ gazetesinde, Selcan Taşçı’nın sayfasında yayımlandı.
http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/ya ... aber=12702
…
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: Bağımsızlık ve Hukuk Devleti Olmadan Demokrasi Olmaz!

İletigönderen İrfan Tuna » Prş Şub 18, 2010 20:11

DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİ'NDE KÜÇÜK BİR GEZİNTİ

*Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950'de yapılan seçimlerde ''Yeter Söz Milletin!''’sloganıyla oyların yüzde 52,68'ini aldı, 487 milletvekilliğinden 408'ini kazanarak hükümet oldu.

*DP Hükümeti, 22 Mayıs 1950'de göreve başladı.

*Demokrat Parti, hükümet programında, kamu iktisadi kuruluşlarını özel girişime devredeceğini ilan etti. Çalışanların en temel demokratik haklarından olan grev hakkı hükümet programına alınmadı.

* ''Her mahallede bir milyoner yaratma''’sloganıyla devlet kaynakları, kamu yararı için değil, özel çıkarlar için kullanıldı.

*6 Haziran 1950'de DP Hükümeti, hükümete engel oluşturacağını düşündüğü Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bütün üst komuta kademesi ile birlikte 15 General ve 150 Albayı emekliye sevk etti.

*16 Haziran 1950'de Arapça ezan yasağı kaldırıldı. 5 Temmuz 1950'de radyodan dini yayınlar başladı. İlkokullardaki isteğe bağlı din dersleri zorunlu oldu. Bir Said-i Nursi hayranı olan Adnan Menderes, Demokrat Parti milletvekillerine, ''Siz isterseniz, hilafeti bile geri getirebilirsiniz''’dedi.

*Mustafa Kemal Atatürk'ün ''Bağımsız Türkiye''sinin yerini ''Küçük Amerika''’olma hayali aldı. ''Küçük Amerika''’olma hayali her şeyin önüne geçti.… 23 Şubat 1945 tarihinde (Atatürk sonrasında CHP döneninde) ABD ile kredi ve dış yardımlar yoluyla başlayan ilişkiler, DP iktidarı döneminde daha sıkı bir bağımlılığa dönüştü. ABD ile ulusal yararlarımıza aykırı, ülkemizin geleceğini ABD'ye daha da bağımlı hale getirecek olan pek çok gizli ve açık ikili anlaşmalar yapıldı. Amerikan üsleri topraklarımıza yerleştirilmeye başladı. (Bu konuda ayrıntılı bilgi için, Haydar Tunçkanat'ın, ''İkili Anlaşmaların İçyüzü''’kitabı çok önemli bir kaynaktır)

*25 Haziran 1950'de ABD çıkarları için Mehmetçiğimizin Kore'ye savaşa gönderilmesine karar verildi. Ekim 1950’de sayısı 5000'i bulan Mehmetçiğimiz Kore'ye savaşa gönderildi. 1953 yılına kadar süren savaş sonunda 717 askerimiz yaşamını yitirdi.… Binlerce askerimiz yaralandı, 167 askerimiz kayboldu.… Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı John Foster Dulles, Kore'de savaşan Mehmetçiğimizin günlük masrafının 23 Sent olduğunu belirterek Mehmetçiğimizin maliyetini çok uygun buldu.… Buna yanıt Nazım Hikmet'ten geldi. Nazım Hikmet, 23 Sentlik Asker başlıklı şiiriyle Dulles'a yanıt verdi.

*Mehmetçiğimizin, ABD çıkarları için Kore'ye savaşa gönderilmesine karşı çıkan Türk Barışseverler Cemiyeti Başkanı Behice Boran, 1951 yılında tutuklandı ve 15 ay hapse mahkûm edildi. Behice Boran, oğlu Dursun'u bu tutukluluğu sırasında tutukevinde dünyaya getirdi.

*25 Temmuz 1951'de Nazım Hikmet, 'Demokrat'’Parti Hükümeti'nin Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarıldı.

*1951 yılında halkevleri kapatıldı. Halkevleri, Kemalist cumhuriyetin yurttaşlık bilincini halka benimsetmek amacıyla 19 Şubat 1932'de Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde hayata geçirilmiş bir projeydi.

*18 Şubat 1952'de Türkiye NATO'ya girdi. Aynı yıl, ABD'nin en büyük tehdit kabul ettiği komünizme karşı gayri nizami savaş aracı olarak Seferberlik Tetkik Kurulu kuruldu. Amerikan derin devletinin ülkemizdeki askeri uzantısı olan bu yapılanma daha sonra Özel Harp Dairesi adını aldı. (1990'larda NATO'dan bağımsız olarak, ülkemizin ulusal güvenliğine uygun olarak yeniden yapılandırılan Özel Kuvvetler Komutanlığı çok farklı bir yapılanmadır)… Tüm NATO ülkelerinde gladyo adıyla bilinen (SüperNATO) derin yapılanmaların sivil kolu olan Komünizmle Mücadele Derneği'nin ilk şubesi ise, 1954'te İzmir'de açıldı Ne ilginçtir ki, bu derneğin Erzurum'da ülkemizdeki ikinci şubesinin açılmasını sağlayan kişi Fethullah Gülen oldu.

*Aralık 1953'te çıkarılan yasayla CHP'nin mallarına hazine tarafından el kondu.

*27 Ocak 1954'te 6234 sayılı yasayla, Halkevleri benzeri bir başka Kemalist devrim projesi olan Köy Enstitüleri kapatıldı.

*ABD tarafından dayatılan tüm politikalar harfi harfine uygulandı. ABD'nin özendirmesiyle 1954'te ''Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu''’ve ''Petrol Kanunu''’çıkarıldı.

*ABD'nin bölge ülkelerini Türkiye aracılığıyla denetim altında tutmasının bir aracı olarak ABD yönlendirmesiyle, Ağustos 1954'te Balkan, Şubat 1955'te Bağdat paktları oluşturuldu.… Bağımsızlık savaşı yapan Tunus, Fas ve Cezayir'e karşı sömürgeci devletler desteklendi.…Süveyş Kanalı'nı millileştiren Mısır'a karşı İngiltere'nin yanında yer alındı.…

*1954 Seçimlerinde DP'ye oy vermeyen Kırşehir ili ilçe yapıldı. DP'ye oy veren Adıyaman, CHP'nin kalesi olarak bilinen Malatya'dan koparıldı il yapıldı.

*6-7 Eylül 1955'te Kıbrıs bunalımı sırasında İstanbul'da, hükümetin perde arkasından kışkırttığı gösteriler geç saatlerde azınlıklara karşı toplu bir saldırıya dönüştü. Bu olaylar sonunda iktidar sıkıyönetim ilan etti. Parti içinde ağır tartışmalar yaşandı. Menderes dışındaki bakanlar istifa ettirildi…

*Ekim 1958'de, Demokrat Parti tarafından toplumu cephelere bölen ''Vatan Cephesi''’kuruldu. Herkes ''Vatan Cephesi''ne katılmaya zorlandı. Radyoda her gece Vatan Cephesi'ne katılanların isimleri okundu. Radyo, Demokrat Parti'nin borazanı haline getirildi. Vatan Cephesi'ne katılmayan iş bulamadı, işi olan işten çıkarıldı.

*Basın üzerinde çok yoğun baskılar uygulandı. Bu dönemde bir yandan, tarihimize ''Besleme Basın''adıyla geçen DP yandaşı basına akıl almaz destekler sağlanırken; diğer yandan, basın içinde Demokrat Parti'ye muhalefet eden herkes susturulmaya çalışıldı. Öyle ki, 83 yaşındaki Hüseyin Cahit Yalçın bile iktidarı eleştirdiği için hapse atıldı. Adalet Bakanı Esat Budakoğlu, TBMM'de muhalefetin, gazetecilere yönelik baskılara ilişkin olarak verdiği bir soru önergesi üzerine, 1954-1958 yılları arasında 238 gazetecinin iktidara karşı yazılar yazmak suçundan mahkûm olduğunu açıkladı

*1960 yılı DP Hükümetinin hem Meclis içindeki muhalefetle, hem de Meclis dışındaki toplumsal muhalefetle, gençlikle ve üniversitelerle ilişkilerinin kopma noktasına geldiği bir yıl oldu.

*18 Nisan 1960'da ''Tahkikat Komisyonu'' kuruldu. 15 DP milletvekilinden oluşan komisyon hem suçlama hem de yargılama hakkına sahipti ve kararlarına itiraz edilemiyordu. Bu komisyon, uygun gördüğü toplantıları ve yayınları yasaklama hakkına sahipti. Tamamen iktidar mensuplarından oluşan bu komisyona sadece gazete ve dergileri değil, onları basan matbaaları da kapatma yetkisi verildi. Komisyon, kendisine verilen bu yetkiyle, matbaalar üzerinde, matbaa sahiplerinin muhalif olması muhtemel gazete ve dergilerle anlaşma yapıp onları basmasını engellemek için çok ağır baskılar uyguladı.

Menderes Hükümeti'nin 9 Mayıs'ta Meclis'teki çoğunluğunu kullanarak Meclis'e kabul ettirdiği ABD ile yaptığı ikili anlaşma, DP Hükümeti ile muhalefet arasındaki ilişkileri daha da gerdi. Menderes Hükümeti'nin Meclis'e kabul ettirdiği bu anlaşmanın hükümleri, Amerikan ordusunun doğrudan veya dolaylı bir saldırıyı bahane ederek topraklarımıza girmesine izin veriyordu. Meclis'te bu konuda çok sert tartışmalar yaşandı.

Tahkikat Komisyonu'nun ilk işi CHP aleyhine soruşturma açmak oldu. Bu durum karşısında, ''Bu yolda devam ederseniz sizi ben de kurtaramam''’diyen İsmet İnönü'ye 12 oturum Meclis'ten men cezası verildi. CHP Meclis Grubu'nun duruma itiraz etmesiyle olaylar iyice büyüdü ve sonunda CHP milletvekilleri polis zoruyla Meclis'ten çıkartıldı. CHP genel başkanı İsmet İnönü'ye karşı Demokrat Partililer tarafından fiili saldırılarda bulunuldu.

Bu arada, *Meclis dışında yükselen toplumsal muhalefete karşı da oldukça sert tavırlar alınmaya başlandı. Üniversitelerde hükümete karşı düzenlenen protestolar polis gücüyle, zor kullanılarak bastırılmaya çalışıldı. 28 Nisan 1960 tarihinde İstanbul Üniversitesi'nde düzenlenen protesto gösterisine polisin açtığı ateş sonunda üniversite öğrencisi Turan Emeksiz yaşamını yitirdi. Demokrat Parti Hükümeti'nin Hukuk ve demokrasi dışı uygulamalarına karşı çıkan, Hukuk'un üstünlüğünü savunan Yargıtay Başkanı Bedri Köker, Yargıtay Başsavcısı Rıfat Alabay, Yargıtay 2. Başkanlarından Haydar Yücekök, Yargıtay Üyeleri Melahat Ruacan, Kamil Çoşkunoğlu, Faik Uras ve İlhan Dizdaroğlu 'görülen lüzum üzerine' 1 günde emekli edildi.

İşte 27 Mayıs 1960’a bütün bu uygulamaların sonunda gelindi. 1950-1960 arasındaki dönemde yukarıdaki bu uygulamaları tarihimize miras bırakan Demokrat Parti Hükümeti, 27 Mayıs 1960 tarihinde geniş halk kitleleri ve ordu içindeki subaylar tarafından devrildi.…

MENDERES HANGİ SUÇLARDAN YARGILANDI VE SUÇLU BULUNDU?

1-Örtülü Ödenek paralarını zimmetine geçirmek suçuyla yargılandı. Mahkeme 10 yıllık Örtülü Ödenek kayıtlarını istedi. Menderes bu dava sonucunda 4 877 780 lirayı zimmetine geçirmekten suçlu bulundu ve paranın tahsili için Aydın’daki arazilerine el kondu.
2-6-7 Eylül Olayları’nı önceden bildiği halde müdahale etmemek.
3-Vatan Cephesi kurarak toplumu kamplara bölmek.
4-Vinileks firmasına usulsüz kredi verilmesini sağlamak.
5-İstanbul’da pek çok vatandaşın evini ve arazisini parasını hiç ödemeden ya da geç ödeyerek istimlâk etmek.
6-Kanuna aykırı olarak üniversite basmak ve halka ateş açtırmak.
7-Bazı muhalefet liderlerinin ve milletvekillerinin seyahat özgürlüğünü kısıtlamak.
8-Devlet radyosunu siyasi çıkarları için kullanmak.
9-Döviz Yasası’nı ihlal etmek.
10-Halkı Demokrat İzmir gazetesinin matbaasını tahrip etmeye teşvik etmek.
11-Kırşehir ilinin haksız yere ilçe yapılması. CHP’nin mallarına haksız yere el konması.
12-Anayasa’nın ve yargı bağımsızlığının ihlali. Tahkikat Komisyonu kurup olağanüstü yetkilerle donatılması.
13-Doktorunu sanatçı Ayhan Aydan’dan doğan gayri meşru çocuğunu öldürmeye azmettirmek.

Davalar 13 oturum sürdü ve 2 Şubat 1961 de karara bağlandı. Menderes 13 ayrı davadan yargılandı ve Bebek Davası dışındaki tüm davalardan suçlu bulundu.…
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: Bağımsızlık ve Hukuk Devleti Olmadan Demokrasi Olmaz!

İletigönderen gerçeği arayan » Prş Şub 18, 2010 23:06

Tabi ki aslında çok mantıklı. Ulusal bağımsızlık olmadan demokrasi de olamaz, çünkü bağımsızlık olmadan halk kendi geleceğini kendi iradesiyle belirleyemez.

İşine gelen her yerde milli irade, seçilmişler atanmışlar edebiyatıyla yeri göğü inletip sonra en hayati konularda gidip ABD’den emir almak kadar saçma bir şey olamaz. Aslında bizim seçilmiş sandığımız kişi ABD’nin atadığı kişi oluyor. Bugünkü seçim sistemimizde de zaten milletvekilleri de tam anlamıyla seçilmiş sayılmaz, çünkü onları da parti liderleri atıyor.

Ulusal bağımsızlık konusunda herhalde en büyük zorluk güvenlik ve silah meselelerinden kaynaklanıyor. Bir çok ülke emperyalistlere kuyruğunu buralardan kaptırıyor. Ekonomik bağımlılıkların da temelinde ülkelere çok pahalıya mal olan silahlanma zorunluluğu yatıyor.

Öte yandan, işe biraz da felsefi yönden bakılırsa acaba bireysel olarak ne kadar özgürüz? Günümüzün ekonomik koşulları büyük çoğunluğumuza her şeyi dikte ediyor. Okul, eğitim, çalışma hayatı... İnsanların büyük bir bölümü severek değil, mecbur oldukları için bezdirici işlerde yarı köle gibi çalışıyorlar. Eskiden bedensel kölelik vardı, şimdi de beyinsel kölelik var.

Bence insanoğlu nüfusunu kontrol edemediği için çoğalıp kalabalıklaştıkça köleliğe sürükleniyor. Kendi doğal yaşam tarzı olan avcı toplayıcılıktan nüfus baskısı yüzünden tarım toplulukları kurmaya başladığı zamandan itibaren kölelik gitgide artarak bugüne kadar geldi. İnsan ancak zamanını istediği gibi özgürce doldurabildiği zaman kölelikten kurtulabilir.
Kullanıcı küçük betizi
gerçeği arayan
Üye
Üye
 
İletiler: 55
Kayıt: Pzt Oca 18, 2010 22:56

Re: Bağımsızlık ve Hukuk Devleti Olmadan Demokrasi Olmaz!

İletigönderen İrfan Tuna » Cum Şub 19, 2010 18:01

Sevgili Gerçeği Arayan,

Ülke ve halk olarak yaşadığımız tüm önemli sorunların temelinde, ulusal bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi yitirmiş olmamız yatıyor.

Ulusal bağımsızlığımızı yitirdiğimiz için, yaklaşık 60 yıldır egemenliğimiz adım adım ABD'ye teslim edildiği için, uygulanan politikalara ülkemizin ve halkımızın yararları değil, ABD emperyalizminin ve ülkemizdeki uzantılarının çıkarları yön veriyor.

Ulusal bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi yitirdiğimiz için planlı bir üretim ekonomisiyle yeraltı-yerüstü zenginliklerimizi ülkemizin ve halkımızın yararlarına uygun olarak kullanamıyoruz...

Dünya Bankası ve İMF'nin dayattığı politikalarla; üretime, yatırıma, eğitime ve sağlığa akması gereken zenginliklerimiz, oluk oluk hortumcuların, tefecilerin kasasına akıyor... Her hafta ortalama 1 milyar dolar borç faizi ödeniyor; ama, ne hikmetse iç ve dış borçlar azalmıyor, katlanarak artıyor... Ulusal gelirin Yüzde 20'sini, nüfusun Yüzde 80'i paylaşıyor; nüfusun Yüzde 20'si, ulusal gelirin Yüzde 80'ine el koyuyor... Ulusal gelirin Yüzde 80'ine el koyan nüfusun Yüzde 20'lik bölümü içinde, toplam nüfusun yüzde 1'ini bile bulmayan bir bölüm, ABD emperyalizmiyle sıkı bir işbirliği içinde hem servetine servet katıyor, hem de ABD ile birlikte ülke siyasetine yön veriyor...

Milliyet yazarı Melih Aşık'ın, 11 Aralık 1999'daki bir yazısında belirttiği gibi, ''Hayatımız giderek daha yoğun ölçüde vurguncunun, kapkaççının, mafyanın, kaçakçının, işgalcinin, rüşvetçinin, din tüccarının, siyaset çetesinin koyduğu kriterlere göre biçimleniyor. Bu gidişi tersine çevirebilecek miyiz? Sorun burada...''

Evet sorun işte burada...

Bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi yeniden kazanmadan bu gidişi tersine çevirmenin, sorunlarımızdan kurtulmanın, zenginliklerimizi ülkemizin gelişmesi, halkımızın insan gibi yaşayabilmesi için kullanabilmenin olanağı yok...
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: Bağımsızlık ve Hukuk Devleti Olmadan Demokrasi Olmaz!

İletigönderen İrfan Tuna » Çrş Mar 24, 2010 17:06

24 Mart 2010-Milliyet

Tecavüz olayı

Melih Aşık

Çıtır cinsinden Fransız kızı son aşkından ayrılınca hafif üzüntüler içine girmiş.
Arkadaşlarının tavsiyesi ile bir ruh doktoruna gitmiş. Kızcağız daha yerine oturmadan doktor üzerine çullanmış. Elbiselerini adeta yırtarak çıkarmış... İç çamaşırlarını kopartarak açmış. Kızcağız ne olduğunu anlamaya çalışırken onu koltuğun üzerine yatırmış. Sonrası malum...

İş bitince mütecaviz doktor ayağa kalkmış, üstünü başını düzeltmiş. Kız hâlâ şokta.

Vicdansız adam müjde verir gibi konuşmuş:

- Benim sorunum çözüldü şimdi sıra sizin sorununuzu çözmeye geldi...

AKP’nin anayasa taslağı sanılır ki aynı duygu ve düşünceler içinde hazırlandı.
AKP önce kendi sorunlarını çözmenin derdinde.

Hele bir Yüce Divan ve kapatılma korkularından kurtulsun, o zaman sıra vatandaşın Anayasa’dan kaynaklanan sıkıntılarını çözmeye gelecektir.

Ya da belki hiçbir zaman sıra oraya gelmeyecektir. Bizimki lafın gelişi...

* * *

Taslak baştan aşağı şenlik... Hele parti kapatma mekanizması pek akıllıca; Başsavcı dava açarsa Meclis’te grubu bulunan partilerin 5’er kişiyle katıldığı bir komisyon kuruluyor, kapatılması istenen parti de komisyona katılıyor. Kendisi hakkında kapatma davasının açılıp açılmamasında oy kullanıyor. Bu taslağı yapanlarda beş kuruşluk hukuk bilinci olsa böyle madde koyarlar mı?

Cumhurbaşkanı’na aşırı yetki verilmesi de ilginç tabii... “Nasıl olsa bizden” diye mi düşündüler. Yoksa Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına hazırlık mı? Her neyse... Bu taslaktan anayasa çıkmaz. Hüzün çıkar...

http://www.milliyet.com.tr/tecavuz-olay ... htm?ver=09
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: Bağımsızlık ve Hukuk Devleti Olmadan Demokrasi Olmaz!

İletigönderen İrfan Tuna » Çrş Mar 24, 2010 20:58

24 Mart 2010 -Hürriyet

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/14206243.asp?gid=373

HSYK'dan açıklama

HSYK Başkan Vekili Kadir Özbek Anayasa Değişiklik paketiyle ilgili açıklamalarda bulunuyor. Özbek, Başbakan Erdoğan'ın "Kendi çıkarları için yapmasınlar" sözlerine karşılık vermişti. İşte Özbek'in konuşmasından satır başları:


- Müsteşar kurulda görev yapan, kurulda Anayasa’dan kaynaklanan kendilerinde bir takım hakkı olan bir arkadaşımızdır. Kimsenin kurul toplantısını yapılamama haline getirme söz konusu olamaz. Her türlü öneri değerlendirme yapılır. Tartışılır görüşülür, kendisi beklediği gibi bir şey olursa karşı oy yazar.

- Gaz lambalarının altından buralara geldik. Yani statükonun korunması meselesi, bizi Bakanlar kurulu atamadı buraya. Atananlar ve seçilenler deniyor. Hakim ve savcı sınavı girip sınavı kazandıktna itibaren, her kararnamede seçilerekb uraya gelecektir.

- Biz çalışmalarımızı yaparken, neleri gözettiğimizi, hangi ölçüleri esas almaya çalıştığımızı, kendimizi nasıl sıktığımızı bilseniz bunları söylemek imkanı olmazdı.

GÖREVİMİZ BİTİYOR

- Zaten üç ay sonra görevimiz bitiyor. Benim görevim yıl sonuna doğru sona erecek. Biz burayı bırakıp gideceğiz, emekliliğime üç yıl kaldı. Ben bunun dışında ne bekleyebilirim? Ama bu noktaya gelebildiğim bu noktada yer aldığım süreye kadar olan mesleki geçmişime karşı borçluyum. Bundan sonra da benden sonra gelecek genç arkadaşlarıma karşı borçluyum. Bundan daha önemlisi Türk milletine karşı borçluyum.

- Bizim yerimizi muhafaza etmek gibi bir amacımız endişemiz söz konusu olamaz. Bu haksızlıktır. Şu noktaya gelene kadar belki 6/7 kez seçime girdik biliyor musunuz?

- HSYK’nın seçimle gelen üyeleri olarak bizimde düşüncelerimizi kamuoyuyla paylaşmak amacıyla konuşmaktayım.

- Anayasa’ya göre Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, adalet anlayışı içinde, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik laik sosyal bir hukuk devletdir.

- Anayasa’mızdaki bu ikinci madde değiştirilemeyeceği gibi, değiştirilmesi dahi kabul edilemez.

- HSYK Anayasa’nın yargı bölümünde, yüksek maddelerden hemen sonra 159. maddede belirlenmektedir. Dolayısıyla HSYK’nın yapısı ve çalışma esaslarının anayasa’da yer aldığı, kuvvetler ayrılığı ilkesi göz önünde bulundurularak düzenlenmesi gerekmektedir.

- Aksine davranışlar Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerini belirleyen ikinci maddesine engel olacağı gibi, Anayasa’nın 6 ve 9. maddeleriyle çelişki yaratmaktadır.

- Taslak metninde HSYK’ya yönelik olarak yapılan düzenleme bu çerçevede incelendiğinde şu hususlar öne çıkmaktadır.

- Yargı bağımsızlığının sağlanması, yargının en önemli sorunlardan olup, yargı reformu öncelikle bu sorunu ve iş yüküyle ilgili konuları çözümlemek durumundadır. Mahkemelerimiz, yargıtayımız ve danıştayımız aşırı iş sayısıyla boğulmuştur.

- Geciken adaletin adalet olmadığı gerçeği ortadan kaldırılmalıdır

- Bugünkü yapısıyla HSYK’nın, başkanlığını Adalet Bakanı yapmakta, müsteşarı katılmadığı halde toplantı yapılamamakta, hazırladıkları rapor çerçevesinde

- Binası ve sekreteryası bulunmamaktadır. Teftiş kurulu Adalet Bakanı’na bağlıdır. Kurum üyelerinin gündem sırasında, sadece günlük konularda önerge verme hakları bulunmaktadır.

- 2007 yılında Yargıtay ve Danıştay üye seçimlerinde, bu seçim engellenmiş, tutanak düzenlenmiştir.

- Bundan sonra aynı sorunlar artarak devam etmiş, tayin ve yetki kararları dahil çıkarılamamıştır. Emeklilik ve boşalan yerlere atama yapılmasıyla ilgili, ilamlı kararname yazı yazılmasına rağmen kurumumuz getirilmemiştir.

- Kurulda ciddi sorunlar yaratan konulardan biri de, dinleme kararlarıyla ilgili uygulamalardırç

- HSYK’nın görevlerinin tamamı yargıyla ilgilidir. Adalet bakanı ve müsteşarın kurumdaki varlığı, yargının bağımsızlığını engelleyen en büyük unsurdur

- Yüksek yargıda seçilecek üye sayısıyla, yerel mahkemelerden seilecek üye sayısı arasındaki fark, yargısal bütünlüğün engellenmesidir.

- Yargı savunma sözünü 11 Kasım günüydü yanılmıyorsam, ifade etmiştim. O gün tüm kamuoyunu yakından ilgilendiren dinleme ve izleme olayları vardı. İstanbul başsavcımızın, yargıtay’ın daha sonra ortaya çıkan Danıştay’ın telefonların dinlenmesi söz konusuydu.

- Size de açıklamayacağım, bazı bilgiler ve edindiğimiz izlenimlerden edinerek söyledik. Bir başsavcının kendisiyle birlikte çalışan, gözetiminde bulunan savcılar tarafından 10-11 yıl önceki bir olay sebebiyle dinleme kararı isteyip böyle bir kararın alınmış olması, yargının çok büyük tehlikelerle, karşı karşıya olduğu izlenimini vermiştir.

- Bu sözlerin bugün açık açık tartışılan yeni taslağın bir takım hükümleriyle de doğrulanmış oluyor.

- Taslak bu şekilde geçerse Türkiye’yi neler bekliyor? Bu taslakta en önemli konu, en ön emli konu kuvvetler ayrılığı ilkesi zedelenecektir.

BAŞBAKAN NE DEMİŞTİ

Başbakan Erdoğan bugün Ufuk Üniversitesi Rıdvan Ege Hastanesi Açılış Töreni'nde Anayasada yapılması planlanan değişikliklerle ilgili olarak açıklamalar yapmıştı.

Erdoğan, “Biz bir taslak hazırladık. Gerekirse değiştirelim, eleştirilerinizi, önerilerinizi dikkate alalım, nihai halini verelim, bunu birlikte değiştirelim diyoruz. Modern ve özgürlükçü anayasal düzenlemeler, Türkiye'nin artık görmezden gelinemez bir ihtiyacıdır diyoruz. Anayasa değişikliği artık ertelenemeyecek bir taleptir diyoruz. İşte taslağı açıkladık. Tıkanan, kilitlenen noktaları açıyor, Türkiye'ye yeni bir vizyon kazandırıyoruz” diyerek, HSYK’da yapılması düşünülen değişikliklerle ilgili eleştirileri şöyle cevaplamıştı:
“Dediler ki 'parlamento bu işe burnunu sokmasın'. Böyle bir şey olur mu yahu? Yeter ki gerilim olmasın dedik. 'Peki o zaman, HSYK'ya biz Parlamentodan herhangi bir üye teklifinde bulunmayalım' dedik. Bakınız, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin tamamında bu üyeleri, Anayasa Mahkemesi de dahil Parlamento atar, devlet başkanları atar, başbakanlar atar. ABD'ye gidin öyle, AB üyesi ülkeler öyle. Buna rağmen, biz bunda yeter ki gönülleri olsun dedik ama yine bakıyorsunuz doğru olmayan ifadelerle yanlışlar söyleniyor. HSYK'da sadece Adalet Bakanı var. Bunu da istemiyorlar. Adalet Bakanlığı Müsteşarını istemiyorlar. Bunlar zaten var. Ama bunun dışında tamamıyla Yargıtay, Danıştay ve birinci derece mahkemelerden gelecek olanları kabul etmiyorlar. Niye kabul etmiyorsunuz? Türkiye'nin genelinde bu kadar birinci derece savcı var, hakim var. İşte onlardan da gelsin. Onları da katıyoruz bu işin içine. Bunu biz yapmıyoruz. AB üyesi ülkelerin hepsinde bunlar var. AB normlarında bunlar var. Oralardan istifade ederek bunları yapıyoruz. Onun için de tabii işlerine nedense gelmiyor, anlamak da mümkün değil.
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: Bağımsızlık ve Hukuk Devleti Olmadan Demokrasi Olmaz!

İletigönderen İrfan Tuna » Pzt May 10, 2010 9:10

10 Mayıs 2010-YENİÇAĞ

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/ha ... aber=34658

İKTİDARI KORKU SARDI

CHP lideri Deniz Baykal, AKP iktidarının Anayasa Mahkemesi ve referandum korkusu yaşadığını, büyük panik ve telaş içinde olduğunu söyledi

Hukuka ve halka tam bir güven içindeyim

BAYKAL, AKP’nin hazırladığı Anayasa değişikliği için hukukun gerekeni yapacağına inandığını belirterek, “Ancak bir şekilde Anayasa Mahkemesi’nin aşılması halinde gereken cevabı halkın referandumdaki oylarıyla vereceğine tam bir güven içindeyim” dedi.

AKP iktidarını büyük sürpriz bekliyor

REFERANDUMDA iktidarın isteği doğrultusunda sonuç beklemenin yanlış olduğunu söyleyen CHP Genel Başkanı Baykal, “Sandıkta, iktidarı çok ciddi bir sürpriz bekliyor. İçine girdikleri hayal uykusundan halkın oylarıyla uyanacaklar” diye konuştu.
Hedef için her şeyi mubah saydılar

ANAYASA paketinin Meclis’te görüşülmesi sürecinde iktidarın “Amaca ulaşmak için her şey mubahtır” anlayışını sergilediğini belirten Baykal, “Bu bir darbe sürecidir. Bir darbenin mutlaka askeri nitelikte ortaya çıkması zorunluluğu yoktur” ifadesini kullandı.
İktidarı sürpriz bekliyor

Baykal, Anayasa paketiyle ilgili iktidarı Anayasa Mahkemesi korkusunun sardığını belirterek, “Bu aşılacak olursa o zaman halk korkusu egemen olacak. Referandumda iktidarı çok ciddi bir sürpriz bekliyor” dedi

Sümeyra YILMAZ

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, AKP iktidarını, Anayasa değişiklik paketi ile ilgili Anayasa Mahkemesi korkusunun sardığını savunurken, paketin Anayasa Mahkemesi’den geçmesi durumunda referandumda halk tarafından reddedileceğini söyledi. Baykal, parti merkezinde gazetecilerin sorularını cevaplandırdı. Anayasa değişikliği sürecini değerlendiren Baykal, “Anayasa paketi içinde yargıyla ilgili maddelerin böylesine gerginlik yaratmış olması, derin tartışmalara yol açmış olması, toplumu bir anlamda kutuplaştırmış olması üzerinde durulması gereken bir konudur” dedi.

Referandumdan hayır çıkar

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, “Anayasa değişikliği Anayasa Mahkemesi’ne götürülürse hem gidenler hem de bu kararı verenler kaybeder” sözünü neye bağladığının sorulması üzerine “Bir paniğe ve telaşa” dedi. Baykal, şunları kaydetti: “Şimdi Anayasa Mahkemesi korkusu iktidara egemen olmaya başlamıştır. Anayasa Mahkemesi şu ya da bu şekilde aşılacak olursa göreceksiniz, bu defa halk korkusu egemen olmaya başlayacaktır.
Hukuk ya da halkın oyları, referandum, millet, bu konuda gerekeni söyleyecektir. Ben her ikisine de tam bir güven içindeyim. Bu referandumun kendi tercihleri doğrultusunda bir sonuç vereceğine yönelik bekleyişlerin hiçbir haklı temeli, zemini yoktur. Referandumda, eğer gerçekleşirse, iktidarı çok ciddi bir sürpriz bekliyor. İçine girdikleri hayal uykusundan bu referandumda uyanacaklardır.”

Vekillerle anlaştılar iddiası

AKP’nin Anayasa değişikliği oylaması için bazı milletvekilleriyle anlaştığı ve bu anlaşmalarda paraların konuşulduğu iddialarına ilişkin bir soru üzerine Baykal, “Bu konunun bir güven veren, açık, şeffaf, dürüst bir süreç olarak yaşanmadığı ortadadır. Her aşamasında çok değişik değerlendirmeler ortaya atılmıştır. Maalesef amaca ulaşmak için her şey mubahtır anlayışı bu olayda da kendisini göstermiş” dedi. Baykal, referandum süresinin 60 güne çekilmesinin olası bir referandumda uygulanıp uygulanamayacağıyla ilgili olarak kararı Yüksek Seçim Kurulu’nun vereceğini söyledi. Olası referandumun zamanlamasıyla ilgili bir başka soruya Baykal, Anayasanın değiştirilemez temel ilkelerine aykırı bir düzenleme yapılıp yapılmadığına Anayasa Mahkemesinin, yapılması düşünülen referandumun süresine de Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) karar vereceğini ifade etti.
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Re: Bağımsızlık ve Hukuk Devleti Olmadan Demokrasi Olmaz!

İletigönderen İrfan Tuna » Sal Şub 01, 2011 14:48

Ali Rıza Karataş - Anamı Alıp da Nere Gideyim

Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23


Şu dizine dön: İrfan TUNA

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

cron

x